Fotoğrafçı Murat Şaka: “Normalde tek saatlerde metronun çıkışında buluşacaktık. Ama ben Taksim’e vardığımda saat 14.00’tü. Şansımı deneyip Gezi Parkı’na baktım. Çantasını başının altına almış, bankta yatıyordu. Şaka olsun diye bozuk para attım. Korkudan yerinden sıçradı.”
OHAL var ya... Normalde günde iki-üç çevrildiğim bile oluyor. Nüfus cüzdanım ve n’olur n’olmaz diye gazete kimliğim çorabın içinde. Çanta çalınırsa diye. Fakat kimsenin yanıma uğradığı yok. Anladığım kadarıyla polisin meselesi sokağa çıkanlarla. Zaten sokakta olanlarla değil.
Fotoğrafçı Selçuk Şamiloğlu: “Savaş’ı içinden takip edebilmek için arabayı otoparktan alıp Kazancı Yokuşu’na park etmeye karar verdim. Bir geldim ki bankta yok. Yarım saat aradım. Meğer metronun merdivenlerinin dibine inmiş; orada uyumuş.” Burası metronun kapısı. Önce bankta uyumaya çalıştım, rahatsız olunca buraya indim. Hemen yanımda iki adam daha uyuyor. Herkes birbirine karşı temkinli ama zararlı insanlara benzemiyorlar.
Sabriye Hanım Gezi Parkı’nın girişinde yaşıyor. Akşam saat yedi gibi seriyor yatağını, yatıyor. Korkmasına gerek yok. Meydanın köpeklerine baktığı için onlar da onu koruyorlar. Yabancı biri yanaştığında ortalığı birbirine katıyorlar. Bu karşılıklı bir sadakat. Şefkat-Der yetkilileri onu evsizler evine davet etmesine rağmen gitmiyor. Çünkü köpeklerini bırakmak istemiyor. İki yorganı var. Birinin altında kendi, öbüründe köpeği uyuyor. Erzincanlı. Kimi kimsesi olmadığını söylüyor. Tek eksiği çaydanlık ama ne devletten ne kimseden bir talebi var. “Bütün gün normal işlere koşturup, geceleri de bu haberi yapmak için sabahlıyorduk. Savaş her şeyin gerçek olmasını istiyordu. Bu da işimizi iki kat zorlaştırıyordu. Tepemin tası atmıştı. Evsiz kadınla konuşurlarken fotoğrafı zar zor çektim.” (Fotoğrafçı Emre Yunusoğlu)