02 Kas 2010 08:48 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:45

HÜRRİYET YAZARLARININ OKTAY EKŞİ İSYANI SÜRÜYOR!

Hürriyet Gazetesi yazarlarının Oktay Ekşi isyanı sürüyor.. İşte dört Hürriyet yazarının tepkisi:

Oktay Bey'in en ağır sözü

ERTUĞRUL ÖZKÖK

GENEL yayın yönetmenliğimdeki ilk dersimi Oktay Ekşi’den aldım.

Galiba 1990 yılıydı.

O göreve yeni gelmiştim.
Cağaloğlu’ndaki binanın merdivenlerinden yukarı çıkıyordu.
Nazik bir şekilde, “Oktay Bey yazınızı önceden görebilir miyim” demiştim.
Basamakta durup bana dönmüş ve tek kelimeyle cevap vermişti:
“Hayır...”
Yıllar bana, bu cevabın, “Genel yayın yönetmenini takmam” anlamına gelmediğini gösterdi.
Tam aksine, kritik konularda “Bir de sen okursan iyi olur” dediğine defalarca şahit oldum.
* * *
Pazar sabahı kahvaltı için evine gittiğimde, torunu ile satranç oynuyordu.
Ona uzaktan baktım.
20 yıl haftada en az 3-4 kere yazıişleri masasına oturmuş, kahkahalar atmıştık.
Kimimiz için “Oktay Abi”ydi.
Benim için hep “Oktay Bey” olarak kaldı.
Yirmi yıl boyunca ağzından tek kelime küfür işitmedim.
En ağır sözü “Halt etmiş” olurdu.
Bir de sempatik bulduğu biri için gülerek “Eşekoğlueşek”.
Hafızamda kalan kötü ifadeler bunlardı.
Hep adil bir insandı.
Hep nazikti.
Hep prensip sahibiydi.
Gerektiğinde siyasetçilerle, gerektiğinde askerle uğraşırdı.
* * *
Pazar sabahı kendi için de en ağır ifadeyi kullandı:
“Halt etmişiz...”
Başkaları için kullandığı en ağır ifadeyi, kendinden de sakınmadı.
Peki nasıl oldu bu yol kazası.
Bilmiyorum.
İddia makamına oturmak, yargılamak, yargının sonunu bile beklemeden infaz etmek bana düşmez.
Zaten onların hepsini kendi yaptı ve kararını verdi.
79 yaşında özür diledi.
Kendi kendine yetmedi ki, istifa etti.
Onun dilini bilenler bilir ki, özrü içtendi, sahiciydi.
İstifası da öyle oldu...
* * *
Hatalara gelince, bu meslekte hangimiz yapmıyoruz ki...
Böyle olaylarda ilk taşı atma hakkı hangimizde vardır derseniz.
Onlar arasında kolaylıkla Oktay Bey’i sayabilirim.
En günahsızımız diyemesek de, en az günahkârlarımızdan biri diyebilirsiniz.
Zaten en günahsızımız var mı?
Siyasette, medyada, sporda, iş âleminde; orada burada etrafınıza bir bakın.
Görürseniz bana da söyleyin.

Oktay Usta’dan ekşili köfte tarifi

YILMAZ ÖZDİL

Hükümet, gıda kolisi dağıtıyor.

Gazeteler, yemek kitabı.

*
Uyumlu ikili.
*
Tabakları çoktan vermiştik zaten.
Tencereleri de.
Çatal kaşığı düzmüştük.
*
E bi de tarif verelim bari.
*
Bütün halde duran HSYK’yı dilimleyin, küp küp doğrayın, kendini bırakıncaya kadar haşlayın, ince ince kıyıp, bir diş müsteşarı ilave edin. Danıştay serttir, kabuğunu sıyırın, iyice kazıyın, ortadan bölüp, püre haline gelene kadar rendeleyin. Yargıtay’ın kökleri saplıdır, ayıklayın. Başsavcı zaten komple sap, komple atın, bir baş soğan koyun onun yerine... Sayıştay’ın çekirdeklerini çıkarıp, kaşığın tersiyle, olmazsa, elinizin tersiyle, ezin. Anayasa Mahkemesi’ni yıkayın, yağlayın, daldırın parmaklarınızı, pembeleşene kadar yoğurun. Pirinci çene suyunda ıslatın. Püf noktası... Siyah taşları ayıklıyormuş ayaklarına yatıp, pirinç kılığındaki ak
taşlara dokunmayın, ki, lezzeti kaçmasın...İki çorba kaşığı hamaset ekleyip, bi tutam davul tozu minare gölgesi serpin. Koyun hepsini bi kaba, ak’laşana kadar boooolca unlayın, her tarafına bulaştırın.
*
Avcunuzun içindedir artık.
İstediğiniz kıvama gelmiştir.
Ovalaya ovalaya yuvarlayın.
Nihai şekli verin.
*
Şimdi geldik terbiyesine...
*
Yumurtayı kırın. Ak’ını ayırın. Ekşi’yle ak yan yana olmaz çünkü... Ak’ı bozar. Sarısına damlatın. Başlayın çırpmaya.
Nerden geldiğini şaşırsın ekşi...
Terbiye olana kadar çırpın.
*
Kısık ateşte alıştıra alıştıra pişmeye bırakılan köftenin suyundan bi kaç kaşık yedirin ki, terbiyesi kesilmesin... Tam terbiye olsun, ekşime yapmasın.
Hazmı kolay olsun.
*
Boca ediverin artık üstüne...
Cümleten afiyet olsun.
*
Ekşili köfte de derler buna.
Siz sakın demeyin.
Terbiyeli olun.
Terbiyeli köfte deyin.
Uslu uslu yiyin.

İki skandal

NURAY MERT

LAMI cimi yok, iktidar, muhalefet meselesi de değil, adab meselesi! Oktay Ekşi konusunu ben böyle görüyorum.

Radikal gazetesinde yazı yazarken de, aynı gazetede yazan bir yazar konusunda benzer tavır takındığım için, kendisi ile mahkemelik olmuştum. Şimdi, söz konusu olan kişi, bir ‘basın büyüğü’ diye, farklı tavır takınmam söz konusu değil. Bu gezetenin okurlarının birçoğunun bu tavrı yadırgıyacağını biliyorum. Ancak, her meselenin ‘eğrisi, doğrusu’ üzerine kalem oynatan insanlar olarak bizler de, şu veya bu gerekçeyle, ilkeli davranmaktan imtina edersek, lafımızın ne değeri kalır? İktidarlarlara biat etmeyi eleştiriken, o veya bu ‘çevre’ye biat etmeyi kabul edilir bulmak mümkün olabilir mi?

Kimse kusura bakmasın, bu kez, bir yazarın istifa etmek durumunda kalmasını, ‘basın üzerinde iktidar baskısı’ olarak gören veya ima edenlere, hak vermem mümkün değil. Dahası, önemli olan hakaretin muhatabının iktidar olması değil, kim olursa olsun, hakaret ve en önemlisi ‘analı, avratlı’ bir dil kullanımı hiçbir şekilde mazur gösterilemez.

Diğer taraftan, ortada bir basın skandalı var diye, HES’ler konusundaki tartışma gürültüye getirmeye çalışılıyor. Oktay Ekşi’ye, böyle bir şeye gerekçe olduğu için fazladan kızgınım. Bir skandal, diğerini mazur göstermek için kullanılmaya başlandı. Asıl göz ardı edilmemesi gereken husus bu!

Zaten çevreyi koruma, kamu çıkarı gibi konuların sermaye çıkarları/ ekonomik büyüme/ piyasa ekonomisine kurban gittiği, bu çarkın siyasal iktidarlar tarafından himaye edildiği bir düzende ve hatta bir dünyada yaşıyoruz. Bizim ülkemizde durum iyice vahim, dahası, mevcut iktidar, zaten yeterli olmayan mekanizmaları da bir bir ortadan kaldırıyor. Kamu yararı adına ‘yerindelik denetimi’ni ortadan kaldırdıktan sonra, şimdi de, Sit alanı ilan etme gibi koruma, denetim yetkilerini Çevre ve Orman Bakanlığı’na devrederek, aslında devreden çıkarıyor. Böylece, önünde hiçbir engel ve denetim olmayacak bir kurguyu yasallaştırıyor. Asıl mesele budur.

Bugün Oktay Ekşi’yi doğrudan olmasa da, dolaylı yoldan madur ilan edip, kalem oynatanlar, zamanında, şu anda tartıştığımız meseleye benzer bir konuda mücadele adına, canından olmuş bir mücadele adamının ardından bu kadar vahlanmadılar. Beş yıl önce, avukat Cihan Eren, Karadeniz sahil otoyol’unun Rize Fındıklı sahilinden geçmesine karşı verdiği mücadele esnasında, 18 Nisan 2005’de, silahlı saldırıya uğramış ve üç ay sonra hayatını kaybetmişti. Katil, ‘meşhur olmak için öldürdüm’ ifadesi verdi, olay kapandı. Olaydan sonra, mahkemeler açılan davalar sonucu, 3. Dereceden Sit alanında otoyol geçmesi hakkında, yürütmeyi durdurma kararı verdi, ama adamcağız bu kararları göremeden can vermiş oldu.

Cihan Eren’i hatırlayan kalmadığı gibi, şimdi, onun verdiği mücadelenin devamını getirecek zeminler de bir bir ortadan kalkıyor. Onurlu basın anlayışının gereği, eşe dosta, her durumda destek çıkmak değil, bu türden davaların peşinden koşmak olmalı diye düşünüyorum.

Şövalyenin 16. dakikası

YALÇIN DOĞAN

ESKİLER, “nesli tükenmiş” diyor. İnsan ilişkilerinde şık ve özenli. Zerafetine inatçılığı eklenince, şövalye ruhu ortaya çıkıyor. İşte Oktay Ekşi.

Böyle bir insanın, üstelik yılların deneyimi varken, istifasına yol açan o cümleyi nasıl yazmış, hâlâ anlamış değilim. Oysa, kılı kırk yaran, titiz bir kişi olarak tanıyorum Oktay Ağabeyi.

Ben sekiz yıldır Hürriyet’te çalışıyorum. Oktay Ekşi’yi 80’li yılların başında tanıyorum. O sırada ben Cumhuriyet Ankara temsilcisiyim. Oktay Ekşi, Erdal İnönü ile birlikte, askerlerin seçime katılmasına izin vermediği SODEP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) kurucuları arasında. Onun gazeteciliğe ara verdiği dönem. O sırada zaman zaman Ankara’da buluşuyoruz.
Ben Ankara’dan İstanbul’a geldikten sonra toplantı, seminer, davet gibi, değişik nedenlerle bir araya geliyoruz.
Hürriyet’e geldikten sonra haftada bir kaç kez öğle yemeklerini birlikte yiyoruz.
Bunca süre içinde Oktay Ekşi’nin kötü bir sözünü, nezaket dışı bir davranışı ne gördüm, ne duydum. O nedenle, o münasebetsiz cümleyi nasıl yazdığını izah edemiyorum.

15 DAKİKA
Öğle yemeklerinde, her gazeteci gibi, gündemin konularını, zaman zaman espri katarak konuşuyoruz.
Geçen hafta günümüzde Türk basınının hali pür melal-ini, özgürlüklerin kısıtlandığını, iktidar karşıtı gazetecilerin tasfiye edildiğini ve edilmek istendiğini, buna karşılık kimlerin, ne karşılığında iktidara yamandığını konuşurken, Oktay Ağabey:
“Soranlara söylüyorum, ben 15 dakika daha bu görevdeyim, ama 16. dakika için herhangi bir güvence veremem, diyorum, dönem böyle bir dönem.”
Bu sohbetimizin üstünden dört gün geçiyor, Oktay Ağabey 16. dakikayı yaşıyor. Görevinden istifa ediyor. Yazdığı, hiç bir biçimde kabul edilemez cümle nedeniyle.
Pek çok kişinin yapmadığını yapıyor, özür diliyor. Yetmiyor, istifa ediyor.

DERS VERENLER
Dün olayla ilgili yazılara bakıyorum, özür, istifa yetmiyor, Oktay Ağabey’e linç kampanyası açılıyor. Oktay Ekşi’yi aslında asmak gerek, yok taşlamak daha iyi, belki de gözlerine mil çekmek, sonra zincire vurmak.
Birileri bayram yapıyor, zaten çoktan hak etmişti, naraları arasında. Başkaları iktidara yamanmanın güveni ya da kendini bir şey sanmanın şımarıklığı ile bunlara çanak tutuyor. Bir de çok bilmişler var.
En utanç verici nedenle haklarında dava açılanlar bile, utanmadan gazetecilik dersi vermeye kalkıyor.
Oktay Ekşi şövalye ruhunu gösteriyor, istifa ediyor. Benzeri hatalara düşen her meslekten onca insan, hiç bir şey olmamış gibi yerinde oturuyor.