11 Haz 2010 11:09
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:22
HÜRRİYET'İN YENİ YEMEK YAZARI HANGİ ÜNLÜ KÖŞE YAZARINA KÖFTE YOĞURAN YAKIN ARKADAŞI ÇIKTI?
Oray Eğin'den ilginç iddia!
Bütün dostlar toplanmış
Cumartesi günkü Hürriyet’in ekini görünce yine kahkahalarla güldüm. Yeni yemek yazarlarıyla bir hafta evvel dalga geçmiştim, ’Artık Hürriyet’te maklube tarifi verir’ diye. Fethullahçıların çok sevdiği bu yemek, kuşbaşı et ve pilavdan oluşuyor, yanına da salata konup yoğurt ya da ayranla yeniyor.
Bir de ne göreyim. Yemek yazarı da koca sayfada kuşbaşı et ve pilav tarifi vermiş. Yetmemiş bir de ’köpüklü ayran’ eklemiş.
Aman yanlış anlamayın, bu hanımefendi Emine Beder değil. Bu tarifler de saatli marif takviminin arkasında ’Bugün ne pişirsem’ bölümünde yer almıyor. Türkiye’de yeme-içme kültürünün oluşmasına büyük katkıda bulunan Tuğrul Şavkay’ın yazdığı gazete, Arman Kırım’ın Türk mutfağında devrim yaptığı sayfalar bunlar.
O halde... Gerilediğimizin belgesi...
Yeni yemek yazarının şeceresini araştırdığımızda mutfakla sadece hobi olarak ilgilendiği bilgisine ulaşıyoruz. Canı sıkılmış, pek bir şey bilmeden bu işe dalmış ve sonunda da kendisine böyle yer bulmuş.
Tepeden inmelere, paraşütle bir yerlere getirilmeye bütünden karşı değilim. Ama yeterlilik konusunun da iyice göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyorum.
Maalesef bu hanımefendide ne yetenek var, ne birikim, ne gusto, ne yaratıcılık. Çok basit, sıradan bir ev kadınından öte değil mutfağı. Yemek kültürünü bilenler için bir alay sadece.
Tamamen küçümsemeyeyim ama. Bir özel yeteneği var: Elif Şafak ve Eyüp Can’ın yakın arkadaşı, hatta onlara özel köfte bile yoğuruyor.
Ben Eyüp Can’a önyargıyla bakanlardan değilim. Hatta kendisini, Zaman gazetesine yaptığı söyleşilerden beri takip ediyorum.
Tabii ki elinde bir Harvard diplomasıyla dahi çocuk gibi pazarlanmasına, Türk basınında yükselişine ve kendi kendine ’Hürriyet’in yeni yayın yönetmeni adayı’ olarak havaya girmesine de tanık oldum.
Ancak ne o yıllarda, ne de bugün beni şaşırtacak tek bir parıltıya rastlayamadım onda. İnsanlığından değil, yazılarından bahsediyorum: Anlamaya, tanımaya çalışıyorum. Ne düşündüğü belli değil. Ne şiş yansın ne kebap derdinde, herkesle iyi geçinmeye meraklı, herhangi bir tavır almaktan çekinen, iş dünyasına ve Ahmet Davutoğlu’na abartılı övgüler düzen bir yazar. Sempatiyle baktığım bir gazetecilik tarzı değil.
Yıllar içinde onun da yakın arkadaşı yemek yazarı gibi en büyük yeteneğini keşfettim: Kendisine ’network’ kurmaktaki becerisini. Kendisine İstanbul’da bir ’medya-reklam-iş dünyası’ üçgeninden oluşan çevre kurdu.
Bu topluluğun üyelerini, bu birlikteliğin belgesini ise Nil Karaibrahimgil’in bir klibinde görmek mümkün: Garanti Bankası’ndan Ergun Özen, Hürriyet’ten Eyüp Can, reklamcı Serdar Erener... Üç önemli kurumun üç temsilcisi. Klibi de çeken Sinan Çetin.
Bu insanlar hem eş-dost, hem birlikte iş yapıyorlar. Dostluklarını nakde dökme konusunda özel bir yetenekleri var.
’Reklam dünyasında iş yapabilmenin yolu, bu arkadaşlarla arayı iyi tutmaktan geçiyor’ dedi geçenlerde bir arkadaşım. Doğru olmayabilir, abartılıyordur da belki ama ’imaj’ bu, bu ’imajı’ yıkmak için çabaladıklarını da sanmıyorum.
80’li yıllarda İstanbul entelijansiyasında da ’kültür-sanat baronları’ vardı. Aralarında Zeynep Oral gibi gazetecilerin de olduğu bu ’network’ sadece kendi istediklerine onay verir, kendi dostlarını göklere çıkarır, kendilerine biat edenlere vize verirdi...
Bu baronlar, Türkiye’ye ve Türkiye’nin gençlerine büyük kötülük etti. Şarkı söyleyemeyeni diva, roman yazamayanı Nobel’e aday ilan ettiler. Yalanlarla, oyunlarla kandırdılar bizi.
Altını çizmem gerekiyor: Her şeye rağmen 80’li yıllardaki fikir bazında bir birliktelikti; bu çevrelerin maddi çıkarları, parasal ilişkileri, ihale beklentileri yoktu. İnandıkları, sevdikleri için destek çıkıyorlardı birbirlerine.
Yıl 2010 ve benzer eş-dost kayırmaca sistemi hala devam ediyor ama işin içine bir de ’para’ karışmış... Yandaşlara ihale vermeye dönüşmüş ilişkiler; birbiriyle iş yapıp, birbirinin sırtından para kazanmaya: Ajans sahibi olarak banka genel müdürünü tavla, reklamı arkadaşına çektir, bankayı köşe yazarı övgülere boğsun... Yaşasın kankalık!
Şu yeni yemek yazarına bakıp karamsarlığa kapılmam da bu yüzden. Türkiye’nin ilericiliğine, vizyonuna, yenilikçi ruha büyük darbe vuruyorlar. Kötülük yapıyorlar. Umudum 80’lerde baronlar kadar yeteneksizliğe prim vermeyecekleri; ancak bugüne kadar bu yönde bir işaret de gelmedi.
Hadi diğerlerini geçtim ama en azından basında daha uzun süre var olacağına inandığım Eyüp Can’ın işlerin böyle yürümesinde çarpık bir taraf olduğunu kabul etmesini beklerim.
Hepimizin arkadaşı var, bütün arkadaşlarımızı bir yere yerleştirmek zorunda değiliz sonuçta...
Bu bir yemek yazarı meselesi değildir.
Oray Eğin/Akşam
Cumartesi günkü Hürriyet’in ekini görünce yine kahkahalarla güldüm. Yeni yemek yazarlarıyla bir hafta evvel dalga geçmiştim, ’Artık Hürriyet’te maklube tarifi verir’ diye. Fethullahçıların çok sevdiği bu yemek, kuşbaşı et ve pilavdan oluşuyor, yanına da salata konup yoğurt ya da ayranla yeniyor.
Bir de ne göreyim. Yemek yazarı da koca sayfada kuşbaşı et ve pilav tarifi vermiş. Yetmemiş bir de ’köpüklü ayran’ eklemiş.
Aman yanlış anlamayın, bu hanımefendi Emine Beder değil. Bu tarifler de saatli marif takviminin arkasında ’Bugün ne pişirsem’ bölümünde yer almıyor. Türkiye’de yeme-içme kültürünün oluşmasına büyük katkıda bulunan Tuğrul Şavkay’ın yazdığı gazete, Arman Kırım’ın Türk mutfağında devrim yaptığı sayfalar bunlar.
O halde... Gerilediğimizin belgesi...
Yeni yemek yazarının şeceresini araştırdığımızda mutfakla sadece hobi olarak ilgilendiği bilgisine ulaşıyoruz. Canı sıkılmış, pek bir şey bilmeden bu işe dalmış ve sonunda da kendisine böyle yer bulmuş.
Tepeden inmelere, paraşütle bir yerlere getirilmeye bütünden karşı değilim. Ama yeterlilik konusunun da iyice göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyorum.
Maalesef bu hanımefendide ne yetenek var, ne birikim, ne gusto, ne yaratıcılık. Çok basit, sıradan bir ev kadınından öte değil mutfağı. Yemek kültürünü bilenler için bir alay sadece.
Tamamen küçümsemeyeyim ama. Bir özel yeteneği var: Elif Şafak ve Eyüp Can’ın yakın arkadaşı, hatta onlara özel köfte bile yoğuruyor.
Ben Eyüp Can’a önyargıyla bakanlardan değilim. Hatta kendisini, Zaman gazetesine yaptığı söyleşilerden beri takip ediyorum.
Tabii ki elinde bir Harvard diplomasıyla dahi çocuk gibi pazarlanmasına, Türk basınında yükselişine ve kendi kendine ’Hürriyet’in yeni yayın yönetmeni adayı’ olarak havaya girmesine de tanık oldum.
Ancak ne o yıllarda, ne de bugün beni şaşırtacak tek bir parıltıya rastlayamadım onda. İnsanlığından değil, yazılarından bahsediyorum: Anlamaya, tanımaya çalışıyorum. Ne düşündüğü belli değil. Ne şiş yansın ne kebap derdinde, herkesle iyi geçinmeye meraklı, herhangi bir tavır almaktan çekinen, iş dünyasına ve Ahmet Davutoğlu’na abartılı övgüler düzen bir yazar. Sempatiyle baktığım bir gazetecilik tarzı değil.
Yıllar içinde onun da yakın arkadaşı yemek yazarı gibi en büyük yeteneğini keşfettim: Kendisine ’network’ kurmaktaki becerisini. Kendisine İstanbul’da bir ’medya-reklam-iş dünyası’ üçgeninden oluşan çevre kurdu.
Bu topluluğun üyelerini, bu birlikteliğin belgesini ise Nil Karaibrahimgil’in bir klibinde görmek mümkün: Garanti Bankası’ndan Ergun Özen, Hürriyet’ten Eyüp Can, reklamcı Serdar Erener... Üç önemli kurumun üç temsilcisi. Klibi de çeken Sinan Çetin.
Bu insanlar hem eş-dost, hem birlikte iş yapıyorlar. Dostluklarını nakde dökme konusunda özel bir yetenekleri var.
’Reklam dünyasında iş yapabilmenin yolu, bu arkadaşlarla arayı iyi tutmaktan geçiyor’ dedi geçenlerde bir arkadaşım. Doğru olmayabilir, abartılıyordur da belki ama ’imaj’ bu, bu ’imajı’ yıkmak için çabaladıklarını da sanmıyorum.
80’li yıllarda İstanbul entelijansiyasında da ’kültür-sanat baronları’ vardı. Aralarında Zeynep Oral gibi gazetecilerin de olduğu bu ’network’ sadece kendi istediklerine onay verir, kendi dostlarını göklere çıkarır, kendilerine biat edenlere vize verirdi...
Bu baronlar, Türkiye’ye ve Türkiye’nin gençlerine büyük kötülük etti. Şarkı söyleyemeyeni diva, roman yazamayanı Nobel’e aday ilan ettiler. Yalanlarla, oyunlarla kandırdılar bizi.
Altını çizmem gerekiyor: Her şeye rağmen 80’li yıllardaki fikir bazında bir birliktelikti; bu çevrelerin maddi çıkarları, parasal ilişkileri, ihale beklentileri yoktu. İnandıkları, sevdikleri için destek çıkıyorlardı birbirlerine.
Yıl 2010 ve benzer eş-dost kayırmaca sistemi hala devam ediyor ama işin içine bir de ’para’ karışmış... Yandaşlara ihale vermeye dönüşmüş ilişkiler; birbiriyle iş yapıp, birbirinin sırtından para kazanmaya: Ajans sahibi olarak banka genel müdürünü tavla, reklamı arkadaşına çektir, bankayı köşe yazarı övgülere boğsun... Yaşasın kankalık!
Şu yeni yemek yazarına bakıp karamsarlığa kapılmam da bu yüzden. Türkiye’nin ilericiliğine, vizyonuna, yenilikçi ruha büyük darbe vuruyorlar. Kötülük yapıyorlar. Umudum 80’lerde baronlar kadar yeteneksizliğe prim vermeyecekleri; ancak bugüne kadar bu yönde bir işaret de gelmedi.
Hadi diğerlerini geçtim ama en azından basında daha uzun süre var olacağına inandığım Eyüp Can’ın işlerin böyle yürümesinde çarpık bir taraf olduğunu kabul etmesini beklerim.
Hepimizin arkadaşı var, bütün arkadaşlarımızı bir yere yerleştirmek zorunda değiliz sonuçta...
Bu bir yemek yazarı meselesi değildir.
Oray Eğin/Akşam