Herkes haddini bilmeli, başkasına had bildirmemeli!
Fethullah Gülen'in Türkiye gündemine bomba gibi düşen rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun ardından ilk video sohbeti yayınlandı.
Fethullah Gülen, Salı günü başlayan büyük yolsuzluk ve rüşvet
operasyonunun ardından ilk video sohbetini yayınladı. Gülen, dün
yayınlanan ve ‘Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Şehitlik’
başlığını taşıyan sohbetinde ‘İnsan için her zaman haddini bilmesi
çok önemlidir’ derken, Turgut Özal’ın fikir hürriyetini kısıtlayan
163. Maddeyi kaldırmasını örneğini vererek ‘o günleri getirmek
densizlik olur’ dedi.
İşte Gülen’in konuşmasından önemli satır başları:
- “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez.”
İnsan için her zaman haddini bilmesi, hatta kâmetinin altında
görünmesi çok önemlidir. Her şahıs kendi haddini bilmelidir; ne var
ki başkaları için had tayinine girmemelidir; “Falanın haddi şu
kadardır, kıymet-i harbiyesi bu kadardır!” dememelidir. O,
bilinemez; nezd-i ulûhiyete ait bir husustur. Bazen ortaya konan
çok küçük bir amel, basit gibi görünen bir tavır ve pek dikkati
çekmeyecek bir davranış ihlasa iktiran ettiğinden dolayı
tasavvurları aşkın bir mahiyet alabilir. “Bir zerre ihlâslı amel,
batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.”
- Bazen çok küçük bir amel ya da çok kısa bir zaman dilimi insanın
kurtuluşuna vesile olabilir. İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bazı
ehl-i hakikat demişler ki: “Bir ân-ı seyyale vücud-u münevver,
milyon sene vücud-u ebtere müreccahtır.” Doğurgan bir an..
sonsuzluğun peylendiği bir an, kısır bir hayattan daha
kıymetlidir.
* Hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada
bilinemediğine göre, insan her güzel işe kıymet vermeli, iyilik
namına hiçbir şeyi küçük görmemeli ve önüne çıkan her hayırlı
fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olmalıdır.
Ayrıca, maruf adına hiçbir şeyi küçük görmediği gibi münker
(kötülük, çirkinlik, günah) hesabına da hiçbir şeyi küçük görmemeli
ve günahın en basitinden bile uzak durmaya çalışmalıdır.
- Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ruhunun ufkuna yürüdüğü gece,
bir garib, kaldığı yerin penceresinde bir ses duymuş. Kuş
gagalamaları gibi olan o sese önce aldırmamış; fakat ses de
kesilmemiş. Bir kere daha bir kere daha.. “Ne ola ki?” diye perdeyi
açınca görülmedik bir kuşun semanın derinliğine doğru açılıp
gittiğini müşahede etmiş. Sonra o zat, kalkıp gideceği yere
yürürken dostlarından biriyle karşılaşmış; onun “Turgut Özal vefat
etti!” sözünü işitmiş. Anlaşılıyor ki sonsuzluğa açılan bir
güvercin gibi kanat çırpan, o Hazret’in ruhuymuş.
- Merhum Turgut Özal bir darbe üzerine idareye geçmişti, Allah onu
istihdam buyurmuştu. Olumsuzlukların temerküz ettiği bir dönemde
bazı şeyleri yırtarak bir kısım olumlu şeyler yapmak suretiyle
merkezde çok küçük iyilikler muhit hattında çok büyük iyiliklere
tekabül eder.
- Belli bir dönemde dinî düşünce ve kanaat hürriyeti cami
çerçevesine hapsedilmiş ve orada da bazı sınırlamalar getirilmişti.
Hususiyle 163. Madde’nin hayatta olduğu zaman diliminde, camilerin
dışında, herhangi bir dinî kanaati belirtmek bile, çoğu hukukçular
tarafından, “dinî esaslara dayalı devlet kurma maksadıyla
propaganda yapma” kategorisi içine sokulmuştu. Yani, o günkü
anlayışa göre kalbî ve ruhî hayata müteveccih olan insanlar bir
cemiyetin unsurları sayılırdı. Mesela, biri konuşuyor, siz de
sadece dinliyorsunuz. Aynı duygu ve aynı düşünce etrafında bir
araya gelme unsurları tamam… Böylece siz, bir cemiyet teşekkül
etmiş sayılıyorsunuz. Dolayısıyla, hepinizin, 163’ün birinci
fıkrasına göre, iki seneden yedi seneye kadar tecziye edilmeniz
gerekirdi. Böyle bir tahdidin sosyal bir hukuk devleti anlayışıyla
asla bağdaşmayacağı açıktır. Fakat, bir dönemde bu ve benzeri
kanunlar şahsî yorumlarla uygulanıyor, hatta altı yedi sene hapsi
bile dindarlara az gören kimseler ne yapıp edip cezayı artıracak
yollar arıyorlar; inananları mahkeme, hapishane ve sürgünler
arasında dolaştırıp duruyorlardı. İşte, merhum Turgut Özal ciddi
gayretlerle, onca zahmet ve meşakkatle o 163. maddeyi kaldırdı.
- Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bütün
kemâlâtın eşsiz temsilcisidir. Fakat Hayber’de zehirlenmiş,
rivayete göre o zehirlenme neticesinde senelerce sonra ruhunun
ufkuna yürümüştür. İhtimal Hazreti Ebu Bekir efendimiz de
zehirlendi. Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hasan
ve Hazreti Hüseyin efendilerimiz de şehit edildiler. Cenâb-ı Hak,
insanların en güzelleri olan bu insanlara diğer sevapları yanında
şehadet sevabını da lütfetti. Allahu a’lem, ruhunun ufkuna
yürüdüğünde öyle bilinmez bir kuşun semanın enginliklerine doğru
açılıp gitmesi o Hazret’in de zehirlendiğine ve şehadetine bir
işaretti.
- Houston’da ameliyat olduğu zaman merhum Turgut Özal’ı ziyaret
etmiştim; sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı; “Ben bu Hizmet’in
önemini ve insanlık için ne ifade ettiğini bu çevremdekilere
anlatamıyorum!” dedi, gözyaşlarıyla dert yandı.
- Merhum Turgut Özal, vefatından bir hafta on gün evvel arkadaşlara
haber gönderdi; “Orta Asya’da Hizmet’e karşı değişik olumsuz şeyler
var; ben oralara gidip teminat olayım!” dedi. Pek çok ülkeye uğradı
ve gittiği her yerde ülke başkanlarına “Bu arkadaşlara ilişmeyin;
ben bunlara kefilim!” dedi.
- Doğrusunu Allah bilir, karanlığa taş atar gibi söz söylemek
insana yakışmaz, fakat inanıyorum ki, 163. Madde’yi kaldırması gibi
hizmetleriyle beraber ortaya koyduğu civanmertlikler vesilesiyle
Cenâb-ı Hak, Merhum’a şehitlik sevabını da lütuf buyurdu ve
Firdevs’iyle sevindirdi.
- Bugün insanların bir hayırlısını yâd ettik. 163. Madde’ye de
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” dedik. Birileri başkalarına
karşı o ruhu yeniden hortlatmayı düşünüyorlarsa, Merhum’un o
mevzudaki o olumlu gayretleri karşısında böyle bir niyet ve böyle
bir düşüncenin ne derece bir densizlik olduğunu da doğrudan olmasa
bile dolayısıyla ifade etmiş olduk.