19 Oca 2013 12:35 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:39

HRANT DİNK'İN VE YEŞİLÇAM'IN ERMENİLERİNİN ARDINDAN...

Murat Tolga Şen, Hrant Dink'i ölüm yıldönümünde anarken, Yeşilçam'da Türk-Ermeni kardeşliğiyle kurulmuş "Cennet Krallığı"nı yazıyor.

Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde saat 15:00 sıralarında, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin binası önünde sırtından vurularak öldürüldü. Eğer bir cinayet için “kalleşçe” tanımlamasını yapacaksak en uygunu onunki olacaktır. Bugün binlerce kişi onu anmak için öldürüldüğü yerde toplanacak, ben de öldükten sonra bile barışa katkı yapan bu kıymetli insanı sevgiyle anıyorum.

Bu ülkenin ilginç bir hali vardır, ev, karşı evden, mahalle, karşı mahalleden, şehir, yanındaki şehirden nefret eder, herkes kendi alanını yüceltme eğilimindedir. O yüzden biri kendine Türk, öbürü de Ermeni dediğinde birden en sevdiklerimize bile düşman olmaya başlarız. Hepimize bir vatan lazım, ah bir öğrenebilsek, bu vatan hepimize yeter! Anadolu’nun fidanları değil miyiz? Rüzgârla, yağmurla ve güneşle birlikte büyümek varken…

Sinema yazarlığından sebeplice, Türk’e, Ermeni’ye biraz da uğruna bir film yapabilmek için kavga ettikleri yerden, Yeşilçam’dan bakmak istedim bugün... Aslında bu yıllar önce yazdığım bir yazı ama şimdi hem zamanıdır, hem de güncelin, vizyonun kirinden, pasından biraz arınmış oluruz.

Sadri Alışık’ın tonlamasıyla; Malum, Türk sinemasının keyfi yerinde, artık her yıl 50’nin üzerinde film çekiliyor, sinemanın buhran yılları epey gerilerde kaldı. Seyircinin daha fazla “Türk filmi” izlemek istemesi ve TV’de şöhret olan isimlerin bilet satma şanslarının değerlendirilmesi gibi bir sürü bahane bir araya geldi ve buna yol açtı gibi görünüyor.

Yine de Yeşilçam zamanlarıyla kıyaslandığı vakit güdük bir başarı bu… Şu anki rekor üretimi katlarca aşan film sayısı bir yana, o yıllarda gösterime giren filmlerin çoğu kendini karşılıyor hatta epey kara geçiyordu. Oysa bu yıl izlediğimiz filmlerden kendi bütçesini karşılayacak kadar seyirci bulanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez! Rakamlardan kendimizi kurtarıp duygusal baktığımızda da şimdi ki işler, Yeşilçam’lı ‘Türk’ filmlerinin yanına bile yaklaşamayacak, soğuk, laubali ve sentetik işler…

Peki, bir zamanların “Türk filmi”ni bu kadar özel ve farklı yapan şey neydi? İşte bazılarınız için oldukça mantıksız görünebilecek önermem de burada geliyor; O filmler “Türk filmi” değildi, o filmler “Türk” olduğu kadar “Ermeni” de olan filmlerdi!

Cumhuriyetten önce sinema yapanların tamamı azınlıklardan oluşuyordu, yani ilk Türk filmindeki hemen herkes gayrimüslim, azınlık vatandaşlarımızdı. Bu başlangıç sebebiyle olsa gerek, Yeşilçam ikliminde hiçbir zaman ayrımcılık olmadı.

Eski filmlerin hala bir jeneriğe sahip olanlarını izlediğinizde özellikle teknik adamların adlarına dikkat edin. Orada Türk olmayan ama sonuna kadar Türkiye’li vatandaşımızın ismine rastlayacaksınız. Şöyle diyelim; eğer Yorgo İlyadis diye bir adam olmasaydı “Türk filmi” dediğimiz şeyde o kendine has yumruk, tabanca, at kişnemesi, araba motoru sesleri olmayacaktı. “Dıkşınn yaa!” diye bir lezzetten sorumlu ağabeyimizdir kendisi ve Yeşilçam’ın en iyi ses teknikeridir. Teknik adamlardan daha pek çok isim var; Kriton İlyadis, Mike Rafaelyan, Lazar Yazıcıoğlu…

Oyunculara geldiğimizde ise araştırma heveslisi olmayanları şaşırtacak pek çok ismin yine azınlık insanlarımızdan olduğunu görürüz. Fırıl fırıl dönen gözleriyle çocukların sevgilisi olan Sami Hazinses‘in asıl adının Samuel Uluç, annemiz bildiğimiz Adile Naşit‘in Adile’sinin aslında “Adela” olduğunu da pek kimseler bilmez…

Peki, Kirkor Cezveciyan desem kim tanır? Hâlbuki tam 220 filmde oynamış kıymetlilerimizden biridir o ancak Kenan Pars dediğimizde gelir fotoğrafı gözümüzün önüne…

Ya “Bediaa!” diye bağıran Horoz Nuri amcamız Vahi Öz‘ün, Vahe Özinyan olduğunu kaç kişi bilir? Daha kimler, kimler var; Turgut Özatay, Danyal Topatan, Nubar Terziyan, rivayete göre Ayhan Işık…

İşte bu dokunuş, Yeşilçam’ın ve “Türk sineması” dediğimiz şeye kimlik kazandıran onu sinema olmaktan çıkarıp yaşamın kendisine dönüştüren samimiyeti getiren şeydi. Belki de sinemamız artık sadece biz Türklere kaldığı için böyle yetim…

Anadolu, binlerce yıllık tortusundan kaynaklansa gerek sadece bir ırkın temsil edebileceği kültür ya da iklim değil. Yeşilçam biraz bilinçsiz de olsa, Türkler ve Ermenilerin kurduğu “Cennet Krallığı” idi. Bu romantikleştirmedir elbette ama biraz öyle değil midir gerçekten? Birlikte üretilmiş alışkanlıkları bilgece harmanlayıp ötekine sunan bir yapı…

Yazımdan “Türklüğe hakaret” gibi bir sonuç çıkaracaksanız tüm bu cümleleri peşinen reddedin ama bunu Ayhan Işık öldüğünde “Seni çok seven Nubar amcan…” diye yayınlattığı taziye yüzünden neredeyse taşlanacak olan Yeşilçam’ın altın kalplisi Nubar Terziyan’ın gözlerinin içine baktığınızı düşünerek yapın.

MURAT TOLGA ŞEN

[email protected] / twitter.com/murattolga