HÜRRİYET'İN DÖRT YAZARI SİLİVRİ'DE GERÇEKTEN METELİKSİZ KALDI MI?
Şike davasını izlemek için Silivri'ye giden Hürriyet'in 4 yazarı gerçekten para sıkıntısı çektiler mi?
‘Su bile yok’ haberciliği
SİLİVRİ’de, kamuoyu tarafından “Şike Davası” olarak anılan davanın ilk gününü takip etmek için yola koyulan gazeteciler arasında Hürriyet’in “4 Yüz”ü de vardı.
Enis Berberoğlu, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve Ahmet Hakan.
Bu dörtlü Silivri’ye gitti, davayı yerinde izledi, katılacağınız veya katılmayacağınız şekilde görüşlerini yazdı.
Peki bu “hadise” medyaya nasıl yansıdı?
“Hürriyet’in ağır topları Silivri’de meteliksiz kaldı.”
“Sedat Ergin ve Ertuğrul Özkök’e su bile yok.”
“Paraları çıkışmadı, su için borç aldılar.”
“Susuz kalıyorlardı...”
* * *
Kafanız karışmasın, Şike Davası ile “susuz kalma riski” arasındaki bağı hemen kurayım.
TGRT muhabiri arkadaşımızın canlı yayında “dava notu” olarak aktardığı, Samanyolu (vb), medya haberlerine yoğunlaşan web sayfalarının hemen sarıldığı ve köpürttüğü hadisenin özü şuydu.
“Hürriyet’in ağır topları” su almaya kalkmış, paraları çıkışmamış, muhabir arkadaşlardan borç almak zorunda kalmışlar.
Bunun bir haber değeri var mı tartışmasına girmeyeceğim.
Değer veren olmuş ki, “flaş flaş flaş” şeklinde okuduk ötede beride.
Peki işimizin bir icabı olarak bakmamız gereken “gerçek” nedir?
* * *
Elbette “Biri görevde, ikisi sabık 3 genel yayın yönetmeni ve programları, köşe yazıları geniş kitlelere ulaşan başarılı bir gazetecinin parası olmaz mı kardeşim?” hattında durmayacağım.
Saçma olur.
Burada dikkatimizi “hoyratlığa” vermemiz gerekiyor.
“Aman canım, üstünde bile durmaya değmez, neyi kime savunuyorsun?” diyebilir ve haklı da olabilirsiniz.
“Men dakka dukka” mesajı da vermeyeceğim, merak etmeyin.
Fakat ısrarlıyım, bu hoyratlığı kafamızı çevirmeden, ufuk çizgisine bakarak geçiştirmeden görmemiz gerekiyor.
Bu atmosfer hepimizi boğuyor, biraz kendimize gelelim istiyorum; bu yazının faydası olmayacağını bilsem de, bu kadar...
* * *
Dün sabah Sedat Ergin’i aradım.
“Hayırdır, susuz kalıyormuşsunuz?” diye girdim söze.
Sedat Ergin’e, “su sızdırmaz analiz” (waterproof) gazetecilik alanında memleketteki belki de tek ismine böyle absürd bir soru sormak kendi içinde bir eğlence, önce bunu belirteyim.
Sedat Ergin, “geyiği bile çevrilmeyecek basitlikte”, gayet insani bir durumun davanın önüne geçecek boyutta verilme hoyratlığı karşısında üzgündü.
“Hadise”nin, “Şok, şok, şok gelişme”nin nasıl geliştiğini anlattı:
“Silivri’ye erken bir saatte ulaştık, davanın görüleceği salona geçtik. Daha önce başka davaları izlemek için de gittiğimden mekanı tanıyorum.
Su içmek isteyen olur diye kafeteryaya gittim. 3 şişe su istedim. (Hah, bu noktada ‘Sedat Ergin’in su almak istemediği şahıs kimdi?’ diye bir bomba daha patlatılabilir!)
Görevli 3 şişe su verdi. Ne kadar ödeyeceğimi sordum; 1,5 TL cevabı aldım.
Cüzdanımdaki 50 TL’yi çıkardım.
Görevli ‘Abi ben sabah sabah bunu nasıl bozayım?’ dedi.
Salona döndüm, Milliyet gazetesinde beraber çalıştığım yargı muhabiri arkadaşım Esra Alus’u gördüm ve ‘5 TL borç verir misin?’ diye sordum.
Esra’da 10 TL varmış, aldım, suyun parasını ödedim, daha sonra Enis Berberoğlu’ndan 10 TL alıp Esra’ya borcumu da ödedim.”
* * *
Bu saçma fakat ibretlik hadiseyi detaylı bir şekilde yazıyorum ki hoyratlığı görelim.
Bu hoyratlık bizi nereye götürür, basit bir su alma “operasyonu” dağlar tepeler aşırılarak ne hale getirilebilir görelim.
Soluduğumuz havayı, içinde yaşadığımız atmosferi, iklimi görelim.
Belki bir noktada durup “N’apıyoruz biz yahu?” deriz.
Her tartışmamızda, her dedikodumuzda, her mühim memleket meselemizde.
Vicdan cellatlığını sevmem, kimseye de tavsiye etmem.
Fakat 3 şişe suda kopartılan fırtınadan başlayarak “Niye? Ne için?” sorusunu sormak gerekiyor.
Halimize bakıp utanıp sıkılır mıyız, yoksa devam mı ederiz bu hoyratlığa; kararı vicdan celladına bırakmadan verelim isterim.
Kanat AKKAYA / HÜRRİYET