Hayatının haberine imza atan gazeteci!
Bugün size Gazeteci arkadaşım Dilek’ten bahsetmek istiyorum. Yakın bir tarihte, bundan sadece beş yıl önce “tamam” dedi, “buraya kadar, bırakıyorum” bu işi.
Bir anne düşünün,
Doğurduğu evladına, işkence yaptığı için hakimin karşısına 20 yıl hapis istemiyle çıkıyor,
Bir anne daha düşünün,
7 yaşındaki çocuğuna “aşık” olduğu adamla Dünya’yı dar ediyor…
İşkence yaptığı için, ceza alıyor..
Ve lütfen şimdi bir anne daha düşünün,
Karnında taşımadığı evladını, yüreğinde büyütüyor…
Ben şimdi size o “Anne”yi anlatacağım.
Üç yıllık bir hamilelik onunki.
Ama bambaşka…
Ne kendi ana rahmine düşmüş evladı,
Ne de 9 ay, eli karnında beklemiş evladının doğumunu…
Ama onun da kaçmış uykuları,
Endişeyle bölünmüş geceleri,
Titremiş yüreği, sevmiş hem de çok sevmiş tıpkı “doğuran” bir anne gibi.
Bir annenin “doğurduğu evladını sevmesi gerektiği” gibi sevmiş!
Annesiz bir bebeğin, annesi olmuş.
Evlat edinmiş.
Yüreğinde büyütmüş.
Bugün size Gazeteci arkadaşım Dilek’ten bahsetmek istiyorum.
Yakın bir tarihte, bundan sadece beş yıl önce “tamam” dedi, “buraya kadar, bırakıyorum” bu işi.
Oysa ki başarılı bir kariyeri vardı.
Ankara'da Yeni Yüzyıl, Vatan, Akşam gibi gazetelerde eğitim muhabirliği, siyasi parti muhabirliği, parlamento muhabirliği ve editörlük yapmış, önemli haberlere de imza atmıştı.
Ama bir gün suya yazı yazmak yerine, bir miniğin hayatını değiştirmeye karar verdi.
Hiç evlenmedi, düşünmedi bile.
Oysa doğal yollardan anne olabilmesi için önünde bir engel yoktu
Fakat anne olmak için de bir çocuğu doğurmasına gerek yoktu.
Yıllardır içinde yanan o ateşe bir cansuyu gerektiğini biliyordu,
Gitti, kimsenin istemediği, çeşitli rahatsızlıklarından dolayı başkalarının bakmaktan endişe ettiği sekiz aylık, çelimsiz bir bebeği sardı sarmaladı. Küçük Ömer’in evi, yuvası, kurtarıcısı, aşkı, annesi oldu.
Hiç kolay değildi.
Üç yıl beklemesi gerekti.
Bir yığın prosedür çıktı karşısına.
Devlet kapısında o evrak senin bu evrak benim dolaştı durdu…
Yıllar sonra o bu sancılı bekleyiş için “ bitmeyen hamileliğim” diyecekti, dedi de.
Sonrası çok mu güllük gülistanlıktı, elbette hayır.
Yıllar geçiyor, Ömer de büyüyordu.
Ömer iki yaşına geldiğinde ona otizm spektrum bozukluğu teşhisi kondu.
Çevresinde yaşayan varsa bilir, artık her şeyin zorluk derecesi daha da artmıştı.
Bekardı, yalnızdı, evladı vardı ve o evladın bir rahatsızlığı vardı.
Vaz mı geçti peki?
Hayır, daha da sarıldı!
Kendi tabiriyle, hastalığın teşhisinin konulduğu gün, ikinci kez anne oldu.
Ne yaptı , etti… Tedavisi için ne gerekiyorsa imkanlarını seferber etti.
Ömer’i okullu yaptı.
Kimseye de bu süreçte el açmadı.
Diyeceksiniz ki,
Neden yazıyorsun bunları Cezmi abi..
Yazıyorum çünkü daha geçtiğimiz günlerde, Şanlıurfa’da bir adam el kadar çocuğu yerden yere vuruyordu…
Gazeteci arkadaşım Fulya Soybaş’ın 24 Temmuz 2020 Hürriyet Gazetesindeki köşesinde yazdığı gibi ‘’Kadına, çocuğa şiddet nasıl bitecek’’ başlıklı yazısında olduğu gibi…
Yazıyorum çünkü birkaç gün evvel koskocaman bir adam(!) beyin ameliyatı olmuş bir çocuğa ardı adına tokatlar savuruyordu… Yazıyorum çünkü, her gün bir sokak başında yeni bir çocuk beliriyor karşımıza.. Umutsuz, hayattan yorgun ve belki de geleceksiz.
İşte bu yüzden,
Başkalarının hayat hikayesini alkışlayacağımıza, takdir edeceğimize bölünecek kaç ekmeğimiz, verilecek kaç kuruşumuz var ona bakalım.
Bir bebeği, bir çocuğu , bir genci tıpkı arkadaşım Dilek gibi hayata bağlayalım.
Yoksa, neden geldik bu Dünya’ya?
Hadi yaşamak için bir amaç edinelim..
Benim yılın annesi adayım sensin Dilek arkadaş...