31 Mar 2013 22:58
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:06
HASAN KARAKAYA ''BİZİM MAHALLE''YE SAYDIRDI; SEVMİYORUM ARKADAŞ, VAR MI DİYECEĞİN?
Yeni Akit Gazetesi yazarı Hasan Karakaya bugünkü "Sevmiyorum arkadaş, var mı diyeceğin?" başlıklı yazısında “bizim mahalle” dediği medya için çok ağır ifadeler kullandı.
Sevmiyorum arkadaş, var mı diyeceğin?
Önce, “gülümseten” bir diyalog... Bir ara, kaseti yeni çıkan Dilberay adlı şarkıcı, ekran ekran dolaşıyordu...
Bir gün, Cüneyt Özdemir’in 5N-1K programına konuk olmuş... Sohbet faslından sonra, Cüneyt Özdemir sormuş;
“Cezaevindekiler en çok hangi şarkıları istiyorlar, rica etsem söyler misiniz?”
Dilberay Hanım demiş ki;
“Zorunda mıyım?”
Tabiî bu, “mecbur muyum?” anlamında bir “Zorunda mıyım?” değil... Şarkının adı, “Zorunda mıyım?”
Ama, o ana kadar bu şarkının adını duymamış olan Cüneyt Özdemir, biraz şaşkın, demiş ki:
“Mümkünse!”
Dilberay demiş ki;
“Zorunda mıyım?”
Cüneyt Özdemir, hâlâ şaşkın;
“Hayır, elbette zorunda değilsiniz!”
Dilberay gülerek demiş ki;
“Zorunda mıyım?.. En çok istenen parçanın adı... Eserin adı, Zorunda mıyım?”
Dilberay’ın “nakarat”ını, bugün Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök dillendiriyor;
“Zorunda mıyım?
Halay sevmek zorunda mıyım?..
Sevmiyorum arkadaş,
Var mı diyeceğin?”
ÖZKÖK’TEN HİNLİK!
Ertuğrul Özkök’ün “fikir”lerini, “görüş”lerini ve “ideoloji”sini asla tasvip etmiyorum ve zaman zaman da kıyasıya eleştiriyor, yerden yere vuruyorum.
Meselâ, 23 Mart 2013’te yazdığı; “Yuh artık, bu kadar mı?” başlıklı yazısını tasvip etmem mümkün değil... Ertuğrul Özkök, o yazısında özetle diyordu ki;
“Abdullah Öcalan, Nevruz Meydanı’ndaki halka seslenişini yaptığı gün, Türkiye’nin öteki mahallerinde durum neydi?
Ben, durumu anlatan çok önemli bir belgeye ulaştım.
Durum aynen şöyleymiş:
“Kürtleri sabun yapalım” diyen Türklerin oranı yüzde 45’e çıkmış.
Gözlerime inanamadım.
Bir daha okudum.
Cümle tırnak içinde verilmiş.
Yazan, herhangi bir insan değil.
Türk basınının güvenilir isimlerinden biri.
Milliyet yazarı Meral Tamer...
Onun dayandığı kaynak da en az o kadar sağlam.
Dehşete kapıldım.
Meral Tamer’in atıf yaptığı kaynak, Türkiye’nin en güvenilir araştırma şirketlerinden biri olan Konda’nın genel müdürü Bekir Ağırdır.
Geçen çarşamba akşamı Pera toplantılarında yaptığı konuşmada, Türkiye’de kutuplaşmanın giderek arttığını söylemiş.
Meral Tamer’in verdiği rakamlara göre, “Türklerin yüzde 72’si bir Kürt komşu istemiyormuş”.
“Kürtleri sabun yapalım” türünden Hitler kadar ırkçı bir düşünceye sahip olanların oranı yüzde 45’e çıkmış.
Buna karşılık “Kürtlerle birlikte yaşayalım” diyenlerin oranı da yüzde 35’e çıkmış.
Rakamlar karşısında dehşete düşünce, Konda’nın genel müdürünü arayıp bizzat sorma ihtiyacı duydum.”
Ertuğrul Özkök, burada “hinlik” midir, yoksa “cinlik” midir, bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Herkesin “Analar ağlamasın, kan dursun, silahlar sussun” dediği, en azından ümitlendiği bir dönemde, “Kürtlere” demek istiyor ki;
“Sizi sabun yapacaklar!”
“Türklere” de demek istiyor ki;
“Sizinle bir arada yaşamak istemiyorlar!”
Lütfen dikkat;
Bu yazı 23 Mart’ta yayınlanmış... Yani, “Apo’nun barış çağrısı”ndan sadece 2 gün sonra!..
AMAÇ TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI!
Elif Çakır’ın deyimiyle;
“Ertuğrul Özkök, geçmişte Ahmet Kaya’ya ne yaptıysa, Hrant Dink’i nasıl hedef gösterdiyse şimdi de ‘dehşete düştüm’ masumluğunun arkasına sığınarak ‘bakın Türkler aslında sizi sabun yapmak istiyor’ algısını oluşturmaya çalışıyor!”
Elif Çakır, “Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı yazısının sonunda demiş ki;
¥ “1) Özkök güya düzeltmeye çalıştığı yazıda bilinçli bir şekilde 1000%1 oranından hiç bahsetmeyerek özellikle Öcalan’ın ‘silahlar sussun barış olsun bir arada yaşayalım çağrısı’nın akabinde Kürt-Türk çatışmasını yeniden körüklemeye çalışmıştır.
¥ 2) Hem Milliyet yazarı, hem de Özkök; 2010 yılında yapılan anketten hiç bahsetmeyerek Ağırdır’ın ‘beyin jimnastiği’ toplantısını ‘yeni bir anket’ çalışması gibi sunmuşlardır.
¥ 3) Dehşete kapıldım diyen, gözlerime inanamadım diyen, bir kez daha, bir kez daha okuduğunu söyleyen Özkök’ün ‘iyi niyetli’ olduğunu söyleyin bana!”
Elif Çakır’ın “tesbit”lerine harfiyen katılmakla birlikte, “yorum”larında kendisinden ayrılıyor ve Ertuğrul Özkök’ün “ideolojik görüşlerindeki tutarlılığa” şapka çıkarıyorum... Evet, Ertuğrul Özkök, kesinlikle “iyi niyetli değildir” ama, “yalan” da söylese, “ideolojisinin gereğini” yapmaktadır.
Kim ne derse desin;
Özkök, “ideolojik bir görüş”e sahiptir ve sonuna kadar da o görüşlerin arkasında durmakta, “ideolojisinin gerektirdiği” yazılar yazmakta, tavırlar sergilemekte, hasılı kelâm “tutarlılığını” devam ettirmektedir.
“Yazarlık maymunluktur” deyip, gerekirse “medya maymunu” olsa da, “hiçbir kutsalı olmasa” ve “omurgasız” olduğu iddia edilse de, “ideolojisini sahiplenme” konusunda, eline hiç kimse su dökemez!..
Zaman gelir “hin” olur, zaman gelir “cin” olup çarpmaya çalışır, zaman olur “maymunluk” yapar ama asla “ideoloji”sinden vazgeçmez!..
Bu konuda “kararlı”dır,
Kendi içinde “tutarlı”dır!..
HALAY ÇEKMEK ZORUNDA MI?
Hani, yazının başında “gülümseten bir diyalog”tan söz etmiş ve Dilberay’ın meşhur şarkısı “Zorunda mıyım?”dan bahsetmiştim ya, işte Ertuğrul Özkök de, gerçek mânâda bir “direnç” gösteriyor “İmralı süreci”ne!..
Önceki gün, “Halay sevmem” başlıklı yazısında özetle demiş ki;
“Bana ülke barış halayı çekiyor, siz niye katılmıyorsunuz” diyorlar...
Sadece demiyorlar, işaret parmaklarını uzatıp, ruhumuzun kapısına bir de çarpı koyuyorlar.
Halayına katılmayanlar...
Kim onlar?
Nevruz kutlamalarına katılmayanlar...
Bu ülkede barışı istemeyenler.
Kan ticaretinden nemalananlar...
Irkçılar...
Faşistler...
Kan içiciler...
Peki ben çıkıp desem...
“Kardeşim ben halayı sevmem...”
(....)
Hayır ben bu kolektif halaya katılmayacağım.
Neden mi?
Bu ülkede son beş yıldır kurulan, kıymeti kendinden menkul jüriye hiçbir şeyi ispat etmek zorunda olmadığım için.
(....)
Nedir bu Allah aşkına.
Bu ülkede itiraz etmek için...
Birinden “demokrat” ehliyeti...
Ötekinden “inançlı” vizesi...
Berikinden, “barış yanlısı” karnesi mi almamız gerekir.
Hayır arkadaş, ben bu halaya katılmayacağım.
Halayı sevmem.
Sevmek zorunda mıyım?
Sevmiyorum arkadaş!..
Var mı diyeceğin?”
İşte ben, bu “dikleniş”e, bu “başkaldırı”ya bu “efelenme”ye, bu “direnç gösterme”ye, bu “dik duruş”a hayranım!..
Dediğim gibi;
Yazdıklarının tek satırına bile katılmıyorum... Tam aksine, “Barış Süreci”ni sonuna kadar destekliyorum!..
Ertuğrul Özkök’e hayranlığım da; “görüş”lerinden dolayı değil, görüşlerini savunmak için sergilediği “tavır”dan dolayı!..
Gördünüz işte;
“Halay sevmek zorunda mıyım” diyor, “sevmiyorum arkadaş” diyor ve resmen meydan okuyor;
“Var mı diyeceğin?”
İşte ben bu “çıkış”ları, bu “duruş”ları, bu “diklenme”leri seviyorum.
Bazıları, buna; “İdeolojik bağnazlık”, ya da “ideolojik körlük” veya “fikri sabitlik” dese de, ben bu tavrın “tutarlılık” olduğunu düşünüyorum...
Sizin anlayacağınız;
“Fikrinin özü”ne değil, “fikrini tırsmadan ifade etme biçimi”ne hayranım!..
YA BİZİM MAHALLE?
Bir insan, “dansöz”ler gibi “oynak” olacağına, işte böyle “fikrisabit” olsun!..
Keşke, “bizim mahallenin yazar ve çizerleri” de böyle dik dursa, böyle efelense, böyle meydan okusa!..
Çıkıp, dese ki;
“Sen kim oluyorsun ki, benim vatanseverliğimi sorguluyorsun?.. Sen kim oluyorsun ki Atatürkçülüğümü ölçmeye kalkıyorsun?.. Sen kim oluyorsun ki benim Müslümanlığımı sorgulayıp kâh irticacı, kâh yobaz olmakla itham ediyorsun?
Sana bu hak ve selâhiyeti kim verdi?.. Elinde metre mi var ki, sürekli benim fikirlerimi, benim yaşam tarzımı ölçüp biçiyorsun?..
Ben bir Müslümanım ve hiç kimseye de hesap vermek zorunda değilim!
Senden ehliyet, senden vize, senden karne, senden diploma isteyen yok!.. Mecbur muyum senin gibi düşünmeye, mecbur muyum senin gibi yaşamaya?
Ben, benim!..
Sen de, sen!
Var mı diyeceğin?”
Bunu söyleyebilen, söyleyebilecek olan kaç kişi var “bizim mahalle”de?
Bunları açık ve net söylemekten çekindikleri, tırstıkları, korktukları ve ürktükleri, ehh biraz da “ezik-büzük” oldukları için, adeta “kendilerini ispat”ta yarışıyorlar, “karşı mahalleye yaranabilmek” ve onlardan “aferin” alabilmek için, “dilleri kahverengileşinceye” kadar kıç yalıyorlar!..
İşte bu “yanaşma”lar;
Sadece “korktukları ve tırstıkları” için değil, biraz da “kompleks”lerinden böyle davranıyorlar... Hele hele; “Ekran”lara çıkmak, ya da “bir yerlere gelmek” için “taviz”ler veren, “kıç”lar yalayan birçok insan var ki, kıç yalaya yalaya “yalama” ve “yalaka” olmuşlar!..
İşte bunları gördüğüm içindir ki, Ertuğrul Özkök’ün “dikleniş”ini takdir ettim!..
“Maymunluk” yapsa da,
“Daldan dala atlasa” da,
“Kadın-erkek ilişkileri” ve “şarap” üzerine yazılar yazsa da, nihayetinde “ideolojisinin gereğini” yapıyor, “28 Şubat Süreci”nde neredeyse, bugün de aynı noktada duruyor!..
Milim sapma yok!..
“Bizim mahalle”de ise;
28 Şubat Süreci’nde “askere yaranmak” isteyenlerin çoğu, bugün “demokrat ve özgürlükçü” kesildi başımıza!..
Allah korusun, “rüzgâr tersten esse” var ya; hiç durmazlar, çoğu “cuntacıların safları”na koşar!..
Ertuğrul Özkök ise,
“Zaten orada” olduğu için,
Hiç yerinden kımıldamaz!..
Gel de;
Bu tavrı takdir etme!..
Merhamet’i öldürenler, şimdi merhamet bekliyor!
Köyün ağası, kasabaya giderken yolda gördüğü ve “merhamet” ederek “atının arkasına” aldığı adam tarafından “don-gömlek” bırakılıp, “atı” da elinden alınınca; “Atımı aldığına, paramı çaldığına yanmam... Yanarım, yanarım da, senin gibiler yüzünden yeryüzünden merhamet kalkar, ona yanarım” demiş ya; Türkiye’deki “çağdaş, ilerici ve laikçiler” yüzünden de, insanlarda “yardım duygusu” törpülendi, “merhamet” azaldı!..
Okumuşsunuzdur... “Deniz Feneri e.V.” dâvâsı yüzünden “yardım” yapanların oranı yarı yarıya azalmış... Artık “merhamet duygusu” azalıyor, “diğergâmlık” köreliyor!..
İşte bu noktada, “Köpeksever Bekir”in Cumhuriyet’i, “merhamet istismarcılığı” yapıp, “Mustafa Balbay’ın kızı”nı gündeme getiriyor ve sürmanşetten diyor ki; “Yağmur’a kıymayın!”... Ki, Yağmur okulunda okusun, baskı görmesin!..
Elbette Yağmur’a kıyılmasın!.. Ama siz, “Merve Kavakçı’nın kızları”na kıyarken, aslında “merhamet duygusu”nu da öldürdünüz!.. Yüreklerde “merhamet” kalmadı ki, şimdi “merhamet” istiyorsunuz!..
Hasan Karakaya/Yeni Akit
Önce, “gülümseten” bir diyalog... Bir ara, kaseti yeni çıkan Dilberay adlı şarkıcı, ekran ekran dolaşıyordu...
Bir gün, Cüneyt Özdemir’in 5N-1K programına konuk olmuş... Sohbet faslından sonra, Cüneyt Özdemir sormuş;
“Cezaevindekiler en çok hangi şarkıları istiyorlar, rica etsem söyler misiniz?”
Dilberay Hanım demiş ki;
“Zorunda mıyım?”
Tabiî bu, “mecbur muyum?” anlamında bir “Zorunda mıyım?” değil... Şarkının adı, “Zorunda mıyım?”
Ama, o ana kadar bu şarkının adını duymamış olan Cüneyt Özdemir, biraz şaşkın, demiş ki:
“Mümkünse!”
Dilberay demiş ki;
“Zorunda mıyım?”
Cüneyt Özdemir, hâlâ şaşkın;
“Hayır, elbette zorunda değilsiniz!”
Dilberay gülerek demiş ki;
“Zorunda mıyım?.. En çok istenen parçanın adı... Eserin adı, Zorunda mıyım?”
Dilberay’ın “nakarat”ını, bugün Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök dillendiriyor;
“Zorunda mıyım?
Halay sevmek zorunda mıyım?..
Sevmiyorum arkadaş,
Var mı diyeceğin?”
ÖZKÖK’TEN HİNLİK!
Ertuğrul Özkök’ün “fikir”lerini, “görüş”lerini ve “ideoloji”sini asla tasvip etmiyorum ve zaman zaman da kıyasıya eleştiriyor, yerden yere vuruyorum.
Meselâ, 23 Mart 2013’te yazdığı; “Yuh artık, bu kadar mı?” başlıklı yazısını tasvip etmem mümkün değil... Ertuğrul Özkök, o yazısında özetle diyordu ki;
“Abdullah Öcalan, Nevruz Meydanı’ndaki halka seslenişini yaptığı gün, Türkiye’nin öteki mahallerinde durum neydi?
Ben, durumu anlatan çok önemli bir belgeye ulaştım.
Durum aynen şöyleymiş:
“Kürtleri sabun yapalım” diyen Türklerin oranı yüzde 45’e çıkmış.
Gözlerime inanamadım.
Bir daha okudum.
Cümle tırnak içinde verilmiş.
Yazan, herhangi bir insan değil.
Türk basınının güvenilir isimlerinden biri.
Milliyet yazarı Meral Tamer...
Onun dayandığı kaynak da en az o kadar sağlam.
Dehşete kapıldım.
Meral Tamer’in atıf yaptığı kaynak, Türkiye’nin en güvenilir araştırma şirketlerinden biri olan Konda’nın genel müdürü Bekir Ağırdır.
Geçen çarşamba akşamı Pera toplantılarında yaptığı konuşmada, Türkiye’de kutuplaşmanın giderek arttığını söylemiş.
Meral Tamer’in verdiği rakamlara göre, “Türklerin yüzde 72’si bir Kürt komşu istemiyormuş”.
“Kürtleri sabun yapalım” türünden Hitler kadar ırkçı bir düşünceye sahip olanların oranı yüzde 45’e çıkmış.
Buna karşılık “Kürtlerle birlikte yaşayalım” diyenlerin oranı da yüzde 35’e çıkmış.
Rakamlar karşısında dehşete düşünce, Konda’nın genel müdürünü arayıp bizzat sorma ihtiyacı duydum.”
Ertuğrul Özkök, burada “hinlik” midir, yoksa “cinlik” midir, bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Herkesin “Analar ağlamasın, kan dursun, silahlar sussun” dediği, en azından ümitlendiği bir dönemde, “Kürtlere” demek istiyor ki;
“Sizi sabun yapacaklar!”
“Türklere” de demek istiyor ki;
“Sizinle bir arada yaşamak istemiyorlar!”
Lütfen dikkat;
Bu yazı 23 Mart’ta yayınlanmış... Yani, “Apo’nun barış çağrısı”ndan sadece 2 gün sonra!..
AMAÇ TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI!
Elif Çakır’ın deyimiyle;
“Ertuğrul Özkök, geçmişte Ahmet Kaya’ya ne yaptıysa, Hrant Dink’i nasıl hedef gösterdiyse şimdi de ‘dehşete düştüm’ masumluğunun arkasına sığınarak ‘bakın Türkler aslında sizi sabun yapmak istiyor’ algısını oluşturmaya çalışıyor!”
Elif Çakır, “Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı yazısının sonunda demiş ki;
¥ “1) Özkök güya düzeltmeye çalıştığı yazıda bilinçli bir şekilde 1000%1 oranından hiç bahsetmeyerek özellikle Öcalan’ın ‘silahlar sussun barış olsun bir arada yaşayalım çağrısı’nın akabinde Kürt-Türk çatışmasını yeniden körüklemeye çalışmıştır.
¥ 2) Hem Milliyet yazarı, hem de Özkök; 2010 yılında yapılan anketten hiç bahsetmeyerek Ağırdır’ın ‘beyin jimnastiği’ toplantısını ‘yeni bir anket’ çalışması gibi sunmuşlardır.
¥ 3) Dehşete kapıldım diyen, gözlerime inanamadım diyen, bir kez daha, bir kez daha okuduğunu söyleyen Özkök’ün ‘iyi niyetli’ olduğunu söyleyin bana!”
Elif Çakır’ın “tesbit”lerine harfiyen katılmakla birlikte, “yorum”larında kendisinden ayrılıyor ve Ertuğrul Özkök’ün “ideolojik görüşlerindeki tutarlılığa” şapka çıkarıyorum... Evet, Ertuğrul Özkök, kesinlikle “iyi niyetli değildir” ama, “yalan” da söylese, “ideolojisinin gereğini” yapmaktadır.
Kim ne derse desin;
Özkök, “ideolojik bir görüş”e sahiptir ve sonuna kadar da o görüşlerin arkasında durmakta, “ideolojisinin gerektirdiği” yazılar yazmakta, tavırlar sergilemekte, hasılı kelâm “tutarlılığını” devam ettirmektedir.
“Yazarlık maymunluktur” deyip, gerekirse “medya maymunu” olsa da, “hiçbir kutsalı olmasa” ve “omurgasız” olduğu iddia edilse de, “ideolojisini sahiplenme” konusunda, eline hiç kimse su dökemez!..
Zaman gelir “hin” olur, zaman gelir “cin” olup çarpmaya çalışır, zaman olur “maymunluk” yapar ama asla “ideoloji”sinden vazgeçmez!..
Bu konuda “kararlı”dır,
Kendi içinde “tutarlı”dır!..
HALAY ÇEKMEK ZORUNDA MI?
Hani, yazının başında “gülümseten bir diyalog”tan söz etmiş ve Dilberay’ın meşhur şarkısı “Zorunda mıyım?”dan bahsetmiştim ya, işte Ertuğrul Özkök de, gerçek mânâda bir “direnç” gösteriyor “İmralı süreci”ne!..
Önceki gün, “Halay sevmem” başlıklı yazısında özetle demiş ki;
“Bana ülke barış halayı çekiyor, siz niye katılmıyorsunuz” diyorlar...
Sadece demiyorlar, işaret parmaklarını uzatıp, ruhumuzun kapısına bir de çarpı koyuyorlar.
Halayına katılmayanlar...
Kim onlar?
Nevruz kutlamalarına katılmayanlar...
Bu ülkede barışı istemeyenler.
Kan ticaretinden nemalananlar...
Irkçılar...
Faşistler...
Kan içiciler...
Peki ben çıkıp desem...
“Kardeşim ben halayı sevmem...”
(....)
Hayır ben bu kolektif halaya katılmayacağım.
Neden mi?
Bu ülkede son beş yıldır kurulan, kıymeti kendinden menkul jüriye hiçbir şeyi ispat etmek zorunda olmadığım için.
(....)
Nedir bu Allah aşkına.
Bu ülkede itiraz etmek için...
Birinden “demokrat” ehliyeti...
Ötekinden “inançlı” vizesi...
Berikinden, “barış yanlısı” karnesi mi almamız gerekir.
Hayır arkadaş, ben bu halaya katılmayacağım.
Halayı sevmem.
Sevmek zorunda mıyım?
Sevmiyorum arkadaş!..
Var mı diyeceğin?”
İşte ben, bu “dikleniş”e, bu “başkaldırı”ya bu “efelenme”ye, bu “direnç gösterme”ye, bu “dik duruş”a hayranım!..
Dediğim gibi;
Yazdıklarının tek satırına bile katılmıyorum... Tam aksine, “Barış Süreci”ni sonuna kadar destekliyorum!..
Ertuğrul Özkök’e hayranlığım da; “görüş”lerinden dolayı değil, görüşlerini savunmak için sergilediği “tavır”dan dolayı!..
Gördünüz işte;
“Halay sevmek zorunda mıyım” diyor, “sevmiyorum arkadaş” diyor ve resmen meydan okuyor;
“Var mı diyeceğin?”
İşte ben bu “çıkış”ları, bu “duruş”ları, bu “diklenme”leri seviyorum.
Bazıları, buna; “İdeolojik bağnazlık”, ya da “ideolojik körlük” veya “fikri sabitlik” dese de, ben bu tavrın “tutarlılık” olduğunu düşünüyorum...
Sizin anlayacağınız;
“Fikrinin özü”ne değil, “fikrini tırsmadan ifade etme biçimi”ne hayranım!..
YA BİZİM MAHALLE?
Bir insan, “dansöz”ler gibi “oynak” olacağına, işte böyle “fikrisabit” olsun!..
Keşke, “bizim mahallenin yazar ve çizerleri” de böyle dik dursa, böyle efelense, böyle meydan okusa!..
Çıkıp, dese ki;
“Sen kim oluyorsun ki, benim vatanseverliğimi sorguluyorsun?.. Sen kim oluyorsun ki Atatürkçülüğümü ölçmeye kalkıyorsun?.. Sen kim oluyorsun ki benim Müslümanlığımı sorgulayıp kâh irticacı, kâh yobaz olmakla itham ediyorsun?
Sana bu hak ve selâhiyeti kim verdi?.. Elinde metre mi var ki, sürekli benim fikirlerimi, benim yaşam tarzımı ölçüp biçiyorsun?..
Ben bir Müslümanım ve hiç kimseye de hesap vermek zorunda değilim!
Senden ehliyet, senden vize, senden karne, senden diploma isteyen yok!.. Mecbur muyum senin gibi düşünmeye, mecbur muyum senin gibi yaşamaya?
Ben, benim!..
Sen de, sen!
Var mı diyeceğin?”
Bunu söyleyebilen, söyleyebilecek olan kaç kişi var “bizim mahalle”de?
Bunları açık ve net söylemekten çekindikleri, tırstıkları, korktukları ve ürktükleri, ehh biraz da “ezik-büzük” oldukları için, adeta “kendilerini ispat”ta yarışıyorlar, “karşı mahalleye yaranabilmek” ve onlardan “aferin” alabilmek için, “dilleri kahverengileşinceye” kadar kıç yalıyorlar!..
İşte bu “yanaşma”lar;
Sadece “korktukları ve tırstıkları” için değil, biraz da “kompleks”lerinden böyle davranıyorlar... Hele hele; “Ekran”lara çıkmak, ya da “bir yerlere gelmek” için “taviz”ler veren, “kıç”lar yalayan birçok insan var ki, kıç yalaya yalaya “yalama” ve “yalaka” olmuşlar!..
İşte bunları gördüğüm içindir ki, Ertuğrul Özkök’ün “dikleniş”ini takdir ettim!..
“Maymunluk” yapsa da,
“Daldan dala atlasa” da,
“Kadın-erkek ilişkileri” ve “şarap” üzerine yazılar yazsa da, nihayetinde “ideolojisinin gereğini” yapıyor, “28 Şubat Süreci”nde neredeyse, bugün de aynı noktada duruyor!..
Milim sapma yok!..
“Bizim mahalle”de ise;
28 Şubat Süreci’nde “askere yaranmak” isteyenlerin çoğu, bugün “demokrat ve özgürlükçü” kesildi başımıza!..
Allah korusun, “rüzgâr tersten esse” var ya; hiç durmazlar, çoğu “cuntacıların safları”na koşar!..
Ertuğrul Özkök ise,
“Zaten orada” olduğu için,
Hiç yerinden kımıldamaz!..
Gel de;
Bu tavrı takdir etme!..
Merhamet’i öldürenler, şimdi merhamet bekliyor!
Köyün ağası, kasabaya giderken yolda gördüğü ve “merhamet” ederek “atının arkasına” aldığı adam tarafından “don-gömlek” bırakılıp, “atı” da elinden alınınca; “Atımı aldığına, paramı çaldığına yanmam... Yanarım, yanarım da, senin gibiler yüzünden yeryüzünden merhamet kalkar, ona yanarım” demiş ya; Türkiye’deki “çağdaş, ilerici ve laikçiler” yüzünden de, insanlarda “yardım duygusu” törpülendi, “merhamet” azaldı!..
Okumuşsunuzdur... “Deniz Feneri e.V.” dâvâsı yüzünden “yardım” yapanların oranı yarı yarıya azalmış... Artık “merhamet duygusu” azalıyor, “diğergâmlık” köreliyor!..
İşte bu noktada, “Köpeksever Bekir”in Cumhuriyet’i, “merhamet istismarcılığı” yapıp, “Mustafa Balbay’ın kızı”nı gündeme getiriyor ve sürmanşetten diyor ki; “Yağmur’a kıymayın!”... Ki, Yağmur okulunda okusun, baskı görmesin!..
Elbette Yağmur’a kıyılmasın!.. Ama siz, “Merve Kavakçı’nın kızları”na kıyarken, aslında “merhamet duygusu”nu da öldürdünüz!.. Yüreklerde “merhamet” kalmadı ki, şimdi “merhamet” istiyorsunuz!..
Hasan Karakaya/Yeni Akit