26 Kas 2010 15:23
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:49
HINCAL ULUÇ'TAN CÜNEYT ÖZDEMİR'E ''SUADA'' SİTEMİ! ''SEN HİÇ ORTAKÖY'E GELDİN Mİ CÜNEYT?''
"Cüneyt Özdemir kardeşim, "Hıncal'a saldırmanın dayanılmaz cazibesi"ne kapılanlardan.."
Ortaköy’ü tanımak, bilmek, sevmek..
Cüneyt Özdemir kardeşim, "Hıncal’a saldırmanın dayanılmaz cazibesi"ne kapılanlardan.. Hayret hiç ihtiyacı da yok, gerek televizyoncu, gerek köşe yazarı olarak. Hatta benden önde.. Onun bir de twitteri var, benim "Ti" demediğim..
Ertekin’i ve İsmail Ünal’ı üzmüş, hedefe beni oturtmak için..
Suada denen Boğaz ucubesinin her türlü ölçüye sığmaz büyümesini sormuştum, Boğaziçi İmar ve İstanbul Anakentten.. Hatta ayni konuyu yazan Cüneyt’ten alıntı da yapmıştım..
"İTO Başkanı cezaevinde, onlarca konuşma ortalıkta ama İstanbul’un ortasındaki Suada ile ilgili aranan bir isim hakkında tek bir haber okuyamıyoruz. Size de çok ilginç gelmiyor mu? Reina gibi ünlü bir kulübün sahibinin Galatasaray Adası olarak bilinen Suada’nın tadilatı için adının rüşvet işlerine karışması ve buna rağmen hiç haber olmaması normal mi" diyordu, Cüneyt..
Ben de Cüneyt’i destekliyordum.
Şimdi o Cüneyt "Hıncal Abi, Suada’nın ruhsatını soruyor. Peki, her gün oturduğu Ertekin’in ruhsatı var mı, ben de Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a soruyorum" diyordu.
Eee!.. Hıncal bu.. İşi eşi dostu kayırmak. Reina, Suada’ya saldırır, ama arkadaşı Ertekin’e laf ettirmez..
Başkan bayram tatilinde yurt dışındaydı. Ses çıkarmadım. Bekledim. Ünal dönünce, Cüneyt’e yanıt vermiş. "Hepsi izinli" demiş..
Şimdi ben, Cüneyt’e başka şey anlatacağım.. Ortaköy’ü anlatacağım.. Bilmediği belli çünkü..
Burası güneş batınca Ortaköylülerin bile giremediği bir mezbele idi.. Tinerci, esrarcı, torbacı burdaydı. Daracık sokaklar, bir açık hava tuvaletiydi. Leş gibi çiş kokusu.. Hele karanlıkta öbeklere basmadan yürümek de imkansız. Zamanın Belediye Başkanı, Ortaköy çocuğu Ayfer Atay, yanına bir usta kent mimarı Erhan İşözen’i de alıp, yepyeni, pırıl pırıl, ışıl ışıl bir Ortaköy yarattı, dünya güzeli Balyan Camisi’nin etrafında.. Meydandan, minareler arasından Köprü’ye bakış İstanbul’un simgesi oldu.
Ayfer Başkan bir şeyi çok iyi hesapladı. Ortaköy sosyete değil, halk için, İstanbul’un milyonlarca sıradan insanının denize açılması için planlandı..
Onun ardından gelenler, Yusuf Namoğlu, İsmail Ünal bu geleneği aynen sürdürdüler.
Bak Sevgili Cüneyt.. Suada’da bir yemeğe ödenen para ile Ortaköy’e gelen, bir aile bir ay geçinir. Aylık maaş, kazançtır, hatta Suada’da bahşiş diye bırakılan..
O laf ettiğin Ertekin’de ki, göreceli olarak Ortaköy’ün en pahalı kafesidir, beş lira ile karın doyurursun.
Koca bir dilim pizza ve bir de ayran..
Beş lirayı, o mukayese ettiğin Reina ve Suada’da, arabanı park eden valeye ver bakalım, senin ve arabanın başına neler gelir..
Ortaköy, Türkiye’nin belki de tek bulvar kafeleri yeridir. Paris’te, Viyana’da ya da başka Avrupa kentinde gördüklerin gibi.. Ayfer Başkan ve ardından gelenlerin hepsi, bu orta alt gelirli halkın insan gibi deniz kenarında vakit geçirmesi için her türlü kolaylığı sağladılar. Her türlü hoşgörüyü de esirgemediler.. Sigara yasağı çıktığı, içeriler tiryakilere yasaklandığı zaman, dükkan önleri daha da önem kazandı. İsmail Başkan, düşük gelirli insanlara hizmet veren bu minik bütçeli dükkanlara çok ama çok anlayışlı davrandı. Tentelerine, tente altına koydukları masa, sandalye ve ısıtıcılara izin verdi.
Sadece Ertekin’e değil.. Herkese..
Sen hiç Ortaköy’e geldin mi, Cüneyt?. Oradaki yaşamı bilir misin?.
Benim hayatım orda.. Çünkü ben sıradan insanların arasında mutlu oluyorum. Ben manzara, lüks, sosyete meraklısı değilim. Ben insan meraklısıyım. Benim manzaram insan.. Bütün bayram, Ertekin’de o diline doladığın iki masada (Hepsi iki masa.. Bir adaya eklenmiş, üç ada değil) oturdum. Bütün bayram.. Varoşlardan, Anadolu’dan binlerce insan önümden geçti. Yüzlercesiyle sarmaş dolaş oldum. Benim için nasıl mutluluk, nasıl bayram oldu, anlaman mümkün değil..
Onun için boş ver Cüneyt.. Dünyalarımız ayrı.. Bana saldır.. Herkes saldırıyor.. Dün Rahşan’ı okudun mu?. Okuduğunu anlama zahmetine dahi katlanmadan beni, yıllarca beraber çalıştığı, "Ağbi" dediği Hıncal’ı "Düşen okur sayısını arttırmak için aptalca, haince yazmakla" suçluyor.. HaberTurk’e gir oku, okumadıysan..
Ne cevap vereyim?.. Niye vereyim.. Bir fikir tartışmasında bu kadar alçalabilen birisine cevap vermeye tenezzül eder miyim?. O düzeye iner miyim?. Silerim defterden biter gider..
Benim tarzım bu.. Sen de benimle uğraş, istediğin kadar.. Ama bana saldırmak için, İstanbul’un belki de tek "Halk güzelliği" ile uğraşma.. Ortaköy’e dokunma..
Kendi gezdiğin yerleri yaz.. Onlar sana yeter!.. Hatta artar, Cüneyt!..
Hıncal Uluç/Sabah
Cüneyt Özdemir kardeşim, "Hıncal’a saldırmanın dayanılmaz cazibesi"ne kapılanlardan.. Hayret hiç ihtiyacı da yok, gerek televizyoncu, gerek köşe yazarı olarak. Hatta benden önde.. Onun bir de twitteri var, benim "Ti" demediğim..
Ertekin’i ve İsmail Ünal’ı üzmüş, hedefe beni oturtmak için..
Suada denen Boğaz ucubesinin her türlü ölçüye sığmaz büyümesini sormuştum, Boğaziçi İmar ve İstanbul Anakentten.. Hatta ayni konuyu yazan Cüneyt’ten alıntı da yapmıştım..
"İTO Başkanı cezaevinde, onlarca konuşma ortalıkta ama İstanbul’un ortasındaki Suada ile ilgili aranan bir isim hakkında tek bir haber okuyamıyoruz. Size de çok ilginç gelmiyor mu? Reina gibi ünlü bir kulübün sahibinin Galatasaray Adası olarak bilinen Suada’nın tadilatı için adının rüşvet işlerine karışması ve buna rağmen hiç haber olmaması normal mi" diyordu, Cüneyt..
Ben de Cüneyt’i destekliyordum.
Şimdi o Cüneyt "Hıncal Abi, Suada’nın ruhsatını soruyor. Peki, her gün oturduğu Ertekin’in ruhsatı var mı, ben de Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a soruyorum" diyordu.
Eee!.. Hıncal bu.. İşi eşi dostu kayırmak. Reina, Suada’ya saldırır, ama arkadaşı Ertekin’e laf ettirmez..
Başkan bayram tatilinde yurt dışındaydı. Ses çıkarmadım. Bekledim. Ünal dönünce, Cüneyt’e yanıt vermiş. "Hepsi izinli" demiş..
Şimdi ben, Cüneyt’e başka şey anlatacağım.. Ortaköy’ü anlatacağım.. Bilmediği belli çünkü..
Burası güneş batınca Ortaköylülerin bile giremediği bir mezbele idi.. Tinerci, esrarcı, torbacı burdaydı. Daracık sokaklar, bir açık hava tuvaletiydi. Leş gibi çiş kokusu.. Hele karanlıkta öbeklere basmadan yürümek de imkansız. Zamanın Belediye Başkanı, Ortaköy çocuğu Ayfer Atay, yanına bir usta kent mimarı Erhan İşözen’i de alıp, yepyeni, pırıl pırıl, ışıl ışıl bir Ortaköy yarattı, dünya güzeli Balyan Camisi’nin etrafında.. Meydandan, minareler arasından Köprü’ye bakış İstanbul’un simgesi oldu.
Ayfer Başkan bir şeyi çok iyi hesapladı. Ortaköy sosyete değil, halk için, İstanbul’un milyonlarca sıradan insanının denize açılması için planlandı..
Onun ardından gelenler, Yusuf Namoğlu, İsmail Ünal bu geleneği aynen sürdürdüler.
Bak Sevgili Cüneyt.. Suada’da bir yemeğe ödenen para ile Ortaköy’e gelen, bir aile bir ay geçinir. Aylık maaş, kazançtır, hatta Suada’da bahşiş diye bırakılan..
O laf ettiğin Ertekin’de ki, göreceli olarak Ortaköy’ün en pahalı kafesidir, beş lira ile karın doyurursun.
Koca bir dilim pizza ve bir de ayran..
Beş lirayı, o mukayese ettiğin Reina ve Suada’da, arabanı park eden valeye ver bakalım, senin ve arabanın başına neler gelir..
Ortaköy, Türkiye’nin belki de tek bulvar kafeleri yeridir. Paris’te, Viyana’da ya da başka Avrupa kentinde gördüklerin gibi.. Ayfer Başkan ve ardından gelenlerin hepsi, bu orta alt gelirli halkın insan gibi deniz kenarında vakit geçirmesi için her türlü kolaylığı sağladılar. Her türlü hoşgörüyü de esirgemediler.. Sigara yasağı çıktığı, içeriler tiryakilere yasaklandığı zaman, dükkan önleri daha da önem kazandı. İsmail Başkan, düşük gelirli insanlara hizmet veren bu minik bütçeli dükkanlara çok ama çok anlayışlı davrandı. Tentelerine, tente altına koydukları masa, sandalye ve ısıtıcılara izin verdi.
Sadece Ertekin’e değil.. Herkese..
Sen hiç Ortaköy’e geldin mi, Cüneyt?. Oradaki yaşamı bilir misin?.
Benim hayatım orda.. Çünkü ben sıradan insanların arasında mutlu oluyorum. Ben manzara, lüks, sosyete meraklısı değilim. Ben insan meraklısıyım. Benim manzaram insan.. Bütün bayram, Ertekin’de o diline doladığın iki masada (Hepsi iki masa.. Bir adaya eklenmiş, üç ada değil) oturdum. Bütün bayram.. Varoşlardan, Anadolu’dan binlerce insan önümden geçti. Yüzlercesiyle sarmaş dolaş oldum. Benim için nasıl mutluluk, nasıl bayram oldu, anlaman mümkün değil..
Onun için boş ver Cüneyt.. Dünyalarımız ayrı.. Bana saldır.. Herkes saldırıyor.. Dün Rahşan’ı okudun mu?. Okuduğunu anlama zahmetine dahi katlanmadan beni, yıllarca beraber çalıştığı, "Ağbi" dediği Hıncal’ı "Düşen okur sayısını arttırmak için aptalca, haince yazmakla" suçluyor.. HaberTurk’e gir oku, okumadıysan..
Ne cevap vereyim?.. Niye vereyim.. Bir fikir tartışmasında bu kadar alçalabilen birisine cevap vermeye tenezzül eder miyim?. O düzeye iner miyim?. Silerim defterden biter gider..
Benim tarzım bu.. Sen de benimle uğraş, istediğin kadar.. Ama bana saldırmak için, İstanbul’un belki de tek "Halk güzelliği" ile uğraşma.. Ortaköy’e dokunma..
Kendi gezdiğin yerleri yaz.. Onlar sana yeter!.. Hatta artar, Cüneyt!..
Hıncal Uluç/Sabah