Hüseyin Çelik'ten Zaman'a kayyum kararına şok tepki: Ayı ne kadar yol bilse avcı da o kadar hile bilir
Zaman Gazetesi'ne kayyum atanması hakkında bir açıklama da eski AKP'li Hüseyin Çelik'ten geldi.
Hüseyin Çelik, resmi internet sitesinden yayınladığı "Yasaklar
Tarihimizden Birkaç Sayfa" başlıklı yazısında, "Ayı ne kadar yol
bilse avcı da o kadar hile bilir." sözünü hatırlatarak tarih
boyunca engellenmeye çalışılan yayınların ve gazetelerin hep farklı
isimlerle, farklı mecralarda yollarına devam ettiğini belirtti.
"Allah Kur'an-ı Kerim'de bizi 'Bir topluluğa olan öfkeniz sizi
adaletsizliğe sürüklemesin' diye uyarıyor" diyen Çelik, "Gazete ve
gazeteci yasaklama faaliyeti, günümüzün internet çağında hiçbir
anlam ifade etmez." ifadelerini kullandı.
İşte Hüseyin Çelik'in dikkat çeken o yazısı:
Yasaklar Tarihimizden Birkaç Sayfa
Ali Suavi, 1867’de İstanbul’da yayımlanan Muhbir gazetesinin yazarı
idi. Dönemin hükümetinin hoşuna gitmeyen yazılar yazdığı için
Kastamonu’ya sürgüne gönderildi.
Aynı yıl, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Tasvir-i Efkâr gazetesinde
yazdıkları yazılarda, çok açık olmasa da, ima yoluyla parlamenter
sistem talebinde bulunuyorlardı. Kendi ifadeleri ile “Usul-ı
Meşveret“ten yana idiler. Namık Kemal, Erzurum’a, Ziya Paşa ise
Kıbrıs’a sürüldü.
Üçü de bir yolunu bulup Avrupa’ya kaçtılar. Ali Suavi‘nin Londra’da
yeniden çıkarmaya başladığı Muhbir gazetesinin 1. Sayısının ilk
cümlesi şöyleydi: ” Muhbir, doğru söylemek yasak olmayan bir
memleket bulur, yine çıkar.”
Ali Suavi‘den sonra Namık Kemal ve Ziya Paşa, yine Londra’da,
1868’de Hürriyet gazetesini çıkarmaya başladılar.
Hem Muhbir hem de Hürriyet‘in yasaklanması için Osmanlı Devleti,
İngiltere hükümeti nezdinde bir yığın girişimde bulundu. Ancak
İngiliz hükümeti yasaklamaya teşebbüs bile etmedi. Adı geçen
gazeteler, İngiliz Posta teşkilatı aracılığıyla Türkiye’ye
gönderiliyordu. Bu sefer, Bâbıâli, İngiliz Posta
Teşkilatı’nın bu gazeteleri dağıtmaması için devreye girdi ve
bu talebini kabul ettirdi. Görünüşte, Yeni Osmanlılar‘ın gazeteleri
artık İngiliz Postası aracılığıyla dağıtılmayacaktı. Ancak bu
girişim de, sözkonusu gazetelerin İstanbul’a girmesini
engelleyemedi. Yeni Osmanlılar, bu kararın ardından çıkardıkları
gazetelerin ebadını küçültüp katlanmış biçimde zarflara koyup
gönderdiler. Çünkü kapalı zarfa yasal olarak kimse müdahale
edemezdi.
Atasözümüz der ki, ” Ayı ne kadar yol bilse avcı da o kadar hile
bilir.”
Yeni Osmanlılar’ın, daha sonra farklı isimler altında Paris ve
Cenevre’de yaptıkları yayınlar, genç nesil üzerinde ciddi etkiler
bıraktı. Yeni Osmanlılar‘ın oluşturduğu fikri ve siyasi zemin
I.Meşrutiyet’in ilan edilmesi sonucunu doğurdu. O gün adı Kanun- ı
Esasî olan Anayasa’nın hazırlanması için oluşturulan komisyonun iki
çok önemli üyesi Namık Kemal ve Ziya Paşa idi.
Yeni Osmanlılar‘ın ikinci nesli olan muhalefet hareketi, 1889’da
İttihad-ı Osmanî adı altında kuruldu. Bu sırada Ali Suavi, Namık
Kemal ve Ziya Paşa‘nın hiçbiri hayatta değildi ama onların yaktığı
ateşin etkileri devam ediyordu. Avrupalıların Jön Türkler adını
taktığı bu gençler, kendi ülkelerinde yasak, sürgün ve
hapishanelerle muhatap olunca onlar da çareyi Avrupa’ya
kaçmakta buldular. Paris, Londra, Cenevre ve Kahire Jön Türkler‘in
faaliyet gösterdiği, gazete çıkardığı merkezlerdi. Meşveret, Mizan
, Osmanlı, Şûrâ-yı Ümmet çıkardıkları gazetelerden sadece
birkaçıydı. Jön Türkler için Ali Suavi ” Pir-i can-fedâ-yı
hürriyet” (canını hürriyet için feda edenlerin piri), Namık Kemal,
” Hürriyet Şairi“, Ziya Paşa ise,”Hikemî şiirlerin şairi ve büyük
devlet adamı” idi. İlk ilhamlarını Yeni Osmanlılar‘dan alan Jön
Türkler‘in oluşturduğu fikrî ve siyasî ortam, sivil ve asker
memurlar arasında ciddi bir karşılık buldu. Zamanla hareket
partileşti ve Il.Meşrutiyet‘i ilan ettiler. Avrupa’ya ilk
kaçanlardan olan Meşveret’in yayıncısı Ahmet Rıza Bey, gelip
Meclis-i Mebusan‘ın başkanı oldu. Sonrası malum. Daha önce mağdur
ve mazlum olan Jön Türkler, İttihad ve Terakki Partisi olarak
iktidara gelince zalimleşmeye başladılar. Maalesef tarihimiz bu tür
örneklerle doludur. Halbuki, “mağlupken zelil olmamak, gâlipken
zalim olmamak” en önemli insanî ve islamî prensiptir.
Devlet, I.Meclis‘te başını Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Ulaş‘ın
çektiği, Mehmet Akif gibi önemli şahsiyetlerin de içinde bulunduğu
63 kişilik İkinci Grup’tan tek bir kişiyi bile II.Meclis‘e
sokmadı. Dönemin statükosu, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile
Serbest Fırka‘yı farklı gerekçelerle kapattı. Ancak İlk Meclis’teki
1. Grubun ve bu partilerin ruhu Demoktat Parti olarak dirildi ve
CHP‘nin saltanatına son verdi.
12 Eylül Cuntası, Merhum Demirel‘i yasakladı. Bir gün geldi,
Demirel hem Başbakan, hem Cumhurbaşkanı oldu. Merhum Ecevit‘i
yasakladı, Ecevit günü gelince Başbakan oldu. Merhum Erbakan‘ı
yasakladı. O da vakti gelince Başbakan oldu. 28 Şubat zihniyeti
Sayın Erdoğan‘ı yasakladı, hapse attı. Günü gelince o da Başbakan
ve Cumhurbaşkanı oldu.
Bugünkü HDP‘nin atası olan birçok parti kapatıldı. Alfabede
harf mi yok. P sabit, diğer harfler değişken olmak üzere yeni
partiler kuruldu. Parti kadroları üç aşağı beş yukarı aynı
şahıslardan oluşuyordu. Çoğu zaman aynı binalarda tabelalar indi,
tabelalar çıktı.
Türkçü milliyetçiler, en ağırı 1944 olmak üzere ciddi haksızlık ve
işkencelere maruz kaldılar. Sonraları zaman zaman İktidar ortağı
oldular. Bugün ise Meclis’teki dört partiden birinin
sahibidirler.
Milli Görüş Hareketi’nin, Saadet hariç, bütün partileri kapatıldı.
Her seferinde çekirdek kadro muhafaza edilerek yeni isimler
ilavesiyle yeni partiler kuruldu.
Bu devlet, Bediüzzaman Said Nursî‘yi yasakladı. Ancak onun eserleri
bugün muhafazakar camianın en çok rağbet ettiği kitaplar
konumundadır. Devlet, Nazım Hikmet‘i yasakladı, Nazım‘ın kitapları
bugün sol camianın Bestseller’i durumundadır.
1999’da ben, Doğru Yol Partisi‘nde milletvekili iken, TBMM‘de
Düşünce suçlarından mahkum olanların affı ile ilgili olarak bir
yasa tasarı gündeme gelmişti. O gün DYP adına yaptığım konuşma DYP
ve Fazilet Partisi sıralardan bolca alkış almıştı. O konuşmanın bir
bölümünde demiştim ki :
“Sayın milletvekilleri, siz, insanlara, legal zeminlerde, kendi
ülkelerinde kendilerini ifade etme hürriyeti tanımazsanız, o
insanlar, ya illegal hale gelerek yer altına iner ya da yurt dışına
çıkarlar; iki durumda da sizin kontrolünüzün dışına çıkıyorlar
demektir.“………..
Unutmayalım ki, sosyal patlamalar, insanların açıkça konuşmasından
değil, konuşmayıp, her şeyi içlerine atmasından kaynaklanır……
Osmanlıcada, kitlelere mal olmuş düşünce sistemlerine fikir
cereyanları diyoruz. Bugün, bunların adı, fikir akımlarıdır.
Sonuçta, düşüncenin cereyan etmek, akmak, sirayet etmek gibi bir
özelliği vardır…. ( Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul
Tutanağı 21. Dönem 1. Yasama Yılı 59. Birleşim 27/Ağustos/1999
Cuma)
Suyun önüne set çekerek akışını önleyemezsiniz. Set dolar, alttan
üstten veya yandan taşar ve su yoluna devam eder. Kontrolsüz akan,
mecrasından taşmış suya sel denir. Unutulmasın ki sel tahrip gücü
en yüksek afetlerden biridir. Ancak suyun önüne baraj veya gölet
yapıp çok farklı ve faydalı amaçlar için onu kanalize
edebilirsiniz.
AK Parti, yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluklarla mücadele etmek
için kuruldu ve yasakları yara yara iktidar oldu. AK Parti
iktidarı, asırlardır denenmiş ve hiç bir faydası görülmemiş
yasaklara tevessül ve tenezzül bile etmemeli. Unutmayalım ki, 19.
Yüzyılda bir işe yaramayan gazete ve gazeteci yasaklama faaliyeti,
günümüzün internet çağında hiç bir anlam ifade etmez. Her Periscope
yayınının birer televizyon, her web sayfasının, her Facebook ve
Twitter hesabının birer gazete olduğunu göz ardı etmeyelim. İster
sağ, ister sol, ister muhafazakar, ister şu veya bu uçta olsun,
yayın organlarına ve oralarda yazıp çizenlere getirilen yasaklar ve
her türlü engellemeler, oldum olası ters tepmiştir. Hiç kimse 12
Eylülcüler kadar sıkı yasakçı olamadı ama onların da akibeti
ortadadır.
Burada bir hususun da altını özellikle çizmek isterim. Elbette
medya da kanun ve nizama tabi olacaktır. Sorumsuz, Anayasa ve
kanunları hiçe sayan bir medya anlayışını akıl ve iz’an sahibi hiç
kimse savunamaz. Bizim demokrasi adına, hak ve hukuk adına karşı
olduğumuz şey, sırf muhalif olduğu için cezalandırılan medya
organları ve medya mensuplarıdır.
Devlet içindeki her türlü kumpasçı, şantajcı, röntgenci, kirli
yöntemlerle kirli amaçlara hizmet eden yapılar ve çeteler elbette
temizlenmelidir. Bu anlamda her türlü paralel yapılanmayla şahsen
sonuna kadar mücadele edilmesinden yanayım. Bu anlayışı besleyen ve
payandalık yapan medya da dahil olmak üzere. Ama hukuk içinde
kalarak, ama somut delillere dayanarak, ama kurunun yanında yaşı
yakmayarak, ama suçların kişiselliği prensibini ayaklar altına
almayarak, ama McCarthy’ci bir zihniyeti hortlatmayarak, ama işi
cadı avına dönüştürmeyerek, ama öç alma duygusuna kapılıp adalet
duygusunu ayaklar altına almayarak. Çünkü Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de bizi uyarıyor: “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi
adaletsizlige sürüklemesin” ( Maide, 8)
1999 yılında, 28 Şubat zihniyetinin ülkede estirdiği zulmü ve
kıyımları konu alan ” Türkiye Korkular cumhuriyeti” başlıklı yazımı
şu temennilerle bitirmiştim:
“Gözlerde korkunun değil, ümidin ve sevginin parıldadığı bir
Türkiye özlemiyle…Türkiye Korkular Cumhuriyeti’nden, Türkiye
Sevgiler Cumhuriyeti’ne yelken açmanın zamanı çoktan geldi, geçiyor
bile.”
Bu temenni ne yazık ki 17 yıl öncesine aitti. Tarihin tekerrürüne
imkan ve fırsat verilmemesi ümidiyle..