10 Eyl 2017 17:46 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 23:06

Hürriyet Dünyası'nda bomba ayrılık! 44 yıl sonra Amiral Gemisi'ne veda ediyor! (Medyaradar/Özel)

Hürriyet Dünyası'nda 44 yıldır görev yapan duayen muhabirle yollar ayrılıyor.

1973 yılından bu yana Hürriyet Dünyası'nda görev yapan havalimanı muhabirliğinin efsane ismi Faik Kaptan Amiral Gemisi'ne veda ediyor.

1970 yılında Dünya Gazetesi’nde çalışmaya başlayarak gazeteciliğe adım atan Faik Kaptan, 1973 yılında Hürriyet Gazetesi’ne geçmişti.

İstanbul Havalimanı Muhabirleri Derneği Kurucu Başkanı da olan Faik Kaptan THY Teknik Skytech Dergisi'nin Ağustos 2013'te yayınlanan sayısında mesleğe nasıl başladığını, nasıl havalimanı muhabiri olduğunu böyle anlatmıştı:

Havalimanı muhabirliğinin yaşayan efsanesi Faik Kaptan

Meslek hayatının 43. yılında olan Kaptan, ne kadar uzun za­mandır havalimanı muhabirliği yaptığını esprili bir dille şu şekilde anlatıyor: “Bu 43 yılın 40’ını Doğan Medya Grubu’nda; bunun 35 yılını da Atatürk Havalimanı’nda muhabir olarak geçirdim. Havalimanı muhabiri olarak çalıştığım 35 yılda yöneticiler değişti, patronlar değişti, hatta havalimanının adı değişti.”

Nasıl havalimanı muhabiri oldunuz?

Hürriyet’teki ilk yıllarım İstanbul ve Kıbrıs’ta geçti. Kıbrıs Barış Harekâtı’na önce asker olarak, sonra muhabir olarak katıldım. Aslında biraz tesadüfen havalimanı muhabiri oldum. Havalimanı muhabirliği yapan arkadaşımız 1978 yılında talihsiz bir kaza geçirdi. Bunun üzerine istihbarat şefimiz beni geçici bir süre için havaalanı muhabirliği ile görevlendirdi. Benim yerime gelerek görevi devralacak arkadaşımın magazin servisinde görevlendirilmesi ile bu ‘geçici süre’ biraz daha uzadı. Genel merkeze dönememem ise ilginç bir anıya dayanıyor. O dönem Hürriyet’in sahibi olan Erol Simavi uçağa binmeye korkardı. Bu nedenle kendisi stres atmak için Atatürk Havalimanı’nda yemek yer, çevresinden çok sayıda kişi onu uğurlamaya gelirdi. Bu organizasyonları da ben yapardım. Bu nedenle Erol Bey, “Faik orada kalsın” demiş. Böylece benim havali­manı muhabirliğim devam etti.

Farklı ve hareketli bir alanda çalışıyorsunuz. Deneyimli bir isim olarak havalimanı muhabirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir gazetenin haber bölümündeki en zor muhabirlik havalimanı muhabirliğidir. Çünkü havalimanı muha­birinin spordan magazine, ekonomiden dış politikaya her alanda gündemi yakından takip etmesi, kendini her yönden geliştirmesi gerekir. Örneğin bugün saat 14.30’da AB Bakanı Egemen Bağış Fransa’dan dö­necek ve bir basın toplantısı düzenleyecek. Fransa’ya gitmeden önce gündem neydi, orada kimlerle görüştü, ne konuştu… Bunların hepsini bilmemiz gerekiyor. Aynı şekilde bu akşamüzeri Galatasaray’ın Brezilyalı futbol­cusu Melo İstanbul’a gelecek. Bu futbolcunun transferi ile ilgili süreci iyi bilmeniz lazım ki, haberi en doğru şekilde yapabilin. Havalimanında çok sayıda anlık gelişme, haber oluyor. Bunlara karşı her an hazırlıklı ve işinize karşı motive olmanız gerekiyor.Herhangi bir gün­lük gazeteyi elinize aldığınızda karşınıza çıkan her şeyi istisnasız bir şekilde havalimanında bizzat yaşıyorsunuz. Gündemi takip etmenin yanı sıra istihbarat kaynaklarından düzenli olarak bilgi almak ve telsizleri dinleyerek gelişmelerden haberdar olmak da işimizin önemli bir parçası.

Manşete çıkacak kadar önemli pek çok olay yaşanıyor havalimanlarında. Bu tür haberlerden ilk aklınıza gelenler hangileri?

2007 yılında şehit olan bir binbaşının naaşı bir kamyonetin arkasında bavullarla birlikte taşınıyordu. Son anda bir uçak yolcu merdivenine çıkarak bu üzücü tablonun fotoğrafını çektim. O fotoğraf ertesi günkü Hürriyet’in manşeti oldu. Ertuğrul Özkök beni bizzat aradı ve tebrik etti. Daha sonra bu fotoğrafla çok sayıda ödül kazandım.Bir de bizim meslekte çekemediğimiz fotoğraflar çok önemlidir. Bunlardan biri benim için son derece özeldir. 12 Eylül 1980’de Sultanahmet’te oturuyorduk. İhtilal oldu. Evim gazeteye çok yakın olduğu için saat 03.30-04.00 civarı gazeteye gittim. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’in gözaltına alındığını ve öğlen havalimanında olacaklarını öğren­dik. Cağaloğlu’ndan bir araca atladım ve havalimanına gittim. İhtilal yapılalı birkaç saat olmuş, her yerde barikatlar. Saydım, havalimanına kadar tam 27 barikatta durdurulduk. Sabah 06.00 civarı havalimanına girdim. Tek amacım, o gün öğle saatlerinde İstanbul’dan kalacakları yere götürülecek olan Demirel’i ve Ecevit’i fotoğraflayabilmek. O zamanlar küçük bir ofisimiz vardı. Kapısından adımımı atar atmaz bir hava üsteğmen geldi ve “Bugün burada gazetecilik yapmak yok” dedi. Ben “Neden?” diye sorunca, “Buranın komuta­nı benim. Bugün böyle olacak” dedi.

İşinizin beceri gerektiren kısmı böyle zamanlarda daha fazla ön plana çıkıyor…

Kesinlikle. Tabii ben apronu gören bir yerden o anı fotoğraflamak istediğim için, yıkılan eski kulenin hemen yanında ofisi olan bir arkadaşımın ofisine gittim. Kendisi sıkıyönetim nedeniyle geleme­mişti, anahtarın yerini öğrendim ve ofise girdim. Ancak o sırada gazetenin Avrupa baskısı için uçağa teslim edilmesi gereken matrisi benim teslim etmemi istediler. Bu işle ilgilenmek için yeniden aşağıya indim. Matrisi teslim edip döndüğümde, arkadaşımın ofisine çıkacağım yere bir inzibat dikildiğini ve geçmemin imkânsız olduğunu gördüm. Oraya çıkamayınca res­torana gittim ve apronu gören bir masaya oturdum. İki helikopter geldi. Helikopter­lerden birine önce valizler yüklendi. Apron yarım ay şeklinde dizilmiş silahlı askerlerle dolu, ben Demirel ile Ecevit’in çıkmasını bekliyorum. Demirel’in fötr şapkasını gördüm, deklanşöre basacağım, tam o sırada bir el yapıştı omzuma. Bir de baktım üsteğmen. Bana, “Bugün burada gazetecilik yok demedim mi!” dedi. Ben de, “Bırak çekeyim bu fotoğrafı, istersen film sende kalsın ama beni bu tarihi anın fotoğrafını çekmekten mahrum etme” dedim. “Hayır” dedi. Fotoğraf makinesi aldı ve masanın öbür ucuna koydu. İki çay söyledi garsona. O sırada önce Süleyman Demirel, ardından Nazmiye Demirel, Rahşan Ecevit ve Bülent Ecevit göründü. Askerlerin arasından geçerek bir helikopterden diğerine yürüdüler. Tarihi bir an! Üsteğmene yalvarıyorum. Üsteğmen fotoğraf makinesini biraz daha ileri itti. Sinirden titremeye başladım. Biraz sonra her iki helikopter de Hamzaköy’e gitmek üzere havalandı. Ondan sonra üsteğmen bana, “Buyurun makinenizi alabilirsiniz” dedi. Ben de ona, “Bunu hayatım boyunca unutmayacağım. Bu olayın vicdani yükünü benden çok siz taşımalısınız. Burada çekeceğim fotoğrafa sizin komutanlarınız da bakacak, tarihi bir belge olarak değer verecekti” dedim.

Atatürk Havalimanı’nın neredeyse sadece Türk Hava Yolları’nın uçuş yaptığı zamanlarını biliyorsunuz. Havalimanı muhabirliğiniz boyunca Türk Hava Yolları ile ilgili ne tür gözlemleriniz oldu?

Atatürk Havalimanı çatısı altında hizmet veren çok sayıda firmanın altyapısı Türk Hava Yolları geçmişi olan isimlere daya­nır. Havaş’tan Onur Air’in Teknik Depart­manı’na kadar pek çok yerde Türk Hava Yolları geçmişi olan kişiler görev yapıyor. Bu nedenle Atatürk Havalimanı ile Türk Hava Yolları’nın bölünmez bir bütün ol­duğunu söylememiz hiç de yanlış olmaz. Ülkelerinin bayrak taşıyıcısı olan havayolu şirketlerinin kendilerine özel terminalleri var. Türk Hava Yolları’nın, dünyada yaygın olan bu uygulamayı, İstanbul’a yapılacak yeni havalimanında hayata geçirmesi için çalışma yapılması gerektiğini düşünü­yorum. Türk Hava Yolları ayrıca burada çalışmaya başladığım ilk günden bu yana Türk Hava Yolları yöneticilerinin basın ile ilişkilerinin oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim.