23 Oca 2012 12:05
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:15
HEM HRANTÇI HEM ERGENEKONCU OLUNABİLİR Mİ?
Ekrem Dumanlı'dan çarpıcı Hrant Dink cinayeti analizi! Dink cinayeti, Ergenekon ve örgüt bağlantıları.
Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
Mahkeme Hrant Dink cinayetiyle ilgili karar verince kıyamet koptu.
Karara göre suç "örgütlü" işlenmemişti. Dolayısıyla örgüt suçlamasından yargılananlar beraat etti. Geriye tetikçi ve arkadaşları kaldı. Bu manzara karşısında toplumun infial göstermemesi mümkün değil; baksanıza hâkimin bile içine sinmemiş.
Yanlış bir karar sonrasında milyonlarca insandan yükselen, "Ne yani; bu cinayette örgüt bağlantısı yok muydu?" feryadı çok önemli. Ancak bu tabii isyanı bile manipüle ederek siyasi çıkarımlar yapan; hatta bundan "örgütlü" bir psikolojik harp yürütenler var. Yazıklar olsun!
O korkunç cinayet işlenir işlenmez, başta bu gazetenin yazarları olmak üzere, pek çoğumuz bunun basit bir cinayet olmadığını, derin bağlantılarının araştırılması gerektiğini, uzun bir dönemden beri sürdürülen "ülke elden gidiyor, din elden gidiyor" propagandalarının feci bir sonucu olduğunu söylemiştik. Haklı gerekçelerimiz vardı: Aşırı ulusalcı ve cuntacı bir zümre bir yandan "Türkiye’yi misyonerler işgal ediyor" deyip gayrimüslim vatandaşlarımıza karşı, gençleri nefretle örgütlüyordu; diğer yandan da "Bak Türkiye, İran oluyor, şeriat geliyor" diyerek, hükümeti Batı’ya şikâyet ediyordu.
Türkiye’nin çok önemli bir bölümü Hrant Dink cinayetinin örgütlü olduğunu haykırırken bazı çevreler bu olayın milliyetçilik duygusu güçlü, bazı gençler tarafından yapıldığını söylüyordu.
En başta Hanefi Avcı ve ona her türlü yardımı yapan arkadaşları. Avcı’ya göre "Bir oda bu kadar sıcak hale getirilirse birileri pencere açmak zorunda kalabilir"di. Bu anlayışa göre Dink cinayeti de, Rahip Santoro cinayeti de, Malatya’daki cinayetler de örgütlü değildi. Ergenekon davası da fasa fisoydu. Ertuğrul Özkök’ün, pek çok meslektaşımız gibi, Dink cinayeti sonrasında yazdığı yazı; maalesef, cinayeti adeta meşrulaştırıyor, faturayı "vatanperver çocuklar"ın masasına bırakıyordu.
Şimdi ne kadar "Hanefici" varsa hepsi "Dink cinayeti nasıl olur da örgütsüz yapılabilir!" diye feryat ediyor. Bu feryadı sokaklarda haykıranların önemli bir kısmının samimi olduğuna inanıyorum. Daha doğrusu inanmak istiyorum. Lakin bir kısmının samimi olmadığı aşikâr. Neden mi?
Dink cinayetini yakından takip edenler gayet iyi biliyor ki; Hrant adım adım namlunun ucuna itildi. Hedef gösterildi. Sözleri çarpıtıldı. Mahkeme kapılarında yuhlatıldı. Cinayet öncesi ve sonrasında yerleşik sistem büyük hatalar yaptı ve maalesef hesabı sorulmadı. Cinayet ihbarı Trabzon Emniyeti’nden İstanbul İstihbaratı’na bildirildiğinde ihmaller, yanlışlar yapıldı. Ne var ki Ergenekoncu-Hrantçılar ihbarı bildireni hedef seçti. İhbarı alıp işlem yapmayanın adını ağzına bile almadı. Bu konuda güya kitap yazan bazı gazeteciler, bir yandan Hanefi ağabeylerinin dostu diye görevini ifa etmeyen müdürlerin adını ağızlarına almadı; diğer yandan Jandarma istihbaratının açık yanlışlarını karartmayı denedi. Çünkü dertleri Hrant’ın canilerini bulmak değil Ergenekon adı verilen "örgüt"ün üzerine giden Emniyet görevlilerini alaşağı etmekti. Hâlâ da o yolda yürüyorlar...
Gülay Göktürk (Tıpkı Susurluk Günleri Gibi, 20 Ocak) haklı. Dink kararını protesto edenlerden bir kısmı Susurluk taktiğini aynen uyguluyor. Derin cinayete isyan ediyormuş gibi yapıp halkın seçtiği iktidarı hedef alıyor. Bazı konuşmacıları dinlerken sanıyorsunuz ki Hrant’ı bu hükümet öldürdü. Oysa o cinayetin amacı bu hükümeti devirmekti. Dink cinayeti, bir dizi karanlık eylemin sadece bir halkasıydı.
Hükümetin de yanlışları olabilir ve onlar da eleştiriye tabi tutulabilir; ancak bu cinayetin örgütlü olduğunu düşünenler asıl örgütü gizleme çabasına girmemeli. Danıştay saldırısında da aynı taktiği yürüttüler, halkın şamarı o çehrelerde patladı.
Ucu nereye dayanırsa dayansın, bu cinayet sonuna kadar araştırılmalı. Karanlık odaklar tek tek ortaya çıkarılmalı ki; katil örgütlerden bu millet yakasını kurtarabilsin. Dink cinayetinde her kim hata yaptıysa hesabını mutlaka vermeli. Hrant’ı valiliğe çağırıp tehdit eden MİT yetkililerinden bahsetmeyenlerin, cinayeti bildikleri halde tedbir almayan Jandarma komutanlarını gizlemek için onca gayreti gösterenlerin bugün "örgütlü cinayet" deyip hükümeti hedef alması olsa olsa psikolojik harbin ve kara propagandanın bir parçasıdır. Halk bunu da görüyor; çünkü o biliyor ki hem Hrantçı hem Ergenekoncu olmak mümkün değil.
Bu cinayetler de ’örgütlü’ değil miydi?
Diyarbakır’da restorasyon için kazı yapılırken kafataslarına rastlandı. Bir dönem JİTEM tarafından kullanılan bir binanın bahçesinden çıkan kafatası sayısı 19’a yükseldi. Savcılık soruşturma açtı. Bir zamanlar faili meçhul cinayetler üzerine atıp tutanlardan (En başta BDP) tık yok. Devlet, karanlığın üzerine yürüyünce örgüt niye suspus oluyor?
1993’te 6 köylüyü kışlaya götürdüler. O gün bugündür haber alınamayan köylülerle ilgili korkunç bir ifşaat savcılığı harekete geçirdi. Askerlik yaparken şahit olduğu olayı anlatan bir kişi, o altı vatandaşımızın gömüldüğü yerin krokisini çizdi. Savcılık gösterilen yeri kazdırınca o cesetlere ulaşıldı.
Ne gazeteler bu vahim hadiseyi manşetlerine taşıdı ne de bir dönem faili meçhuller üzerinden siyaset yapanların ağzın bir kelime döküldü.
Bu ülkede çok sayıda cinayet işlendi. Aslında failler pek de meçhul değildi. Bazı kişi ve yapıların, devlet zırhına bürünerek nasıl korunduğu biliniyordu. Ne var ki o korkunç olaylardan hesap soracak bir irade yoktu ortada. O karanlık dönemlere ışık tutulmaya başlandığında ise bir anda roller değişti. Daha önce mağduriyetlerden şekva edenler ve derin devletten yakınanlar bir anda derin bir yapının gün yüzüne çıkarılmasından rahatsız oldular. Bu ülkede hiçbir hadise tesadüfen yaşanmadı. Kanlı 1 Mayıs olayları, Maraş katliamı, Sivas ve Çorum hadiseleri, suikastlar, faili meçhuller... Ne acıdır ki bu cinayetlerin üzerine gidildiğinde soruşturmaları sulandırmak için her türlü metodu kullananlar, soruşturma ya da yargı safhasında yaşanan bir yanlışı değerlendirip işi siyasi bir operasyona çevirerek örgütlü cinayetlerden şikâyetçi oldular.
Umarım Hrant Dink davasını tarihçiler bir de bu gözle inceleyecek ve "örgüt"ün gücünü asıl o zaman anlayacaklar...
Ekrem Dumanlı/Zaman
Mahkeme Hrant Dink cinayetiyle ilgili karar verince kıyamet koptu.
Karara göre suç "örgütlü" işlenmemişti. Dolayısıyla örgüt suçlamasından yargılananlar beraat etti. Geriye tetikçi ve arkadaşları kaldı. Bu manzara karşısında toplumun infial göstermemesi mümkün değil; baksanıza hâkimin bile içine sinmemiş.
Yanlış bir karar sonrasında milyonlarca insandan yükselen, "Ne yani; bu cinayette örgüt bağlantısı yok muydu?" feryadı çok önemli. Ancak bu tabii isyanı bile manipüle ederek siyasi çıkarımlar yapan; hatta bundan "örgütlü" bir psikolojik harp yürütenler var. Yazıklar olsun!
O korkunç cinayet işlenir işlenmez, başta bu gazetenin yazarları olmak üzere, pek çoğumuz bunun basit bir cinayet olmadığını, derin bağlantılarının araştırılması gerektiğini, uzun bir dönemden beri sürdürülen "ülke elden gidiyor, din elden gidiyor" propagandalarının feci bir sonucu olduğunu söylemiştik. Haklı gerekçelerimiz vardı: Aşırı ulusalcı ve cuntacı bir zümre bir yandan "Türkiye’yi misyonerler işgal ediyor" deyip gayrimüslim vatandaşlarımıza karşı, gençleri nefretle örgütlüyordu; diğer yandan da "Bak Türkiye, İran oluyor, şeriat geliyor" diyerek, hükümeti Batı’ya şikâyet ediyordu.
Türkiye’nin çok önemli bir bölümü Hrant Dink cinayetinin örgütlü olduğunu haykırırken bazı çevreler bu olayın milliyetçilik duygusu güçlü, bazı gençler tarafından yapıldığını söylüyordu.
En başta Hanefi Avcı ve ona her türlü yardımı yapan arkadaşları. Avcı’ya göre "Bir oda bu kadar sıcak hale getirilirse birileri pencere açmak zorunda kalabilir"di. Bu anlayışa göre Dink cinayeti de, Rahip Santoro cinayeti de, Malatya’daki cinayetler de örgütlü değildi. Ergenekon davası da fasa fisoydu. Ertuğrul Özkök’ün, pek çok meslektaşımız gibi, Dink cinayeti sonrasında yazdığı yazı; maalesef, cinayeti adeta meşrulaştırıyor, faturayı "vatanperver çocuklar"ın masasına bırakıyordu.
Şimdi ne kadar "Hanefici" varsa hepsi "Dink cinayeti nasıl olur da örgütsüz yapılabilir!" diye feryat ediyor. Bu feryadı sokaklarda haykıranların önemli bir kısmının samimi olduğuna inanıyorum. Daha doğrusu inanmak istiyorum. Lakin bir kısmının samimi olmadığı aşikâr. Neden mi?
Dink cinayetini yakından takip edenler gayet iyi biliyor ki; Hrant adım adım namlunun ucuna itildi. Hedef gösterildi. Sözleri çarpıtıldı. Mahkeme kapılarında yuhlatıldı. Cinayet öncesi ve sonrasında yerleşik sistem büyük hatalar yaptı ve maalesef hesabı sorulmadı. Cinayet ihbarı Trabzon Emniyeti’nden İstanbul İstihbaratı’na bildirildiğinde ihmaller, yanlışlar yapıldı. Ne var ki Ergenekoncu-Hrantçılar ihbarı bildireni hedef seçti. İhbarı alıp işlem yapmayanın adını ağzına bile almadı. Bu konuda güya kitap yazan bazı gazeteciler, bir yandan Hanefi ağabeylerinin dostu diye görevini ifa etmeyen müdürlerin adını ağızlarına almadı; diğer yandan Jandarma istihbaratının açık yanlışlarını karartmayı denedi. Çünkü dertleri Hrant’ın canilerini bulmak değil Ergenekon adı verilen "örgüt"ün üzerine giden Emniyet görevlilerini alaşağı etmekti. Hâlâ da o yolda yürüyorlar...
Gülay Göktürk (Tıpkı Susurluk Günleri Gibi, 20 Ocak) haklı. Dink kararını protesto edenlerden bir kısmı Susurluk taktiğini aynen uyguluyor. Derin cinayete isyan ediyormuş gibi yapıp halkın seçtiği iktidarı hedef alıyor. Bazı konuşmacıları dinlerken sanıyorsunuz ki Hrant’ı bu hükümet öldürdü. Oysa o cinayetin amacı bu hükümeti devirmekti. Dink cinayeti, bir dizi karanlık eylemin sadece bir halkasıydı.
Hükümetin de yanlışları olabilir ve onlar da eleştiriye tabi tutulabilir; ancak bu cinayetin örgütlü olduğunu düşünenler asıl örgütü gizleme çabasına girmemeli. Danıştay saldırısında da aynı taktiği yürüttüler, halkın şamarı o çehrelerde patladı.
Ucu nereye dayanırsa dayansın, bu cinayet sonuna kadar araştırılmalı. Karanlık odaklar tek tek ortaya çıkarılmalı ki; katil örgütlerden bu millet yakasını kurtarabilsin. Dink cinayetinde her kim hata yaptıysa hesabını mutlaka vermeli. Hrant’ı valiliğe çağırıp tehdit eden MİT yetkililerinden bahsetmeyenlerin, cinayeti bildikleri halde tedbir almayan Jandarma komutanlarını gizlemek için onca gayreti gösterenlerin bugün "örgütlü cinayet" deyip hükümeti hedef alması olsa olsa psikolojik harbin ve kara propagandanın bir parçasıdır. Halk bunu da görüyor; çünkü o biliyor ki hem Hrantçı hem Ergenekoncu olmak mümkün değil.
Bu cinayetler de ’örgütlü’ değil miydi?
Diyarbakır’da restorasyon için kazı yapılırken kafataslarına rastlandı. Bir dönem JİTEM tarafından kullanılan bir binanın bahçesinden çıkan kafatası sayısı 19’a yükseldi. Savcılık soruşturma açtı. Bir zamanlar faili meçhul cinayetler üzerine atıp tutanlardan (En başta BDP) tık yok. Devlet, karanlığın üzerine yürüyünce örgüt niye suspus oluyor?
1993’te 6 köylüyü kışlaya götürdüler. O gün bugündür haber alınamayan köylülerle ilgili korkunç bir ifşaat savcılığı harekete geçirdi. Askerlik yaparken şahit olduğu olayı anlatan bir kişi, o altı vatandaşımızın gömüldüğü yerin krokisini çizdi. Savcılık gösterilen yeri kazdırınca o cesetlere ulaşıldı.
Ne gazeteler bu vahim hadiseyi manşetlerine taşıdı ne de bir dönem faili meçhuller üzerinden siyaset yapanların ağzın bir kelime döküldü.
Bu ülkede çok sayıda cinayet işlendi. Aslında failler pek de meçhul değildi. Bazı kişi ve yapıların, devlet zırhına bürünerek nasıl korunduğu biliniyordu. Ne var ki o korkunç olaylardan hesap soracak bir irade yoktu ortada. O karanlık dönemlere ışık tutulmaya başlandığında ise bir anda roller değişti. Daha önce mağduriyetlerden şekva edenler ve derin devletten yakınanlar bir anda derin bir yapının gün yüzüne çıkarılmasından rahatsız oldular. Bu ülkede hiçbir hadise tesadüfen yaşanmadı. Kanlı 1 Mayıs olayları, Maraş katliamı, Sivas ve Çorum hadiseleri, suikastlar, faili meçhuller... Ne acıdır ki bu cinayetlerin üzerine gidildiğinde soruşturmaları sulandırmak için her türlü metodu kullananlar, soruşturma ya da yargı safhasında yaşanan bir yanlışı değerlendirip işi siyasi bir operasyona çevirerek örgütlü cinayetlerden şikâyetçi oldular.
Umarım Hrant Dink davasını tarihçiler bir de bu gözle inceleyecek ve "örgüt"ün gücünü asıl o zaman anlayacaklar...
Ekrem Dumanlı/Zaman