25 Ağu 2011 05:44 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:43

HÜRRİYET YAZARI JİGOLONUN ELİNE DÜŞTÜ! AZ KALSIN AŞIK OLUYORDU!

Hürriyet yazarına kendini Franco diye tanıtan yakışıklı adam Mahmut adında bir jigolo çıktı! Bakın neler oldu...

MEDYARADAR - Hürriyet yazarı Ayşe Aral Franco adında bir plastik cerrahi uzmanıyla tanıştığını zannetmektedir. Adam İtalya’da oturduğunu, yılın sadece 3 ayı için Türkiye’ye geldiğini, Türkiye’deki vaktini de teknesinde geçirdiğini falan anlatır Ayşe Aral’a. Tabi bizim Anşa’nın dibi düşer, adam da zaten yakışıklı, dalyan gibi bişeydir. Bizim Anşa kendini büyük bir aşkın eşiğinde hisseder...

Sonra sır kapısı aralanır ve Franco’nun aslında Mahmut adında bir jigolo olduğunu öğrenir.

Hikayenin tamamını Ayşe Aral’dan okuyalım...

Nereden başlasam, sizlere nasıl anlatsam?

Öncelikle şunu diyeyim... Benim hayatımda yazılarıma da arada dahil ettiğim birtakım karakterler var. Karakter derken, kendileri gerçek amma gerçek olması imkansız gelecek kadar da arıza tipler, yani bendenler. Zamanı geldikçe tanışacaksınız kendileriyle.
İşte jigolo Mahmut da bunlardan biri. Benim hayatımda bir jigolonun ne işi var, bu derece mi zorda kaldım, bu kadar mı aşksızım diye acımaya sakın ola kalkışmayın.
Olay şu...
Geçen sene günlerden bir gün, bir akşamüstü, meşhurca bir kafeye kuruldum, elimde mojitom, başladım geleni gideni izlemeye. Adamlar Ken, kadınlar Barbie gibi “Vay anasını, herkes mi taş olur yahu?” diye iç geçirip bir onlara bir kendime bakıp, “of of” derken, mekanın en taş en “Ken” adamı geldi ve yanımdaki masaya oturdu.
“Allah sahibine bağışlasın”, “aman tanrım, bu gerçek mi?” gibi düşüncelerle beynimi yoğururken bu zat bana dönüp; “merhaba” demez mi?
Hatta ben ağzım açık, aval aval bakınırken konuşmaya devam etmez mi?
“Pek hoşsunuz, hep derim; kızıl saç çok asildir. Merhaba ben Franco.”
“Ighkkkkkkk.”
“Merhaba ben de Anşa, pardon Ayşe.”
Bacaklarım huzursuz bacak sendromuna geçip, masanın altında istem dışı atıp dururken Francocuk konuşmaya devam ediyordu.
Biraz sohbet edip üçüncü mojitomu devirince yayım yayım yayıldım Franco’ya tüm hikayemi anlattım.
Mekanda bulunan kıskanç, hırsından çatlayan kadınların bana olan gıcık dolu bakışlarının zevkini çıkarırken bu sefer Franco kendi hikayesini anlattı.
“Babam Türk, annem İtalyan Ayşeciğim. Bekarım, yılın üç ayını Türkiye’de teknemde, geri kalanını İtalya’da geçiririm. Ben plastik cerrahım, ülkemde de oldukça ünlüyüm. Bu arada burnun yapma mı?”
“Ih, evet.”
“Aferin, kim yaptıysa güzel yapmış.”
Elim, ayağım tutmamaya başlamış, hafiften de çakır olmuştum. O sırada bir şey patladı.
Meğer Franco’nun ısmarladığı şampanyanın tıpasıymış.
Bana kadeh kaldırdı.
“Bellisimo Ayşe.”
İçmeye ve sohbete devam ederken, hesabı istedi.
“Yarın akşam seni arayıp aldırıyorum Ayşe, hayır demek yok. Sana teknede lazanya yapacağım beyaz şarap eşliğinde.”
Vedalaştık, taksi bulmak için beklemeye başladım. Bir yandan da düşünüyordum; “Bak kader sana da güldü, aşk gelip kapını izin almadan çaldı.”
O an bir ses geldi.
“Pardon hanımefendi, size bir şey söyleyebilir miyim?” (gelen arkadaş mekanın garsonuymuş.)
“Hanımefendi, şimdi söylemesem içim rahat etmeyecek, ne olur demin ki adama kanmayın. Bunun adı Mahmut, Beyoğlu’nda oturur, işi de jigololuk, zengin hatun parası yemek.”
O an sesim kısılıverdi, adama sağol bile diyemeden ilk bulduğum taksiye kendimi atıverdim ve ağladım.
Şimdi yalan söyleyecek değilim. Aşkıma değil, salaklığıma ağladım.
Neyse gel zaman, git zaman yine günlerden birgün bir akşamüstü aynı mekana gittim. Bir de ne göreyim; bizim Mahmut, hatunun tekine yazıyor yine.
“Ah Francocum” diye boynuna sarılıp, kulağına; “Ulan şerefsiz çabuk benimle lavabonun orada buluş, yoksa ipliğini pazara çıkarırım” dedim.
İşte böylelikle Mahmut benim hayatıma girdi. Ben onun biricik ablası oldum, bu deliyi işe bile soktum bir otelde.
Bir akşam telefonum çaldı, “Yetiş abla” diye.
“Ne oldu Mahmut?”
“Abla ya, son bir kez zıplayayım” dedim, çünkü işten de attılar. Bir hatunu zengin sandım, yedirdim, içirdim, hafta sonu da lüks bir otelde takıldık, göz boyayım diye oranın anasının nikahı parasını da ben ödedim.
Ama sonra kadın cüzdanımı, kartlarımı, neyim varsa alıp piyasadan yok oldu, bittim abla, bittim ya.”
Akıl verdim, fikir verdim, yine bir işe soktum, o günden sonra araşamaz olduk, ta ki bugüne kadar.
Tüm gün yeni taşınacağım ev için oradan buraya, buradan oraya koştururken yorgunluktan bir yere tutunmadan duramayacak hale gelmişken, eve gitmek üzere bir taksi durdurdum.
Etiler deyip arka koltuğa kendimi attım, tam gözlerim kapanmıştı ki, bir çığlık geldi.
“Ablam, Ayşe Ablam benim, Yetiş Ayşe’m.”
Taksinin şoförü bizim Mahmut çıkmaz mı?
“Sözlendim abla.”
“Sen mi sözlendin, yok artık.”
“Abla valla, hatta seni arayacaktım bayramda nişanlanınca, yüzükleri takarsın değil mi?”
Ya işte böyle bayramda Mahmut’la Selma’nın yüzüklerini takacağım ama en mühimi acaba kayınvalideye, kayınpedere ne yalanlar söyledi, Selma geçmişini biliyor mu? Neyse ben bunları öğrenir öğrenmez sizleri de haberdar edeceğim.

Ayşe Aral/Hürriyet