25 Eyl 2011 09:05 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:50

HÜRRİYET'E RENK KATMAYA GİDİYORUM! TAHA AKYOL, HÜRRİYET YOLCULUĞUNU ANLATTI!

Taha Akyol, Milliyet Gazetesi'nden ayrıldı. 20 yıl sonra yeni adresine, Hürriyet'e doğru yolculuğa başladı.

"Hürriyet’e renk katmaya gidiyorum"

Milliyet Gazetesi’nde 20 yıl aynı köşeden okuyucusuna seslendi Taha Akyol. Bizim için ani, onun için bir süredir hazırlandığı ayrılık haberiyle medyanın gündemine oturdu. Şimdi okuyucusuyla Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde buluşacak. Köşe yazarları başyazarlık teklifi aldığı iddia edilen Akyol’un yeni adresi hakkında farklı yorumlarda bulundu. Bunlardan biri ’Hürriyet devletin gazetesi olmaktan çıkıyor’ yorumuydu. Akyol, Hürriyet yolculuğunu AKŞAM PAZAR’a anlattı. Ve tüm eleştirilere cevap verdi.

Taha Akyol, Milliyet Gazetesi’nden ayrıldı. 20 yıl sonra yeni adresine, Hürriyet’e doğru yolculuğa başladı. Eski gazetesinden köşe arkadaşı ve yan komşusu Hasan Pulur, kendisine yönelik sert bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Akyol’un kendisine ’merhaba’ bile demediğini anlattı, Abdi İpekçi’nin katilinin cebinden çıkan nota dikkat çekti. Hürriyet’in artık devletin gazetesi olmayacağını söyleyen yazarlar da oldu. İşte bu vesileyle buluştuğumuz Taha Akyol, Milliyet’ten ayrılma sürecini, yandaş gazeteciliği ve Hürriyet yolculuğunu anlattı.

- Hürriyetiniz hayırlı olsun...

İnşallah diyelim. Enis Berberoğlu Başbakan ile birlikte New York’ta. O dönünce masaya oturacağız.

- Milliyet’ten Hürriyet için mi ayrıldınız?

Hayır.

- Ayrılırken bir veda yazısı yazdınız ama ben gerçekten neden ayrıldığınızı sormak istiyorum...

Yazdığı gazeteden 20 yıl çalışıp ilk ayrılan ben değilim. Böyle şeyler oluyor. Buna kulvar değişikliği diyebilirsiniz. Aslında Milliyet’teki bazı arkadaşlar bilirler, benim gazeteden ayrılma düşüncem yeni değil. Buna bir hava değişikliği diyelim.

- Çok düşündünüz mü bu kararı alırken?

Elbette düşündüm.

- Rahatsız mıydınız?

Çok açık ifade edeyim. Milliyet’ten ayrılışımın bir rahatsızlıkla kesinlikle ilgisi yok. Milliyet Gazetesi’nde gerek Aydın Doğan gerek Erdoğan Demirören zamanında yazılarıma herhangi bir müdahale olmadı. Her zaman saygı gördüm. Ama atmosfer değişikliği istedim.

- Sizin patronunuzun kim olacağı önemli mi?

Elbette benim için önemlidir. İsterim ki patronum dürüst ve saygın biri olsun. Adı piyasada kötü işlere karışmamış biri olsun. Çok şükür bütün patronlarım böyle oldu.

- Sizi Aydın Doğan aradı mı?

Aydın Bey, Milliyet Gazetesi’ni satınca devir teslim töreninden sonra genel bir ifadeyle Milliyet’te çalışan arkadaşlara teşekkür etti. Ama kendisine Milliyet’ten başka bir gazeteye geçmek üzere başvurulmamasını da kibarca söyledi. Çünkü Aydın Bey, sattığı gazeteyi ertesi gün boşaltmak istemez. O yüzden ben Milliyet’e veda etmeden önce kesinlikle Aydın Bey ile konuşmadım. Milliyet’te veda konusunda ilk konuştuğum kişi Erdoğan Demirören’di. Temmuz başında bunu kendisine söyledim. Sonbaharı beklememi rica etti, kabul ettim ve sonbahar geldi.

- Sizi Hürriyet için kim aradı?

Enis Berberoğlu aradı. Sen de birlikte çalıştığımız için iyi bilirsin ki CNN Türk’te Enis Bey ile altı yıl birlikteydik.

- Bir yazarın gazeteden ayrılması tiraj kaybettirir mi?

Bir zamanlar Çetin Altan AKŞAM Gazetesi’yle bütünleşmişti. Çetin Altan ayrılınca herkes AKŞAM büyük bir tiraj kaybedecek zannetti. Ama hiçbir şey olmadı. Benim ayrılmamla Milliyet’ten bir tiraj kaybı olacağını düşünmüyorum.

- Sizin Milliyet’iniz nasıl bir gazeteydi?

Benim en çok baskıya uğradığım dönem 28 Şubat’tır. Aydın Bey askerlerden gördüğüm baskıda bile arkamda durdu. Haberciliğinde meslek ilkelerine uygun davranan bir gazetedir Milliyet.

- Bundan sonra ne olur?

Aynı çizgisini sürdürmemesi için bir neden yok.

- Sizin seveniniz mi çok, sevmeyeniniz mi?

Bana gelen e-mail’lere bakılırsa, beni seven takdir eden ilgili bir okuyucu da var, küfreden de.

- Hürriyet ile birlikte bir tartışma başladı. ’Hürriyet devletin gazetesiydi ve Taha Akyol’la birlikte şimdi yandaş oluyor’ deniyor. Hürriyet devletin gazetesi mi size göre?

Ben köşe yazılarımda da bu tür genellemelerden hep sakındım. Hürriyet Gazetesi, logosunda Atatürk resmi bulunan, ’Türkiye Türklerindir’ yazan bir merkezdedir. Mehmet Barlas, beni liberal-muhafazakar olarak tanımlamış yazısında. Bu arada kendisine teşvik edici yazısından dolayı teşekkür ediyorum. Benim ne olduğum biliniyor. Hürriyet’e bir renk katmış olacağım. Dolayısıyla Hürriyet’in karakteri değişmez, tıpkı ben ayrıldım diye Milliyet’in karakterinin değişmeyeceği gibi.

- Başyazar mı olacaksınız?

Hayır, nerede yazacağımı konuşacağız.

- Başyazarlık nasıl bir müessesedir sizin için?

Ben başyazarlığın Türkiye’nin bugünkü ortamında biraz anakronik, eskimiş bir müessese olduğunu düşünüyorum. Başyazar kendi fikirlerini mi yazar, o halde diğer yazarlardan farkı nedir? Yok kendi fikrini değil, gazeteninkini yazıyorsa başyazar o zaman tutulmuş bir kalem midir? O yüzden başyazar olup olmamayı önemli saymıyorum. Elbette itibarlı bir yanı vardır ama ben hangi gazetede yazarsam yazayım Taha Akyol’un fikirlerini yazacağım.

- Hiç yutkunmadınız mı?

Her gazetecinin yutkunduğu zamanlar olmuştur. En yutkunduğum dönemler öfkemi kontrol etmeye çalıştığım dönemlerdir. Öfkemi yazmayı doğru bulmuyorum.

- Mesela?

Mesela terör olayları karşısında çok öfkeleniyorum. Ancak yazımı yazarken bu yazıyı Kürt vatandaşlarımızın da okuyacağını düşünüyorum. Öfkem yerine kapsayıcı bir dil kullanmayı doğru buluyorum.

YAZDIKLARINI HASAN PULUR’A YAKIŞTIRAMADIM

- Hasan Pulur, Abdi İpekçi’yi öldüren katil Ağca’nın cebinden çıkan gazetenin genel yayın yönetmeni olduğunuzu yazdı. Yani bir bakıma sizi şiddetle bağdaştırdı. Ne söyleyeceksiniz?

30 yıl önceki bir olay. Ben bunu Hasan Pulur’un olgunluğuna yakıştıramadım. Ben o gazetenin genel yayın yönetmeni de değildim. Hem o gazete hem de o gazetedeki ben, ülkücülerin yaptığı şiddet eylemlerine daima karşı çıktık. O sıralarda yayınlanan ’Politikada Şiddet’ kitabım bunun en açık örneğidir. O gün Bülent Ecevit bir televizyon programında -ki orada Hasan Pulur da vardı- bana ’Bu Düzen Değişmelidir’ kitabını imzaladı. Ve ’Şiddete karşı yazılarınızı takdir ediyorum’ dedi. Zaman içinde insan daha da olgunlaşıyor.

- Siz Hürriyet’in hala amiral gemisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, hala amiral gemisidir. Hürriyet’te yazacaksam bu benim için terfi anlamına gelir.

- Sizin için gazetenin tirajı mı imajı mı önemli?

Ayrım yapmak zor, ikisi de önemli.

- Sahiden Hasan Pulur’un dediği gibi Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ın bakanlarına fırça atıyor muydunuz?

Keşke Hasan Pulur, attığım o fırçalar neyse bunları not alarak yazsaydı. Belki şunu anlatıyordur. Ben Milli Selamet Partisi koalisyonu kurulmadan önce Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin Anayol ittifakı yapması fikrini çok savundum. Fakat bu ikisi birbirlerini yiyorlardı. O sırada görüştüğüm bazı arkadaşlarım vardı. Çiller’in bakanı diye değil, Veysel Atasoy yakın arkadaşım olduğu için, Mesut Yılmaz’ın bakanı olduğu için değil Mustafa Taşar, ülkücülükten beri yakın arkadaşım olduğu için ’Ya böyle de rezalet olur mu? Siz birbirinizi yiyorsunuz’ diyerek köşemde yazdığım şeyi arkadaşlığım nedeniyle biraz sert ifade etmiş olabilirim. Yoksa ben hiçbir zaman bir bakanı arayıp da ’Sen şu kararı niye aldın’ demedim.

- Sizi ayrıldıktan sonra gazeteden ilk kim aradı?

Milliyet Gazetesi’nde benim odamın bir tarafında Sami Kohen vardı, öbür tarafında Hasan Pulur. İkisi de çok saygı duyduğum insanlar. Hasan Pulur bu şekilde bir yazı yazdı, Sami Kohen beni aradı. Beni çok duygulandıran, onurlandıran bir konuşma yaptı. Kendisine buradan da çok teşekkür ediyorum.

- Hasan Pulur, sizin onlara ’merhaba’ bile demediğinizi yazdı. Neden böyle bir yazıyı kaleme aldı ?

Milliyet Gazetesi’nden ayrılırken arkadaşları dolaşıp veda etmem gerekiyordu. Ben bunun zorluğunu yaşadım. Ayrıca Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu’na vedalaşmaya gittiğimde ’Yazarlardan kim var?’ dedim. ’Kimse yok’ dediler.

- Siz yandaş mısınız?

Geçmişte neyi savunuyorsam şimdi de onu savunuyorum. Şimdi siz Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller zamanında ’Özelleştirme iyidir’ diyeceksiniz. Bülent Ecevit özelleştirmeyi anayasaya yazdı diye alkışlayacaksınız. Tayyip Erdoğan özelleştirmeyi daha da ileri götürünce yandaş olmamak için ’Özelleştirme kötüdür’ diyeceksiniz. Bu mudur tutarlılık? Yargı reformunu yıllardır savunuyorsam neden şimdi ’yandaş denmesin’ diye karşı çıkayım.

- Bu yandaşlık, yoldaşlık hikayesi köşe yazarlarını paramparça etti, kutuplara ayırdı. Kime ne faydası var?

İttihat Terakki döneminde Refik Halit Karay yazılarını okuduğunuz zaman iktidar-muhalefet kavgasının ne kadar azgınlaştığını görüyoruz. 1950’ler, 60’lar böyleydi. Meydanların, liderlerin öfkeli konuşmalarıyla coşması da beni rahatsız ediyor. Atatürk’ün nutkunu okuyun. Karşı tarafta da bir haklılık payı olabileceğini asla kabul etmez. Kazım Karabekir gibi milli mücadele kahramanlarının kurduğu parti için ’Hainlerin kurduğu parti’ diyor. Bizim öfkeden önce itidali, keskin taraf olmadan önce objektif gözlemci olmayı bilmemiz lazım.

- Her gazetecinin ’her şeyi bırakıp gideyim, sahil kasabasında bir yere yerleşeyim’ gibi bir rüyası vardır. Size de oldu mu böyle şeyler?

Son bir ay diyebilirim ki hayatımın en huzurlu günleriydi. Çünkü günlük stresli olayları sadece haber düzeyinde takip ediyordum. Kendimi tarihe, arşive verdim. Apayrı bir dünyada yaşadım. Keşke daha uzun sürseydi.

MENDERES’İ OĞLUNA ANLATTIRDI

Yassıada yargılamalarının 50’inci yılında Akyol sordu, Aydın Menderes cevapladı. ’Demokrasiden Darbeye Babam Adnan Menderes’ adlı kitapta Menderes, bugüne kadar bilinmeyenleri anlattı. Babası Adnan Menderes’in batıl inançları olduğunu söyledi. Adnan Menderes bir gün bakanları evinde toplar. Toplantıda 13 kişi vardır. Adnan Menderes ’13 iyi bir rakam değil’ diyerek oğlu Aydın Menderes’i de toplantıya dahil eder.

Aydın Menderes’in ilk kez anlattığı bir başka konuysa babasıyla büyük aşk yaşayan Ayhan Aydan ile ilgili. Menderes kitapta, ’Aydan’ı, Yassıada’daki şahitliğinden sonra annemin de takdir ettiğini söyleyeyim. ’Bravo kadına’ dedi. Aydan’la böyle bir gönül macerası söz konusu ama bir siyasetçi olarak üzerinde bir kadının gölgesi yok’ diyerek anlatıyor.

EŞİMLE ROMANTİZMİMİZİ KORUYORUZ

- Sizi en çok ne sinirlendirir?

Öfkeli, bağnaz, saygısız insanlar. Hele bu bir kalemden çıkıyorsa, kaleminden kan damlayanlardan hiç hoşlanmam. Benim görüşümü savunsa bile. Ben keskin kılıcı sevmiyorum.

- Sizinle ilk karşılaştığımda, o zaman tanışmıyorduk. Eşinizle spor yapıyordunuz?

Yakalandık, hanım köylü olduğumu anladın yani.

- Hanım köylü müsünüz?

Evet öyleyim.

- Evde eşinizin sözü mü geçer?

Evet kesinlikle.

- Kaç yıldır evlisiniz?

41 yıldır.

- Sizinki büyük bir aşk mıydı?

Evet. Hala romantizmimizi korumaya özen gösteriyoruz.

- Hiç evlilik yıldönümü, doğum günü unuttunuz mu?

Unutmadım. Dikkat ediyorum.

- Oğullarınız size benziyor mu?

Oğullarımda entelektüel bir yöneliş var. Hiçbiri ticaretten anlamıyor, para pul merakları yok. Büyük oğlum beni geçti. İnanıyorum küçük de yaşı geldiğinde beni geçecek.

- Anneler ve oğulları çok kıymetlidir, birbirine bağlıdır. Kıskandınız mı eşinizi oğullarınızdan?

Mutlaka. O yüzden istiyorum ki keşke bir kızım olsa. Çalışan arkadaşlar bilirler, belki kızım olmadığı için kızlara karşı daha şefkatli bir bakışım vardır.

- Spor yapmaya devam ediyor musunuz?

Biz her hafta sonu eşimle birlikte yürüyüş yaparız. Bebek sahilinde, Belgrad Ormanı’nda yürürüz. Sinemaya gideriz. Eşimin bana sözünün geçmediği tek alan var, günlük spor yapmak. Sigarayı bırakacaksın dedi, derhal bıraktım.

ERGENEKON VE BALYOZ FAZLA GENİŞLETİLDİ

- Siz de cezaevinde yatmış bir gazetecisiniz. Mustafa Balbay’ın, Nedim Şener’in bunca zamandır içeride olması sizin içinizi acıtıyor mu?

14 ay cezaevinde yattım. Bu sürenin Mamak’ta geçen süresi Mustafa Balbay’ın, Nedim Şener’in, Tuncay Özkan’ın içinde bulunduğu şartlarla mukayese edilemeyecek kadar kötüydü. Ancak aynı zamanda bir hukukçu olarak bu kadar süre tutuklu kalmayı prensip olarak doğru bulmuyorum. Hakimlerin duruşma başladıktan sonra tutukluluğu kaldırma konusunda daha eğilimli olması lazım. Duruşmanın başlaması delillerin toplandığına işaret eder. Hem Ergenekon, hem Balyoz Davası benim şiddetle karşı olduğum görüşlerin, grupların yargılandığı davalardır. Biz yargılansaydık onlar aynı şeyi söyler miydi bilmiyorum, çünkü geçmişte söylemediler ama ben söylüyorum bu kadar uzun tutukluluk sürelerini yanlış buluyorum. İkincisi mahkemenin bir konuya dikkat etmesi lazım.

- Nedir o?

Muhalefet etme özgürlüğüyle darbeye hazırlığı arasındaki fark nedir? Bu konuda yeteri kadar dikkat ediliyor mu, ondan emin değilim. Hukukta uygun nedensellik diye bir şey vardır. O, onunla konuştu, mitingde de konferansta da birliktelerdi diye bağlantı kurulamaz. Ben Ergenekon Davası’nın da Balyoz Davası’nın da aşırı genişletildiği kanaatindeyim.

İpek Özbey/Akşam