28 Şub 2012 14:35 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:23

'HASAN CEMAL'İN YAZDIĞI ZAVALLI BİR YAZI NE YAZIK Kİ'

Birgün yazarı Doğan Tılıç, Nuray Mert için destek yazısı kaleme alan Hasan Cemal'i neden eleştirdi?

BAŞKA NE Mİ YAPABİLİRİZ?

Hasan Cemal, tartışmasız iyi gazetecidir kendisi, benim ellerinden kalemleri alınan gazetecileri sayıp, artık “dost eleştirilerine” bile tahammül edilemeyen medya hallerinden söz ederek, “Asıl sıkıntı bu işte; sıkıntılı durumdan sıkıntı duymayan ‘gazeteciler’in varlığı” diye yazdığım gün, “sıkıntılı” olduğunu anlatan bir yazı yazdı.

Zavallı bir yazı, ne yazık ki! Hayır, yalnızca altında imzası olan yazar adına değil, memleketin “önemli gazeteciler”inin tümü adına zavallı bir yazı.

Nuray Mert’in, kendi yazdığı gazetede kaleminin kırılması karşısında “Başka ne yapabilirim ki?..” diye biten bir yazıydı, Cemal’inki.

Keşke sadece o soruyla bitseydi. Sorusunun yanıtı anlamına gelebilecek; “Bugün varsın, yarın yoksun. Not düşe düşe, yürüyüşe devam! Tek çarem bu.” diyen çaresizlik cümleleri olmasaydı. Keşke, hayal kırıklıklarından radikal bir ders çıkarabilmiş olsaydı.

Sosyalist, Kürt gazeteciler… O marjinal denilen yayınlarda yazanlar… Garip gurebası bu mesleğin… Henüz şöhretin “ş”ine yaklaşmamış cefakar muhabirler… Onlar şerbetliydi aslında; işten atılmaya, içeri tıkılmaya.

Atılıp, tutulmaya ve onlar atılıp tutulurken kimsenin ses çıkarmamasına alışıktılar, alışıktık.

Ama yok işte; orada kalmadı. Artık “dost eleştirileri”nin bile kabullenilmediği bir medya atmosferinde soluyoruz hepimiz. Ötesi var mı!

O atılıp tutulan, kartı plazanın kapısını açmayan, sendikalı oldu diye kapı önüne konulan, marjinal hatta “terörist” sayılan muhabirleri görmemek mümkündü! İşten atıldıklarında, içeri tıkıldıklarında, maymunluk yaptığımız fark edilmiyor sanarak üç maymunu oynayabilirdik.

Ama görmemek, duymamak mümkün mü; H. Şahin’in, U. Dündar’ın, C. Ülsever’in, B. Güven’in, M. Cabas’ın, R. Çakır’ın, C. Dündar’ın, E. Temelkuran’ın ve nihayet N. Mert’in başına gelenleri? Ve adını sayamadıklarımı görüp, duyup hala suskun kalmak mümkün mü?

Bu sorunun yanıtı da kocaman bir EVET aslında. Ne yazık!

“Gazeteci milleti, hayal kırıklıkları ve Nuray Mert” üzerine yazdığı yazıyı, keşke “Başka ne yapabilirim ki?” sorusunda bıraksaydı Hasan Cemal. Sonra, hep birlikte o soruyu tartışsaydık. Bir cevap bulunurdu nasılsa, samimiyetle sorulan “ne yapabiliriz” sorusuna.

“Limon satalım” demezdik belki, “filimden çıkalım” da demezdik. Ya da derdik anasını satayım, limon satmaktan öte köy kalmamışsa!

Ama önce, gazetede “o patron mu bu patron mu” durumu ortaya çıktığında, bir patronun ardına dizilme iştahımızın hiç değilse onda birini gazeteden uzaklaştırılan Mert arkadaşımızın yanında durmada da gösterelim derdik.

“Arkadaşlık da mı yok, o da mı öldü?” diye sorardık. Geçen gün, 10 yaşındaki oğlum Toprak’ın okul panosuna asılmış “Arkadaşlık” kompozisyonunu gördükten sonra ben mutlaka sorardım: “Arkadaşlık, kendini düşünmek değildir. Arkadaşlık, arkadaşına yardımcı olmak, onun için fedakarlık yapmak demektir. Arkadaşlık, arkadaşının kupa alamadığı bir yarışmada, kupanı ona uzatıp, ‘Al tut biraz’ demektir.”

Canım oğlum benim! Ahhh, o aklı ve vicdanı kirletilmemiş çocuklar, ne çok şey var sizden öğreneceğimiz.

“Başka ne yapabiliriz?”de bitseydi o yazı, “biraz cesaret derdik” belki. Biraz cesaret isterdik, limon sandığından önce daha yapacağı pek çok işi olduğunu bildiklerimizden. Haydi, “birlikte yürüyelim, birlikte bağıralım” derdik.

Ne bileyim; Yunan meslektaşlarımızı örnek gösterir, “sıkıntılı durumlar”da hepsi birlikte tüm gazeteleri, televizyonları, radyoları susturan grevlerinden ders alalım derdik. “Neden bir Madam Vlahu’muz yok?” diye sorardı birimiz; Albaylar Cuntası döneminde boyun eğmeyi değil direnmeyi seçen, Yunan sağcı kadın medya patronunu anımsatarak.

“Başka ne yapabilirim ki?” sorusu, yeni sorular sordururdu bize. Sorular devrimcidir, sorular tanrıya yaklaştırır insanı. Sorular sormaya başlayınca, yanıtlarını da bulurduk.

Susmayalım, ses çıkaralım, örgütlenelim, sesi kısılan arkadaşlarımızın yanında duralım derdik!

Demezsek; bu günlerden bize kalan, kocaman bir utanç olacak ancak. O duyguyu da yitirmezsek tabii!