"HİÇBİR İKTİDAR VİCDANLARIMIZIN SAHİBİ OLAMAZ!" ENVER AYSEVER'DEN ARAT DİNK'E AÇIK MEKTUP!
Birgün yazarı Enver Aysever, Hrant Dink'in oğlu Arat Dink'e hitaben kaleme aldığı mektubu köşesine taşıdı.
Arat Dink'e açık mektup
Sevgili Acılı Dostum;
“Ölenle ölünmüyor” en sevmediğim deyimdir. Ölenle ölünür, en azından yüreğimizin bir parçası onunla gider. Üstelik Rakel Dink, annen, ölenle ölündüğünün en güzel göstergesi. Çok sevdiğini her bakışında, sözünde, duruşunda hissettirdiği eşinin ardından neredeyse içinde bulunduğumuz gerçek yaşamla vedalaştı. Sanki bir başka yerden bize ses verdi, onurlu, etkileyici duruşuyla başka bir evrenin sözü oldu.
Ülkede duyarlı olan kimsenin zihninden silinmeyen “Bir bebekten katil yaratan düzen”i sorguladığı bilge mektup tam da bunun en güzel göstergesi. İnançlı biri olan Rakel Hanım, bu sözleri kulağına Tanrı’nın fısıldadığını düşünüyor. Ben ölenin ardından anıları, öyküleri, yaşam sevincini yitiren birinin sessiz isyanı olarak dile gelen bir anlatı olarak görüyorum o metni! İçindeki şiir acının en yalın halinden, aşkın en saf biçiminden kaynaklı. Kinden, öfkeden, intikamdan uzak, benzersiz bir acının olgun dile gelişi bu.
Babanı hiç tanımadım. Doğrusu iyi tanıdım; bir yazar, düşün adamı fikirleriyle, yazılarıyla tanınır, bilirim. Böyle bakınca sesi çok çıkan, aykırı sözler söyleyen bir Ermeni olduğunu hemen herkes fark etti. Tam da bundan dolayı; yani sesi çok çıktığı için ve hele de Ermeni olunca yaşamda kalması doğru değil, diye düşündü birileri. Yok edilmesi gerekliydi. Öyle de oldu. Bir yanıyla sıradan bir olay bu bizim coğrafyamız için; makbul sayılmayan herkesin yazgısı böyle bitebilir. Kimi sosyalist olduğu için, kimi Alevi, kimi Ermeni olduğu için, kimi inançsız, kimi muhalif olduğu için, kimi yazar/aydın, kimi eşcinsel olduğu için, kimi söz dinlemeyen bir kadın, kimi Kürt… Hepsi an gelir ölüm fermanı çıkması için gerekçe sayılır…
Birini öldürmenin türlü yolları vardır. Bazen silahı yüzüne tutar, basarsınız tetiğe, mertçedir hiç değilse. Ama en korkuncu pusu kurmaktır. Arkadan vurmak! Kimi zaman canına kast edilir, kimi zaman da şana, şerefe, onura! Bazen öyle bir çember yaratılır ki, soluk alamaz hale gelir insan. Ekmeğini bile kazanamaz olur. Ölümlerden ölüm beğenenlerin ülkesindeyiz…
Geçen gün yazdığın yazıyı okudum sevgili kardeşim. Haklı isyanını işittim, yerinde sorularına yanıt bekledim. Güzel gözyaşı dökmek, en içli ağıtları yakmak acımızı dindirmez, sorunlarımızı çözmez. Bir adım daha ileri gidiyorum, ölen geri gelmez belki ama eğer ortaya koyduğun soruların yanıtları bulunursa, yüreğimize serinlik gelir. Neden? Adalete olan inancımız tazelenir ve bugün en çok gereksinimimiz de buna! Adalete…
Sabahattin Ali’ye kurşunu kim sıktı, bilmiyoruz hala. Ya da Mumcu’nun faili kim? İpekçi’nin katilini hem biliyoruz, hem bilmiyoruz. Sivas’ta canlara kıyanlar kim? Bunları sordukça, sorular yeni soruları doğuruyor. Cumartesi annelerinin evlatları kimin elinde son nefesi verdi, bilen var mı? 1 Mayıs’ta Taksim’i kana bulayanların izini sürdük sürmesine de, karşımızda hep aynı kapı duvar! Hrant da böyle bayrak oldu işte, onun failini bulmak sanki hepsini açığa çıkarmak gibi! Biri, bu toprakta sesi çıkan Ermeni olduğu için can verdi! Yalın, kavranması kolay bir tümce ve bir o kadar karmaşık ve yaralayıcı anlamlar saklı içinde…
Sevgili Arat,
Kafamızı karıştırmak istiyorlar. En güzel kavramları, seçimlere, süslü nutuklara meze yapıyorlar; Özgürlük diyorlar, demokrasi diyorlar, adalet diyorlar, eşitlik diyorlar… İnanmak isteyince insan, yüzünde bir umut gülüşü beliriyor. Ardından da en çaresiz ifade geliyor, umut kırıklığı, yürek yanığı. Ben mektubundaki isyanı böyle anladım. O satırlar tüm toplum adına, senin itirazlarında… İmza atmak boynumun borcu! Öyle bir kurgu oluyor ki, babanın katillerini açığa çıkarmak için canını ortaya koyan Ahmet, Nedim, bir anda sanki ona tetik çekenmiş gibi muamele görüyor; öyle bir an geliyor ki, insan yanındaki dostundan, kardeşinden kuşku duyar oluyor. Soruyorum; acılar da yarıştırılmadı mı?
Artık öyle tekinsiz, karanlık bir süreci yaşıyoruz ki, korku gündelik yaşamın doğal parçası. Kameralar evlerimizde, yatağımızda, günahımızda, sevabımızda. Ama nedense o kameralarda failler yok. Hiç olmadı! Oradan birilerine ahlak bekçiliği yapanlar, aydınların canına kıyanları göremiyor!
Sevgili Arat;
İçinde büyüyen öfkeyi bilmemek, ona dokunmamak elde mi? Sen kimi işaret ediyorsan, aslında failler onlardır. Yürek yalan söyler mi?
Hiçbir iktidar vicdanlarımızın sahibi olamaz.
Gün yaralı da olsa, yalnız kalarak da olsa gerçeğin o tertemiz yüzünü açığa çıkarmak için savaşma günüdür. Büyük sözlerden geriye dik yürüyecek cesaretimizden başka ne kalır elimizde?
Enver Aysever/Birgün