HRANT DİNK'İN VE YEŞİLÇAM'IN ERMENİLERİNİN ARDINDAN...
Murat Tolga Şen, Hrant Dink'i ölüm yıldönümünde anarken, Yeşilçam'da Türk-Ermeni kardeşliğiyle kurulmuş "Cennet Krallığı"nı yazıyor.
Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde saat 15:00 sıralarında, genel
yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin binası önünde sırtından
vurularak öldürüldü. Eğer bir cinayet için kalleşçe tanımlamasını
yapacaksak en uygunu onunki olacaktır. Bugün binlerce kişi onu
anmak için öldürüldüğü yerde toplanacak, ben de öldükten sonra bile
barışa katkı yapan bu kıymetli insanı sevgiyle anıyorum.
Bu ülkenin ilginç bir hali vardır, ev, karşı evden, mahalle, karşı
mahalleden, şehir, yanındaki şehirden nefret eder, herkes kendi
alanını yüceltme eğilimindedir. O yüzden biri kendine Türk, öbürü
de Ermeni dediğinde birden en sevdiklerimize bile düşman olmaya
başlarız. Hepimize bir vatan lazım, ah bir öğrenebilsek, bu vatan
hepimize yeter! Anadolunun fidanları değil miyiz? Rüzgârla,
yağmurla ve güneşle birlikte büyümek varken
Sinema yazarlığından sebeplice, Türke, Ermeniye biraz da uğruna
bir film yapabilmek için kavga ettikleri yerden, Yeşilçamdan
bakmak istedim bugün... Aslında bu yıllar önce yazdığım bir
yazı ama şimdi hem zamanıdır, hem de güncelin, vizyonun kirinden,
pasından biraz arınmış oluruz.
Sadri Alışıkın tonlamasıyla; Malum, Türk sinemasının keyfi
yerinde, artık her yıl 50nin üzerinde film çekiliyor, sinemanın
buhran yılları epey gerilerde kaldı. Seyircinin daha fazla Türk
filmi izlemek istemesi ve TVde şöhret olan isimlerin bilet satma
şanslarının değerlendirilmesi gibi bir sürü bahane bir araya geldi
ve buna yol açtı gibi görünüyor.
Yine de Yeşilçam zamanlarıyla kıyaslandığı vakit güdük bir başarı
bu
Şu anki rekor üretimi katlarca aşan film sayısı bir yana, o
yıllarda gösterime giren filmlerin çoğu kendini karşılıyor hatta
epey kara geçiyordu. Oysa bu yıl izlediğimiz filmlerden kendi
bütçesini karşılayacak kadar seyirci bulanların sayısı bir elin
parmaklarını geçmez! Rakamlardan kendimizi kurtarıp duygusal
baktığımızda da şimdi ki işler, Yeşilçamlı Türk filmlerinin
yanına bile yaklaşamayacak, soğuk, laubali ve sentetik işler
Peki, bir zamanların Türk filmini bu kadar özel ve farklı yapan
şey neydi? İşte bazılarınız için oldukça mantıksız görünebilecek
önermem de burada geliyor; O filmler Türk filmi değildi, o
filmler Türk olduğu kadar Ermeni de olan filmlerdi!
Cumhuriyetten önce sinema yapanların tamamı azınlıklardan
oluşuyordu, yani ilk Türk filmindeki hemen herkes gayrimüslim,
azınlık vatandaşlarımızdı. Bu başlangıç sebebiyle olsa gerek,
Yeşilçam ikliminde hiçbir zaman ayrımcılık olmadı.
Eski filmlerin hala bir jeneriğe sahip olanlarını izlediğinizde
özellikle teknik adamların adlarına dikkat edin. Orada Türk olmayan
ama sonuna kadar Türkiyeli vatandaşımızın ismine rastlayacaksınız.
Şöyle diyelim; eğer Yorgo İlyadis diye bir adam olmasaydı Türk
filmi dediğimiz şeyde o kendine has yumruk, tabanca, at kişnemesi,
araba motoru sesleri olmayacaktı. Dıkşınn yaa! diye bir lezzetten
sorumlu ağabeyimizdir kendisi ve Yeşilçamın en iyi ses
teknikeridir. Teknik adamlardan daha pek çok isim var; Kriton
İlyadis, Mike Rafaelyan, Lazar Yazıcıoğlu
Oyunculara geldiğimizde ise araştırma heveslisi olmayanları
şaşırtacak pek çok ismin yine azınlık insanlarımızdan olduğunu
görürüz. Fırıl fırıl dönen gözleriyle çocukların sevgilisi olan
Sami Hazinsesin asıl adının Samuel Uluç, annemiz bildiğimiz Adile
Naşitin Adilesinin aslında Adela olduğunu da pek kimseler
bilmez
Peki, Kirkor Cezveciyan desem kim tanır? Hâlbuki tam 220 filmde
oynamış kıymetlilerimizden biridir o ancak Kenan Pars dediğimizde
gelir fotoğrafı gözümüzün önüne
Ya Bediaa! diye bağıran Horoz Nuri amcamız Vahi Özün, Vahe
Özinyan olduğunu kaç kişi bilir? Daha kimler, kimler var; Turgut
Özatay, Danyal Topatan, Nubar Terziyan, rivayete göre Ayhan
Işık
İşte bu dokunuş, Yeşilçamın ve Türk sineması dediğimiz şeye
kimlik kazandıran onu sinema olmaktan çıkarıp yaşamın kendisine
dönüştüren samimiyeti getiren şeydi. Belki de sinemamız artık
sadece biz Türklere kaldığı için böyle yetim
Anadolu, binlerce yıllık tortusundan kaynaklansa gerek sadece bir
ırkın temsil edebileceği kültür ya da iklim değil. Yeşilçam biraz
bilinçsiz de olsa, Türkler ve Ermenilerin kurduğu Cennet Krallığı
idi. Bu romantikleştirmedir elbette ama biraz öyle değil midir
gerçekten? Birlikte üretilmiş alışkanlıkları bilgece harmanlayıp
ötekine sunan bir yapı
Yazımdan Türklüğe hakaret gibi bir sonuç çıkaracaksanız tüm bu
cümleleri peşinen reddedin ama bunu Ayhan Işık öldüğünde Seni çok
seven Nubar amcan
diye yayınlattığı taziye yüzünden neredeyse
taşlanacak olan Yeşilçamın altın kalplisi Nubar Terziyanın
gözlerinin içine baktığınızı düşünerek yapın.
MURAT TOLGA ŞEN
[email protected] / twitter.com/murattolga