Hürriyet'te 'Alo Fatih' hattı var mı? Gülen'den ne rica etti? Enis Berberoğlu'ndan çarpıcı açıklamalar!
CNN türk'te Enver Aysever'in sorularını yanıtlayan Enis Berberoğlu, medya ve Hürriyet odaklı çarpıcı açıklamalarda bulundu...
CNN Türk’te yayınlanan Enver Aysever’in sunduğu “Aykırı Sorular”
programına katılan Berberoğlu gündemle ilgili sorulara cevap
verdi.
Berberoğlu şunları söyledi:
ÖYLE BİR KASET ÇIKMAYACAK
- Sizde de Alo Fatih hattı var mı? Önümüzdeki günlerde bir kaset
çıkmasını bekliyor musunuz?
- Hayır. Telefon almıyorum demedim. Öyle bir kaset çıkmayacak
dedim. Bu sadece kendime güvenimin eseri değil. Kurumsal çalışmanın
neticesi. Bir şeyde anlaşalım. Usul hakkında bir şey söylemek
istiyorum. Bir medya grubu diye düşünün bu medya grubuna bir atama
yapılıyor. Bizim meslekten olmayan biri. Kendine bir misyon
yüklüyor. Belki başkaları bir misyon yüklüyor. O şahıs teknik
takiplere göre kanala, gazeteye bir takım telefonlar ediyor. Bu
telefonlar neticesinde yayın kesiliyor, seçim anketi manipülasyonu
gündeme geliyor. Bunlar bizde olmadı. Bu kadar net. Böyle bir
benzerlik üzerinden konuşmak istemiyorum. Bu algı bana, benim
çalıştığım gruba, benim çalıştığım patronlara, benim çalıştığım
arkadaşlarıma haksızlık diye düşünüyorum. O açıdan kimseye benim
burada bir saldırıda bulunmaya niyetim yok. Sadece şunu söylemek
istiyorum. Ne olur eğer bizim hakkımızda elinde kaset bulunduran
biri varsa şu saniye itibariyle yayınlasın onun üzerine konuşalım.
Kendimi o zaman savunayım. Öteki türlü ben kendimi hangi düzlemde
savunacağımı veya neye açıklık getireceğimi bilemem.
BİZİM İŞİMİZ GAZETECİLİK
- Gazeteci siyasetçi arasındaki mesafe ne olmalıdır? Hürriyet DYİ
çerçevesinde Hürriyet bugüne kadar korudu mu?
-Temenni ederim korumuşuzdur. Benim bildiğim bunun aykırı bir
istinası yok. Ankara temsilciliği, haber koordinatörlüğü, ekonomi
müdürlüğü yaptım, polis muhabirliği yaptım. Hürriyet Gazetesi ile
diğerlerini ayıran özelliklerden biri, bizim işimiz bu başka işimiz
yok. Biz gazeteden, gazetecilikten para kazanıyoruz, yayıncılıktan
para kazanıyoruz. Dolayısıyla bizim önceliğimiz okurla ve itibarla.
İtibarla reklam topluyoruz. Doğru haberle, doğru fotoğrafla, doğru
görüntüyle okur ve izleyici topluyoruz. Dolayısıyla bizim mesafe
ayarımız siyasetçiye göre değil. Kimse alınmasın. Rekabet
ortamındayız. Bizim şu anki refiklerimizden biri 2 ay kadar önce el
değiştirdi diye bir rivayet türedi. İsim vermeyeceğim. (Sabah
Gazetesi) Bravo. 2 ay geçti aradan bu gazete el değiştirdi mi? El
değiştirdiyse hangi paraya, kimin parasıyla el değiştirdi? Hala
bilmiyoruz. Halka açık olmadığı için oradan da bir açıklama
zorunluluğu gelmiyor. Öyle olsa borsaya açıklamak zorundaydılar.
Daha orta boy bir gazete TMSF’nin elinde atamalar yapılıyor, yazar
kadrosu değişiyor. Sahibi nerede belli değil. Bir başka gazete dost
bir ülkenin diyelim milli petrol şirketi yüzde 50 ortak. Yani şimdi
benim sırtımda şu baskı var. Dolar yüzde 30’dan fazla değer
kazandı. Kağıt fiyatları arttı. Ben günümün anlamlı bir bölümünü bu
gazetenin ekonomisini de idare etmekle geçiriyorum. Ama karşıda
hiçbir şekilde okura gazete satmak, televizyonda izleyici toplamak,
reklam almak gibi bir kaygısı olmayan bir rekabetle karşılaştığım
zaman da zorlanıyorsun.
GÜLEN’LE GÖRÜŞTÜM
- Medya sahip sermaye sahipleriyle devletten alınan ihaleler,
devlet kaynaklarının kullanılması ilişkisi. Sizin grubunuzun
sırtında bu türden bir baskı var mı? Bir iktisadi çıkar arayışı
oldu mu?
- Bildiğim kadarıyla hayır. (Size böyle bir teklif geldi mi?)
Hayır. Ben Doğan Grubu adına konuşamam Hürriyet Gazetesi’nin Genel
Yayın Yönetmeniyim, aynı zamanda yönetim kurulundayım. Ama
bakıyorum Petrol Ofisi nereden alınmıştır? İhaleyle alınmıştır. Bu
grup kamudan aldığı her türlü malzemeyi açık arttırma ile almış,
kaybettiklerini de açık arttırmayla kaybetmiştir. Dolayısıyla bir
ihale, bunun karşılığında şurada şunu yap gibi bir zorunluluk içine
girdiğini ben bilmiyorum. Öyle bir şey varsa da üzülürüm. Ama
zannetmiyorum.
- Fettullah Gülen ile görüşmeye Pensilvanya’ya gittiniz mi?
Gittiyseniz ne görüştünüz?
- Gittim. Görüştüm. Soner Yalçınlar'ın içeri girdiği dönem. İkili
görüşmeleri açıklama tavrım yok benim. Hayatımda ilk ve son defa
görüştüm. Bir defa görüştüm. Bir daha da görüşebilirim bir mahsuru
yok. İçimde kalan bir şey vardı. Onu söylemek istedim. Kendisi de
beni tanımak istedi. Bir takım Amerikalılarla görüşmeye gitmiştim.
O turun içine konuldu.
- Grup adına mı gittiniz?
- Hayır kendi adıma. Böyle şeyler grup adına yapılmaz bizde.
Görevlendirme ya da döndükten sonra rapor verme filan olmadı.
- Etkilendiniz mi?
- Güçlü bir lider bunu söylemek lazım.
- Siyasi bir lider diyebilir miyiz?
- O zaman öyle değildi. İçimde kalan şuydu. Ben Türkiye’de misyoner
okulu olarak kurulan bir liseden mezun oldum. Kendimi anlamsız bir
şekilde o okulu kuran ülkeye bir aidiyet yaşarken yakaladım ve
kendimi de çok kızdım. Bu toprakların adamıyım ben. Bu hareket
dünyanın çeşitli yerlerinde benim okuduğum okullara benzer okullar
kuruyor. Buralarda insanlar Türk kültürünü tadıyor. Onları sözcüsü
veya avukatı değilim. Bunları gördüğüm ortamlarda genellikle
Başbakan Erdoğan ile yaptığımız seyahatlerdir. Onların gittiği
ülkelerde, Allah’ın unuttuğu ülkelerde çünkü Başbakan öyle yerlere
de gidiyor ticaret adına veya daha geniş bir dünya liderliği
iddiasıyla. Ben bunları çok müsbet buldum. Fakat o dönem Ergenekon
ve Oda TV davasıydı. Burada duyduğum bazı tereddütleri de
kendisiyle paylaştım. Özellikle paylaştığım kısmı şuydu. Medyada
polis ağzıyla konuşmak diye bir tabir vardır. Tehlikeli bir
ağızdır. Polis kendini savcı ve hakim yerine koyar. Yargısız infaza
çok müsaittir. O tarihte yapılan bazı yayınlarda Radikal çok mağdur
olmuştu. Bunu kendisiyle saygı çerçevesinde paylaştım. Açıkça şunu
söyledim. Polis bugün herhangi bir gazeteye gidip kendisini hakim
ve savcı yerine koyup bazı şeyleri masa üzerine kayar ve
yazdırabilir. Bunu yazdırmak ne entellüelliktir ne
gazeteciliktir.
HÜRRİYET DESTEK VERMİYOR
-Bu paralel gücün bir göstergesi değil mi?
-Paralel devlet dediğiniz zaman şunu anlamak lazım. Burada bir
iktidar paylaşımı mı var yoksa ona aykırı bir duruş mu var? Bizi
izleyen insanlardan yarısı 29 yaşın altında. Dolayısıyla benim
1996, 97,98’de yazdığım 3 kitabı bilmezler. Ben bir Susurluk kitabı
yazdım derin devlet üzerine, bir Yüksekova kitabı yazdım derin
devletin Kürt meselesine bakışı, bir de Öbür Türkler yazdım. Burada
şunu gördüm arkasında siyasi yapı olmayan hiçbir derin yapı kendi
uygulama alanını bulamaz.
-Gülen cemaatine Hürriyet Gazetesi destek veriyor
mu?
-Hayır. Asla. Bu konuda iddialar var. Bu konudaki iddialara gülüp
geçmek de mümkün ama bu program onun yeri değil. Açık konuşalım.
Kaset mevzuuna dem vuruyorlar. Bundan 15-16 yıl önce biz ilk
darbeyi yedik kaset olayında Hürriyet olarak. Ertuğrul Özkök’ün bir
telefon görüşmesi yasa dışı olarak kaydedildi ve bir siyasi
partinin önde geleni tarafından basın toplantısı ile duyuruldu.
Hala aynı şeyleri büyük bir cehalet içinde söylüyorlar bizi kaset
yayınlamamakla suçlayanlar. Bizim canımız orada yandı bir. İkincisi
daha yakın bir örnek vereyim. 2010 yılında genel yayın yönetmeni
oldum. Bir gün telefonum çaldı. Karşımda Beşiktaş Adliyesi’nden bir
savcı. Sizi yarın çaya bekliyorum dedi. Bizim geldiğimiz geçmişte
bir savcının bizi çağırması çok hayırlara vesile olmaz. Müşteki
sıfatıyla davet ediyorum deyince daha da merak ettim. Gittim önüme
bir grup tape koyup size mi ait dediler. Baktım 1993, 94,95 tarihli
yasa diyorlar. Peki kim dinlemiş dedim. Hanefi Avcı dediler. Yapmaz
dedim ben. Gazetecilik faaliyetlerimden tanıyan bir adamım. Yapmaz
dedim yapmış dediler. O zaman suç duyurusunda bulunuyorum dedim.
Suç duyurusunda bulundum. Aradan 3 sene geçti. Bu sefer dediler ki
Hanefi Avcı pür paktır. Şu an size sunduğumuz paralel yapıyı
deşifre edecek ve ortadan kaldıracak bir akil komutandır. Belki
polisteki atamaları yapan adamdır. Şimdi el insaf. 3 sene önce
şiddetle üzerime gelip budur diyenler şimdi tam aksini aynı
şiddetle savunuyorlar ve benim buna inanmamı bekliyorlar. Hangi
gazeteci bu konuda şüphe veya tereddüte kapılmaz.
DELİ SAÇMASI
- Sarıgül bir Nakkaştepe projesi midir?
- Bunlar deli saçması. Bu akşam bütün kirli çamaşırları koyacağız o
zaman. Geçenlerde belediyeler birliğinde bir konuşma yaptım. 'Bana
hangi partinin seçmenisiniz?' diye sordular. Bende açık açık 'CHP
seçmeniyim' dedim. 'Sarıgül’e oy verir misiniz?' dediler 'Vermem'
dedim.
- Vermeyecek misiniz?
- Bilmem o zaman öyle söyledim. Deli saçması bunlar ne diyeyim. Biz
her gün açık iş yapan insanlarız. Bugün Kadir Topbaş’ın Sarıgül’den
daha fazla yer aldığını söyleyemezler Hürriyet’te. Medyanın arızası
burada çıkıyor. Eğer gazete üzerinden para kazanma iddianızdan
vazgeçmişseniz o zaman birilerine hizmet etme ihtiyacı duyuyorsunuz
ve daha önemlisi düşman yaratma ihtiyacı duyuyorsunuz.
KÜTAHYALI’YI CİDDİYE ALMIYORUM
- Rasim Ozan Kütahyalı’nın sorusu. Gökçek ve Kuzu’nun konuşmalarını
yayınladı ama Gülen tapelerini yayınlamıyor. Çifte standart yok
mu?
- Rasim benim okuduğum gazeteyi okumamış. Burhan Kuzu ile Gökçek
arasındaki telefon kayıtlarını biz yayınlamamış olmamız lazım. Ama
yayınladıysak hata etmişiz. Rasim Ozan kardeşim de genellikle
kafasına göre yazan çizen bir arkadaş. Fazla da ciddiye
almıyorum.
- Yazarlar iktidar baskısıyla mı ayrıldı?
- Hayır. Benim eşim gördüğüm en başarılı gazetecidir. Ben de O da
Hürriyetten ayrılmak zorunda kaldı. Döndüm genel yayın yönetmeni
oldum. Bazen kimya tutmuyor. Yazarların bir kısmı Özkök, bir kısmı
benim dönemimde ayrıldı. Her ayrılana da mutlaka bir teşekkür
mektubu yazdım. Kendileri ayrılırken de şunu söyledim. Burada ben
hatalı olabilirim. Benim üstümde bir tek Vuslat Doğan Sabancı ve
Aydın Doğan var. Kararı ben alıyorum niye başkası alsın.
Patronların tercihi olabilir ama o kararı ben verdiysem başkasına o
yükü vermem. Muhalif diye bir kavrama inanmıyorum. Bir insanın
muhalif, neşeli, asabi olması bunlar tek vasfa meziyete
indirgendiği zaman o insan çok sıkıcı olur. Senin bir insanı
ciddiye alabilmen için, rağbet etmen için bu meziyetlerden biraz
daha fazla olması gerekir. Hürriyet bunların hepsini barındırdığı
için etkili. Şimdi şu ucuzluğa kaçmayacağım. Giden arkadaşlarımız
kadar en az muhalif yazarlar şu an Hürriyet’te yazmaya devam
ediyor. Bu bir tercih, bu benim tercihim hatasıyla sevabıyla.
BAŞBAKAN BENİ HİÇ ARAMADI
- Akif Beki’nin yazması Hürriyet’e ne katıyor? İktidar
kontenjanından mı geldi?
- Bizde tek şey var. Konuşturma, farkındalık. Sadece okura ve
reklama dönük bir gazete yapıyorum. Seni merak ettirecek kadar Akif
bir başarı sergiliyorsa bence yerini fazlasıyla hak ediyor. Akif
Beki’nin torpili ben vardım. Ankara’dan beraber geldik. Akif’i Gezi
olayları sırasında başlattım unutma. Gezi olaylarındaki duruşumu
unutup da Akif’e takarsan o da işime gelir. Ben bütün yelpazeyi
kapatmak zorundayım. Ben kitle gazetesiyim. Ben 5-10 sene önce
neysem aynı insanım. Buradan çıkacağım tek başıma arabama çıkıp
gideceğim. Bunun dışında söylemek istediğim eğer ki Hürriyet kadar
etkili bir gazete aranmıyor desem yalan olur. Ama arayanlar sadece
siyasetçiler değil. Spor klupleri trajımı çoğu siyasetçiden daha
fazla etkileyebiliyor. Magazin şöhretleri hayatı bana zindan
edebilirler. Hepsine karşı iktidarımı savunmak zorundayım.
- Gezi direnişinde Hürriyet başarılı mıydı?
- Öyle gözüküyor.
- Size bir telkin oldu mu?
- Öyle bir telkin olmadı. Böyle bir telkin olacak kadar kimsenin
hazırlığı yoktu. Evde Oya ile oturuyorduk. Telefon geldi. Genç foto
muhabiri bir arkadaşımızın başına plastik mermi gelmiş. Neredesin
dedim ilk yardım hastanesindeyim dedi. Çok iyi bir yer değil. Aşağı
yukarı maaşını biliyorum. Durun bekleyin sizi hastaneye alıp
götüreceğim dedim. Tam olayın göbeğine düştüm. Ne kurgusu
olacak.
- Başbakan sizi arıyor mu? Hiç bugüne kadar aramadı
mı?
-Hayır.
NE YAPTIĞINIZ ÖNEMLİ
- Mesela Hüseyin Çelik arayıp abarttınız diyor mu?
- Olmuş olabilir. İnsanların bize ne söylediği tabii ki önemli,
üslubu mesafesi de önemli. Ama onları dinledikten sonra ne
yaptığımız da önemli. Basınç var mı var. Tabii ki var. Bizi izleyen
gençler için diyorum. Demokrasi öyle gökten yağan rahmet gibi
gelmez. Demokrasi dediğiniz şey Demirel’in söylediği gibi
kurumlarıyla yaşar. Yasama, yürütme, yargı. Batılılar bir de
medyayı eklerler. Türkiye’de eklenir mi ondan çok emin değilim. Ama
Türkiye’de yürütmeyle yasama arasında çok kötü bir ilişki var.
Çünkü muhalefetle iktidar birbirine neredeyse birbirine topla
tüfekle saldıracak halde. Yargı ile yürütme arasında çok çok kötü
bir ilişki var. Yürütmeye göre yargı darbe planladı. Boşa çıkarıldı
17 Aralık’ta. Yargıya sorarsanız da yürütme onun tam anlamıyla
bağımsızlığını elinden aldı. Hatta o kadar ki savcılar sağda solda
bildiri dağıtır hale geldi. Şimdi anayasanın demokrasinin üst
sütunu çökmüşken, medya olarak çiçek toplayarak yaşıyoruz. Buna kim
inanır.
- Hiç anket çarpıttınız mı?
- Hayır. Biz 65 yıllık bir kurumuz. Rahmetli pederimin bir lafı
vardır; 'Merkebi konservatuara bağlasan armonik anırır' der.
Öğreniyor insan. 10-15 sene önce baktık ki bu seçim anketleri
partiler tarafından genellikle kamuoyunu etkilemek için
kullanılıyor. Bir karar aldık. Biz anket yayınlamıyoruz ama bu yeni
bir şey değil. Bir genç kız ismini vermek istemiyorum. En yakını
tarafından webe koydu. Bırakın haber yapmayı midemiz kalktı bakmak
istemedik. Tüm rakiplerimiz adıyla yayınladı. Bizim refleksimiz bu
aşağılık adam işlediği suç ve günahtan cezasız kalmamalı dedik.
- Doğan Yayın İlkelerin ortağı olduğu Axel Springer
şirketinin ilkelerine yakınlık duyduğu ve İsrail’in çıkarlarını
dünya üzerinde korumak maddesi iddiaları...
- Doğan Yayın İlkeleri bizim internet sitemize baksınlar, Axel
Springer’in de var. 6 maddedir onların ki. NATO’ya bağlılık, İsrail
devletinin bekası. Hangisini buraya kayarız. Deli miyiz biz? Ayrıca
Doğan TV’nin ortağıdır.
- Başbakan’ın Zaman Gazetesi muhabirini periyodik şekilde
azarlaması gazeteciler açısından onur zedeleyici bir durum değil
midir?
- Üslup sorunu var orada.
BAŞBAKAN’DAN ŞİKAYET DİNLEDİK
-Sizin gazetenizde çalışan yazarlar ve muhabirler patronların
marabası mıdır?
-Genelde tersi söyleniyor bizim patronun bize hakim olamadığın
yönünde. Başbakandan çokca şikayet dinledik biz.
- Hakim olması gerekiyor mu patronun?
-Olur mu öyle şey canım. O zaman gazete olmaktan çıkar. Yani
editoryal politika ayrı bir şey. Orada lamı cimi yok bu işin. Bir
gazetenin yayın politikası hükümete yakın da olabilir, hükümete
karşı da olabilir. Mesele o yayın politikasının içinin nasıl
doldurulduğu.
- Hükümete yakın mısınız karşı mısınız?
- Değilim yani aynı mesafedeyim. Ben siyasi bir gazete vermiyorum.
Benim kafamdaki Hürriyet herkesin gazetesi. Bir 6 ay önce belki
reklam filmini izlemişsindir. Vuslat Doğan Sabancı ile oturup yeni
bir perspektif çizdik. O da şu: Hürriyet artık sadece kağıt değil.
Webte, tablette sosyal medyada olduğu için artık bütün bunları
kapsayan bir Hürriyet platformu. Yani Hürriyetine sahip çıkmak
isteyen herkesin bizi kullanabileceği bir platform. Gezi
olaylarında duruşumuzda bunun ilk örneklerinden biri. Ama emin olun
Gezi sayesinde bu noktaya gelmiş değiliz. Zaten bunun fikri halini
daha evvel yaptığımız için Gezi olaylarını doğru
değerlendirdik.
- Doğan Grubu çalışanlarını printerde kendi fikirlerini
açıklamaları Doğan yayın ilkelerine göre uygun mudur?
- Uygundur ama orada mesela sizin için bir kısıtlama var gördüğüm
kadarıyla o da şu CNN International için ekran yüzleri için
köşsinde yazamayacağı bence bir köşe yazarı Twitter'da söylememeli
yani hakaret vesaire. Yoksa ben 'Adalet ve Kalkınma Partisi'ni
sevmiyorum' diye yazıyorsun onun bir mahsuru yok. 'Bayılıyorum'
dediği zamanda onu yazmasını bir mahsuru yok. Ama Adalet ve
Kalkınma Partisi, CHP ya da BDP’ye hakaret içeren bir şeyi ben eğer
gazeteye yazmasını yazı işleri politikası bakımından hakaret
bakımından dikkat yani altını üç defa çizerek söylüyorum izin
vermiyorsam onu başka bir yerde yapması da yakışık almaz.
- Hürrriyet Gazetesi o dönemde bu attığı manşetten dolayı
pişman mı değil mi? (411 El Kaosa kalktı manşet)
- Hayır
- Haklı bir manşet mi bugünde olsa atar mısınız o
manşeti
- Şimdi onun hikayesi bakın bir şey söyleyeyim Hürriyet’in bir
şansı var. Ben bu gazetede çalışırken 25 yılımı tamamladım. ilk 20
sene Ertuğul Özkök benim genel yayın müdürümdü, şimdi ben onun
genel yayın müdürüyüm. Şimdi hikayesini duydum Ertuğrul Özkök bunu
tamamen kasıtsız yaptığını söylüyor ve ben ona inanıyorum.
Dolayısıyla bakın biz 365 gün çalışıp, 365 gün başlık atan
insanlarız. Ertuğrul Özkök’ün Türkiye’deki demokrasiyi batırmak
bitirmek Meclis’i ihya etmek yani böyle bir niyeti olmadığına
eminim ben.
- Türkiye Türklerindir yazısı değişecek mi?
-Onun resmi söylemi var. O da şu o grup kararıdır. Eğer anayasada
Türklük maddesi yeniden tarif edilirse. Evet ama bir şey söyleyeyim
Hürriyeti sadece o noktadan yargılamak daha önce de söylediğim gibi
bi dolu vasfı meziyeti olan insanın sadece muhalif yandaş, asabi,
neşeli, işte huysuz, arsız gibi tek bir noktada değişir.
BAYKAL KASETİ ÜSTLENDİ
- Hürriyet Baykal’ın kasetini manşetten verdi mi?
- Baykal sahiplendiği için verdik. Şöyle, Fatih Altaylı geldi
geçen. Konuşurken dikkatimi çekti. Dedi ki 'Ya benim kasetimi
montajlamışlar. Benim söylemediğim yani iki üç defa konuştum
bunların işlerine gelen bölümleri ekleyerek benim söylemediğim bir
kaset çıkartmışlar ortaya' dedi. Şimdi yasallık, yasadışılık
gençlerin anlamadığı bu. Baykal kendi üstlendi kaseti.
- Hükümetin fotoğrafla ilgili talimatı oldu
mu?
- Hükümet genellikle benim tayinimi böyle olmadık yerlere
çıkartıyorlar. Şemdinli’ye saldırı olmuştu. PKK işgal etmeye
yeltenmişti. Çözüm sürecinden önce Abdullah Öcalan ile
görüşmelerden önce. Üç tane kitap yazdım ben bu konuda. Orada benim
kaynaklarım var. Yani ben Bağdat’ta da savaş izledim, işler
gözüktüğü gibi değildir. Buradan bakarsın ‘o kıyamet kopuyor’
derler. Bende bunun böyle olduğu bildiğim için Sebati Karakurt’la
gittik yani. Sebati’nin fantezilerinden biri bu fotoğraf. Benim
asıl vermek istediğim mesaj şu üstünde ‘Türkiye Türklerindir’ yazan
bir gazetenin genel yayın yönetmeni gelipde buraya etrafında bir
tane polis bir tane asker de yoktur. Hiçbir kurum olmadan biz oraya
çıktık fotoğrafı çektik. Ben 35 yıldır bu işi yapıyorum, ödediğim
bedel büyüktür. Ben itibarımı, haberimi düşünürüm. Buna benzer bir
fotoğraf da Genelkurmay'ın gezisinde vardır. Orada üniforma
giymeyen 3-5 kişiden biriyimdir. Ben haberden başka hiç bir şey ile
ilgilenmiyorum, benim bir şansım var. Patronum da 35 yıldır bu işi
yapıyor tıpkı benim gibi o da ağır bedeller ödedi. Vergiyi falan
kastetmiyorum bütün o yoldaki bedellerden bahsediyorum. Benim
Yönetim Kurulu Başkanım Vuslat Doğan Sabancı o da her basamağı tek
tek çıkarak geldi. Böyle olunca bir takım şeyleri kendi aramızda
tartışmaya da gerek yok.
-Yazarlara ‘yazını değiştir’ baskısı yaptınız
mı?
-Sadece hakaret kısımlarını, yanlış anlaşılacak bir şey olursa
evet. Söylüyorum, söylemedim demiyorum. Yani aslında ben bakmıyorum
bu işe Bütün Babıali'nin tanıdığı, saydığı Doğan Hızlan’dır bu işle
ilgilenen. Yani yorum editörlüğü, Batı'da olan bir sistemi koyduk.
Yoksa şunun bunun hoşuna gitsin diye ben böyle düşünmeye başlarsam
Hürriyet Gazetesi bu tirajda kalmaz. Yaptığımız iş şeffaf o
anlamda.
- Fatih’e geldiği gibi bir telefon gelir mi
size?
- Bizim sistem öyle bir sistem bana gelmez o telefon. Velev ki
geldi onu geldiği an düşünürüm. Benim de geçmişim ortada. Bende
sokaktan geldim. Hayatımın sonu burası değil. Ben stajyer olarak
girdiğim gazetede genel yayın yönetmeni oldum. Çalışmadığım yer
kalmadı. makam olarak mevki olarak iş olarak. 3-4 seneden fazla
yapmadım bir işi.
- Gazeteciler servet kazanmalı mı?
- Hiç karşıyım.
- Servetlerini açıklamalı mı?
-Ya solcu damarıma bastın ister açıklasın ister açıklamasın. Ben
para kazanmak istesem gazeteci olmazdım. İtfaiyeci zengin olur mu,
polis zengin olur mu ben kötü yaşasın demiyorum, arkadaşlarım bana
kızmasın.