Hedefteki isim Medyaradar'a konuştu: Pelikan'ı yazan kişinin aslında amacı...
Pelikan Dosyasında ismi geçen gazeteci Cemil Barlas Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Barlas’ın hem Pelikan hem de medya ve AK Parti cephesindeki son gelişmelere dair çarpıcı açıklamaları vardı.
Recep Tayyip Erdoğan’ı ve O’nun liderliğini seviyor, asla AK
Partili değilim diye de ekliyor. Davutoğlu’nu eleştiriyor, başbakan
olmaya çalıştı diyor, hâlbuki başkan yardımcısı gibi davranabilirdi
diye de devam ediyor. Bu haftaki konuğum Pelikan dosyası nedeniyle
de bu aralar ismini çok sık duyduğunuz gazeteci Cemil Barlas…
Röportajı Cemil Bey’in muhteşem doğa güzelliği içerisinde olan
evinde yaptık. Kendisi, Pelikan Dosyası’nı kaleme alan isimler
arasında gösterilmişti, hatta onun kaleme aldığını iddia edenler
bile olmuştu. Ama o bu durumdan hiç rahatsız değil, iftiradan öte
bir şey değil diyor. Kimin yazdığını sorduğumda ise bazı
tahminlerde bulunuyor. Medyaya gelecek olursak ülkede mükemmel bir
basın özgürlüğünün olduğunu düşünüyor. Başkanlık sistemine sıcak
bakıyor ve ekliyor geç bile kaldık diyor… Şimdi ben aradan
çekiliyor, sizleri röportajım ve Cemil Barlas ile baş başa
bırakıyorum. Güneşli güzel günler diliyorum.
Sevgiyle kalın...
******
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: ANIL ARI
“ERDOĞAN’IN MÜCADELE ETTİKLERİYLE MEVCUT
HÜKÜMET HEP UZLAŞTI”
Cemil Bey, günlerdir tüm kamuoyu bu ‘’Pelikan Dosyasını’’
konuşuyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la, Başbakan Ahmet
Davutoğlu arasındaki ayrışmanın ayrıntılı biçimde anlatıldığı o
dosyanın ayyuka çıkmasının ardından Davutoğlu’nun Başbakanlık’tan
ayrılmasına kadar giden o süreci an be an izledik. Peki, nedir bu
dosya, sizin adınız neden geçti?
-Uzun zamandır Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir ayrılık
olduğu konuşuluyordu. Ben de zaten bunu birçok platformda dile
getirdim. Bu ayrılık bence Yüce Divan oylamasında başladı. Bana
göre de darbe teşebbüsü olan 17/25 Aralık’ı Ahmet Davutoğlu vicdan
oylamasına çevirdi. Zaten Fethullah Gülen terör örgütü ile mücadele
o noktada ciddi olarak yavaşladı.17/25 Aralık darbe girişimindeki
iddiaların hepsi sahte bilgiler ve deliller üzerine üretilmişti.
Tamamen uydurmalar üzerine kurgulanmış bu darbe girişimini ne yazık
ki mahalle baskısı nedeniyle AK Parti vicdan oylamasına çevirdi. O
oylamanın olduğu gün Davutoğlu, İngiltere’ye gitti bence asıl
ayrılık bu noktada başladı. Ondan sonra da bu birçok konuda
devam etti. Tayyip Erdoğan, kiminle ve hangi güç odağı ile mücadele
ettiyse mevcut hükümet onlarla uzlaşma yolunu seçti. Temel bir
ayrım vardı.
“EN BÜYÜK SANSÜR ERDOĞAN DEĞİL,
DAVUTOĞLU TARAFINDAN GELDİ MEDYAYA”
Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan birçok konuda daha sivri ve
kararlı ama Davutoğlu daha mı ılımlıydı. Bu sözlerin Türkçesi bu
mu?
Bilakis bunun tam tersiydi. Erdoğan, çok daha sivri görünse de
aslında öyle değildi. Mesela medyaya en büyük sansür Davutoğlu
tarafından ya da cephesinden, aleyhine konuşanlara yapıldı.
Davutoğlu hakkında yandaş-candaş medyada hiç dişe dokunur bir
eleştiri duydunuz mu? Duyamaz, göremezdiniz! Ama bir de dönün
Cumhurbaşkanı ile ilgili yazılıp çizilenlere bakın. Tayyip
Erdoğan’a küfürler, eleştiriler gırla giderken Davutoğlu’na en ufak
eleştiride bulunan ya işinden kovuldu ya da medyada kara listeye
alındı.
“ERDOĞAN’I ELEŞTİREN MUHAFAZAKALAR
MEDYANIN BAŞKÖŞELERİNDE YERİNİ ALDI AMA…”
Erdoğan’ı eleştirenlerin de kovulduğunu görüyoruz
ama.
Hayır, siz sonuca bakın. Medyada hiçbir Davutoğlu eleştirisi
olmazken her yerde Tayyip Erdoğan eleştirisi oluyor. Erdoğan’ı en
ağır şekilde eleştiren, tırnak içinde söylüyorum ‘muhafazakârlar’ o
muhafazakâr medyanın başköşelerinde yerlerini alıp, hatta gazete
bile kuruyorlar.
Kim onlar?
Çok isimler üzerinden gitmenin anlamı yok. Mesela Karar Gazetesini
buna örnek verebiliriz. Tayyip Erdoğan’a sert dediniz ya az önce
onun sertliği, halkın yanında olması. Halkına karşı sert değil
Erdoğan, halk onun sertliğinde kendini buluyor ve benim hakkımı
savunuyor diyor.
“REİSÇİ DEĞİL,
ERDOĞANCIYIM”
Anladığım kadarıyla siz sağlam bir Tayyip Erdoğancısınız.
Yani Reisçilerden?
Reisçi demek çok doğru değil ama Erdoğancı diyebilirsiniz benim
için. Sayın Erdoğan’ın yaptığı politikaları beğeniyorum ve
destekliyorum. Ama bu AK Parti’yi destekliyorum ya da muhafazakârım
anlamına gelmiyor.
“AK PARTİLİ DEĞİLİM
AMA…”
AK Partili değil misiniz?
Hayır, tabii ki değilim. Hayatımda hiç AK Parti’nin kapısının
önünden bile geçmedim. Hatta şu son dönemde en çok AK Parti
eleştirisini ben yaptım, CHP’den bile çok AK Parti’yi eleştirdim.
Hiçbir zaman partili olmadım, olmayacağım da.
“ERDOĞAN’I SEVİYOR VE
DESTEKLİYORUM”
Ama yandaşça bir duruşunuz var. Tabii bunu eleştirdiğim
için söylemiyorum.
Tayyip Erdoğan’ın siyasette durduğu çizgiyi sonuna kadar
destekliyorum ve çok beğeniyorum. Yandaşlık buysa evet yandaş
diyebilirsiniz. Mesela her ne kadar o dönem yaşça küçük olsam da
Turgut Özal’ı da çok seviyordum ben. Onun da çizgisi takdir
edilecek türdendi, işte o çizginin devamı olarak Erdoğan’ı da
seviyor ve destekliyorum.
Pelikan’a tekrar dönmek istiyorum. Neydi bunu yazanların
amacı sizce ve nasıl çıktı?
Bir ayrışma olduğu zaten çok ayyuk bir şekilde ortadaydı. Bu artık
taşınamaz bir noktaya geldi ve Türkiye hakikaten patinaj çekiyordu.
Terörle mücadeleden, paralel yapı ile mücadeleye, ekonomideki
devrimlere kadar iki tarafa çekilen bir tutum vardı ve ülke iyiye
gitmiyordu. Ama yanlış bilinen bir durum var; bu ayrışma Pelikan
ile ortaya çıkmadı. AK Parti’nin içinde 47 MKYK üyesi Davutoğlu
insin ve yetkileri alınsın diye imza verdi. Demek ki bu ayrışmayı
sadece bizler söylemiyormuşuz, uydurma değilmiş.
Kim ya da kimler bunu kaleme aldı sizce?
Bence o çevreleri yakından takip eden, bir takım belgelere sahip
olan biri yazdı.
Bazıları bunu Erdoğan’ın kaleme aldırmış olabileceğini bile
iddia edecek kadar ileri gitti. Peki, parti içinden yazılmış
olabilir mi?
Parti içinden de olabilir dışından da olabilir.
“ÇİRKİN BİR İFTİRA
ATTILAR”
Pelikan dosyasını sizin de yazdığınız söylendi. Hatta hem
iktidara yakın bir dergide isminiz geçti hem de Birgün
Gazetesi’nden Barış İnce bu iddiayı dile getirdi.
Bunlar çok komik ve çirkin bir iftiraydı. Ben zaten kendi ismimle
açıkça düşüncelerimi dile getiriyorum. İsmimi gizleyerek bir dosya
hazırlayacak kadar korkak değilim. Ben söylemek istediklerimi zaten
söylüyorum. Ayrıca ben bu dosyayı kendi ismimle sosyal medya
hesabımdan paylaştım, bunu paylaşmayanlara bence bir dönüp bakmak
lazım.
İsmi geçen siz dâhil herkes ben yazmadım diyor. Bu arada
Hilal Kaplan’ın eşinin de ismi çok fazla telaffuz ediliyor. O
yazmış olabilir mi?
Bir takım iddialar var ama kimseye iftira atamayız. Tek bir gerçek
var o da bunu; olayları çok iyi bilen birinin yazdığı.
Peki, orada yazılanlar gerçek mi?
Gerçek ki bu kadar ses getirdi.
“PELİKAN’I YAZAN KİŞİNİN ASLINDA
AMACI…
‘Başbakan’ı bile görevinden ettiğine göre gerçekti’
diyorsunuz yani…
Başbakan’ın görevden alınması bununla gerçekleşmedi. Başbakan’ın
neden görevden alındığını açıklayan bir belgeydi. Sebep ile sonucu
karıştırmamak lazım. MKYK’da zaten yetkileri Cuma günü alınmıştı.
Bu Pelikan Dosyası Pazar çıktı. O MKYK’da herkes neden görevden
alındı diye şaşırdı. Niye şaşırdı, bunun da bir sebebi var,
uygulanan yoğun sansür. Yandaş medyaya bakacak olursanız süper
gidiyor. Sosyal medyaya bakacak olursanız Reis ile Hoca kol kola,
resimleri beraber basılıyor, el ele kol kolalar, birlikte araba
kullanıyorlar, hiçbir sorun yok sonra bir bakıyorsun MKYK’da da bir
anda bütün yetkileri alındı. Durum böyle olunca herkesin kafasında
bir neden sorusu oluştu. Sanırım bu sorunun cevabını vermek isteyen
birisi, medyanın içinden de olabilir dışından da her kimse bu kişi,
işte o soruya yanıt vermek istedi. Medyanın içinde olup da bunu
yazan kişi ismini elbette saklayacak çünkü ortaya çıksa kovulması
ve bir daha bu piyasada tutunamaması çok yüksek bir ihtimal. Tabii
partinin içinden de olabilir. Şu da var; parti içinden değildir ama
içerideki bazı isimlere yakındır. Her şey mümkün.
Nasuhi Güngör’ün de adı sıkça telaffuz ediliyor aslında…
Çünkü ilk o “Davutoğlu artık gitmeli” şeklinde bir bayrak
açmıştı.
O yazsa niye ismini gizlesin ki, zaten açıkça düşüncelerini dile
getiriyor. Zaten kendisi sansürü tadanlardan biri. Yazdığı yazılar
nedeniyle gazetesinden de kovuldu. Siz düşüncelerini açıkça dile
getirenden değil, getirmeyenden şüphe duyun. Benim ismimin
geçmesine gelecek olursak, ben o dosyayı gördüğümde hızlıca bir
okudum ve okuduğumda içindeki birçok bilginin doğru olduğunu gördüm
ve ben de paylaştım.
“İFTİRAYA ALIŞKINIM VE
KORKMAM”
İsminizin karışmasından rahatsız olmadınız mı
peki?
Yok, hiç rahatsız olmadım. Ben zaten her şeyi rahatça konuşan
biriyim. İftiraya alışkınım ve korkmam. O belgede benim
seslendirdiğim bir sürü görüş olduğu gibi bilmediğim de birçok şey
vardı. Mesela paralel yapmış olabilir diyenler de oldu ama ben buna
katılmıyorum. Hocacı dediğimiz kesim bunu paralele yıkmaya çalıştı
ki o dosyanın etkisi olmasın, diğer bir mahalledeki kesim ise
bizlere yıkmaya çalıştı ama bu da tutmadı.
Havuz medyası diye tabir edilen medyanın yazarlarını da
birbirine düşürdü bu Pelikan Dosyası. Neden?
Bir kere havuz medyası tarifi doğru değil. Havuz olmayan medya yok.
Neticede hepsinin holdingleri var, havuz dediğin şey de bir
holding. Bizdeki medya mütteahit ya da işadamı sermayeleri ile
gidiyor.
“MEDYA ÇOK ÖZGÜR”
O yüzden de özgür olamıyorlar galiba?
Türkiye’de medya özgür müdür diye sorsanız bana; yüzde yüz özgür
derim.
“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL PATRONUNUN İHALE
ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN YAYGARA YAPIYORLAR…”
Az önce sansür var diyordunuz ama... Bu nasıl
özgürlük?
Bakın Tayyip Erdoğan’a gidip kötü bir lafı A Haber’de ya da
Sabah’ta söyleyemezsiniz ama gidip başka gazete ya da televizyondan
çok rahat söylersiniz, herkese her şeyin söyleneceği birçok mecra
var sonuçta. Tabii sosyal medyayı ve gücünü de unutmayalım. Tüm
bunlar mevcutken basın özgürlüğü yok demek haksızlık olur. Peki,
özgürlük nasıl bir özgürlük? Patron özgürlüğü. O gazetecilerin
yaptığı basın özgürlüğü yaygarası aslında patronlarının ihale alma
yaygarasından ibaret. Kurumsal olarak elbette medya yapısında bir
sorun var ve ama bu basın özgürlüğü yok anlamına gelmiyor. Her şeyi
konuşup, yazabiliyoruz sonuçta.
Siz ne kadar özgürsünüz mesela?
Sınırsız özgürüm. Ben ne düşünüyorsam gittiğim her yerde
görüşlerimi çekinmeden, korkmadan dile getirebiliyorum işte bu
nedenle de çoğu zaman hedef oluyorum. Her kesimi eleştirebiliyorum,
hakikat neyse onu dillendiriyorum.
A Haber’de de sınırsız özgür müsünüz? Orada onların yakın
olduğu görüşe eleştiride bulunamazsınız bence.
İyi de ben zaten Erdoğan’ı seviyorum. Erdoğan’ı sevmiyor olsaydım
gidip başka bir kanalda program yapardım. Şu da var ben ne
düşünüyorsam onu söylüyorum. Üstelik ben A Haber’de çıktığım
programdan öyle müthiş paralar da almıyorum. Çok yüksek rakamlardan
bahsedip dedikodu yapanlar var ama en fazla 300- 500 TL para
alıyoruz, yani sanıldığı gibi değil. Küçük paralar bunlar. Mesela
başka bir kanalda olsam çok daha fazla paralara çalışırdım. Ben
sonuçta istediğimi orada söyleyebildiğim için oradayım, başka
hiçbir yerde orada söylediklerimi söyleyemiyorum. Bu arada zaten
benim 15 yıldır kendi haber sitem de var, mecra sıkıntım yok.
“Yeni başbakan kim olacak diye heyecanlanan yok çünkü Ak
Parti’de sürpriz olmaz. Akılda gönüllerde kim varsa o olur. O da
bellidir” dediniz, kim olacak sizce?
Yeni başbakanımız sizin de aklınıza kim geliyorsa o olacak. Bence
Binali Yıldırım.
Oğluyla ilgili yurt dışında kumar oynarken çekilen
görüntüler neden tam da bu süreçte yayınlandı sizce?
Bence bir operasyon çekilmek istendi ama tutmadı, tutmaz da. Oğluna
yapılan saldırı iç hesaplaşmanın saldırısıydı bence. İçeride Binali
Yıldırım karşıtları bir şey yapmak istedi ama beceremedi. Kimler
olduklarını inanın ben de bilmiyorum, benimki sadece bir tahmin.
Binali Yıldırım zaten bir önceki kurultayda 900 tane imza
toplamıştı, o imzalar da Davutoğlu’nun önüne gitmişti.
Aslında bir çatlak varmış ama kol kırılmış yen içinde
kalmış AK Parti’de sanırım?
Aslında tam da kalmamış, bir yerden sonra ne yaparsanız yapın bir
şey varsa o patlak veriyor. Yıldırım’ın oğluna yönelik çirkin
saldırıyı kınıyorum. Ben Deniz Baykal’a yapılan o çirkin kaset
komplosunda da, MHP’lilere yapılan o çirkin kaset şantajlarında da
siyasi suikast demiştim. Bu olay için de aynı şeyi söylüyorum.
Gittiğiniz bir şehirde otelin kumarhanesi varsa girersiniz de
çıkarsınız da bundan kime ne? Ayrıca bunu çeken kişinin o
kumarhanede ne işi varmış diye sorarlar adama!
Samanyolu Holding Genel Müdür Yardımcısı ve Mali İşler
Koordinatörü ’nün kumar oynarken görüntüleri çıkmış, ortalık
yıkılmıştı ama. Sonuçta bu da bir bakan oğlu olunca haber değeri
taşıyor galiba.
Aynı şey değil. O kişi bunu cemaatin parasından yapıyor. Binali
Yıldırım’ın oğlu bir işadamı. Oraya da iş için kendi parasıyla
gitmiş. Ben Binali Bey’i son 10 yıldır neredeyse görmedim, öyle çok
büyük bir yakınlığım da yok kendisiyle ama oğluna yönelik yapılan
şey çok çirkin. Bazı emellere ulaşmak için çirkin işlerle kişilerin
ailelerine vurulunca ben direkt mağdurun yanında yer alıyorum.
Buradaki asıl ahlaksız o resmi çekendir. O ne arıyormuş orada?
“TAYYİP ERDOĞAN TÜRKİYE’NİN ORTAK AKLINI
TEMSİL EDİYOR”
Son yaşananlara 27 Mayıs darbesi diyenler de var, öyle
mi?
Hayır. Buna bir tokat diyebiliriz. 27 Mayıs darbesi oldu diyenlere
bu bir tokattır. Darbe falan değildir.
“O MEDYA ÇOK KÖTÜ OFSAYTA DÜŞTÜ,
ÇUVALLADI”
Erdoğan-Davutoğlu arasında yaşananlar medyayı nasıl
etkileyecek?
Kökünden etkiler. Hep ters bir algı var, zannediliyor ki medya
siyaseti etkiler, artık siyaset medyayı etkiliyor. Bu değişimin de
elbette medyada bir sonucu olacak. Çünkü çift başlı yapının
varlığına oynayan bir medya gelişti, yandaş dediğiniz medyanın
büyük bir kısmı da buna dâhil oldu. Artık aldıkları ihaleler mi
tatlı geldi, yoksa kurdukları entelektüel ilişkiden mi kaynaklandı
bu, o kısmını bilemem. Ama o medya çok kötü ofsayta düştü,
çuvalladı. Şu anda da zaten çırpınıyorlar, ona buna Pelikancı vs.
diye iftira atarak. Ayrıca çok büyük haber atladılar, düşünsene
Erdoğan-Davutoğlu arasındaki bu ayrılığı göremediler. Cumhurbaşkanı
ile Başbakan’ın arasının kötü olması ya da iyi olmamasından daha
atlatma bir haber var mı? Artık onlara kim inanır, toplum inanır
mı?
“ERDOĞAN EVİNDE OTURSA BİLE TÜRKİYE ONUN
DEDİĞİNE GÖRE YÖNETİLECEKTİ”
“Türkiye heyecanla ‘Başkan Yardımcısı’nı bekliyor” dediniz,
geçtiğimiz günlerde. Yeni gelecek Başbakanı başkan yardımcısı
olarak mı görüyorsunuz?
Başkanlık sisteminden ziyade çok başlılık Türkiye'de en tehlikeli
şey. Türkiye’de askeri darbeler Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın
anlaşamadığı, Cumhurbaşkanı’nın seçilemediği, hükümetlerin
kurulamadığı çok başlı dönemlerde olmuştur. Türkiye bu dönemlerde
soyulup soğana çevrilip ortada bırakılmıştır. Bu dönemlerin
bir daha yaşanılmasını istemediğim için çok başlılık olduğu zaman
eskiden gördüğüm tecrübelerden rahatsız oluyorum. Tek başlı
Türkiye’yi şu anda Tayyip Erdoğan yönetiyor. Erdoğan’ın Türkiye’yi
yönetmesinde yetkilerinin de bir yere kadar payı vardır. Bugün
Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayıp evinde de otursaydı yine onun
dediğine göre yönetilecekti Türkiye.
“GELECEK KİŞİ ERDOĞAN’IN YARDIMCISI
OLACAK”
Neden, açar mısınız biraz?
Çünkü Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ortak aklını temsil ediyor.
İnsanlar onda kendilerini buluyorlar. Toplumla hiçbir siyasetçinin
kuramadığı bir ilişkisi var, bu böyle her zaman gelen bir olay
değil. İlla her zaman olacak diye de bir şey yok. Şu anda
böyle bir durum var, dolayısıyla şu andaki sistemi Tayyip Erdoğan’a
göre dizayn etmeye kalkarsak yanılmış oluruz. Çünkü bana soracak
olursanız mesela ne yetki verseniz az derim. Çünkü ülkeyi o
yönetsin istiyorum. Başkasına sorarsanız da ne yetki verseniz
fazla der. Ancak bir gerçek var ki ne yetki verirseniz verin Tayyip
Erdoğan yönetecek Türkiye’yi, böyle bir gerçek var. Bunun da tek
başlı bir sistem olması lazım. Şu anda gelecek Başbakan da bir
şekilde Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı olacak. Davutoğlu öyle
değildi, Davutoğlu Başbakan olmaya çalıştı.
“DAVUTOĞLU BAŞBAKAN OLMAYA
ÇALIŞTI”
Ama normali de bu değil mi, sonuçta Başbakan?
Ama Başbakan olmaya çalışacağına başkan olmaya çalışsaydı. Başkan
yardımcısı görevini yürütebilirdi.
Parlamenter bir sistem var?
Fiilen değişti ama bu. Cumhurbaşkanının halkla seçildiği gün
o parlementer sistem fiilen değişti.
“BAŞKANLIK SİSTEMİ
ŞART”
Çok mu şart bu Başkanlık sistemi?
Çok şarttır.
Neden?
Tek başlılıktan dolayı, Türkiye çok başlı olduğu zaman
soyuluyor. Kendini yönetemiyor, idare edemiyor.
“ERDOĞAN ÖNCESİ O TÜRKİYE TÜRKİYE
MİYDİ?”
Şu ana kadar nasıl geldik?
Tayyip Erdoğan sayesinde geldik. Erdoğan 14 yıl öncesinde yoktu
şimdi Erdoğan ile birlikte nerelere geldik, ülkenin ne kadar
ilerleme kaydettiğini fark etmiyor musunuz? Türkiye 28
Şubat’ta çökmüş, batmış. 17 Ağustos depreminin altında kalmış,
Başbakanlara, Bakanlara günlerce ulaşılamayan günlerin olduğu bir
dönemden geçti. O Türkiye Türkiye miydi? Şimdi o sistemle bugün ki
sistem aynı mı?
“CEM UZAN’I ERDOĞAN DEĞİL, O EKİP TASFİYE
ETTİ”
Hiç eleştirdiğiniz bir yanı yok mu Tayyip
Erdoğan’ın?
Vardır, çok vardır. Mesela çok fazla müsamahakâr. Tayyip Erdoğan
bugüne kadar hiç kimsenin oturup faturasını kesip eline
vermedi. Buna Cem Uzan örneğini vereyim. Uzan, “Tayyip
Erdoğan’a Allahsız dedi” diye başı yandı vs. deniyor bu bir
saçmalık. Hâlbuki Tayyip Erdoğan ile alakası yok. O dönem her
şey Aydın Doğan, TMSF, Ahmet Ertürk, Abdüllatif Şener
kontrolündeydi. Cem Uzan’ı böyle bir ekip tasfiye etti
aslında. Cem Uzan’ın bile faturasını kesip eline veren Tayyip
Erdoğan değildir.
“O GAZETECİLİK YAPMADI, TÜRKİYE’Yİ
YARGILATMAK İÇİN İFTİRA ATTI”
Gazeteci meslektaşlarınız Can Dündar ve Erdem Gül’e yönelik
tutumunu da müsamahakâr buluyor musunuz?
Can Dündarlara bakışında bir tuhaflık göremiyorum ben. O da benim
gibi fikrini söylüyor. Can Dündar davasında taraf olduğu bir şey
var, çünkü Can Dündar, Türkiye’yi Lahey İnsan Hakları Mahkemesi’nde
yargılatmak üzere bir iftira atıyor. Bunun gazetecilikle hiçbir
alakası yok, iftira var. Amacını açık açık söylüyorum; Türkiye’yi
Lahey’de, Tayyip Erdoğan’ı insan hakları mahkemesinde yargılatıp,
Türkiye’ye NATO’nun operasyon yapmasını sağlayıp, barış güçlerinin
gelmesine neden olacak ve Türkiye’yi batının veya dış güçlerin ele
geçirmesini sağlayacak atıllığı yapmaya çalıştı. Şimdi bunun neresi
gazetecilik? Hepimizin eline belge geliyor, hepimiz gazetecilik
yapıyoruz. Belge gazeteciliği hiçbir şeydir. Önemli olan
bilgiler üzerinden konuşanlardır. Siz bana bir takım belgeler
getirin, ben o belgenin üzerine her türlü senaryoyu
yazabilirim.
“HERKES GİBİ CUMHURBAŞKANI DA
TARAF”
Gazetecinin çok taraflı olması doğru bir şey
mi?
Gazetecilerin veya herhangi bir insanın tarafsız olması mümkün
değil fakat objektif olmaları gerekir. Herkes bir taraftır, tarafı
olmayan yoktur. Taraf olmak insanlığın doğasındandır. Kim ben taraf
değilim diyorsa yalan söylüyor. Aynı şey Cumhurbaşkanı için de
geçerli. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı diyorlar ya hani işte buna
da kökünden karşıyım. Cumhurbaşkanlığı bir senaryo, tiyatro
oynama mevkii değil ki tarafsız gibi rol yapacak orada. Herkes gibi
Cumhurbaşkanı da taraf. Ben de bir tarafım siz de bir
tarafsınız, herkes bir taraftır. Taraf olmak başka objektif olmak
başka. Ben kimden tarafım Türkiye’den tarafım, yerli olanların
yanındayım. Bir yandan da evrensel değerlerin yanındayım.
Bunların hepsine tarafım. Kendine gazeteci diyen biri
Türkiye’yi Lahey’de yargılatmak istiyorsa ona karşıyım ben ve o
tarafta değilim.
Peki hiç cemaate sempati duydunuz mu?
Cemaati çok yakından tanıdığımı söyleyebilirim. Daha yoldan
çıkmadıkları zamanlarda beni birçok aktivitelerine davet ettiler,
katıldım. Hiçbir yurtdışı gezilerine gitmedim. Gülen'e de
birkaç kere davet edildim ancak ona da gitmedim. Cemaatin
içinde çok arkadaşım var zannediyordum ancak hiçbiri arkadaşım
değilmiş, belirli bir plan içerisinde hareket eden belirli
insanları çevreleyip onları kontrol altına almaya çalışan insanlar
grubuymuş. Bana da bunu yapmaya çalıştıklarını anladım. Sonuç
olarak benim gibi bağımsız birisinin herhangi bir cemaat
topluluğuyla hareket etmesi mümkün değildi ama onlar onu yapmaya
çalıştığı sürede de onları çok iyi tanımış oldum. Bana böyle bir
kazanç sağladı. Daha sonra bunların Fettullahçı terör örgütüne
dönüşme sürecinde de onların deşifre olmasında da bir takım
işlevler yaptığımı düşünüyorum.
“TÜRKİYE O DÖNEM
BATIYORDU”
Biraz da işin magazin boyutuna gelelim, gazeteci
Mehmet ve Canan Barlas çiftinin oğlu olmak zor mudur Cemil Barlas
için?
Hiç de zor değil, inanın çok keyifli bir evde büyüdüm ben. Sevgi ve
şefkat dolu bir ailedir Barlas ailesi. İnsanların girip, çıktığı
ağırlandığı misafirperver bir ailem vardı ve çok eğlenceli büyüdük.
Gazeteciliğe gelirsek anne ve babadan elbette esinlendim ama
hayatıma gazeteci olarak başlamadım ben aslında, işletme okudum
ardından uluslararası bir şirkette 5 yıla yakın çalıştım, ardından
bir danışmanlık şirketi kurdum ve zor durumda olan batık şirketlere
danışmanlık yaptım. Daha sonra bir internet şirketine ortak oldum,
o zamanlarda tam 28 Şubat dönemiydi, kartel medyası kurulmuştu ve
tek seslilik vardı. Bugün istenilen her şey, her yerde
söylenebiliyor ama o dönem öyle değil. Görüşlerinizi
söyleyebileceğiniz hiçbir mecra yoktu. İşte o arada internet çıktı.
Tam kartel medyası kurulmuş, bütün medya birleşmiş, medya
sermayesinin yüzde 99’u bir araya gelmiş tek ses! İşte biri Mesut
Yılmaz’ı övüyor, diğeri Ecevit’i övüyor ama Türkiye o sırada
batıyor. Sonra biz Can Ataklı ile Haber Atak isimli bir haber
sitesi açtık. 1 yıla yakın sürdürdük o siteyi. Mesela Dinç
Bilgin’in medyadan tasfiye olma sürecini de belki o site yaptı
diyebilirim. Can Ataklı Sabah'tan kovulmuştu ve biz içeriden gelen
bilgiler doğrultusunda bunların nasıl bir kartel kurduğunu, nasıl
bir darbeye teşebbüs ettiğini ortaya çıkardık.
“KARTEL MEDYASINI BİZ DEŞİFRE ETTİK, DİNÇ
BİLGİN EN ZAYIF HALKAYDI”
Dinç Bilgin’in ipini siz çektiniz yani?
Biz çektik diyemeyiz ama büyük rolümüz oldu. Sadece Dinç Bilgin
değil, bütün o kartel medyasını biz deşifre ediyorduk. Bilgin en
zayıf halka çıktı. Daha sonra Can Ataklı ile yürütemedik ve sitenin
adını da değiştirdim. Gazeteciliğe de böylece başlamış oldum.
Uzunca yıllar televizyonlara çıkmıyordum o kararımı da yeni
bozdum.
Babanız Mehmet Barlas’ı nasıl buluyorsunuz, kendisine çok
yandaş diyorlar?
Süper buluyorum, bu konuda tarafsız, objektif olmamı bekleme
benden. Türkiye’deki en beğendiğim köşe yazarlarının başında
geliyor.
Neden büyük bir gazetede köşe yazarlığı
yapmıyorsunuz?
Ben yazının etkisine inanan biri değilim. Kısa ve net cümleler
kurmayı sevdiğim için bana twitter yetiyor. Uzun uzun yazılan ve
iyi yazmayı bilmeyenlerin köşesinin de okunduğunu sanmıyorum. Bu
ülkede birçok isim köşe yazmayı bilmiyor ve yazdıkları da
okunmuyor, inanın ben elimi sürmüyorum. Zaten köşelerini tek okuyan
da kendileri oluyor, halk asla okumaz onları. Kim bunlar diye
soracaksan hiç sorma zaten o isimler belli uzun uzun paragrafsız
köşelere bir bak.
En beğendiğiniz gazete hangisi?
Ben aslında gazete de çok okumam. Sosyal medya ile daha fazla
ilgiliyim.