HEM DEMOKRAT HEM DE MİLİTARİST… KAFASI KARIŞIK BİR TOPLUM: TÜRKİYE
Türkiye'de Silajlı Kuvvetler ve Toplum' araştırmasının sonuçları açıklandı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve KONDA işbirliği ile gerçekleştirilen “Türkiye’de Silahlı Kuvvetler ve Toplum” araştırması halkın ve elit kesimlerin orduya bakışının ve tavrının arkasındaki dinamikleri ve faktörleri ortaya koyarken aynı zamanda ordunun vesayetinin toplum tarafından ne kadar ve neden kabul gördüğünü de inceleyerek, demokratikleşme literatürüne önemli bir katkıda bulunmayı amaçlıyor. Araştırma sonuçları ise Türkiye’nin hala “militarist” diye tanımlanabilecek bir toplum olduğunu ortaya koyuyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yaprak Gürsoy, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeki Sarıgil ve KONDA işbirliği ile gerçekleştirilen “Türkiye’de Silahlı Kuvvetler ve Toplum: Amripik Yaklaşım” araştırmasının sonuçları 25 Kasım Cuma günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde düzenlenen panelde kamuoyu ile paylaşıldı. Panel, TÜBİTAK Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Projelerini Destekleme Programı (1001) kapsamında yer alan “Türkiye’de Silahlı Kuvvetler ve Toplum: Ampirik yaklaşım” adlı araştırma projesinin bir parçası olarak düzenlendi.
ARAŞTIRMA ÖNEMLİ BİR ÖNEMLİ BİR ANALİTİK BOŞLUĞU DOLDURACAK
Araştırmaya liderlik eden Yrd. Doç. Dr. Yarpak Gürsoy ile Yrd. Doç. Dr. Zeki Sargil Türkiye’de asker-toplum ilişkileri konusundaki mevcut çalışmaların çoğunun bazı nedenlerden dolayı yetersiz kaldığını belirtiyorlar. Akademisyenler bu nedenlerin başında halkın orduya olan güvenini açıklamaya ve anlamaya çalışan yaklaşımları destekler nitelikte ampirik ve niceliksel ve niteliksel metotları kullanan çalışmaların yok denecek kadar az olmasının geldiğini belirtiyorlar. Bu araştırmanın ampirik araştırma, akademik yazındaki boşluğu ve açığı önemli ölçüde kapatmayı hedeflediğini belirtiyorlar.
Akademisyenler ikinci neden olarak ise asker-toplum ilişkileri ile az da olsa alakalı olan mevcut kamuoyu araştırmalarının oldukça sınırlı kalmasının, zaman zaman yapılan araştırmaların ise çoğu zaman Türk toplumunun siyasi eğilimlerini, değer yargılarını veya davranışlarını inceleme amacı güttüğünü ve bu anketlerde katılımcılara yöneltilen ordu ile ilgili sorular sadece birkaç adetle sınırlı kaldığından, bu çalışmalar TSK’nın toplumla olan ilişkisinin farklı boyutlarını ve nedenlerini ortaya koyabilecek nitelikte olmadığını belirtiyorlar. Benzer bir şekilde, daha önce yapılan anketlerdeki ana sorunsalın asker-toplum ilişkisi olmadığı için, irdelenebilen bağımsız değişkenlerin de, aynı bağımlı değişkenlerde olduğu gibi sınırlı kaldığını vurguluyorlar.
Cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve siyasi ideoloji gibi kamuoyu araştırmalarında genelde yer alan bağımsız değişkenlerin toplumun askere olan güveni üzerindeki etkisi incelenebilirken ailede şehit olup olmaması veya askerliğin Türkiye’nin hangi bölgesinde ne zaman yapıldığı gibi konuya özel, bağımsız değişkenlerin asker-toplum ilişkisi üzerindeki etkisinin incelenemediğini de belirten Yarpak Gürsoy ve Zeki Sarıgil, sınırlı olarak gerçekleştirilen anketlere verilen cevaplardan yola çıkılarak oldukça monolitik ve tek parçadan oluşan bir toplum tasarlandığının altını çiziyorlar. “Ankete cevap verenlerin büyük bir çoğunluğunun en güvenilir kurum olarak askeri gösterdiği için Türk toplumunun, bir bütün olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni meşru gördüğü varsayılmıştır. Hâlbuki etnik köken, din, dindarlık, mezhep, örtünme (türban), kırsallık/şehirlilik, siyasi ideoloji, siyasi parti tercihleri, eğitim, gelir düzeyi gibi bağımsız değişkenler dikkate alınarak yapılacak bir anket ve toplumun seçkin kesimiyle gerçekleştirilecek mülakatlar toplumun hangi kesimlerinin, hangi sebeplerle askere güven duyup duymadığını ve askere karşı tavrını daha kapsamlı bir şekilde ortaya koyabilecektir.
Tasarlanan projenin amaçlarından biri de toplum hakkındaki monolitik yaklaşımların yarattığı sorunları gidermektir” diyorlar ve ekliyorlar: “Bu çalışmanın literatüre temel katkısı toplum ve asker ilişkisi ile ilgili olsa da, bununla bağlantılı olan demokratikleşme literatürüne de bu çalışma dolaylı yoldan katkı sağlayacaktır. Toplum ve asker ilişkisini inceleyecek akademik bir çalışma, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde ilerlemeye çalışan Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda da bizi aydınlatacaktır. Sonuç olarak bu çalışma, halkın ve elit kesimlerin orduya bakışının ve tavrının arkasındaki dinamikleri ve faktörleri olarak ortaya koyarak, yalnızca Türkiye’deki toplum ve asker ilişkisi üzerine yazılan literatürde bir boşluk doldurmayacak; aynı zamanda ordunun vesayetinin toplum tarafından ne kadar ve neden kabul gördüğünü de inceleyerek demokratikleşme literatürüne de önemli bir katkıda bulunacaktır.”
SONUÇLAR MİLİTARİST BİR TOPLUM OLDĞUMUZU GÖSTERİYOR
27 ilin 106 ilçesine bağlı rasgele yöntemiyle seçilmiş 154 mahalle ve köyde 2775 kişi ile yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilen araştırma sonuçları Türkiye’nin hala “militarist” diye tanımlanabilecek bir toplum olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle askere duyulan güven, askeri müdahaleleri meşru görebilen bir kesimin varlığı, “asker millet” kavramının doğruluğuna duyulan inanç ve askerlik hizmetine pozitif bakan düşünceler bu izlenimi teyit ediyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yaprak Gürsoy ve Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zeki Sarıgil araştırma sonuçlarını şöyle değerlendiriyorlar: “Sonuçlar ışığında Türkiye’de anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerin sivil-asker ilişkilerine pratikte de yansıyacak ve her dönem varlık gösterebilecek şekilde değişmesinin zaman alabileceği anlaşılıyor. Ayrıca askerin iç güvenliğin ve istihbaratın sağlanması gibi alanlardaki sivillerden bağımsız ve otonom bir şekilde hareket edebilme ayrıcalığı devam edebilir.
Bu durum demokrasinin konsolidasyonu açısından bir sorun teşkil edecektir. Ancak, sadece sivil-asker ilişkileri alanında değil, genel manada da anket Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından karşı karşıya olduğumuz sorunları gözler önüne seriyor. Parti tercihi ve etnik kökene bağlı olarak askere bakışın değişmesi toplumdaki kutuplaşmaya işaret ediyor. Farklı kutuplar içinde yer alanlar birbirlerine karşı güven duymazken, meclise ve dolayısıyla siyasetçilere duyulan güven de sağlıklı işleyen demokratiksilerde beklenenin oldukça altında. Ergenekon davasının işleyiş şeklinden duyulan hoşnutsuzluk da toplum genelinin hukuk sistemine güvenmediğini gözler önüne seriyor.
Bütün bunlara ek olarak toplumun demokrasi algısında da sorunlar çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Büyük bir çoğunluk kendini “demokratik” olarak tanımlıyor, ancak önemli bir kesimin demokrasiden gerçekten ne algıladığı bir soru işareti. Çünkü toplumun azımsanmayacak bir kesimi askerin sivil irade ile güvenlik dışı konularda bile birlikte karar alması ve bazı koşullarda müdahale etmesi gibi demokrasi tanımına ters durumları onaylıyor. Kuşkusuz bu Türkiye’de demokrasinin konsolidasyonu önünde önemli bir engel. Son olarak, demokrasi için yine önemli bir veri olan eşitlik meselesine değinmek gerekir.
Toplumun büyük bir kesimi mecburi askerlik hizmetine pozitif bakarken, kadınların ve eşcinsellerin farklı nedenlerle de olsa askerlik yapmasına karşı çıkıyor. Buradan toplum gözünde, vatandaşların yarısından fazlasının aynı yükümlülüklere tabii tutulmamasının ve birey olarak aynı statüde görülmemesinin olağan bir durum olduğunu çıkartabiliriz. Bireylerin cinsiyetlerine ve tercihlerine göre farklı algılandıkları bir toplumda, herkesin eşit haklara ve değere sahip olması prensibini hedef olarak belirlemiş bir rejim olan demokrasinin yerleşmesinin maalesef ne kadar güç olduğu açık.”