08 Eki 2006 15:28 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:46

HASAN PULUR GERİ ADIM ATMADI: "YALAN SÖYLÜYORSAM ONLAR DA BENİ ELEŞTİRİP TOKATLASIN"!!!

Hasan Pulur Özyılmazel'e karşı yaptığı eleştirilerden bir adım olsun geri adım atmadı. Gazeteciliğin de bir kuralı olduğunu söyleyen Hasan Pulur bu gibi olaylar karşısında gazeteciliğin sıradanlaştığını ve prestijini kaybettiğini söyledi.

Deneyimli gazeteci Sefa Kaplan sordu, Babıali'nin 50 yıllık "hoca"sı yanıtladı. Ve böylece, gazetecilikte yarım yüzyılı geride bırakan kalem ustası Hasan Pulur'un hayat hikayesi kallavi bir kitapla kayıtlara geçmiş oldu.

"Hasan Pulur Kitabı" alt başlığını taşıyan ve Türk basın tarihinin geniş bir özeti olarak da değerlendirilebilecek nehir söyleşi, önümüzdeki günlerde kitap vitrinlerinde yerini alacak. "Olaylar ve İnsanlar'ın Peşinde Bir Ömür" adlı kitap, Pulur'un gözünü budaktan sakınmayan renkli üslubu ve birbirinden ilginç anekdotlarıyla büyük ses getireceğe benziyor.

Kitaptaki kimi bölümlerle şimşekleri üzerine çekecek olan Hasan Pulur, anı anlatmanın sübjektifliğini vurguluyor ama gerekirse kitabın yeni baskısında düzeltmeler yapabileceğini de sözlerine ekliyor.

Pulur'la Milliyet'teki odasında konuştuk. Olayları, insanları ve onu... "Biz" yerine "ben" diyerek anlattı. Her soruyu içtenlikle yanıtladı. Sert görünüşünün altındaki keyifli, babacan yüzünü bu defa esirgemedi. Kitapta yaptığı gibi "eleştirmekten" de geri kalmadı. Eleştiri oklarını kendisine yönelttiğimde ise kızmadı, sinirlenmedi, hakkımı büyük bir zarafetle teslim etti.

Sonuçta pek de bilmediğimiz bir Hasan Pulur çıktı ortaya.


Hayatınızı bir nehir söyleşi üzerinden anlatma kararından önce "Anılarımı yazayım" gibi bir düşünceniz var mıydı?

"41 Molla Kendini Kolla" diye bir kitap yazmayı düşünmüştüm. 41 tane insan tipini farklı dönemlere yerleştirecektim. Böylece anılarımı insanlar üzerinden anlatmış olacaktım. Zaman zaman da insanlardan "Sağda solda anlatacağına yaz kardeşim bunları" gibi tepkiler alıyordum. Bir sabah Sefa Kaplan çıkıp geldi. Ve onunla bu çalışmayı yaptık.


Aslında hayatınızı insanlar üzerinden anlatma fikriniz de çok ilginçmiş...

O düşünce aklıma geldiği zaman beraberimde birkaç hastalık taşımıyordum. Şimdi birkaç hastalığım birden var. Ömür giderek kısalıyor. O çalışmayı yapmak için zamanım kalıp kalmadığını kestiremedim. 70 küsur yaşındayım artık. Amasya elması gibi dışarıdan kırmızı görünüyor olabilirim ama içimizde kurtlar ve çürükler de var. Bu teklif cazip geldi, bir an önce ne var ne yoksa anlatayım dedim. Eğer bu kitap tutarsa, sonradan aklıma gelen bazı eksikleri ekleyerek genişletilmiş baskı şeklinde piyasaya sürülebilir diye düşünüyorum.


"30'uma kadar anne-babamla kendi içimde sürekli çatışma halindeydim"


Söyleşinin ilk sayfalarında annenizle ilişkinizi yoğun bir şekilde anlatıyorsunuz. Anneniz ilkokul boyunca sizinle görüşmeyi reddediyor. Babanızın da aslında sizinle çok ilgilenmediğini söylüyorsunuz. Özetle sizin çok ağır bir çocukluk deneyiminiz olduğunu görüyoruz.

Onları kaldıramayacak kadar yüklendiğim, sigortamın da o aklımın yüküne dayanamayıp attığı olmuştur.


Annenizi ve babanızı hemen affedebildiniz mi?

30'lu yaşlardan sonra bunlar da böyle bir anne-baba dedim. 30'dan sonra kabul ettim ama 30'a kadar kendi içimde sürekli çatışma halindeydim onlarla. Kabataş Erkek Lisesi'nde yatılı okuyorum. Cumartesi-pazar eve çıkıyorum. Pazartesi sabahı da okula gitmem lazım. Babam da Beşiktaş'ta oturuyor. Sabah kalktım, sakal tıraşı oldum. Babam "Aynaya baktın mı?" dedi. "Baktım" dedim. "İyi bak da yüzün tükürülecek hale gelmesin" dedi.


Ne kadar ağır bir söz...

Çok ağır bir şey... Onlar Harbiye'den çıkmış küçük zabitler diye Balkan Harbi'ne gönderilip savaşm