Hürriyet'ten ayrılan Mehmet Y.Yılmaz sessizliğini bozdu: Demirören ailesi 'hemen gitsin' demiş!
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet'e veda eden Mehmet Yakup Yılmaz, ayrılığına ve gelecek planlarına dair çarpıcı açıklamalar yaptı.
Bugüne kadar pek çok gazete ve dergi çıkaran, uzun yıllar
yöneticilik ve köşe yazarlığı yapan Mehmet Y. Yılmaz, Eylül başında
2005’ten bu yana köşe yazarı olduğu Hürriyet’ten ayrıldı.
Hem ne olup bittiğini, hem Türkiye medyasının nereye gittiğini, hem
de yeni bir dergi ya da gazete çıkarmaya teşebbüs edip etmeyeceğini
journo.com sitesinden Nilay Örnek Mehmet Y. Yılmaz’a sordu…
İşte o röportaj...
Türk medyasının durumu belli; çok yetenekli, akıllı, azimli,
çalışkan pek çok gazeteci işsiz. Yazı yazıp da para kazanamayan,
telif alıp da geçinemeyen çok sayıda insan var. Durum böyle iken,
her şöhretli gazeteci işsiz kaldığında, hep şöhretli gazeteciler
işsiz kaldığında kapısını çalıp da “Size ne oldu?” demek, medyaya
olup bitenleri sadece çok tanınan köşe yazarları üzerinden konuşmak
bana biraz abes geliyor, biraz da haksızlık. Ama Mehmet Y. Yılmaz
ile konuşmak özellikle istiyorum. Çünkü onun gazetecilik
geçmişinde, Radikal, Posta ve Fanatik’i yayın hayatına geçirmiş, bu
konuda maddi hesaplar yapmış, kadrolar kurmuş biri olmak da var.
Sanki yeni bir gazete ya da dergi kurmak için tek engeli köşe
yazılarıymış da şimdi özgür kalmış gibi. İnsanın sorası geliyor:
Yeni bir yayın gelir mi? Mehmet Y. Yılmaz yanıtladı…
Öncelikle bu ayrılık sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Biraz aşamalı oldu sanırım. Önce yazılarınızın ana gazeteden hafta
sonu ekine geçmesi, ardından da bu son durum. “Mehmet Yılmaz,
Hürriyet’ten ayrıldı mı?” konuşmaları, aslında geçen sene bu
zamanlarda da yapılıyordu çünkü…
Şöyle oldu. Geçen sene Cumhurbaşkanı 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda
resepsiyonu Kuran-ı Kerim’le açtı biliyorsun. Genelkurmay
Başkanı’nın eşi de orada buruşturulmuş bir başörtüsü ile başını
örtmek zorunda kaldı. Ben de bir yazı yazdım. Laik devletin töreni
laik olur. İnançlarımız gereği şehitlerin ruhu için Kuran-ı Kerim
okutulmasını istiyorsak, Cumhurbaşkanı istiyor, olabilir ama onun
yeri cami. Türkiye’nin bütün camilerinde 30 Ağustos günü sabahtan
akşama kadar Kuran-ı Kerim okunacak denir ve vatandaşlar da dua
edebilir. Buna engel var mı, yok. Olması gereken de bu değil mi,
öyle gibi geliyor bana. Batılı laik devletmiş gibi resepsiyon
veriyorsun ama resepsiyon Kuran-ı Kerim’le açılıyor. Bir gün
Cumhurbaşkanımız Hıristiyan azınlıktan olsa İncille mi açacağız
resepsiyonu? Bu duruma dikkat çeken bir yazı yazdım. Ve Recep
Tayyip Erdoğan bu yazıya çok sinirlendi. Sinirlenince Aydın Doğan’ı
aradı; bizzat. Aydın Doğan da çok zor durumda kaldı. Buna gönlüm
razı olmadığı için, “Ben bir süre izin yapayım. Yazı yazmayayım bu
ara. Sakinleşsin ortalık, bir süre sonra yeniden başlarım” dedim.
Aydın Bey gerçekten çok fazla üzüldü bu duruma. Ben de ona,
“Üzülmesi gereken siz değilsiniz, burada başka bir sorun var. Siz
benimle Recep Tayyip Erdoğan arasında kalmayın” dedim. Bir süre
yazı yazmadım. İzin yapayım, ortalık sakinleşir diye düşündüm. İki
üç ay sonra da “Siniri geçmiştir artık yazmaya başlayayım” diye
düşündüğümde o dönemki yayın yönetmeni Fikret Bila, “Üstadım bir
konuşalım” dedi. Konuştular Ankara’dan olumsuz haberler gelmiş, kim
ne dedi tam bilmiyorum. “O zaman boş durmayayım bari, maaş alıyorum
ayıp denen bir şey var” diye düşünerek cumartesi ana gazetede
yazdığım türde yazıları pazar ekinde yazmaya başladım.
‘Demirörenler ‘hemen gitsin’ demiş’
Hafta sonu ekinde yazmak tatmin ediyor muydu sizi?
Yok etmedi. İlginç yazılar da yazdığımı düşünüyorum, aralarında
baya iyi yazılar da vardır tabii. Ama mesleki açıdan tatmin
olamıyorsun.
Bu son ayrılık süreci nasıl oldu?
Ben Eylül sonunda ayrılmak istediğimi söyledim Vahap’a (Munyar). O
da “Ben aileyle (Demirören) bir konuşayım, başka bir çözüm
bulabiliriz belki” dedi. Aile “Beklemesin hemen gitsin” demiş. Ben
de hemen şimdi ayrıldım (gülüyor). Ay sonunda ayrılacakken, ay
başında ayrılmış oldum.
‘Aydın Doğan Hürriyet’i sattığı için üzgün’
Aydın Doğan şimdiki duruma ne diyor? Konuşmuşsunuzdur diye
düşünüyorum.
Tabii tabii konuştuk. Aydın Bey, öncelikle gazetesini sattığı,
satmak zorunda kaldığı için çok üzgün. Yaşımın emekli olmak için
çok genç olduğunu düşünüyor. Üzgün. Tabii şimdilik elimizden bir
şey gelmiyor.
Aydın Bey şimdi ne yapıyor?
Emekli hayatı yaşıyor diyeceğim ama tam öyle değil tabii, aynı
zamanda onun Holding’le ilgili başka işleri de var. Onlarla
ilgileniyor tabii.
‘Ya bir yol bulacağız ya bir yol yapacağız’
Rıfat Ababay’la da yakın arkadaştınız; o da çok yılların
ardından adıyla özdeşleşen Posta Gazetesi’nden ayrıldı. Çok da
aktif, heyecanlı biri. O neler yapıyor?
Tabii. Posta çıktığı gün, 1995 yılında yazıişleri müdürüydü. O gün
bugündür oradaydı. O da bir şey yapmıyor evde oturuyor şimdilik.
Mutlaka bir şeyler geçiriyordur aklından ama bir şey yapmıyor. İşte
hepimiz ya bir yol bulacağız, ya da yapacağız…
‘Bir sürü dergi çıkardım, yine onu deneyeceğim’
Peki esas soru; şimdi ne yapacaksınız Mehmet Bey?
Ben şimdi ne yapacağım? Hiç bilmiyorum doğrusunu istersen (Kahkaha
atıyor). Tabii yazmaya devam edeceğim, kaçınılmaz olarak. Bildiğim
şeylerden devam etmeliyim. İşte neyi bilirim ben; gazete çıkarmayı…
Radikal, Posta, Fanatik’i ben kurdum, ben yönettim. Sonra
Milliyet’te Genel Yayın Yönetmeni olduğumda tabii ki gazeteyi ben
kurmadım ama gazeteyi yeniden yapılandırma çabası güçlüydü. Dergi
çıkarmayı bilirim, bir sürü dergi çıkardım. Yine onu deneyeceğim…
Memleketin gittiği yerle ilgili bir değerlendirme, analiz kitabı
yazacağım. Roman değil… Ama yaptığım, yapacağım şeyle ilgili
hissettiğim şey şu biraz; memleketi kurtarmak, meslektaşlarımızı
kurtarmaktan ziyade, kendi kendimizi tatmin edeceğiz gibi
hissediyorum biraz. ‘Bu yaşta da emekli olunup, evde oturulur mu
kardeşim?’ deyip kendimizi tatmin etmiş olacağız gibi geliyor.
‘İktidarın hoşuna gitmeyen bir şeyin dağıtılması artık
mümkün değil’
Bir gazete ya da dergi çıkarmak istiyorsunuz diye
düşünüyorum?
İstiyorum tabii. Hayatta en çok yapmak istediğim şey bu tabii ki.
Ama temel bazı sorunlar var. Bunu nerede basacağım ve bunu nerede
dağıtacağım? Bütün baskı ve dağıtım imkânları iktidarın eline
geçmiş durumda. İktidarın hoşuna gitmeyen bir şeyin uzun süre
basılıp dağıtılması bence artık mümkün değil. Bence birinci sorun
bu.
‘AKP ideolojisinin istediği bizim yok olmamız’
“Artık içerik önemli de değil. Yayını hazırlayan isimler bile
yetiyor” görüşüne katılıyor musunuz?
Maalesef öyle. İktidarın, AKP ideolojisinin istediği şey, bizim yok
olmamız, buharlaşıp uçmamız ama o da olamadığı için işte böyle
idare ediyoruz. İkincisi bunu yaptığımız zaman bu bir sermaye işi.
O gazetecilerin para alması lazım. Hadi benim yaşımda olan
insanlar, çocuğunu okutmuş olabilir, bir birikimi olabilir belki,
idare edebilir. Ama evinin taksidini, çocuğunun okulunu ödeyen
insanlar var, bu insanlar düzgün para almak zorunda yaptıkları iş
için. Reklamın olmadığı, reklam piyasasının iktidar denetiminde
olduğu bir ortam da var. Muhalif gazetelere uygulanan reklam
ambargosunu biliyorsun. Karar gazetesine bile reklam ambargosu
uygulatan bir iktidardan bahsediyoruz, düne kadar aynı insanlardı.
Birazcık bile farklı bir şey söyledikleri için cezalandırılıyorlar.
Yani ‘birazcık’. Bu insanların paralarını nasıl ödeyeceğiz, okuyucu
okuduğunun bedelini ödemek istemiyor.
‘Gazete-dergi çıkarmanın mâliyeti…’
Olsa mesela… Dergi mi, gazete mi çıkartırsınız?
Haftalık dergi daha akla yakın geliyor şu anda.
Bir takım kadrolar kuruyor musunuz zihninizde?
Kurmaya çalışıyorum kafamda ama söylemeye bile cesaret edemiyorum
şu anda. (gülüyor) O insanlara o paraları, o hayatı sağlayacak
imkân bulmam zor gibi geliyor bana. Şimdi haftalık bir dergi
çıkarsak, 48-52 sayfalık bir dergi, 5-6 TL gibi bir fiyatla haftada
70-80 bin satabilirse evet, biz herkesin maaşını düzgün
ödeyebiliriz. Çalışana, yazara düzgün ücretler verebiliriz… Ama
böyle bir tiraj yok. Tamam biz gazeteci olarak kendi
sorumluluklarımızı yerine getiremedik; şu oldu, bu oldu. Okuyucu
kendi sorumluluğunu, ülkesine, kendi yaşam biçimine karşı
sorumluluğunu yerine getirebiliyor mu, bunu istiyor mu? Bu da bir
muamma. Bu da önemli bir konu.
Peki bir dergi ya da gazete çıkarmanın maliyeti ne
kadardır?
Gazete çıkaracaksak matbaa hariç, reklam tanıtım filan icin
büyüklüğüne göre 3-10 milyon dolar yeter. Dört bölgede matbaa da
kuracaksak bir 40-50 daha ekle. Haftalık dergi icin düzgün maaş da
vereceksek, tanıtımla filan 2 -3 milyon lira yeter. Tabii
yaptığımız işin tutacağını ve nakit akışını sağlayarak maaşları
ödeyeceğimizi varsayıyorum.
Ayrıldıktan sonra size yeni bir fırsat, gazete-dergi teklif
eden oldu mu?
Yok hayır, olmadı.
‘Gazete arşivleri yok ediliyor’
Demirören Medya Grubu’na geçen yayınların internet
sitelerine bakıldığında, bazı gazetecilerin yazılarının,
haberlerinin ‘uçması’ durumu var. Şahsen ben de Milliyet ve
Vatan’da çalışmış biri olarak kendi yazılarımda başlığa
ulaşabiliyor, içeriğini göremiyorum. Bazı insanlar orada hiç
yazmamış, çalışmamış gibi… Bununla ilgisi var mı bilmiyorum ama
uzun süredir Radikal’deki herhangi bir yazıya da ulaşılamıyor. Site
bir garip. Sizce, sizin yazılarınız da bir süre sonra internet
ortamında birden buharlaşabilir mi? Yakın tarihin böyle böyle, en
azından bazı ortamlardan silinme tehlikesi var mı
sizce?
Radikal’i kapatmışlar. Demirören AVM ile ilgili bütün haberler,
yorumlar silinmiş gazetelerin internet sitelerinden. Ben bunun
olabileceğini düşünerek daha önceden yazılarımı ayrı bir arşive
aktarmıştım zaten. Eksiklikleri tamamladıktan sonra onu herkese
açacağım. Bence en önemli şey bu gazetelerin arşivlerinin yok
edilmesi. Belki bir süre sonra mahkemelerce konulan yayın yasakları
da eklenince geçmişteki hiçbir habere ulaşamayacağız. Toplumun
hafızasının da silinmeye, o hafızaya yeniden şekil verilmeye
çalışıldığını düşünüyorum.
“Şu gazeteciler, yazarlar hâlâ bir yerlerde yazsaydı keşke”
dediğiniz kimler var?
Tek tek isim vermem zor. Çoğunu internetten okuyoruz da aslında.
Yeni açıkta kaldığı için yazamayanlar da bugün-yarın yeniden bir
yerlerde yazmaya başlarlar diye düşünüyorum. Diken’de,
GazeteDuvar’da, T24’te, Journo’da, kendi bloglarında bir şekilde
okuyorum, okuyoruz. Fatih Özatay’ı okuyordum mesela gazetedeyken,
şimdi kendi sitesinde okuyabilirim ya da Metin Münir’i şimdi
T24’ten okuyorum; herkes iyi kötü kendine bir alan bulup yazıyor
diye düşünüyorum.
‘İslâm ve demokrasi bir arada olamıyor’
Birkaç ay önce Hazal Özvarış’ın sizinle yaptığı ve T24’te
yayımlanan söyleşide, medyanın bugünkü durumuyla ilgili olarak
-Boynerleri az biraz ayrı tutarak- “içten pazarlıklı” sözüyle
tanımladığınız Türkiye burjuvazisini suçladınız. Bugün de aynı
görüşte misiniz?
Hâlâ aynı görüşteyim. AK Parti’nin ideolojisi, islâmcı ideoloji,
başka sese tahammülü olmayan bir ideoloji. Dünyanın başka
yerlerinde de böyle. Tipik şuna döndük: İslâm ve demokrasi bir
arada olabilir mi, olamıyor işte, bir kez daha görmüş olduk.
Ailelerden bir tepki, geri dönüş geldi mi?
Hiç gelmedi…
Sizce neden?
Okumadılar diye düşünüyorum. Ya da tipik Türk burjuvası
davranışıyla siper aldılar, “Aman üzerime sıçramasın, kimse bizi
görmesin” diye… Türk burjuvazisinin en üst, kaymak tabakasına
bakarsak, Türkiye’de ekonomik kriz yok, zorluklar var. Domates
bilmem kaç liradan bilmem kaç liraya çıkmış. Onlar farkında değil
mi kriz olduğunun, farkındalar. İktidarla ilişkilerinde darbe
yememek için suyuna gidiyorlar diye düşünüyorum. Medyanın bu duruma
getirilmesinde, Aydın Doğan’ın yalnız kalmasında da bu tavrın
etkili olduğunu düşünüyorum.
‘Meslektaşıma ‘ücretsiz yaz’ diyemem’
Peki gazetecilerin hiç mi suçu yok? Bugüne gelişimizde biz
gazetecilerin rollerini iyi dağıtıyor muyuz? Gazete
yöneticilerinin, kötü haberciliğin, ücretsiz yazı yazdırılan şöhret
sayısının oransız derecede aşırı artışının rolü ne kadar? Ben Sabah
Gazetesi’nde Deniz Akkaya’ya röportaj yaptırılması hadisesini
hatırlarım. Hadise sayılmıştı çünkü. Erdal Şafak yine yönetici idi
o dönem, gazete içinde olaylar çıkmıştı; nasıl bir mankene haber
yaptırılırdı… Sonra ben gazeteci olmayıp dışardan çok iyi iş
yapanları da çok gördüm. Ama artık gazetelerde ağırlıkla gazeteci
olmayanlar var, gazeteci olan kalmadı gibi…
Kalmadı, hiç kalmadı. Gazetecilerin yöneticileri bunu beslediler ve
büyüttüler. Spor yazarlarıyla başladı bu iş. Hiç gazetecilikle
ilgisi olmayan kişilerin az parayla ya da ücret almadan spor yazarı
olması. Böyle başladı, magazine ve ekonomiye sirayet etti; gazeteci
olmayan gazeteciler dönemi içlerinde çok yararlı işler yapanlar da
oldu kuşkusuz ama sonuçta mesleğin orası öldü. Gazetelerin
yöneticileri, kendilerini gazete sahibinin kişisel hırslarına,
kişisel ticari beklentilerine kolay kaptırdılar.
Gerçek gazeteciler de parasız yazma talepleriyle çok fazla
karşılaşıyorlar…
“Bir şey yapacak mısın?” diye sorduğunda işte, yapamayacağımı
düşünme sebeplerinden biri bu oluyor. Ben kendi meslektaşlarıma
nasıl “Burada editörlük yap ama para çok az, burada yaz ama para
yok” derim. Bu işin içinden gelen birinin söyleyebileceği bir cümle
olmadığını düşünüyorum.
Her dönemin yandaş medyası oldu. Bu dönemin yandaş
medyasının gazetecilik bilgisi de farklı düzeyde olabilir mi? İlan
föyü nedir bilmeyen, Turgut Uyar’ı hâlâ yaşıyor sanan insanları
duyuyoruz gazetelerden…
Tercüman gazetesi, 12 Eylül’den önce Süleyman Demirel’i
desteklerdi. Dolayısıyla Süleyman Demirel’in kurduğu son iki
milliyetçi cephe hükümetinin de arkasındandı. Genel Yayın Yönetmeni
Güneri Cıvaoğlu idi. Ama o zamanki Tercüman gazetesinin bugünkü
Sabah gazetesi olduğunu düşünebiliyor musun? Öyle bir şey olmadı.
Evet, o gazetenin yazarları o politikaları savundu. Ama bir
taraftan da bir gazete olarak görevlerinin birini yerine getirmeyi
sürdürdü. Bir haber yaptı diye birini işten atılmadılar.
‘Türkiye diktatörlüğe çok yakın’
Sizce bundan sonra nereye gidecek? “Gazetecilik bitti” diyoruz ama
bitmeyen, sürekli kendine çıkış yolları arayan, tüpü sıkıldıkça
hâlâ veren bir diş macunu gibi…
Zor… Gazeteciliğin bittiğini düşünmüyorum. Gazetecilik dün ortaya
çıkmış bir şey değil; ihtiyaçlardan doğuyor. Demokrasi varsa,
gazetecilik de bunun ayrılmaz bir parçası olacak. Tabii bugüne
kadar yaptığımız, bildiğimiz işi aynen yapabilir miyiz ondan emin
değilim. Her şey değişiyor. Gazetecilik de bu değişime ayak
uydurmanın sancılarını yaşıyor. Türkiye özelinde değil, genel
anlamda tüm dünyada bu var. Türkiye’nin kendine özel problemleri
var tabii. Gazetecilik bu dönüşümdeki temel sorunların yarattığı
problemleri çözemedi. Çok kısa sürede kâğıda karşı online, sonra
mobil araçlar, gazetecilik hep uyum sağlamaya çalışıyor.
Tamam gazeteciler bir şekilde, “Hâlâ haber verebiliyoruz,
yazabiliyoruz”a şükrediyor ama bu inadımızdan, başka bir tür aşk ve
alışkanlıktan… Bundan etik bir gelir modeli yaratmak çok zor.
Bloglardan, çeşitli internet sitelerindeki parçalı yazılardan
insanları geçindirecek, onlara istikrarlı bir hayat verecek
ücretler çıkamıyor. Ve bu durumda olan kişi sayısı bir, iki değil,
onlarca, yüzlerce, belki daha fazla. Ne yapılacak?
Türkiye’deki sorun gazetecilik mesleğinden önce, bir demokrasi
sorunu. Bir rejimi diktatörlükle demokrasi arasında bir sarkaç gibi
düşünürsen Türkiye’de bizim bulunduğumuz yer, o sarkaçta
diktatörlüğe çok yakın. Ve bu nedenle bizim mesleğimizin başka
büyük sorunları var. En yeni haberlerden biri; internet üzerinden
yayın yapan televizyon tipi oluşumlarının bile artık RTÜK’ten
lisans alması gerekmesi. Lisans almak yayın serbestliği sağlamıyor,
tersine RTÜK’ün talebiyle bir mahkeme kararı olmaksızın BTK’nın
(Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) yayını kapatmasına yol
açıyor. E şimdi çocuğuna pantolon alamadı diye intihar eden babanın
haberini yapan gazetecinin gözaltına alınıp sorgulandığı bir
ülkeden söz ediyoruz. Bu varsa zaten, Türkiye’de demokrasinin
varlığından söz edemiyor hâle geliyoruz. Demokrasinin olmadığı
yerde de, özgür basın faaliyeti olamıyor zaten. Bunun dışında
iktidarın medyayı tümüyle kendisine bağlamak için her türlü imkânı
kullandığı, gazetelerin devlet bankalarından verilen kredilerle el
değiştirdiği, o kredileri alan kişilerin büyük tesadüf eseri her
zaman hükümet yandaşı olduğu bir yerdeyiz. Tek sesli bir medya
haline gelme durumu. Aynı insanlar bir akşam CNN Türk, bir akşam
NTV, bir akşam Habertürk ekranında çıkıyor, aynı şeyleri
söylüyorlar ve hemen hemen hepsi iktidarın adamları.
‘Para vermeye hazır bir okuyucu kitlesi yok’
İşte bu noktada kurtuluş nedir? Bizler ne yapacağız?
En kolay, en bilinen, en geleneksel yol ya bir dergi ya gazete
çıkarmak veya şimdi internet sitesi kurmak. Ancak işin kötü tarafı
böyle bir şeyi besleyecek, buna para vermeye, satın almaya hazır
bir okuyucu kitlesi yok. Bu sadece gazetecilerin yetersizliğiyle
açıklanabilecek bir şey de değil. Basın faaliyeti nispeten çok daha
özgür bir ortamda sürdürülebilirken de nüfusa göre okuyucu azdı,
şimdi daha da az. Şimdi böyle bir talep olmayınca, arzın da anlamı
yok.
‘Okuyucuya sosyal medyadaki bilgi kırıntıları
yetiyor’
Kendi kendimize haber vermeyi talep ediyor gibiyiz… İlla ki haber
vereceğiz…
(Gülüyor) Aynen ama insanlar para vermeye hazır değiller.
Okumaya hazır olan da yok…
İşte zaten okumaya da hazır değiller gibi bir görüntü de var.
Sosyal medyadan edindikleri bilgi kırıntıları insanlara yetiyor.
Zaten artık herkes hayata kendi bulunduğu kamptan, o kampın
gözlüğüyle bakıyor. Başka bir şey görmüyor, gördüğünde de
hoşlanmıyor.
‘Mutlaka bir şey yapılmalı’
Kızınız Yasemin neler yapıyor, o ne diyor olan bitene? ABD’de
olmasına karşın Türkiye’deki gidişatla, özellikle de medya ile çok
ilgili biri çünkü…
Yasemin, ABD’de New York’ta; Hunter College’de sosyoloji dersi
veriyor, bir taraftan da doktorasını yapıyor. O pes edilmemesi
gerektiğini, mutlaka bir şey yapılması gerektiğini düşünüyor. Ben
de öyle düşünüyorum da nasıl yapılacağına dair sorular var…
Bodrum’daki mandalina bahçenizde durum nasıl? Bir
dondurmacıya da veriyordunuz mandalinalardan…
İş aynı işte; her zamanki sula, çapala, kükürt at. Bu sene
mandalina az, geçen sene çoktu. Limon, mandalina daha da pahalı
olacak demek bu. Dondurmacıya satılacak kadar çıkmaz.
‘Cumhuriyet olayında yargının bağımsız karar veremeyeceğini
düşünüyorum’
Cumhuriyet gazetesinde olanlara nasıl bakıyorsunuz?
Şöyle bakıyorum: Ben gazeteci Mehmet Yılmaz olarak, adalet
sistemine işim sanık ya da şikâyetçi olarak düştüğünde, günümüz
adalet sistemine ne kadar güvenebilirim diye düşünüyorum.
Güvenemeyeceğimi düşünüyorum. Bağımsız olmayan bir yapıyla karşı
karşıyayız. Sadece kendisine hesap vermeyen, hesabı kendisini oraya
getiren yere de vermek zorunda olan bir yargı düzeniyle karşı
karşıyayız. Dolayısıyla “Mahkeme karar verdi, Cumhuriyet’in sahibi
olan vakfın yönetimi değişti” cümlesi bana bir şey ifade etmiyor.
Bu, hukukî olarak gerçekten olması gereken bir şey de olabilir; o
kadar detayına vâkıf değilim. Ama bu düzende, mevcut vakfın
yönetimi birilerinden birilerine geçiriliyorsa ve söz konusu olan
bir yayın organıysa burada yargının bağımsız karar veremeyeceğini
düşünüyorum. Cumhuriyet olayına bakışım böyle…
‘Pişmanlığım yok. Kendimi satmadım’
Geçmişe baktığınızda kendi adınıza pişmanlıklarınız var mı? Genel
anlamda hem medyanın bu kötü dönemiyle, hem de daha öncesinde
yapılan haberlerle, çıkan gazetelerle ilgili olarak…
Yok. Ben kendimle ilgili olarak görevimi düzgün yaptığımı
düşünüyorum.
Hürriyet döneminde mi, genel olarak mı?
Genel olarak. Benimle birlikte çalışan insanlara olanaklar
yaratmaya çalıştım. Önlerini açmak için elimden geleni yaptım. Çok
başarılı olan insanlar da oldu. Bir sürü gazete çıkardım, satmadım
kendimi. Onun için kendimle ilgili iyiyim yani… Haber anlamında da
âzamî derecede doğru davrandığımı, davrandığımızı düşünüyorum.
Bugün olsa bazı şeyleri eminim ki farklı görüp farklı
değerlendirebilirdik. Ama o günün şartlarıyla, bakış açısıyla öyle
olması gereken durumlar vardı. Öyleydi.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye
Bölümünden 1977 yılında mezun oldu.
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Yankı
Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir
süre yürüttü.
12 Eylül öncesinde Türk-İş’e bağlı Yol-İş ve YSE-İş sendikalarında
basın müşâviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini
yayınladı.
Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul
Gelişim Yayınlarında mesleğe döndü. Gelişim Yayınlarında Erkekçe ve
Bilim Dergileri’nin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından
Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde
bulundu.
1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu.
Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi.
Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara
Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi.
Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel
yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu
yaptı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda
Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu,
genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine
getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda
Dergi’nin CEO’luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe
yazarlığı yaptı.