"HER GAZETECİYİ KENDİSİ GİBİ CUMHURBAŞKANINA HİZMETLE YÜKÜMLÜ SANIYOR!.... KOMPLOCU KAFASIYLA BENDEN ÖZÜR DİLEMELİ!...." ORAY EĞİN FEHMİ KORU'DAN NEYİN YANITLARINI BEKLİYOR?....
Fehmi Koru sanal gerçeklikten kafasını kaldırdığında belki bunların da açıklamasını yapar. Susarak kimi kandırdığını merak ediyorum; kendisini kandırıyor. Ben bir okuru olarak onun inandırıcılığı adına kendisinden bazı yanıtları bekliyorum.
Fehmi Koru kendine ait sanal gerçeklik dünyası yaratmış, ona göre bilgileri eğip büküyor ve kendi istediği forma sokuyor. Onun dünyasında Abdullah Gül, dünyanın en mükemmel siyasetçisi ve Türkiye'ye gerçekten çok iyi hizmet eden bir devlet adamı. Aynı düşünce sistemi onu Doğan Grubu'nun Rodos Adası'nda gizli işler çevirdiğine yahut Bilderberg'de dünyanın kaderini değiştirecek kararlar alındığına inanmaya da itiyor. Böyle olmadığını bizzat kendisinin çarklarından öğrendik.
Gizli gizli ara sokak kahvelerinde uzaktan bana ve New York'ta tesadüfen aynı tarihte bulunan bir gazeteci arkadaşıma bakıp kafasından bir şeyler kurması da aynı çarpık beyin işleyişinden olmalı. Sabah eşofmanlarımla çıkıp kısa bir süre kahve içmek için buluştuğumuz Dean&Deluca'da onun tarafından izlendiğimizi ve bu sahnenin beynine not düşüldüğünü bilmiyordum.
O sırada ben Abdullah Gül'ün basın toplantısı takip edecek olan arkadaşıma bu işin manasızlığını anlatıp, hem şakayla karışık ona acıyordum hem de bir an önce kurtulup yanımıza gelmesini öğütlüyordum. Ona kesinlikle daha renkli bir program sunuyordum çünkü.
Ara sokaklardan geçerek gizli gizli pencere kenarındakileri izleyen Fehmi Koru zannetmiş ki Abdullah Gül'ü takip etmek için Amerika'ya geldim. Her gazeteciyi kendisi gibi Cumhurbaşkanı'na hizmetle yükümlü zannediyor demek ki.
Ben New York'a bu görevle gelmediğim gibi, ilkesel olarak herhangi bir basın toplantısını takip etmemeye çalışırım. Basın toplantısı demeç gazetecilerinin işidir. Haber basın toplantısında değil, özel görüşmelerde, röportajlarda çıkar; toplu açıklamalarda ise "söylenmek istenen" sadece aktarılır.
Benim için de o gün Aaron Sorkin'in yazdığı "Charlie Wilson's War"ı izlemek Abdullah Gül'ü takip etmekten daha önemliydi. Tam da bu yüzden gelmiştim zaten New York'a. Benim orada olmam değil, Gül'ün o tarihte Amerika'ya gelmesi tesadüf.
Neyse, Fehmi Koru komplocu kafasından benim haber atladığımı yazmış kendince. Yalan halbuki. Ben bu yalanından dolayı kendisinin özür dilemesini istiyorum.
Bir de asıl meselelere odaklanmasını... Bıraksın benim orada olup olmadığımı da sorulara cevap versin lütfen...
Bir kere şu basın toplantısı takip etme meselesi, bir siyasetçiye akredite olmanın nasıl gazeteciliğe fayda sağladığını anlatsın. Bugüne kadar siyasi gezilerden, özellikle de Gül'ün gezilerini takip eden gazetecilerden özel hiçbir haber almadık. Dahası, gezilere katılanlar kendi aralarında tuhaf bir uzlaşıyla hangi haberin ne zaman yazılacağına da karar veriyorlar. Bunu da anlamak güç...
Neyse, bunlar mesleki etik tartışmalar. Ne yazık ki Gül'ü takip eden gazeteciler etikten söz etmeyi çok sevmelerine rağmen bugünlerde etik'in yanından pek geçmiyorlar.
Zaten benim sorguladığım, Fehmi Koru'nun görmezden geldiği de bu...
Çok basit bir mesele var aslında: Abdullah Gül'ü takip eden gazeteciler, başta Fehmi Koru olmak üzere bu hizmetlerinden dolayı doğrudan ya da dolaylı olarak bir fayda sağladılar mı? Bir rant elde ettiler mi? Cumhur'un başkanına olan bağlılıkları onlara yol su elektrik olarak döndü mü?
Ortadaki veriler bunun böyle olduğunu kanıtlıyor. Fehmi Koru neden bu dönem başka dönemlerden daha fazla para kazandığının hesabını vermeli mesela: Yeni şöhrete ulaşmış, yeni konum sahibi olmuş bir gazeteci değil ki. En az 10 yıldır kendisine teklif geldiğini ve kabul etmediğini