“Herkes vicdanı kadar yaşasın isterdim”
Star Haber'in ekran yüzü ve Genel Yayın Yönetmeni Nazlı Çelik eniyikadin.com'dan Ferit Ömeroğlu'nun sorularını yanıtladı.
Nazlı Çelik Yurt dışında aldığı eğitimlere rağmen ülkesine aidiyetinden, boynundan hiç çıkarmadığı ay-yıldızlı kolyesine kadar birçok konuda merak edilenleri yanıtladı.
Ferit Ömeroğlu açıklamasında, ”Türkiye'nin yoğun ve karmaşık gündeminde, haberin 24 saat devam ettiği döngüde kendisini Star TV'de Ana Haber öncesinde ziyaret ettik. Ekran önü harici Nazlı Çelik'i sizler gibi biz de merak ediyorduk. Şu kadarını söyleyebilirim: Oldukça zarif ve kibar, zihninde sayısı belirsiz konu, başlık, yoğunluk olmasına rağmen gayet ferahlatıcı ve sakin, odasındaki düzen ve tertibi kıskanılacak seviyede. Hemen koltuğunun arkasında duran fotoğraf karesinde bir buçuk sene önce Kato’da şehit düşen Songül Yakut Yarbay ile fotoğrafını gördüm. Konu açılınca tebessümle dolu sureti yerini hemen hüzne bıraktı.” Dedi.
İşte Nazlı Çelik’in konuşmalarından satır başları;
“Hırslı olabilirim ama o hırs hiç bir zaman kişiliğimin önüne geçmedi”
Ferit Ömeroğlu: Eğitim hayatınıza ve kariyerinize baktığımız da çok hızlı kat edilmiş mesafeler görüyoruz. Bunu başarmanızdaki temel etken neydi? Yani tutkulu veya hırslı birisi olmanız mı ya da tam olarak nerede olmak istediğinizi bilmeniz mi?
Nazlı Çelik: 20 yıl… Hiç de hızlı sayılmaz. Yaptığım mesleğin her kademesinde zaman ve emek harcayarak sindirerek geldim bugüne. Ne istediğimi biliyor olmam, azimli, disiplinli olmam etken olmuş olabilir. Benim için en önemli şey istikrardı. Yaptığım işin en iyisini yapmak konusunda hırslı olabilirim ama o hırs hiç bir zaman kişiliğimin önüne geçmedi bu yolda. Tutkuya gelecek olursak. Evet tam olarak o. Tutku olmazsa olmazım. İçimde tutkuyu barındırmadığım hiçbir işte verimli olamam ben.
“Vatan toprakları bilincimizde ‘Anne’ diye kodludur”
Çocukluğunuzdan bugüne kadar hayatınızın birçok bölümü yurt dışında geçmiş. İsviçre’de geçen bir lise eğitimi ve sonrasında da Boston’da televizyon ve psikoloji alanlarında eğitimleriniz var. Bu aslında biraz klişe bir soru yurt dışında bir süre yaşayıp gelen kişilere sık sorulur ama sormak istiyoruz. Kariyerinize ülkenizde devam etmenizi sağlayan şeyler nelerdi?
Ülkeme bağlılık, çokça vatan sevgisi… Dünyanın görmediğim yerlerini gezmeyi seviyorum, bir süre oralarda bulunmak güzel. Ama yolun sonunda mutlaka kendi topraklarıma döneceğimi biliyor olmak sevmeme sebep. Okul sonrası da cazip teklifler, fırsatlar çıktı önüme ama bir şeyler katacaksam, birikimlerimi kullanacaksam, bu ülkemden başka bir yer olmamalı. Vatan toprakları bilincimizde ‘anne’ diye kodludur. Annesinden ayrı hiçbir evlat, dünyanın neresine giderse gitsin mutlu olamaz.
Alanınız dışında psikoloji eğitiminin yaptığınız işte ne gibi etkileri oluyor? Sizin gibi olmak isteyen arkadaşlar fırsatları olursa birikimlerine eklemeli mi?
Özellikle polis adliye muhabirliği yaptığım yıllarda kol mesafesinden hiç yoksa 200’e yakın ceset gördüm. Nice ölümler, tecavüzler, yürek burukluklarına şahit oldum. Başka türlü nasıl üstesinden gelinir ki… O dönem televizyon gazeteciliğine ek psikoloji okumak, kendi iç dünyamda tüm bu tanıklık ettiklerimle mücadele etmemde mutlaka faydalı oldu. Bu iş en fazla işte öğrenilen bir meslek. O yüzden üniversite yıllarında kendilerine katacakları her türlü ek uzmanlık, artı puandır bence.
İletişim fakültelerinde yetişen gençler mezun olduklarında yeterli donanıma sahip olamıyor genelde. Belki bunu birçok farklı alan için de söyleyebiliriz. Yurt dışı ile kıyasladığımızda yapısal farklılıklar neler sizce? Yoksa yeterli donanıma sahip olamamak biraz da bizim suçumuz mu?
İnsan o donanımı biraz da kendi yaratıyor. Üniversite yıllarında kazandığımız teknik bilgiler elbette çok önemli. Ama sonrasında o hazineyi şekillendirmek bireyin kendi elinde. Seçtiğimiz yolda girdiğimiz her ara sokak bizim tercihimiz. Bütün mesleklerde olduğu gibi, bizim işimizde de teorik bilgi ile pratik bilgi arasında bir fark vardır. Kitabi bilgiyi hayatın içinde o mesleği yaparken test eder ve olgunlaştırırız. Ben bunu yapmaya çalıştım.
“Vatan millet sevgisinin tartışması yok bende. Siyah beyaz kadar net”
Ay-yıldızlı kolye ile ekrana çıkıyorsunuz genelde. Ve açıkçası size çok yakıştığını düşünüyorum. Sözlerle ifade edilemeyecek anlamlar ortaya çıkarıyor sanki. Üstünüzde taşıdığınızda size en çok hangi duygu/duyguları hissettiriyor?
Aidiyet duygumu perçinliyor. Türk olduğumun, bununla gurur duyduğumun bir sembolü. 15 yıldır hep taktığım bu kolye, Türkiye’nin içinden geçtiği konjonktürel olaylarla, bazı dönemlerde tartışmaların odağıda oldu maalesef. . Vatan millet sevgisinin tartışması yok bende. Siyah beyaz kadar net özetle. Ülkemin bayrağını yıllardır boynumda taşıyor olmak benim tercihim, ama daha önemlisi insanın kalbinde bunu taşıyor olması.
“Ölümler sindirilmiyor, acılar fazla geliyor yüreklere”
En zorlandığınız haber hangisiydi?
Türkiye’nin ilk kadın Jandarma Komutanı Yarbay Songül Yakut, Aydoğan Aydıntaşa’nın da aralarında bulunduğu 13 şehit verdiğimiz Kato. Değip dokunduğunuz insanların günler sonra ölüm haberlerini almak, kutsal bir amaç uğruna şehit olmaları, günler önce kahramanlıklarını anlatıp gurur duyduğunuz insanların cenaze haberlerini veriyor olmak kahredici. Ölümler sindirilmiyor, acılar fazla geliyor yüreklere… Böyle durumlarda kendi içime dönüyor, kelimelere sığınıyorum, yazıyorum…
“Yaşanmışlıklara hata olarak bakmamayı öğrendim”
Allah uzun ömürler versin, umarım harika ve uzun bir hayat geçirirsiniz. Ama bu dünyadan göçerken gençlere kılavuzluk edecek bir cümle bırakmak isteseydiniz bu ne olurdu?
Allah şaşırtmasın denir ya.. En önemlisi vicdanlarını kaybetmeden, doğrularından şaşmadan, ödün vermeden, eğilip bükülmeden yaşasınlar. Buna ek, bir insan ortalama 78 yıl yaşıyor, bunun 10,5 yılını çalışarak geçiriyoruz. Ama yapılan araştırmalar sadece yüzde 50’sinin işinde mutlu olduğunu gösteriyor. O yüzden her sabah şevkle gidecekleri, kendi karakterlerine uygun bir meslek dalını seçsinler.
İnsanlar hatalarla gelişiyor ve olgunlaşıyorlar derler. Sizin de bu hatayı iyi yapmışım ya da keşke yapmasaydım dediğiniz hatalar oldu mu?
Ben yaşanmışlıklara hata olarak bakmamayı öğrendim. ‘Keşke’ yerine, ‘İyi ki’ derim hep, iyi ki gelmiş, yaşamışım bana bir şeyler katıp, öğretip gitmiş.
Bugün milyonlarca genç birilerinden ilham alıyor. Belki de kendine bir rol model belirliyor. Gençliğinizde siz birilerinden ilham aldınız mı?
Benim rol modelim bir kişi değil de çok kişi. Pek çok insanın olumlu özelliklerinden oluşan, başta annem ve babam olmak üzere, meslek büyüklerimde dahil, bir karma rol model oluşturmaya çalıştım. Ama birey olarak kendi yolumu çizmek, farkındalık yaratmak adına da eşsiz güzel bir deneyimdi. Başkalarına rol model olabildiysem ne mutlu..
“Benim aidiyetim sadece yaşadığım topraklara”
İlerisini planlayarak mı yaşıyorsunuz yoksa biraz daha hayatı seyrine bırakan birisi misiniz? Gelecek planlamanızda “Şu noktaya gelince her şeyi bırakıp bir Ege sahil kasabasında çiçeklerimi sulayıp daha sakin bir hayat yaşayacağım” gibi bir şey var mı?
Hayat geldiği gibi... Planların bugünü bizden çalmasına izin vermemek lazım. Zira hayat insana en beklenmedik anlarda bambaşka kapılar açacak kadar sürprizlerle dolu. 20 yıldır çalışıyorum, en az 20 yıl daha çalışacakmış gibi hissediyorum. Yani Ege sahillerine uzun bir zaman sadece yaz tatili için gitmeyi düşünüyorum. Ama verimli olmadığımı hissettiğim, üretemediğim, tutkuyu kaybettiğim zamanda, ‘vakit tamam’ deyip gidebilecek kadar güçlü bir bilinçteyim. Benim tek aidiyetim yaşadığım topraklara. Mevki, makama değil.
“Herkes vicdanı kadar yaşasın isterdim”
Meraklı ve çok soru soran insanlar bazen cevaplarını bulamadığı sorulara uzun süre takılır. Sizin böyle bir sorunuz var mı öğrenmek istediğiniz? Eğer elinizde bir küre size bir sorunun cevabını verecek olsaydı neyi öğrenmek isterdiniz?
İnsanlar iyi veya kötü olarak doğuyor. Zaman içerisinde deneyimledim ki, kötü insan iyi insana dönüşmüyor. Bir süre iyiy-/miş gibi davranabiliyor menfaatleri doğrultusunda sadece. O yüzden soru değil de... Bir isteğim gerçek olacaksa, herkes vicdanı kadar yaşasın isterdim.
Hepimizin hayatında bakış açımızı değiştiren, bizi güçlü yapan ya da tam tersi hassas bir insan yapan deneyimler oluyor. Bu noktada hayatınızdaki en önemli deneyim neydi?
Yatılı okula gitmem beni daha güçlü bir insan olmamda etkili olmuştur. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim erken yaşta. İnsan hayatındaki en yakın beş arkadaşının ortalamasıdır derler, ama en çok da anne babasının toplamıdır. Çok özel bir anne, babanın evladı olmam en büyük zenginliğim oldu. Mücadeleci, çalışkan yanım, ömrünün 20 yılını hastalıklarla savaşarak geçiren bir babadan, yumuşak, vicdanlı, dürüst yanım annemden geldi sanıyorum.
Soru sor(a)bilmeyi nereden öğrendiniz? Yani herkes soruyor soru ama doğru soru sorabilmek çok farklı bir beceri. Bunu nasıl edindiniz?
Cevabı alınamayacak hiçbir soru yoktur, önemli olan o soruyu nasıl sorduğunuz bence. İnsan ilişkileri kuvvetli biriyim, binlerce insanla kesişti hayatım, karşınızdakini iyi analiz edebilmek ve daha da önemlisi empati ile yaklaşmak işin püf noktası sanırım.
Sizin için “mükemmel” bir günün tanımı nedir? Gününüzü nasıl geçirmeyi seversiniz?
Benim için bir günün en güzel anı, işimi hakkıyla yaptıktan sonra, eve gidip kızımı kucakladığım andır ve sonrasında vicdanım rahat bir şekilde başımı yastığa koyabilmektir.
“Başkasının acısını hissedebildiğimiz sürece insanız”
Farklı coğrafyadaki insanların; farklı yaşam, mezhep ve bakış açısına sahip insanların bu röportajı izleyeceğini düşünürsek: idealize ettiğiniz dünyanın oluşabilmesi için eksik olan en büyük parça nedir? Neleri yanlış yapıyoruz?
Tahammüller azaldı, tüketim çağındayız. Öfkenin özü aslında kendimizle barışık olmayışımız, kendimizi affetmeyişimiz. Benim idealize ettiğim dünyada, her ne gün ki, kendimizi affeder, bağışlar, barış imzalarsak, çevremize duyduğumuz öfke de o oranda azalacak, barış ancak böyle mümkün olacak. Buna ek, dinlemeyi, anlamayı bilmiyoruz. Empati yeteneğimiz giderek kayboluyor. Bir görüşe ait, bir ideolojiye yakın olabiliriz ama küçük ortak paydamız her zaman insan olmalı. Başkasının acısını hissedebildiğimiz sürece insanız çünkü. Hayatta bazen başımıza istemediğimiz olaylar da gelir. Ama burada kendimize veya karşımızdakine kahretmek ve mahvetmek yerine, şu yolu tercih etmeliyiz. Öz eleştiri yapmalı, ders almalı ve yola devam etmeliyiz.
“Gazeteci olmasaydım psikolog olmak isterdim”
Bazı mesleklerde Hollywood effect vardır. Bu hayal ile büyüyüp istediğini elde edince hayal kırıklığına uğratır biraz. Bence günümüzde de gazetecilik bu mesleklerden birisi olma noktasına gidiyor. Araştırma gazeteci olacağım hayali olan gençler kalmadı sanki. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir kere, teknolojinin de etkisiyle mesleğin ruhunda bir değişim yaşanıyor. Hayattaki her şey gibi bizim mesleğimizde de yüzeysellik ortaya çıkıyor oysa biz derinliği aramalıyız. İşimizin ruhu da bunu gerektirir, zira haber ayrıntıda gizlidir. Bu yol bizi klasik olmaya götürür, öbür yolu seçenler kısa süreliğine popüler olur ama kalıcı olamazlar.
Çok klasik bir soru ama bu mesleği yapmasaydınız ne olurdunuz?
Yine dünyaya gelsem, yine gazeteci olmak isterdim. Ama illa farklı bir alan seçeceksem, psikolog olmak isterdim sanırım.
“60’larda yaşamak isterdim.”
İzlediğimiz bazı dönem filmleri ya da dizileri bazen keşke o dönemde yaşasaydım dedirtir. Bir zaman diliminde yaşama şansınız olsa bu ne zaman olurdu?
60’larda yaşamak isterdim. Değerlerin parayla pulla ölçülmediği, en derin şiirlerin yazıldığı, şarkıların daha anlamlı olduğu dönemler…
İşinizden kalan vakitlerde ne yapmayı seversiniz? İlgi duyduğunuz belli hobiler ya da aktiviteler var mı?
Türkiye’nin neredeyse tamamını gezdim. Fırsat oldukça Anadolu’ya inmeye, yurt dışında değişik yerleri gezmeye çalışıyorum. Seyahat nefes aldırıyor bana. O’nun dışında spor ve sevdiğim dostlarımla birlikte olmak.
Tanışma imkânınız olsaydı en çok tanışmayı istediğiniz kişiler kimler olurdu? Şu an hayatta olmayan kişiler de dâhil.
ATATÜRK
Çocukluğunuzla ilgili en çok özlediğiniz şey nedir?
Büyüdüğüm apartmanın arka bahçesinden gelincik çiçeği toplardık. Seksek oynardık tebeşirle çizdiğimiz kutularda. Teknoloji ve hızlı yaşam biçiminin de etkisiyle, değerlerin aşındığı, ahlak, etik kavramlarının silikleştiği, geleneklere çok da sahip çıkmayan bir nesil geliyor artık. Özümüze sahip çıkmalıyız. Geçmişi olmayan bir toplum, sağlıklı bir gelecek inşa edemez. Geçmişe özlem büyük bende. Biraz nostaljik bir insanımdır, bunu kabul ediyorum.
Genelde çocukken pembe bir balonun içinde büyürüz ve sonra bir noktada patlar o balon. Sizin için de böyle bir an oldu mu? Büyüdüğünüzü hissettiğiniz an hangisiydi?
Ben annemi babamı İstanbul’da bırakıp, yatılı okula gittiğim gün büyüdüm.
“Parlemento ve belediyelerde kadın temsilinin yükseltilmesi toplumdaki bu sorunun en can alıcı bölümüdür”
Sizin gibi güçlü bir kadın figürü bulmuşken biraz da bu konuya da değinmek istiyorum. Hem dünyada hem de ülkemizde hala kadınların maruz kaldığı adaletsizliği, eşitsizliği ortadan kaldırabilmiş değiliz. İşin şiddet boyutuna girmiyorum bile. Bu noktada çok fazla sebep ve etmen var ama sizce en öne çıkan sebep hangisi? Çözümden ne kadar uzağız?
Maalesef bizde her sorunun yalnızca bir bölümü konu ediliyor. Oysa her meselenin özüne ve köküne inmemiz gerekiyor. Kadın meselesinin özü; kız çocuklarının okutulmasından başlar, evde kız çocuklarının erkek çocuklarıyla eşit muamele görmesiyle devam eder, sonra okulunu bitiren genç kızın işe giriş imkanların da fırsat eşitliğiyle en üst noktaya çıkar ve son olarak üst siyaset katında parlamento ve belediyelerde kadın temsilinin yükseltilmesi meselenin can alıcı bölümüdür. Bu kademeleri düzenleyebilirsek, kadın sorunu çözülür. Yani komple bir bakış açısı geliştirmeliyiz.
Sizin kariyerinizde kadın olduğunuz için yaşadığınız bir zorluk oldu mu?
Ben hiçbir zaman meseleye kadın erkek gözüyle bakmadım. Ben bir bireyim, kendimi yetiştirmeye çalışırım, rekabete hazırım. Kimseden iltimas istemem. Ama kimseye de hakkımı yedirmem.
Sizin gibi güçlü kadın bir olmak isteyen gençlerimize ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”