28 Eki 2015 09:17
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:08
Hürriyet'ten Koza-İpek'e kayyum atanmasına tepki: Kaygı verici!
Hürriyet gazetesi, Koza-İpek Holding'e kayyum atanmasına ilişkin olarak açıklama yaptı.
Hürriyet, Türkiye'nin bilinen bir holdingine terör örgütünü desteklediği ve muhtelif işlemlerinde usulsüzlük yaptığı iddialarıyla kayyum atanmasını "Kaygı verici bir müdahale" olarak tanımladı.
Hürriyet'te yer alan açıklama şöyle:
Türkiye’nin bilinen bir holdingine terör örgütünü desteklediği ve muhtelif işlemlerinde usulsüzlük yaptığı iddialarıyla kayyum atanması ve ardından bu holdingin bünyesindeki 22 şirketin yönetimine el konulması, ülkemizde demokrasi, hukuk devleti ve ekonominin geleceği açısından pek çok vahim problemi barındıran bir tasarruf olarak tarihe geçecektir.
Savcılığın talebi üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından alınan bu kararı birçok boyutta değerlendirebiliriz.
Bunlardan birincisi, doğrudan mülkiyet hakkı ile ilgilidir. Demokratik rejimlerin en önemli üstünlüklerinden biri, mülkiyet hakkına gösterilen saygıdır. Mülkiyet hakkının korunması, vatandaşların yaşadıkları ülkeye ve devlet otoritesine güven duymalarının da temel koşullarından biridir. Ne yazık ki, önceki günkü tasarrufla bu evrensel hak çiğnenmiştir.
Meselenin mülkiyet hakkıyla el ele yürüyen bir diğer boyutu serbest teşebbüs özgürlüğünü ilgilendiriyor. Bir ülkede piyasa ekonomisinin gelişebilmesi, mülkiyet hakları koruma altında olan müteşebbislerin özgürce, hukuk sistemine güvenerek iktisadi faaliyette bulunmalarına, yatırım yapabilmelerine bağlıdır.
Ülkemizde teşebbüs özgürlüğü Anayasa’nın güvencesi altındadır. Anayasa’nın 48’inci maddesi, “özel teşebbüs kurmanın serbest olduğunu” vurguladıktan sonra, devlete “özel teşebbüslerin güvenlik içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma görevini” de yüklüyor.
Hal böyleyken bir holdingin yönetimine devlet tarafından el konulması, kuşkusuz ülkedeki yatırım iklimi açısından da hem içeride hem de dışarıda caydırıcı bir etki yaratacaktır. Bu açıdan bakıldığında önceki günkü tasarrufla Türkiye’de serbest teşebbüs hürriyeti açısından önemli bir kırılma yaşanmıştır.
Yönetimine el konulan holdingin aynı zamanda medya alanında da faaliyet göstermesi meseleyi basın ve ifade özgürlüğünün alanına da sokuyor. Bu gruptaki gazete ve TV kanalları iktidara muhalif duruşlarıyla biliniyor. Kayyum atanmasıyla birlikte bu mecraların sesinin kısılması, Türkiye’de basın özgürlüğüne, medyada fikir çeşitliliğine, çoksesliliğe de zarar verecektir. Bu müdahalenin seçimden tam beş gün öncesine rastlaması, seçimin adil bir tartışma ortamında gerçekleşmediği yolunda tereddütler yaratacaktır.
Bir diğer sorunlu konu, soruşturma aşamasında bu kadar ağır yaptırımlar içeren bir tedbir kararının savcının talebi üzerine savunma alınmadan tek bir hâkim tarafından verilebilmesidir. İlk kez ihdas edilen sulh ceza hâkimliklerine bu geniş takdir yetkisinin tanınması geçen yıl yapılan bir yasal düzenlemenin sonucudur. Hukuk açısından doğru olan, yaptırımın ağırlığıyla orantılı olarak bu tür kararları tek bir hâkimin takdirinden çıkarıp kıdemli bir heyete bırakacak ve savunma hakkını da gözetecek bir düzenlemenin yapılmasıdır.
Hepsi yan yana getirildiğinde, Türkiye’nin parçası olduğu uluslararası sistemin kuralları ve gerekleriyle bağdaşmayan bir durum karşımıza çıkıyor. Türkiye, AB’ye tam üye adayıdır, Avrupa Konseyi, NATO, AGİT ve OECD gibi uluslararası kuruluşlara tam üyedir. Bu çerçevede üstlendiği uluslararası yükümlülüklere uygun hareket etmek durumundadır.
Koza-İpek Holding’i hedef alan uygulamaların ülkemizin önümüzdeki ay dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinin liderlerinin bulaşacağı G-20 zirvesi öncesine rastlaması bu çerçevede özellikle düşündürücüdür. Mülkiyet hakkının tartışılır hale geldiği, serbest teşebbüs sahiplerine korku salınan, basın özgürlüğü gerileyen bir ülkenin G-20 zirvesine yapacağı ev sahipliğinin üzerine gölge düşmesi kaçınılmazdır.
Hürriyet'te yer alan açıklama şöyle:
Türkiye’nin bilinen bir holdingine terör örgütünü desteklediği ve muhtelif işlemlerinde usulsüzlük yaptığı iddialarıyla kayyum atanması ve ardından bu holdingin bünyesindeki 22 şirketin yönetimine el konulması, ülkemizde demokrasi, hukuk devleti ve ekonominin geleceği açısından pek çok vahim problemi barındıran bir tasarruf olarak tarihe geçecektir.
Savcılığın talebi üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından alınan bu kararı birçok boyutta değerlendirebiliriz.
Bunlardan birincisi, doğrudan mülkiyet hakkı ile ilgilidir. Demokratik rejimlerin en önemli üstünlüklerinden biri, mülkiyet hakkına gösterilen saygıdır. Mülkiyet hakkının korunması, vatandaşların yaşadıkları ülkeye ve devlet otoritesine güven duymalarının da temel koşullarından biridir. Ne yazık ki, önceki günkü tasarrufla bu evrensel hak çiğnenmiştir.
Meselenin mülkiyet hakkıyla el ele yürüyen bir diğer boyutu serbest teşebbüs özgürlüğünü ilgilendiriyor. Bir ülkede piyasa ekonomisinin gelişebilmesi, mülkiyet hakları koruma altında olan müteşebbislerin özgürce, hukuk sistemine güvenerek iktisadi faaliyette bulunmalarına, yatırım yapabilmelerine bağlıdır.
Ülkemizde teşebbüs özgürlüğü Anayasa’nın güvencesi altındadır. Anayasa’nın 48’inci maddesi, “özel teşebbüs kurmanın serbest olduğunu” vurguladıktan sonra, devlete “özel teşebbüslerin güvenlik içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma görevini” de yüklüyor.
Hal böyleyken bir holdingin yönetimine devlet tarafından el konulması, kuşkusuz ülkedeki yatırım iklimi açısından da hem içeride hem de dışarıda caydırıcı bir etki yaratacaktır. Bu açıdan bakıldığında önceki günkü tasarrufla Türkiye’de serbest teşebbüs hürriyeti açısından önemli bir kırılma yaşanmıştır.
Yönetimine el konulan holdingin aynı zamanda medya alanında da faaliyet göstermesi meseleyi basın ve ifade özgürlüğünün alanına da sokuyor. Bu gruptaki gazete ve TV kanalları iktidara muhalif duruşlarıyla biliniyor. Kayyum atanmasıyla birlikte bu mecraların sesinin kısılması, Türkiye’de basın özgürlüğüne, medyada fikir çeşitliliğine, çoksesliliğe de zarar verecektir. Bu müdahalenin seçimden tam beş gün öncesine rastlaması, seçimin adil bir tartışma ortamında gerçekleşmediği yolunda tereddütler yaratacaktır.
Bir diğer sorunlu konu, soruşturma aşamasında bu kadar ağır yaptırımlar içeren bir tedbir kararının savcının talebi üzerine savunma alınmadan tek bir hâkim tarafından verilebilmesidir. İlk kez ihdas edilen sulh ceza hâkimliklerine bu geniş takdir yetkisinin tanınması geçen yıl yapılan bir yasal düzenlemenin sonucudur. Hukuk açısından doğru olan, yaptırımın ağırlığıyla orantılı olarak bu tür kararları tek bir hâkimin takdirinden çıkarıp kıdemli bir heyete bırakacak ve savunma hakkını da gözetecek bir düzenlemenin yapılmasıdır.
Hepsi yan yana getirildiğinde, Türkiye’nin parçası olduğu uluslararası sistemin kuralları ve gerekleriyle bağdaşmayan bir durum karşımıza çıkıyor. Türkiye, AB’ye tam üye adayıdır, Avrupa Konseyi, NATO, AGİT ve OECD gibi uluslararası kuruluşlara tam üyedir. Bu çerçevede üstlendiği uluslararası yükümlülüklere uygun hareket etmek durumundadır.
Koza-İpek Holding’i hedef alan uygulamaların ülkemizin önümüzdeki ay dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinin liderlerinin bulaşacağı G-20 zirvesi öncesine rastlaması bu çerçevede özellikle düşündürücüdür. Mülkiyet hakkının tartışılır hale geldiği, serbest teşebbüs sahiplerine korku salınan, basın özgürlüğü gerileyen bir ülkenin G-20 zirvesine yapacağı ev sahipliğinin üzerine gölge düşmesi kaçınılmazdır.