Hasan Cemal'den Erdoğan'a ağır yazı: Sen nasıl bir cumhurbaşkanısın?
Hasan Cemal bugünkü köşesinde Erdoğan'ı sert sözlerle eleştirdi.
t24.com.tr yazarı Hasan Cemal bugünkü köşesine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı taşıdı ve "Sen nasıl bir cumhurbaşkanısın?" diye sordu.
Yazısında Türkiye'deki kutuplaşmadan, '400 milletvekili' istemine, Ankara katliamından 7 Haziran seçimine kadar birçok konuya değinen Cemal, yazısını "1 Kasım’da, 7 Haziran’dan daha büyük bir seçim darbesi sizi bekliyor. Ama şöyle ya da böyle gidicisiniz!" sözleriyle noktaladı.
İşte, Cemal'in bugünkü yazısı:
Sen nasıl bir cumhurbaşkanısın?..
Türkiye’yi yönetemedin.
Çok kötü yönettin.
Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırdın.
Hukuk devletinden uzaklaştırdın.
Özgürlüklerden uzaklaştırdın.
Türkiye’yi kutuplara ayırdın.
Düşman cephelere böldün.
İnsanları birbirine düşman ettin.
Sadece kendi hayat tarzını, sana benzeyenleri sevdin, onları tuttun, başkalarından nefret ettin.
Yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı tanımadın.
Rejimi fiilen değiştirdin.
Kendi deyişinle:
Anayasayı ‘bekleme odası’na aldın.
Milletin başına despot kesildin.
400 milletvekili için yaptın bunları.
Tek adam olmak için yaptın.
Başkan baba olmak için yaptın.
Ama başaramadın.
7 Haziran’da millet sana hayır dedi.
Umursamadın.
Büyük bir iktidar kibri ve güç zehirlenmesi ile düştüğün kötü yoldan ayrılmadın.
Uyarılara kulak asmadın.
“Erken seçim kan gölü demektir!” diyenlere gülüp geçtin.
‘Büyük koalisyon’la normalleşme, istikrar isteyenlere gülüp geçtin.
Tekrar seçim dedin, kafandaki 400 milletvekili hayaliyle...
Şimdi Türkiye’ye ne büyük acılar yaşattığını kendi gözlerinle görüyorsun herhalde.
Kan gölü büyüdükçe büyüyor.
Bunun bir numaralı sorumlusu da sensin. Bu bir hakaret değil, bir realitedir, bir eleştiridir.
Tam 13 yıldır iktidar koltuğunda oturan biz değil sen olduğuna göre, akan kanın başlıca siyasi sorumlusu da senden başkası olamaz.
Hatırla!
Meksika ziyaretin sırasında, ABD’nin Kuzey Carolina eyaletinde öldürülen üç Müslümanla ilgili olarak yaptığın Eyy Obama’lı çağrında bak ne demiştin:
“Ben, Sayın Obama'ya sesleniyorum, 'Neredesin Başkan' diyorum. Dışişleri Bakanı’na, Biden'a sesleniyorum, 'Neredesiniz' diyorum. Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Çünkü halk size oylarını verirken 'Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor.”
Üç kişinin ölümünden Başkan Obama’yı sorumlu tutuyorsun, peki ya Kanlı Cumartesi’nin 98 kurbanı ne olacak, kim sorumlu olacak?
Ahmet Altan’ın son yazısını okudun mu?
Bak neler yazmış:
Bir mafya reisi, cumhurbaşkanını desteklemek için siyasi miting düzenliyor.
“Dünyanın şah damarını kesmişler gibi oluk oluk kan akıtacaklarını” söylüyor.
Türkiye, tarihinin en karanlık günlerinde bile bir mafya reisinin siyasi miting düzenlemeye cüret edebildiğini görmedi.
Susurluk’un en azgın zamanlarında, devletle çetelerin içiçe girdiği dönemlerde bile bunu yapmaya yeltenen olmadı.
Böyle bir şey ancak devletin tümüyle ortadan kalktığı, siyasetçilerin burunlarına kadar yolsuzluğa batıp mafyadan medet umduğu yerlerde olur.
Ve öyle ülkelerde ölüm baş köşeye yerleşir.
Mafya reislerinin “oluk oluk kan akıtmaktan” meydanlarda söz edebildiği ülkelerde neler olabileceğini zaten iki gün sonra gördük.
Türkiye’nin şah damarı kesildi ve oluk oluk kan aktı.
Bu devletin, bu polisin, bu yargının, insanları öldüren canilerin değil, cumhurbaşkanını eleştiren twitler atan insanların peşine düştüğünü, bütün mesailerini bu garip ava ayırdığını biliyordu.Ahmet Hakan’ı döven, bunu para
karşılığında yaptığını itiraf eden, açıkça bir uğursuz organizasyonun parçası olan adamları yargı serbest bırakıyor, aynı yargı polislerini gönderip, cumhurbaşkanını eleştiren twit attı diye Bülent Keneş’i tutukluyordu.
Terör polisi, cumhurbaşkanıyla ilgili kapak yapan Nokta dergisini basıyordu.
Cumhurbaşkanını eleştirmek terör suçu sayılıyordu.
Terör şubelerinin polisleri gazetecileri kovalamaya, yargıçlar gazetecileri tutuklamaya, istihbaratçılar gazetecileri izlemeye başlayınca, terörün yolu boydan boya açılıyor, başkentin ortasında insanlar paramparça ediliyordu.
Şiddet, zehirli bir ağaç gibi gün gün, saat saat, dakika dakika büyüyordu.
Şiddet ağacının suyunu hırsız bir iktidar veriyordu, o büyütüyordu.
Kanlı suçlarını arkasına saklayacağı, insanları korkutup geri püskürtecek bir şiddet duvarına ihtiyaçları vardı.
Ahmet Altan’ın son yazısını okudun mu?
Bak neler yazmış:
Bir mafya reisi, cumhurbaşkanını desteklemek için siyasi miting düzenliyor.
“Dünyanın şah damarını kesmişler gibi oluk oluk kan akıtacaklarını” söylüyor.
Türkiye, tarihinin en karanlık günlerinde bile bir mafya reisinin siyasi miting düzenlemeye cüret edebildiğini görmedi.
Susurluk’un en azgın zamanlarında, devletle çetelerin içiçe girdiği dönemlerde bile bunu yapmaya yeltenen olmadı.
Böyle bir şey ancak devletin tümüyle ortadan kalktığı, siyasetçilerin burunlarına kadar yolsuzluğa batıp mafyadan medet umduğu yerlerde olur.
Ve öyle ülkelerde ölüm baş köşeye yerleşir.
Mafya reislerinin “oluk oluk kan akıtmaktan” meydanlarda söz edebildiği ülkelerde neler olabileceğini zaten iki gün sonra gördük.
Türkiye’nin şah damarı kesildi ve oluk oluk kan aktı.
Bu devletin, bu polisin, bu yargının, insanları öldüren canilerin değil, cumhurbaşkanını eleştiren twitler atan insanların peşine düştüğünü, bütün mesailerini bu garip ava ayırdığını biliyordu.Ahmet Hakan’ı döven, bunu para
karşılığında yaptığını itiraf eden, açıkça bir uğursuz organizasyonun parçası olan adamları yargı serbest bırakıyor, aynı yargı polislerini gönderip, cumhurbaşkanını eleştiren twit attı diye Bülent Keneş’i tutukluyordu.
Terör polisi, cumhurbaşkanıyla ilgili kapak yapan Nokta dergisini basıyordu.
Cumhurbaşkanını eleştirmek terör suçu sayılıyordu.
Terör şubelerinin polisleri gazetecileri kovalamaya, yargıçlar gazetecileri tutuklamaya, istihbaratçılar gazetecileri izlemeye başlayınca, terörün yolu boydan boya açılıyor, başkentin ortasında insanlar paramparça ediliyordu.
Şiddet, zehirli bir ağaç gibi gün gün, saat saat, dakika dakika büyüyordu.
Şiddet ağacının suyunu hırsız bir iktidar veriyordu, o büyütüyordu.
Kanlı suçlarını arkasına saklayacağı, insanları korkutup geri püskürtecek bir şiddet duvarına ihtiyaçları vardı.
Kanlı Cumartesi yaşandı.
O gün ortalıkta yoktun.
Cumartesi...
Pazar...
Pazartesi...
Salı...
Tam dört gün.
Ortalıkta gözükmedin.
Kuru bir yazılı açıklama, o kadar.
Sen nasıl bir cumhurbaşkanısın?..
Yakın tarihimizin en kanlı katliamı yaşanıyor, acılar yürekleri dağlıyor.
Sen yoksun ortalıkta.
Televizyona çıkıp bir başsağlığı bile dilemiyorsun.
Acıları paylaşmıyorsun.
Bir sıcak mesaj veremiyorsun.
Cenaze törenlerine katılmıyorsun.
Geçmiş olsuna gitmiyorsun.
Cami avlularında yoksun.
Neden?
Yuhlanmaktan mı, protesto edilmekten mi korkuyorsun?
Galiba öyle.
Ne yazık.
Böyle cumhurbaşkanlığı mı olur?
Ama bu toplumu bu hâle sen getirdin.
Sen böldün, kutuplaştırdın, düşmanlaştırdın.
Cumhurbaşkanı seçildiğinde ettiğin yemini çiğnedin çünkü...
Anlaşılan o ki, Finlandiya Cumhurbaşkanı olmasa, Kanlı Cumartesi’nin beşinci günü de ortalıkta gözükmeyecektin.
Galiba onun sayesinde, katliam yerine ancak beşinci günde gidip bir sap kırmızı karanfil koydun.
Kendi başına yapamaz mıydın bu jesti?
Bilmem farkında mısın, düştüğün durum o kadar hazin ki.
Bir o kadar hazin olan, Finli meslektaşım karşısında düştüğün durum.
Yüzüne karşı, lafı hiç eveleyip gevelemeden sana diktatörsün deyiverdi Finli gazeteci...
Morardın.
Ama yanıtın pek hoştu:
“Bizdeki özgürlük Avrupa Birliği’nde yok. Türkiye özgürlüklerin sınırsız yaşandığı bir ülke...”
Şaka gibi.
Gerçekten inanarak mı söyledin bunu?..
Bir twit nedeniyle hapsi boylamış, itiraz üzerine tahliye edilmiş olan değerli meslektaşım Bülent Keneş’in bu açıklamanı duyduğunda acaba tepkisi ne olmuştur?
Şunu iyi bilin.
Türkiye’yi çok kötü yönettiniz.
Ve bir uçurumun kenarına getirdiniz.
1 Kasım’da, 7 Haziran’dan daha büyük bir seçim darbesi sizi bekliyor.
Ya da benim temennim bu.
Ama şöyle ya da böyle gidicisiniz!