19 Mayıs 2007 12:03 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:48

"HEM PAPERMOON'A HEM DE TRT'YE SIZAN ADAMINIZI TANIDINIZ; MESUT BAHTİYAR'DAN ŞARKILAR DİNLEDİNİZ"!..

Cumhurbaşkanlığı seçiminin iptal kararından sonra Abdullah Gül'ün katıldığı TRT 1'de canlı yayını yöneten Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru,Akşam'ın manşete taşıdığı "Koru O Gece TRT'ye Nasıl Sızdı" haberi için bakın ne yazdı?..

Her yere sızan adam

Şu Ahmet Hakan beni öldürecek... Sözcüğün bilinen anlamıyla bir 'öldürme' değil, gülmekten öldürecek beni...

Geçen hafta Mehmet Ali Birand'ın '32. Gün' programında Tempo dergisi için yapılmış bir seçim anketini tartıştık onunla. Siz gece yarısı izleseniz bile program mâkul bir saatte çekiliyor; oradan çıkınca ne yapılır? "Haydi" dedim Ahmet Hakan'a, "Bazı dostlar şu sırada Papermoon'dalar, oraya uğrayalım..." Keşke dememiş olsaydım...

Papermoon İtalyan tarzı bir restoran. İstanbul'da Akmerkez'le aynı binada. Orada tutununca Ankara'da Gaziosmanpaşa'da da bir şubesi açıldı. İş, siyaset ve medya dünyasının rağbet ettiği bir mekân işte...

Benim restoranlara özel bir düşkünlüğüm yok; ancak haftanın birkaç günü, öğlen değilse akşam yolum birine düşüyor. Birçok yazımın malzemesini restoran seferlerim sayesinde devşirdiğimi zaten sizler de biliyorsunuz. Önemli konular ya benim de bulunduğum masada konuşuluyor, ya da komşu masalarda; sonucu sizlerle de paylaşıyorum...

Restoran seferlerim işimin bir parçası ve bu yıllardır böyle... Sonradan Taha Kıvanç'ın Not Defteri kitabıma aldığım Aksiyon yazılarının birini, 'Ankara'nın yemekli siyasî tarihi'ne ayırmıştım. 1990'lı yılların başında...

Ahmet Hakan geç gittiğimiz için fazla uzun da sürmeyen Papermoon takılması sonrası bana dokundurduğu tam üç yazı yazdı. İlkinde, benden, "Ama Allah'tan yanımda, buraya ve bu tür yerlere benden çok gelmiş olmasına rağmen, kendini korumayı bilmiş ve adının 'heveskár'a çıkmasına engel olmuş bir gazeteci var" diye söz etti. Ahmet Özal tarafından anlatılmış bir öyküyü buraya aktarmama, ertesi gün, "Nereden bilecektim ki, bu menkıbeyi ciddiye alacak ve kemal-i ciddiyetle kaleme alacak?" cümlesiyle takıldı; "Aşk olsun..." demeyi de ihmal etmeden...

Sonrası da var. "Şeriat gelirse ben ne yapacağım?" başlıklı yazısında yine benden bahsetti Ahmet Hakan. Muhayyel bir durumdan söz ediyor ya, kendisini yakalayıp "Gel bakalım Ahmet Hakan! Sen misin Nişantaşı kafeleri, Papermoon falan gezen! Şimdi hesap zamanı! Azrail'in geldi" diyenlere, sorumluluğu bölmek ve dikkati dağıtmak için, "Durun abiler! O mekânlara benden daha meraklıydı, o niye burada değil" diye benim adımı vereceğini yazdı.

Versin, hiç yüksünmem...

Geçen akşam bir gazete yöneticisinin dâvetiyle İstanbul'un bir başka muteber restoranındaydım... Yanımıza gelen mekânın sahibi sıkı bir Taha Kıvanç taraftarı çıkmaz mı? Okuru değil, taraftarı... Verdiği bilgilerden restoranların bizde uluslararası standartta işletildiği sonucuna bir kez daha vardım. "Ödemeler hep kredi kartıyla olduğu için vergi kaçağı da olmaz bizde" dedi genç patron...

"Beni de götür" diye tutturabilir diye Ahmet Hakan, neme lâzım, restoranın adını, özelliklerini ve kimlerle karşılaştığımı buraya yazmıyorum...

Neyse... Bu bahiste kimseye herhangi bir serzenişim yok. Tersine, okurlarımın her şeyden haberdar olmasını sağlama yönünde fedakârca çalışmalarımın devam edeceğinin bilinmesini istiyorum. Papermoon'sa Papermoon, Borsa'ysa Borsa, hareket neredeyse kemter kulunuz da orada olacak...

Bu benim Papermoon'a sızma öyküm; bir de "TRT'ye sızma" öyküm var, onu duymuş muydunuz? Duymadıysanız, Akşam gazetesi okumuyorsunuz demektir... Çünkü Akşam, dün, benim 'o gece' TRT'ye nasıl sızdığımı manşetinden ele alıyordu...