07 Kas 2010 11:34
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:46
HAYATIN DRAMASI VARSA DİZİLERİN KREMASI VAR!
Gerçek hayat ile dizilerdeki hayat giderek birbirine yaklaşıyor. Hatta birbirinin içine giriyor.
Hayatın draması, dizinin kreması
Diziler hayatımızı fena halde kuşattı. Mutlaka sosyologlar ve psikologların uzmanlık alanına giriyordur ama bence ortada ciddi bir inceleme konusu var: Gerçek hayat ile dizilerdeki hayat giderek birbirine yaklaşıyor. Hatta birbirinin içine giriyor. Ama bu, dizilerin gerçekliğinden değil, izleyenlerin kendilerini dramaya kaptırmalarından kaynaklanıyor. Yani millet, dizilerdeki gibi yaşamaya çalışıyor ya da alışıyor. Peki nedir bu dizilerdeki hayat?
Kimse işini yapmaz. Koca şirketler kendiliğinden yönetilir. Patronları ve yöneticileri sabah akşam aşk peşinde koşmalarına rağmen, şirketteki işler tıkır tıkır yürür.
Dizi karakterleri (birkaçı hariç) asla mütevazı apartman dairesinde yaşamaz. Hepsinin mutlaka havuzlu tripleksi vardır. İstanbul'daki bütün evler Boğaz manzaralıdır. Bir ailenin yanında birkaç yıl mürebbiyelik yapıp emekli olan kadın bile kolaylıkla leb-i derya yalı alabilir. Yani, "Yemişim TOKİ'yi" durumu...
Herkes kendi adaletini sağlamaya çalışır. Kimse polisle işbirliği yapmaz. İntikam, hayatın en büyük keyfidir. Millet işini gücünü bırakıp tüm hayatını intikam almaya adar. Affetmek, uzlaşmak, kimsenin aklına gelmez.
Yaralar, kırıklar iki günde iyileşir. Hatta efsunlu olan bazılarına asla kurşun değmez. Herkes silahlıdır ama kimse bugüne kadar bir dizide silah taşıma ruhsatını ibraz etmemiştir. Taraflar yarım saat makineli tüfeklerle çatışır, bir tane siren sesi duyulmaz.
Ameliyata alınan herkesin mutlaka kalbi durur ve elektroşokla yeniden hayata döndürülür. Çünkü senaristin başrol karakterleri için kestiği hemen her bilet gidiş-dönüş'tür. Ve tren hep elektriklidir!
Kanser, dizilerde nezle gibidir. Üç gün hapşırırsın, dördüncü gün geçer.
Aşklar asla iki kişi arasında geçmez, geçemez... Mutlaka bir üçüncü şahıs, aşk üçgenini tamamlar. Dizicilere göre grup halinde yaşanmayan aşka aşk denmez!
Dizilerde zaman kavramı yoktur. 14 ay süren hamilelik de vardır, 5 ayda doğuran da... İlk ilişkide hemen hamile kalınır. Çocuk yapmak için geceler boyu hedefe ok gönderen çiftler, işi bilmemektedir!..
Dizi karakterleri, ekonomik açıdan ne kadar zor durumda olurlarsa olsunlar, bir giydiklerini bir daha giymezler. Hepsi marka giyer. Saçları, makyajları her zaman yerli yerindedir. Çirkin kadın yoktur. Dizide oynamayan kadın vardır!
Dizi karakterleri, trafiğin en yoğun olduğu caddede bile girecekleri kapının tam önünde mutlaka park yeri bulurlar. Aslında bütün bunları görünce ekran başındaki insanların kuşkuya kapılmaları gerekir: "Yahu hangisi kurgu, hangisi gerçek dram? Ekranda gördüklerim mi, yoksa benim hayatım mı? Eğer onlar yaşıyorsa, ben ne yapıyorum? Asıl dizide oynayan bensem, onlara niye eşek yüküyle para veriyorlar?.." En iyisi bu işe fazla kafa yormamak. Ne demişler? Hayatın draması varsa, Ümit Besen'in kreması var!..
Yüksel AYTUĞ / SABAH
Diziler hayatımızı fena halde kuşattı. Mutlaka sosyologlar ve psikologların uzmanlık alanına giriyordur ama bence ortada ciddi bir inceleme konusu var: Gerçek hayat ile dizilerdeki hayat giderek birbirine yaklaşıyor. Hatta birbirinin içine giriyor. Ama bu, dizilerin gerçekliğinden değil, izleyenlerin kendilerini dramaya kaptırmalarından kaynaklanıyor. Yani millet, dizilerdeki gibi yaşamaya çalışıyor ya da alışıyor. Peki nedir bu dizilerdeki hayat?
Kimse işini yapmaz. Koca şirketler kendiliğinden yönetilir. Patronları ve yöneticileri sabah akşam aşk peşinde koşmalarına rağmen, şirketteki işler tıkır tıkır yürür.
Dizi karakterleri (birkaçı hariç) asla mütevazı apartman dairesinde yaşamaz. Hepsinin mutlaka havuzlu tripleksi vardır. İstanbul'daki bütün evler Boğaz manzaralıdır. Bir ailenin yanında birkaç yıl mürebbiyelik yapıp emekli olan kadın bile kolaylıkla leb-i derya yalı alabilir. Yani, "Yemişim TOKİ'yi" durumu...
Herkes kendi adaletini sağlamaya çalışır. Kimse polisle işbirliği yapmaz. İntikam, hayatın en büyük keyfidir. Millet işini gücünü bırakıp tüm hayatını intikam almaya adar. Affetmek, uzlaşmak, kimsenin aklına gelmez.
Yaralar, kırıklar iki günde iyileşir. Hatta efsunlu olan bazılarına asla kurşun değmez. Herkes silahlıdır ama kimse bugüne kadar bir dizide silah taşıma ruhsatını ibraz etmemiştir. Taraflar yarım saat makineli tüfeklerle çatışır, bir tane siren sesi duyulmaz.
Ameliyata alınan herkesin mutlaka kalbi durur ve elektroşokla yeniden hayata döndürülür. Çünkü senaristin başrol karakterleri için kestiği hemen her bilet gidiş-dönüş'tür. Ve tren hep elektriklidir!
Kanser, dizilerde nezle gibidir. Üç gün hapşırırsın, dördüncü gün geçer.
Aşklar asla iki kişi arasında geçmez, geçemez... Mutlaka bir üçüncü şahıs, aşk üçgenini tamamlar. Dizicilere göre grup halinde yaşanmayan aşka aşk denmez!
Dizilerde zaman kavramı yoktur. 14 ay süren hamilelik de vardır, 5 ayda doğuran da... İlk ilişkide hemen hamile kalınır. Çocuk yapmak için geceler boyu hedefe ok gönderen çiftler, işi bilmemektedir!..
Dizi karakterleri, ekonomik açıdan ne kadar zor durumda olurlarsa olsunlar, bir giydiklerini bir daha giymezler. Hepsi marka giyer. Saçları, makyajları her zaman yerli yerindedir. Çirkin kadın yoktur. Dizide oynamayan kadın vardır!
Dizi karakterleri, trafiğin en yoğun olduğu caddede bile girecekleri kapının tam önünde mutlaka park yeri bulurlar. Aslında bütün bunları görünce ekran başındaki insanların kuşkuya kapılmaları gerekir: "Yahu hangisi kurgu, hangisi gerçek dram? Ekranda gördüklerim mi, yoksa benim hayatım mı? Eğer onlar yaşıyorsa, ben ne yapıyorum? Asıl dizide oynayan bensem, onlara niye eşek yüküyle para veriyorlar?.." En iyisi bu işe fazla kafa yormamak. Ne demişler? Hayatın draması varsa, Ümit Besen'in kreması var!..
Yüksel AYTUĞ / SABAH