Hikmet Çetinkaya-Ceyda Karan davasının gerekçeli kararında Madımak hatırlatması!
Cumhuriyet yazarları Ceyda Karan ile Hikmet Çetinkaya'nın yargılandığı davanın gerekçeli kararı açıklandı.
IŞİD saldırısı sonucu 12 kişinin hayatını kaybettiği Fransız
Charlie Hebdo mizah dergisinin çizdiği ve Hz. Muhammed'in tasvir
edildiği belirtilen karikatürleri köşelerine taşıyan Cumhuriyrt
gazetesi yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan'ı 2'şer yıl
hapis cezasına çarptıran mahkeme gerekçesini açıkladı.
Cumhuriyet'in haberine göre, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 200
sayfalık gerekçeli kararında, dinin tanımına yer vererek, "Bu
davada somut olarak tahrik edilen husus dindir" ifadesini
kullandı.
MADIMAK VURGUSU
Sanıklar Hz. Muhammed'e atfedilen çizimi köşelerinde
yayınladıklarını hatırlatan mahkeme, Sivas katliamı ve Maraş
katliamı gibi olayları hatırlatarak "Oysa bu ülkede dinsel kökenli
(mezhepsel yaklaşımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir) ani
toplumsal reaksiyonlar bize çok yabancı değildir. Örneğin, 18 Nisan
2007'de Malatya'da Hıristiyanlık ile ilgili kitaplar yayınlayan
Zirve Yayınevi'nde çalışan kişiler öldürülmüştür. Celsede de dile
getirildiği gibi, Sivas olaylarına ilişkin hafıza daha tazedir.
2006'da Rahip Santoro öldürülmüştür. 1930'da Kubilay Olayı vardır.
1978 yılı Maraş olayları vardır. Yakın geçmişte ateist olduğunu
gizlemeyen yazar Aziz Nesin'in İslam dinine yönelik bazı hakaret
içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas'ta toplu halde harekete
geçen insanlar, Aziz Nesin'in kaldığı bildirilen oteli galeyana
gelerek ateşe vermiştir. Olayda çok sayıda yazar, ozan ölmüştür.
Aziz Nesin bu olaydan kurtulmuştur." dedi.
Mahkeme devamında da "Sonuçta bu davada TCK 216/1. madde uyarınca
ülkede yaşayan halkın İslam dini yönünden kendilerini diğer
dinlerden farklı gören kesimini alenen kullanılan Hz. Muhammed 'e
ait olduğu bildirilen çizim ile tahrik eden sanıkların bu eylemleri
sonucunda, kamu güvenliği açısından, kamu barışı açısından açık ve
yakın bir tehlike ortaya çıkmıştır" ifadelerini kullandı.
SADECE SÖZLERE YER VERİLSEYDİ YARGILANMAZLARDI
Sanıkların sadece kendi köşelerinden hukuken sorumlu oldukları
belirtilen gerekçeli kararda, "Kendi köşelerinde de suçun unsurunun
maddi görünümünü teşkil eden şey ise, işte tam olarak İslam dininin
peygamberi Hz. Muhammed'in temsili olarak yer aldığı Charlie Hebdo
dergisinin kapak sayfasının sansürsüz olarak yayınlanmasıdır. Eğer
burada dergi kapağı tasvir edilmiş olup resimsiz olarak sadece
sözlere yer verilse idi bundan dolayı ve yazı içeriklerinden dolayı
dava açılmayabilirdi. Ancak maddi deliller bu çizimde yer alan
islam dini peygamberinin tasvirinin aleni şekilde gazetede
sanıkların kendi köşelerinin birer parçası olarak yayınlanmasının
suç konusu olarak yargılanmasını zorunlu kılmaktadır" ifadeleri
kullanıldı.
"İSLAM DİNİNİN PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED'İN RESMİ HİÇBİR
YERDE YOKTUR"
Gerekçeli kararda şöyle denildi:
"Mahkememizce sanıkların eylemlerinin, TCK 216/1. maddede yer alan
'Halkın din bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer
bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek ve bu
suretle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin
ortaya çıkması' şeklinde gerçekleştiği kabul edilmiştir. Çünkü
Fransız dergisine yapılan saldırının temelinde, o derginin İslam
peygamberi Hz. Muhammed'e yönelik olarak gösterdiği saygısız
yaklaşımın olduğu tartışmasızdır. Bu saldırıda 10'dan fazla kişi
hayatını kaybetmiştir. Bu defa, Fransız dergi kapağına Hz.
Muhammed'i temsil ettiğini bildirdiği bir çizim koyarak o çizimi
şöyle konuşturmuştur: 'Hepsi affedildi - Ben Charlie'yim.' Yani
İslami kökenlilerin kendi peygamberlerine yönelik yapılan saygısız
tavır nedeni ile terörist bir yaklaşım sergilemeleri, dolayısıyla
inanışa göre en büyük İslam'ın yani peygamberin onları affettiği
imâ edilmiştir.
Ne var ki bu saldırının da temelinde olan şey İslami inanışa göre
peygamberin bir resminin dahi yayınlanmasının kabul edilemez olduğu
yolundaki gerçekliktir. Gerçekten de İslam dininin peygamberi Hz.
Muhammed 'in resmi hiçbir yerde yoktur. Sadece peygamberimiz değil,
müşrik ileri gelenlerinin de resmi yoktur. Çünkü İslami inanışa
göre iman bir gayb ve kalb meselesidir. Yani gözünüzle
görmediğinize inanmak vardır. Yine inanışa göre, Müslüman olmak
Yaradan'a, meleklere, ahirete inanmakla vücut bulmaktadır. Peki
hangisinin resmi vardır? Diğer yandan, İslami inanışa göre Hz.
Muhammed'i resmetmek mümkün değildir" denildi.
"ÜLKENİN ÇEŞİTLİ YERLERİNDE PROTESTO İÇERİKLİ TOPLANMALAR
AÇIKLAMALAR OLMUŞTUR"
Anayasa'da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde din ve vicdan
hürriyetinin korunduğu ifade edilen gerekçeli kararda, "İnanışa
göre, Hz. Muhammed'in bilinen en güzel haliyle resmedilmesi bile
kabul edilemez bir durum iken, onun karikatürünün yayınlanmış
olması kesinlikle retçi bir yaklaşımla karşı karşıya kalacaktır"
denilerek, yayının yapılmasından sonra ülkenin çeşitli yerlerinde
protesto içerikli açıklamalar olduğuna dikkat çekildi.
"TEHLİKE AÇIK VE YAKINDIR..."
Gerekçeli kararda şu ifadeler yer aldı:
"Unutulmamalıdır ki, TCK 216/1. (Halkı kin ve düşmanlığa alenen
tahrik) maddede yer alan suç, bir tehlike suçudur. Yani sonucun
gerçekleşmesi zaten gerekmez. Açık ve yakın tehlike bu davada bu
şekliyle gerçekleşmiştir. Zira insanlar yayından hemen sonra 81
ilin 47'sinde ve bazı illerde, birden fazla ilçede tepkilerini
toplu olarak ortaya koymuşlardır. Bu durum başlı başına bir
tehlikedir. Bu tehlike açıktır. Çünkü somuttur. Elle tutulur, gözle
görülür eylemli bir bir araya gelme hali vardır. Bu tehlike
yakındır. Çünkü eğer bu dinsel inanışa sahip olmayanların karşı bir
bildirimi olsa, bu topluluklar harekete geçecektir. Onun için de
tehlike açık ve yakındır. Nitekim suç, tahrik edilenlerin hareketi
algılamaları anında oluşmaktadır. Burada tahrik edilenler, yani
peygamberlerinin resmedilmesini kabul edemeyenler, birçok yerde
harekete geçmiş, yani tahrik olmuş, toplu tepkilerini dile
getirmişlerdir. İşte bu toplumsal barışı bozmaya namzet açık ve
yakın bir tehlikedir. Bu durumda iken sanıkların bu çizimi
yayınlamalarının barışçıl bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bilakis,
sanıkların yazılarında yer alan bu ifade biçimi zaman olarak
uygunsuz ve başlı başına zaten bizatihi kışkırtıcıdır."
"SANIKLARIN BU YAKLAŞIMLARI SOMUT DAVADA BİR DEFA ZAMANLAMA
AÇISINDAN SORUNLUDUR"
Gerekçeli kararda şöyle denildi:
"Her cezai norm uygulanacağı ülkenin değerleri ile paraleldir. Öyle
de olmalıdır. Sanıkların bu yaklaşımları somut davada bir defa
zamanlama açısından sorunludur. Çünkü İslam peygamberine hakaret
edildiği için 7 Ocak'ta bir katliam yaşanmıştır. Sanıklar 14
Ocak'ta dergi kapağındaki Hz. Muhammed'e atfedilen çizimi
yayınlamışlardır. Oysa bu ülkede dinsel kökenli (mezhepsel
yaklaşımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir) ani toplumsal
reaksiyonlar bize çok yabancı değildir. Örneğin, 18 Nisan 2007'de
Malatya'da Hıristiyanlık ile ilgili kitaplar yayınlayan Zirve
Yayınevi'nde çalışan kişiler öldürülmüştür. Celsede de dile
getirildiği gibi, Sivas olaylarına ilişkin hafıza daha tazedir.
2006'da Rahip Santoro öldürülmüştür. 1930'da Kubilay Olayı vardır.
1978 yılı Maraş olayları vardır. Yakın geçmişte ateist olduğunu
gizlemeyen yazar Aziz Nesin'in İslam dinine yönelik bazı hakaret
içerikli sözler söylediğinden bahisle Sivas'ta toplu halde harekete
geçen insanlar, Aziz Nesin'in kaldığı bildirilen oteli galeyana
gelerek ateşe vermiştir. Olayda çok sayıda yazar, ozan ölmüştür.
Aziz Nesin bu olaydan kurtulmuştur. Üstelik bu sözleri tam olarak
nasıl söylediği bile belli değildir. Oysa anında bir reaksiyonla
insanlar kendi kutsallarına yönelik hakaret yönünden toplu halde ve
sonunu düşünmeden harekete geçmişlerdir. Bunlar ve daha
örneksenecek birçok olay, dinsel saikle ve din adına yapanlar
tarafından iyi niyetli olarak yapıldığına inanıldığı şekli ile
yaşanan olaylardır. Bunlar bile, dinsel anlamdaki tahriklerin
nereye gideceğinin bilinmezliğini ortaya koymaktadır. Sonuçta,
dinsel saikle hareket edenler sonuçtan çok sebebin doğruluğundan
hareket etmektedir. İşte bu gerekçe ile yayınlanan çizim nedeni ile
toplu hareketlerin mevcudiyeti karşısında somut bir şekilde TCK
216/1. maddedeki suçun unsurlarının oluştuğu kabul edilmiştir.
Sonuçta bu davada TCK 216/1. madde uyarınca ülkede yaşayan halkın
İslam dini yönünden kendilerini diğer dinlerden farklı gören
kesimini alenen kullanılan Hz. Muhammed 'e ait olduğu bildirilen
çizim ile tahrik eden sanıkların bu eylemleri sonucunda, kamu
güvenliği açısından, kamu barışı açısından açık ve yakın bir
tehlike ortaya çıkmıştır. Çünkü birçok yerde tek kişilik olmayan,
birden fazla kişinin katıldığı tepki eylem ve hareketleri
gerçekleşmiştir."
"DESTEĞİN YA DA DÜŞÜNSEL PROTESTONUN YÖNTEMİ SANIKLARI ÖNCE
SUÇLU DURUMA DÜŞÜRMEKTEDİR"
Sanıklara olası kast hükümlerinin uygulandığı hatırlatılan
gerekçeli kararda, daha sonra şu ifadeler yer aldı:
"Sanıkların üzerine atılı suçun genel kast ile işlendiği
tartışmasızdır. Sanıklar kendi beyanlarında da Fransa'da yapılan
saldırıyı kınamak, terörü lanetlemek ve ölen dergi çizerleri ya da
yazarları için destek olmayı hedeflemişlerdir. Bunda bir sorun
yoktur. Ancak bu desteğin ya da düşünsel protestonun yöntemi,
sanıkları önce suçlu duruma düşürmektedir. Çünkü 7 Ocak'ta İslam
adına hareket ettiğini söyleyenler, İslam peygamberine yönelik
derginin kabul edilemez buldukları saygısız çizim ve yaklaşımları
için çok sayıda dergi çalışanını öldürmüştür. Fransa'da buna tepki
olarak yayınlanan Charlie Hapdo dergisi bu defa derginin kapağına
Hz. Muhammed'e ait olduğunu imâ ettiği bir çizim koyarak kendince
bir tepki seçkisi yayınlamıştır. İşte bu saldırıdan sadece 7 gün
sonra, sanıklar derginin kapağında yer alan Hz. Muhammed'de ait
olduğu kabul edilen çizimi de içerecek şekilde tüm dergi kapağını
görsel olarak köşe yazılarının başına koymuşlardır. Sanıklar birer
köşe yazarıdır. Açıklamalarını, tepkilerini sözlerle ifade
edebilecek yeterliliğe ve entelektüel birikime sahiptirler. Nitekim
her iki sanığın da yazı içerikleri okunduğunda, ne söylemek
istedikleri anlaşılmaktadır. Yazı ile verilmek istenen mesajı zaten
vermişlerdir. Bu yazının fikirsel olarak ayrıca Charlie Hebdo
kapağı ile pekiştirilmesine gerek var mıdır? Olağan bir kabul ile,
aslında yoktur.
Fakat bu bir tercihtir ve sanıklar tercihlerini kapağı da koymaktan
yana kullanmışlardır. Sanıkların ifade özgürlükler içerisinde dergi
kapağının yayınlanması köşe yazılarında verilmek istenen mesaj için
zorunlu bir parça değildir. Sanıklar o resimleri koymadan da ifade
özgürlüğü çerçevesinde köşe yazılarını verebilirdi. Ve yine
sanıklar eğer buna rağmen yukarıdaki mantık ile dergi kapağını
koymak konusunda bir tercihte bulunuyor ise o halde onları buna
iten sebebin arkasında olası kast vardır. Yani sanıklar
olabilecekleri tahmin edebilecek öngörebilecek bilgi birikimine
veri birikimine ve tecrübeye sahiptirler. Buna rağmen tercihlerini
resimi koymaktan yana kullanmışlardır. Sanıklar muhtemel tepkiyi
öngörmüş, ancak geri adım atmamışlardır. Bu ise gelecek tepkileri
baştan kabullenme olduğunu gösterir. İşte bu gerekçe ile
mahkememizce sanıklar yönünden olası kast hükümleri uygulanmıştır.
Olası kast için oran belirlenir iken de kastın ağırlığı ve suçun
niteliğine göre alt sınırdan uzaklaşıldığına göre, bununla orantılı
bir değerlendirme yapılmıştır."
"MAHKEME BİLGİ BİRİKİMİYLE DEĞERLENDİRME YAPABİLECEĞİ
TAKDİR EDİLMİŞTİR"
Duruşmalarda, dosyanın bilirkişi olarak Diyanet İşleri
Başkanlığı'na gönderilmesi ve görüş alınmasının istendiği, talebin
reddedilmesi üzerine bazı müştekiler tarafından hakimin
reddedilmesi boyutuna gelindiği anımsatılan gerekçeli kararda,
"Mahkememizce tek bir bakış açısının yer almaması amacı ile dosya
bilirkişi sıfatı ile bu kuruma gönderilmemiştir. Onun bildireceği
hususlar konusunda mahkememizin bir ön görüşü mevcut olup,
bildirilecek hususlarda mahkememizin mevcut deliller, açıklamalar,
bilgi birikimi ve toplumsal yapı özümsemesi ile zaten bir
değerlendirme yapabileceği takdir edilmiştir" ifadelerine yer
verildi.
"HAKİMLER SADECE HUKUKA VE VİCDANA UYGUN KARAR
VERMEZLER"
Kararda, şu ifadelere yer verildi:
"Unutulmamalıdır ki, hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar
vermezler. Onların temel hareket noktası, eylemin tanımlanması ve
cezanın bireyselleştirilmesi aşamasında ortaya çıkan toplumsal yapı
ve ihtiyaç kavramlarının içselleştirilerek doğru yere varma
amacıdır. Aslında temelde hukuk da bunun için vardır. Amaç
toplumsal öç alma duygusunu engellemek, toplumun suç saydığı
eylemleri devletin sağladığı güç ile ve fakat toplum adına
yaptırıma tabi tutmaktır. Hakimler de tam olarak bunu yaparlar.
Hiçbir hakimin içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket
etme hakkı ve lüksü yoktur. Bu mantıkla içinde yaşanılan toplumda
İslam peygamberinin resminin görüntüsünün olmaması, bunun belli
dinsel dayanaklarının mevcut olması ve Müslümanlar tarafından bunun
genel kabul gören mutlak doğrulardan biri olarak hem kabul edilmesi
hem de bu doğru çerçevesinde eylemli olarak yaşanıyor olması,
mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır. Mahkememiz, içinde
yaşanılan toplumda büyük kesimi oluşturan İslami dinsel
topluluğunun inançlarına, doğrularına saygı duymakla yükümlü olup,
bu realiteyi de görebilecek yeterliliktedir. Verilen ara karar ile
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tek taraflı bir bakış açısı
sergileyebileceği yolundaki düşüncelerden de kaçınılması gerektiği
değerlendirilmiştir."
"İNDİRİM MECBURİ DEĞİL, TAKDİRİDİR"
"İndirim mecburi değil takdiridir" denilen gerekçeli kararda,
"Böylesine kitlesel hareketlere sebebiyet verecek ve tahrik olan
kitlelerin kutsal saydığı bir hususta sanıkların üzgün olduklarını
gösteren en önemli delil, bu üzüntünün, bu pişmanlığın uygun bir
şekilde ifade edilmesidir. Ancak sanıklar tarafından bu
gerçekleştirilmemiştir. Sanık Hikmet Çetinkaya her türlü teröre
karşı olduğunu, kaldı ki yer verdiği çizimin Hz. Muhammed olduğuna
inanmadığını söylemektedir. Sanık Ceyda Karan'ın hareket noktası
ise herkesin bir diğerinin inancına ve ifade özgürlüğüne saygı
duyması gerektiğidir. Dolayısıyla, kendisinin de bu ifade biçimi
karşısında saygı görmeyi hak ettiğini aslında söylemektedir. Ancak
bunlar temelde sanıkların yaptıkları eylem nedeni ile nedamet
içinde olduklarını gösteren şeyler değildir. Bu durum, özellikle
gerekçede bildirilerek sanıklar için takdiri indirim nedenleri
uygulanmamıştır" denildi.