04 Tem 2010 08:00
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:26
HANGİ ÜNLÜ TEKNİK ADAM ''DÜNYADA EN ZOR İŞ İKİ EŞLİ OLMAK'' DEDİ?
Hürriyet yazarı Ayşe Arman, bu hafta yine gündem yaratacak bir röportaja imza attı..
Bu dünyada erkeğe verilmiş en büyük ceza, iki kadınla yaşamak
Onu tanıtmaya gerek yok.
Kasımpaşa’nın teknik direktörü.
O, Türkiye’nin Yılmaz Hoca’sı
Sevmemeye imkan yok.
Bütün duygularıyla ortada bir adam.
Filtresi de yok, neyse o.
Aklındaki dilinde.
Komik, eğlenceli, işinde iyi, iyi kalpli ve son keşfettiğimiz özelliği de iyi oyuncu.
Lipton Ice Tea reklamıyla, Kristal Elma ödülü bile kazandı. Reklam, Medina Turgul DDB tarafından hazırlandı.
Reklamda, “Hararetle isteyiniz” teması işlendi. E hararet denince, akla kim gelir?
Elbette Yılmaz Hoca.
Hararetli bir teknik direktörü canlandırıyordu.
Bu röportajda da hararetli şeyler anlattı.
Keyifli okumalar dilerim.
Nasıl bir aileye doğdunuz? Anne-baba neciydi?
- Annem kendi halinde bir ev kadını. Babam ise, zirai donatım fabrikasında işçi. E o yok, bu yok... Biraz ezik büyüdüm tabii. Arkadaşlarımın her şeyleri var, babaları doktor. Komplekse kapıldığımda soluğu mezarlıkta alırdım...
Ne için?
- Kendime gelmek için! “Yılmaz, ölüm bu kadar yakın, takma hiçbir şeyi” derdim, “Varsın baban işçi olsun, varsın paran olmasın, hepimizin gideceği yer aynı!” Mezarlıkta ölümün o kadar dibinde olunca, salaklıklarım hemen geçerdi. İyi terapidir. Adamı kendine getirir. Oradan helva gibi çıkarsın, hayata tekrar karışırsın...
İlginçmiş...
- Ben aynada kendimle de konuşurdum.
O ne için?
- O da kendimi eğitmek için. Yoktu bizimle bire bir ilgilenen, kendimi yetiştirdim diyebilirim. Bir de rahmetli babaannemin emeği çoktur bende. Hamurumu yoğuran odur. Bütün herkesin sorununu çözerdi. Büyücü gibi bir kadındı. Kabakulağın mı var? Geçirirdi. Üzerinde bir ağırlık mı hissediyorsun, “Gel kurşun dökeyim, bir şeyciğin kalmaz, rahatlarsın” derdi. Adapazarlıyım ben. Küçük yerdi Adapazarı, mesela saçımı uzatmak istiyorum, bir torba laf ederler, babaanneme bakardım, “Boşveeeer milletin ne dediğini” der, beni desteklerdi. Hayatta kimseyi takmamamı biraz da babaanneme borçluyum...
Ne münasebetle top işine bulaştınız?
- Arayış. Kendimi arıyordum. Bir baktım ki kendimi sahalarda hayal ediyorum. Gerçi benim aklımdaki, futbolcu olmaktı; sonradan antrenörlüğe kaydım. Hocam Suphi Varel, “Oğlum sende kabiliyet var, gençsin, erkenden bu işe başla” dedi.
Sizce nasıl bir antrenörsünüz?
- Ben olduğum gibiyim. Antrenörken de, hocayken de, kocayken de, babayken de. Ben buyum, ne görüyorsan o.
Antrenör olarak özelliğiniz...
- Açıklık, dürüstlük, doğallık, düşündüğünü konuşmak. Benim özelliklerim bunlar. Oyuncularımı severim de döverim de.
Dünyada futbolcusuna tokat atan antrenör yok. Siz yapıyorsunuz, yakışıyor mu?
- Severken iyi de, tokat atarken mi kötü? Olur arada öyle şeyler. Sonra affederiz birbirimizi.
İyi de “Keşke tokat atmasaydım” dediğiniz olmadı mı hiç?
- Bak şimdi dinle: Bir zaman Sodorov diye Bulgar bir futbolcum var. Bizim takım zor durumda, küme düşmek istemiyorum... Ertesi gün Noel, bu yabancılar Noel’de ailelerine gitmek isterler, bu da istiyor. Biz orada geberiyoruz stresten bunun maç filan umurunda değil. Maçın hakemi geldi bana dedi ki, “Hocam bak, bu Sodorov oyundan atılmak istiyor ama atmayacağım çünkü kasıtlı yapıyor.” Ve gerçekten bizimki, bir ara, kapalı tribünün olduğu yerde rakibinin hayalarına bir tekme attı. Olacak iş değil. Hakem de n’apsın? Eli mahkum oyundan attı, tribün coştu, bana “Öldür” diye bağırıyor...
Şimdi bu adam dövülmez de kim dövülür mü diyorsunuz!
- Eveeet. Beni de milleti de delirtti, patlattım tabii. Ama bunlar normal şeyler, abartılması gerekmiyor, sonra da barıştık.
Anadolu takımları neden sizi çok tutuyor?
- Çünkü beni biliyorlar, ciğerimi biliyorlar. Ben eski jenerasyonu bitiren antrenörüm. Onlar gücü, ellerinde tutmak istiyorlardı, ben direndim, Almanya’ya gidip bu eğitimi alıp, ülkemde Anadolu takımlarını çalıştırarak bir çığır açtım. Benim arkamdan bir sürü antrenör yetişti.
Pek de alçakgönüllüsünüz!
- Ama bunlar gerçek...
“Kabul etmediğim göreve Fatih Terim geldi” diyorsunuz, hafif bir küçümseme var sanki...
- Yok canım. Ne küçümsemesi? Ama n’apiim gerçek böyle, aynen böyle oldu. Yıl 1989. Seni “Milli Takım’a yardımcı antrenör yapmak istiyoruz, bu milli takım sana kalır sonra, gel Piontek’le çalış” dediler. “Yabancı antrenörler aleyhine bu kadar konuşmuş adamım. Bugüne kadar savunduklarımla ters düşerim, teşekkür ederim, kabul edemem” dedim. Fatih Hoca’yı da Ümit Milli Takım’a teknik direktör yapacaklardı, ben kabul etmeyince, onu aldılar. Hayatta, şans diye bir şey var, kabul etseydim bugün farklı bir konumda olacaktım, sırf lafımı yememek için böyle önemli bir görevi kabul etmedim.
Üçü büyükler neden sizi istemiyor?
- O tür bir takımda çalışsam, beni 4-5 sene kimse yollayamaz. Bu kadar net söylüyorum...
Ama çalışamıyorsunuz...
- Evet. Şimdi mesela Aykut Kocaman Fenerbahçe’nin teknik direktörü oldu.
Bünye, kıskançlık yapıyor mu?
- Yok yok. Ben onun çocukluğun bilirim, çok da severim, o yüzden mutlu bile oldum. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Üç büyüklere ya hep yabancı yabancı antrenör gelir, ya da içlerinden geleni seçerler. Sizi de yabancı gibi görürler.
Belki de sizde gerçekten o yeteneği görmüyorlardır!
- Demek ki körler!
Daum’un İstiklal Marşı’nı okuması neden size samimiyetsiz geldi. Gerçekten mi kızdınız, çakmak için mi yaptınız?
- Benim o zaman Daum için söylediğim her şeyi, sonradan Fener yöneticileri de söylediler. Ben, “Bu adam, yalakanın teki. İstiklal Marşı’nı yalandan okuyor” dedim. Haklı değil miymişim? Daum, “8 milyon Euro vermezseniz gitmem” dedi. Nerede kaldı bu adamın Aziz Yıldırım sevgisi? Demek ki Allah’ı paraymış. Türk insanın da hassasiyetini bildiği için, marş çalarken uyduruktan ağzını oynatıyormuş. Biz duygusal milletiz, bir yabancı bize Türkçe, “İyi akşamlar” dese gözlerimiz buğulanır.
Siz yoksa Almanya’da Alman düşmanı mı oldunuz!
- Kafatasçı değilim ama Almanları sevmediğim doğru. “Dünyayı biz yarattık” havasındalar. Onların dışındaki milletler çok zavallı. Kendileri efendi, geri kalan köle.
Eşiniz nasıl dayanıyor orada yaşamaya...
- 30 yıldır orada o. Öğretmenlik yapıyor. Ve Alman’a benziyor, sarışın, yeşil gözlü, Türk olduğunu anlamıyorsun. Belki de ona kimse kendisini ‘yabancı’ olarak hissettirmediğinden orada rahattır.
Şu takla hikayesi nedir?
- Bu ülkede adın bir kere çıktı mı, yandın. Öyle bir dönme olmadı. 95 yılıydı, Gaziantepspor’dayım, Beşiktaş’la oynuyoruz, yenilirsek küme düşeceğiz. İki sıfır galibiz, üçüncü gol pozisyonu oldu. Bizim bir oyuncu kaleciyle karşı karşıya geldi, topu dışarı attı. Ben de kendimi yere attım, çimleri söktüm, “Kaçtı gol” diye. Musa Çözen de beni bütün Türkiye’ye rezil eden adam, bir kameramanı sırf bana tahsis etmiş, hararetli olduğumu biliyor ya, “Ne yaparsa çek” demiş. O da çekmiş, adımı ‘taklacı’ya çıkardılar.
Aziz Yıldırım’ın size, “Ben oldukça Fenerbahçe’nin kapısından içeri giremez...” dediği doğru mu?
- İhsan Kalkavan, Mübariz Mansimov, Güvenç Kurtar ve ben bir yerde yemekteydik, Aziz Bey geldi. İhsan Kalkavan, “Yılmaz’ı niye almıyorsun” dedi. “Sokmam onu kapıdan!” dedi. “Aramızda namus davası mı var? Ne yapmışım?” dedim. “Rize’deki maçı hatırlamıyor musun, orada Saffet bize gol attı, sen takla attın!” dedi. Güya 50 metre koşup takla atmışım. “Yok öyle bir şey, olsa bile ne var bunda?” dedim, “Böyle abartılı sevinilir mi?” dedi.
Daha ağırbaşlı antrenör mü istiyorlar?
- Onları yenmeyen antrenör istiyorlar!
Yabancı antrenöre karşısınız anladık, yabancı futbolcu, yabancı hakem, yabancı federasyon başkanı... Bunlara da karşı mısınız?
- Karşıyım ya. Ben yerli malcıyım. Onların bizi anlayamayacağını düşünüyorum.
İtiraf edin, insan sonunda bu meseleyi kompleks mi yapıyor: Şu üç büyüklere niye çağrılmıyorum diye...
- Yok ya öyle değil ama kendimi anlatmaktan sıkıldım, anlamıyorlar.
Vaz mı geçtiniz yani...
- Yok, geçer miyim? Mümkünü yok ölünceye kadar uğraşacağım birinin başına mutlaka geçeceğim. O zaman teknik direktörlük nasıl olur görecekler...
Bir sürü acayip laf ediyorsunuz. Sonra ne oluyor? Yayınlanınca gazetelere bakıp utanıyor musunuz...
- E bazen, “Biraz fazla ileri gitmişim” dediğim oluyor, çünkü filtresiz konuşuyorum.
“Medya maymunu” diyenlere kızıyor musunuz?
- Kimseye kızamıyorum ben. Nasıl medya maymunu oldum biliyor musun? Geliyor bir muhabir çocuk, “Hocam prim alacağım, şöyle bir poz versene” diyor. Kıramıyorum, bile bile kendimi kullandırtıyorum...
“Şov bilgisi futbol bilgisinden fazla” diyenlere cevabınız var mı?
- Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Başka bir teknik direktör benim davrandığım gibi davransa olmaz, sırıtır. Ama bana yakışıyor. Ekran, herkesi kabul etmiyor ama beni seviyor. Bir TV kanalı 4-5 senelik bir program teklif etti. İnanılmaz da para verdi. “Hocam” dediler, “Senin yüzün ekrana yatkın, konuşma üslubun, sıcaklığın, samimiyetin, böyle bir becerin var...” Kabul etmedim.
Niye?
- Ben antrenörüm. Bu işe ömrümü verdim. Her şey para değil ki. Üstelik daha işim bitmedi. Ama ileride olabilir neden olmasın?
Sizin için “Taktik yok, gaz var” diyorlar...
- Yok canım. Herkes cin olmuş, kimse yemiyor o numaraları. Motivasyonun arkasında realitenin olması lazım. Öyle hayallerle maç kazanılmaz.
DAYADIM TABANCAYI KAFAMA
Almanya’da okumak yaşamak ne kadar zahmetliydi?
- Çok. Bodyguard’lık, garsonluk yaptım, aklına gelen her şeyi yaptım. Anlatılmayacak şeyler de yaptım...
Ne kadar kötü şeyler yapmış olabilirsiniz ki, mesela jigololuk mu...
- Bir amacınız varsa, o amaca giden yolda her şey yapılıyor. Bir an geliyor kendinizden veriyorsunuz, aksi taktirde bir şey olmak mümkün değil.
“Antalyaspor küme düşerse, intihar ederim” dediniz mi gerçekten?
- Demek ne kelime ölüyordum! Takım küme düştü, kulübe getirdiler bizi, polis korumasıyla. Odaya girdim, kapıyı kilitledim, silahım vardı, kafama dayadım, bayağı vuruyordum kendimi.
Eeee?
- Ondan sonra 15 tane polis geldi, “Aman dur, yapma etme” dediler, bizimkiler ağlıyor, zırlıyor, tam transa geçmiştik oysa, sonra bende de bir ağlama boşalma...
Normal geliyor mu bu size...
- Bu olaydan sonra iki yıl uyku uyamadım. Antalyaspor’un başkanı en yakın arkadaşımdı, kardeşimdi, sırf onun hatrına gitmiştim, beni öyle bir dönemde ortada bıraktı ki, takımın küme düşmesinin dışında onun yaptığı o insani yanlış beni çok üzdü. Şimdi onunla konuşmuyorum. Hayatımdaki en önem verdiğim insanlardan biriydi, görünce kafamı çeviriyorum, çünkü konuşmak içinden gelmiyor...
YERİN ALTIYLA DA ÜSTÜYLE DE İLİŞKİM İYİDİR
Futbolcu, şimdinin gladyatörü mü?
- Evet. Onlara diyorum ki, “Kazandığınız para, helal...” Bu işe 15 yaşında başlıyorlar, 20 sene 8’de kalk, kahvaltı, antrenman, sonra tekrar antrenman. O yaştaki arkadaşlarının yaptığı hiçbir şeyi yapmaya izinleri yok. Ben zaten onları uyarıyorum, “Futbolcu insan değildir” diyorum. “Futbol bir iştir. Ama unutmayın, bu iş karşılığında inanılmaz paralar alıyorsunuz.
Siz sahaya çıktığınızda, kimse size insan diye bakmıyor. Ha biter bu süreç, antrenman biter, maç biter, sporculuk hayatınız biter, tekrar insan olursunuz...” Antalya’ya kampa gidiyoruz mesela, “Hocam müsaade et, denize girelim” diyorlar, “Normal insanlar gibi.” Onlara diyorum ki, “Kardeşim, siz insan değilsiniz, denize giremezsiniz!” Bilim böyle söylüyor, denize girmemeleri gerekiyor.
“Sınıf atlayıp şımarmış işçi çocukları” mı futbolcular?
- Sınıf atladıkları doğru ama hepsi şımarık değil. Ya da şöyle diyelim: Ellerinde değil, o kadar kısa sürede o kadar çok şeye ulaşıyorlar ki... Fakat tabii para, arkadaki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Ben pek çok oyuncuma spagetti yemeyi öğrettim mesela, çatalla kaşıkla. Bilmiyorlardı çünkü. Bu çocukların bulundukları ortama uyum sağlamaları için uğraşmalıyız. Ama tabii sizde de o yeterlilik olmalı...
Siz kendinizi sınıf atlamış gibi görüyor musunuz?
- Tabii. Hepimiz atlıyoruz. Hepimizin amacı bu zaten, hep bir yukarı çıkmak.
Peki onların arasında bu çıkışları hazmedemeyenler olmuyor mu?
- Olmaz mı? Soruyu tersten sormalıydın, hazmeden kaç kişi var diye.
Sedat Pekar’le dostluğunuz nereden?
- Adapazarı’ndan hemşehrimdir. Bana sempatisi olan biridir. Buluşup dertleşiriz. Ben onun abisiyim. Ben onu severim, o da benim sohbetimi sever. Onun insan tarafı beni ilgilendiriyor. Türkiye’de yerin altıyla da üstüyle ilişkilerim çok iyidir.
Sedat Peker ‘yerin altı’ mı?
- Gözüken, gözükmeyen herkesle ilişkilerim iyidir demek istiyorum. Ama ölçümü bilirim.
MİNİK BİR YILMAZ GELİYOR
Daha 70 sene benden kurtulamayacak insanlar!
En önemli şey futbol mu sizin hayatınızda? Kadınlardan bile önemli anladığım kadarıyla...
- Öyle. Mesela ben gol atıldığında orgazm olmanın ötesinde başka bir şey yaşarım. Acayip keyiflidir. Müthiş, müthiş...
“Hovarda” sıfatını hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
- Yok ya. O kelime hoş değil...
Flörtöz?
- Bak, o başka. Bir kadınla sohbet etmek, dertleşmek, bir erkekle muhabetten çok daha iyidir. Kadınlar zekidir, duyarlıdır, seni anlar. Ben kadınlarla daha iyi anlaşırım. Ama hovarda değilim.
Ama ben sizin “Erkeğiz hovardayız tabii, çapkınlık da yapacağız” türünden laflarınızı duydum. Ne o? O eskiden miydi?
- E tabii. Her şeyin zamanı var.
Peki tek eşli yaşadığınız bir zaman oldu mu?
- Şimdi öyleyim.
Ama evlisiniz ve karınız Almanya’da, sevgiliniz burada ve hamile...
- Evet. Herkes gibi benim de ilişkiye, dokunmaya, sevgiye ihtiyacım vardı. Karım, yıllardır orada yaşıyordu. E ne olacaktı? Ama yanlış anlama, övündüğüm bir durum değil. Bu dünyada erkeğe verilmiş en büyük ceza, iki kadınla yaşamak...
Bunun için canını verecek erkekler vardır...
- Yok canım, Tanrı uğraşamamış, biz nasıl başa çıkalım? Kadınla uğraşılır mı? Zor yani. Gerçi şöyle de bir şey var: Benim kadınlarım, insani erdemleri çok yüksek kadınlar. Müthiş insanlar. İyi bir insan bulduğun zaman, kaybetmeyeceksin. Almanya’daki eşimle ilişkimiz 30 yıldır sürüyor, Seda’yla ilişkimiz 10 yıldır. Ayrıldığımız oldu ama her ayrılıkta daha güçlü bir şekilde devam ettik. Şimdi de bebek bekliyoruz...
Tebrik ediyorum. Genç, güzel bir sevgiliniz var. Kıskanç mısınız? Sevgilinizi kıskanıyor musunuz?
- Domuz değilsen kıskanacaksın tabii! Sahip olduğun bir şeyi herkesle paylaşacak halin yok ki.
Yeni bebeğinize isim buldunuz mu?
- Minik bir Yılmaz geliyor. Daha 70 sene benden kurtulamayacak insanlar!
Tereddüt etmediniz mi, sevgilinize, “İki tane üniversiteye giden evladım var, tekrar baba olmak istediğimden emin değilim” filan demediniz mi?
- Onun mutlu olması benim için önemli. Ben babalığı yaşadım, o da anneliği yaşamalıydı.
Büyük çocuklarınız hiç itiraz etmedi mi?
- Yok yok Seda’yı seviyorlar. Türkiye’de büyüselerdi farklı bakabilirlerdi ama Almanya’da yetiştiler, şimdi de İngiltere’de okuyorlar, beni yargılamıyorlar.
OYUNCULARA TAVSİYE: SEKSİ FAZLA UZATMAYIN
Futbolcularınıza seksi yasaklıyor musunuz?
- Futbol, fiziksel bir aktivite ve insanın çok güçlü olması gerekiyor. Çocuklara diyorum ki, “Maç sonrasında seks yok, çünkü her maçta kaybettiğiniz kalori aşağı yukarı 5-6 bin.” Bu ne demek biliyor musunuz? Günlük hayatta, 1800-2000 kaloriyle yaşıyoruz. 6000 kalori kaybedince, bir maçta iki buçuk üç kilo zayıflıyorlar, milyonlarca hücre kaybediyorlar, e bir de maçtan sonra cinsel ilişkiye girerlerse, milyonlarca hücre daha kaybedecekler. O zaman maç sonrası seks, saçmalık. Çünkü bu çocuklar sabah tekrar antrenmana gelecekler...
Taocu sevişme öğrensinler!
- Biz de diyoruz ki, “İlla yapacaksanız, uzatmayın, ön sevişmeyi filan boş verin, direkt ilişkiye girin...”
E bu da kadınlara ayıp değil mi?
- Haaa bu noktada ben kadınları değil, futbolcumu düşünmek zorundayım. Maç öncesi yapılırsa bir şey yok, kaybedilen enerji hızlı merdiven çıkmaya denk, maç sonrasını tavsiye etmiyoruz.
FUTBOLCU PEŞİNDE OLAN KADINLARIN HEPSİ AVCI
Niye güzel kadınlar futbolculara düşkün... Performansı mı?
- Yok canım. Sen de amma romantiksin. Tek sebep para. Büyük şehirlerde, sırf bu işle uğraşan kadınlar var. İyi futbolcuları kafeslemeye çalışıyorlar. Avcı kadınlar onlar, hunter, hunter!
RIDVAN TEKNİK ERMAN MAGAZİNSEL AHMET TAHRİKÇİ
Eski futbolcu mu daha iyi yorumcu oluyor eski antrenör mü?
- Bu yorumculuk, tamamıyla yapı meselesi. Mesela siz azıcık bilirsiniz ama çok biliyormuş gibi gösterirsiniz. Diğeri çok bilir ama kendini ifade edemez, bilgisini satamaz...
Rıdvan iyi bir yorumcu mu?
- Çooook. Net ve basit anlatıyor. Ben çok beğeniyorum. Bir de tatlıdır kerata.
Erman Toroğlu’nun yorumculuğunu beğeniyor musunuz?
- O daha çok işin magazinsel boyutunda, teknikle alakası yok.
Ahmet Çakar...
- O da farklı. Karşısındaki tahrik edici üslubu var. Rıdvan teknik analiz yapar, Erman işin oyunundadır, halk diliyle anlatır, tribün literatürü bilir, Ahmet de karşındakini delirtir. Üçünün de işlevi farklıdır.
Sizi en çok hangisi yakalıyor?
- Rıdvan. Ben de teknik adam olduğum için belki. Ama üçü de çok yakın arkadaşım. Ailecek görüşürüz. Dikkat edin, dördüncüsü yok. Yetişmiyor. Zaten bizim memlekette adam yetişmiyor.
İNTERNET İCAT OLDU FUTBOLDA MERTLİK BOZULDU
Ne bu ya, sabahlara kadar facebook ve twitter! “Getirmeyin laptoplarınızı” diyorum “Yasak!” Adam yatağa oturmuş, kambur çıkmış, sabaha kadar chatleşiyor. Olacak iş mi, ertesi gün 90 dakika maç oynayacak, 40 bin kişi ondan medet umacak, neymiş, kadının tekine twitter’da “Ben de seni seviyorum” yazıyor.
Onu tanıtmaya gerek yok.
Kasımpaşa’nın teknik direktörü.
O, Türkiye’nin Yılmaz Hoca’sı
Sevmemeye imkan yok.
Bütün duygularıyla ortada bir adam.
Filtresi de yok, neyse o.
Aklındaki dilinde.
Komik, eğlenceli, işinde iyi, iyi kalpli ve son keşfettiğimiz özelliği de iyi oyuncu.
Lipton Ice Tea reklamıyla, Kristal Elma ödülü bile kazandı. Reklam, Medina Turgul DDB tarafından hazırlandı.
Reklamda, “Hararetle isteyiniz” teması işlendi. E hararet denince, akla kim gelir?
Elbette Yılmaz Hoca.
Hararetli bir teknik direktörü canlandırıyordu.
Bu röportajda da hararetli şeyler anlattı.
Keyifli okumalar dilerim.
Nasıl bir aileye doğdunuz? Anne-baba neciydi?
- Annem kendi halinde bir ev kadını. Babam ise, zirai donatım fabrikasında işçi. E o yok, bu yok... Biraz ezik büyüdüm tabii. Arkadaşlarımın her şeyleri var, babaları doktor. Komplekse kapıldığımda soluğu mezarlıkta alırdım...
Ne için?
- Kendime gelmek için! “Yılmaz, ölüm bu kadar yakın, takma hiçbir şeyi” derdim, “Varsın baban işçi olsun, varsın paran olmasın, hepimizin gideceği yer aynı!” Mezarlıkta ölümün o kadar dibinde olunca, salaklıklarım hemen geçerdi. İyi terapidir. Adamı kendine getirir. Oradan helva gibi çıkarsın, hayata tekrar karışırsın...
İlginçmiş...
- Ben aynada kendimle de konuşurdum.
O ne için?
- O da kendimi eğitmek için. Yoktu bizimle bire bir ilgilenen, kendimi yetiştirdim diyebilirim. Bir de rahmetli babaannemin emeği çoktur bende. Hamurumu yoğuran odur. Bütün herkesin sorununu çözerdi. Büyücü gibi bir kadındı. Kabakulağın mı var? Geçirirdi. Üzerinde bir ağırlık mı hissediyorsun, “Gel kurşun dökeyim, bir şeyciğin kalmaz, rahatlarsın” derdi. Adapazarlıyım ben. Küçük yerdi Adapazarı, mesela saçımı uzatmak istiyorum, bir torba laf ederler, babaanneme bakardım, “Boşveeeer milletin ne dediğini” der, beni desteklerdi. Hayatta kimseyi takmamamı biraz da babaanneme borçluyum...
Ne münasebetle top işine bulaştınız?
- Arayış. Kendimi arıyordum. Bir baktım ki kendimi sahalarda hayal ediyorum. Gerçi benim aklımdaki, futbolcu olmaktı; sonradan antrenörlüğe kaydım. Hocam Suphi Varel, “Oğlum sende kabiliyet var, gençsin, erkenden bu işe başla” dedi.
Sizce nasıl bir antrenörsünüz?
- Ben olduğum gibiyim. Antrenörken de, hocayken de, kocayken de, babayken de. Ben buyum, ne görüyorsan o.
Antrenör olarak özelliğiniz...
- Açıklık, dürüstlük, doğallık, düşündüğünü konuşmak. Benim özelliklerim bunlar. Oyuncularımı severim de döverim de.
Dünyada futbolcusuna tokat atan antrenör yok. Siz yapıyorsunuz, yakışıyor mu?
- Severken iyi de, tokat atarken mi kötü? Olur arada öyle şeyler. Sonra affederiz birbirimizi.
İyi de “Keşke tokat atmasaydım” dediğiniz olmadı mı hiç?
- Bak şimdi dinle: Bir zaman Sodorov diye Bulgar bir futbolcum var. Bizim takım zor durumda, küme düşmek istemiyorum... Ertesi gün Noel, bu yabancılar Noel’de ailelerine gitmek isterler, bu da istiyor. Biz orada geberiyoruz stresten bunun maç filan umurunda değil. Maçın hakemi geldi bana dedi ki, “Hocam bak, bu Sodorov oyundan atılmak istiyor ama atmayacağım çünkü kasıtlı yapıyor.” Ve gerçekten bizimki, bir ara, kapalı tribünün olduğu yerde rakibinin hayalarına bir tekme attı. Olacak iş değil. Hakem de n’apsın? Eli mahkum oyundan attı, tribün coştu, bana “Öldür” diye bağırıyor...
Şimdi bu adam dövülmez de kim dövülür mü diyorsunuz!
- Eveeet. Beni de milleti de delirtti, patlattım tabii. Ama bunlar normal şeyler, abartılması gerekmiyor, sonra da barıştık.
Anadolu takımları neden sizi çok tutuyor?
- Çünkü beni biliyorlar, ciğerimi biliyorlar. Ben eski jenerasyonu bitiren antrenörüm. Onlar gücü, ellerinde tutmak istiyorlardı, ben direndim, Almanya’ya gidip bu eğitimi alıp, ülkemde Anadolu takımlarını çalıştırarak bir çığır açtım. Benim arkamdan bir sürü antrenör yetişti.
Pek de alçakgönüllüsünüz!
- Ama bunlar gerçek...
“Kabul etmediğim göreve Fatih Terim geldi” diyorsunuz, hafif bir küçümseme var sanki...
- Yok canım. Ne küçümsemesi? Ama n’apiim gerçek böyle, aynen böyle oldu. Yıl 1989. Seni “Milli Takım’a yardımcı antrenör yapmak istiyoruz, bu milli takım sana kalır sonra, gel Piontek’le çalış” dediler. “Yabancı antrenörler aleyhine bu kadar konuşmuş adamım. Bugüne kadar savunduklarımla ters düşerim, teşekkür ederim, kabul edemem” dedim. Fatih Hoca’yı da Ümit Milli Takım’a teknik direktör yapacaklardı, ben kabul etmeyince, onu aldılar. Hayatta, şans diye bir şey var, kabul etseydim bugün farklı bir konumda olacaktım, sırf lafımı yememek için böyle önemli bir görevi kabul etmedim.
Üçü büyükler neden sizi istemiyor?
- O tür bir takımda çalışsam, beni 4-5 sene kimse yollayamaz. Bu kadar net söylüyorum...
Ama çalışamıyorsunuz...
- Evet. Şimdi mesela Aykut Kocaman Fenerbahçe’nin teknik direktörü oldu.
Bünye, kıskançlık yapıyor mu?
- Yok yok. Ben onun çocukluğun bilirim, çok da severim, o yüzden mutlu bile oldum. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Üç büyüklere ya hep yabancı yabancı antrenör gelir, ya da içlerinden geleni seçerler. Sizi de yabancı gibi görürler.
Belki de sizde gerçekten o yeteneği görmüyorlardır!
- Demek ki körler!
Daum’un İstiklal Marşı’nı okuması neden size samimiyetsiz geldi. Gerçekten mi kızdınız, çakmak için mi yaptınız?
- Benim o zaman Daum için söylediğim her şeyi, sonradan Fener yöneticileri de söylediler. Ben, “Bu adam, yalakanın teki. İstiklal Marşı’nı yalandan okuyor” dedim. Haklı değil miymişim? Daum, “8 milyon Euro vermezseniz gitmem” dedi. Nerede kaldı bu adamın Aziz Yıldırım sevgisi? Demek ki Allah’ı paraymış. Türk insanın da hassasiyetini bildiği için, marş çalarken uyduruktan ağzını oynatıyormuş. Biz duygusal milletiz, bir yabancı bize Türkçe, “İyi akşamlar” dese gözlerimiz buğulanır.
Siz yoksa Almanya’da Alman düşmanı mı oldunuz!
- Kafatasçı değilim ama Almanları sevmediğim doğru. “Dünyayı biz yarattık” havasındalar. Onların dışındaki milletler çok zavallı. Kendileri efendi, geri kalan köle.
Eşiniz nasıl dayanıyor orada yaşamaya...
- 30 yıldır orada o. Öğretmenlik yapıyor. Ve Alman’a benziyor, sarışın, yeşil gözlü, Türk olduğunu anlamıyorsun. Belki de ona kimse kendisini ‘yabancı’ olarak hissettirmediğinden orada rahattır.
Şu takla hikayesi nedir?
- Bu ülkede adın bir kere çıktı mı, yandın. Öyle bir dönme olmadı. 95 yılıydı, Gaziantepspor’dayım, Beşiktaş’la oynuyoruz, yenilirsek küme düşeceğiz. İki sıfır galibiz, üçüncü gol pozisyonu oldu. Bizim bir oyuncu kaleciyle karşı karşıya geldi, topu dışarı attı. Ben de kendimi yere attım, çimleri söktüm, “Kaçtı gol” diye. Musa Çözen de beni bütün Türkiye’ye rezil eden adam, bir kameramanı sırf bana tahsis etmiş, hararetli olduğumu biliyor ya, “Ne yaparsa çek” demiş. O da çekmiş, adımı ‘taklacı’ya çıkardılar.
Aziz Yıldırım’ın size, “Ben oldukça Fenerbahçe’nin kapısından içeri giremez...” dediği doğru mu?
- İhsan Kalkavan, Mübariz Mansimov, Güvenç Kurtar ve ben bir yerde yemekteydik, Aziz Bey geldi. İhsan Kalkavan, “Yılmaz’ı niye almıyorsun” dedi. “Sokmam onu kapıdan!” dedi. “Aramızda namus davası mı var? Ne yapmışım?” dedim. “Rize’deki maçı hatırlamıyor musun, orada Saffet bize gol attı, sen takla attın!” dedi. Güya 50 metre koşup takla atmışım. “Yok öyle bir şey, olsa bile ne var bunda?” dedim, “Böyle abartılı sevinilir mi?” dedi.
Daha ağırbaşlı antrenör mü istiyorlar?
- Onları yenmeyen antrenör istiyorlar!
Yabancı antrenöre karşısınız anladık, yabancı futbolcu, yabancı hakem, yabancı federasyon başkanı... Bunlara da karşı mısınız?
- Karşıyım ya. Ben yerli malcıyım. Onların bizi anlayamayacağını düşünüyorum.
İtiraf edin, insan sonunda bu meseleyi kompleks mi yapıyor: Şu üç büyüklere niye çağrılmıyorum diye...
- Yok ya öyle değil ama kendimi anlatmaktan sıkıldım, anlamıyorlar.
Vaz mı geçtiniz yani...
- Yok, geçer miyim? Mümkünü yok ölünceye kadar uğraşacağım birinin başına mutlaka geçeceğim. O zaman teknik direktörlük nasıl olur görecekler...
Bir sürü acayip laf ediyorsunuz. Sonra ne oluyor? Yayınlanınca gazetelere bakıp utanıyor musunuz...
- E bazen, “Biraz fazla ileri gitmişim” dediğim oluyor, çünkü filtresiz konuşuyorum.
“Medya maymunu” diyenlere kızıyor musunuz?
- Kimseye kızamıyorum ben. Nasıl medya maymunu oldum biliyor musun? Geliyor bir muhabir çocuk, “Hocam prim alacağım, şöyle bir poz versene” diyor. Kıramıyorum, bile bile kendimi kullandırtıyorum...
“Şov bilgisi futbol bilgisinden fazla” diyenlere cevabınız var mı?
- Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Başka bir teknik direktör benim davrandığım gibi davransa olmaz, sırıtır. Ama bana yakışıyor. Ekran, herkesi kabul etmiyor ama beni seviyor. Bir TV kanalı 4-5 senelik bir program teklif etti. İnanılmaz da para verdi. “Hocam” dediler, “Senin yüzün ekrana yatkın, konuşma üslubun, sıcaklığın, samimiyetin, böyle bir becerin var...” Kabul etmedim.
Niye?
- Ben antrenörüm. Bu işe ömrümü verdim. Her şey para değil ki. Üstelik daha işim bitmedi. Ama ileride olabilir neden olmasın?
Sizin için “Taktik yok, gaz var” diyorlar...
- Yok canım. Herkes cin olmuş, kimse yemiyor o numaraları. Motivasyonun arkasında realitenin olması lazım. Öyle hayallerle maç kazanılmaz.
DAYADIM TABANCAYI KAFAMA
Almanya’da okumak yaşamak ne kadar zahmetliydi?
- Çok. Bodyguard’lık, garsonluk yaptım, aklına gelen her şeyi yaptım. Anlatılmayacak şeyler de yaptım...
Ne kadar kötü şeyler yapmış olabilirsiniz ki, mesela jigololuk mu...
- Bir amacınız varsa, o amaca giden yolda her şey yapılıyor. Bir an geliyor kendinizden veriyorsunuz, aksi taktirde bir şey olmak mümkün değil.
“Antalyaspor küme düşerse, intihar ederim” dediniz mi gerçekten?
- Demek ne kelime ölüyordum! Takım küme düştü, kulübe getirdiler bizi, polis korumasıyla. Odaya girdim, kapıyı kilitledim, silahım vardı, kafama dayadım, bayağı vuruyordum kendimi.
Eeee?
- Ondan sonra 15 tane polis geldi, “Aman dur, yapma etme” dediler, bizimkiler ağlıyor, zırlıyor, tam transa geçmiştik oysa, sonra bende de bir ağlama boşalma...
Normal geliyor mu bu size...
- Bu olaydan sonra iki yıl uyku uyamadım. Antalyaspor’un başkanı en yakın arkadaşımdı, kardeşimdi, sırf onun hatrına gitmiştim, beni öyle bir dönemde ortada bıraktı ki, takımın küme düşmesinin dışında onun yaptığı o insani yanlış beni çok üzdü. Şimdi onunla konuşmuyorum. Hayatımdaki en önem verdiğim insanlardan biriydi, görünce kafamı çeviriyorum, çünkü konuşmak içinden gelmiyor...
YERİN ALTIYLA DA ÜSTÜYLE DE İLİŞKİM İYİDİR
Futbolcu, şimdinin gladyatörü mü?
- Evet. Onlara diyorum ki, “Kazandığınız para, helal...” Bu işe 15 yaşında başlıyorlar, 20 sene 8’de kalk, kahvaltı, antrenman, sonra tekrar antrenman. O yaştaki arkadaşlarının yaptığı hiçbir şeyi yapmaya izinleri yok. Ben zaten onları uyarıyorum, “Futbolcu insan değildir” diyorum. “Futbol bir iştir. Ama unutmayın, bu iş karşılığında inanılmaz paralar alıyorsunuz.
Siz sahaya çıktığınızda, kimse size insan diye bakmıyor. Ha biter bu süreç, antrenman biter, maç biter, sporculuk hayatınız biter, tekrar insan olursunuz...” Antalya’ya kampa gidiyoruz mesela, “Hocam müsaade et, denize girelim” diyorlar, “Normal insanlar gibi.” Onlara diyorum ki, “Kardeşim, siz insan değilsiniz, denize giremezsiniz!” Bilim böyle söylüyor, denize girmemeleri gerekiyor.
“Sınıf atlayıp şımarmış işçi çocukları” mı futbolcular?
- Sınıf atladıkları doğru ama hepsi şımarık değil. Ya da şöyle diyelim: Ellerinde değil, o kadar kısa sürede o kadar çok şeye ulaşıyorlar ki... Fakat tabii para, arkadaki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Ben pek çok oyuncuma spagetti yemeyi öğrettim mesela, çatalla kaşıkla. Bilmiyorlardı çünkü. Bu çocukların bulundukları ortama uyum sağlamaları için uğraşmalıyız. Ama tabii sizde de o yeterlilik olmalı...
Siz kendinizi sınıf atlamış gibi görüyor musunuz?
- Tabii. Hepimiz atlıyoruz. Hepimizin amacı bu zaten, hep bir yukarı çıkmak.
Peki onların arasında bu çıkışları hazmedemeyenler olmuyor mu?
- Olmaz mı? Soruyu tersten sormalıydın, hazmeden kaç kişi var diye.
Sedat Pekar’le dostluğunuz nereden?
- Adapazarı’ndan hemşehrimdir. Bana sempatisi olan biridir. Buluşup dertleşiriz. Ben onun abisiyim. Ben onu severim, o da benim sohbetimi sever. Onun insan tarafı beni ilgilendiriyor. Türkiye’de yerin altıyla da üstüyle ilişkilerim çok iyidir.
Sedat Peker ‘yerin altı’ mı?
- Gözüken, gözükmeyen herkesle ilişkilerim iyidir demek istiyorum. Ama ölçümü bilirim.
MİNİK BİR YILMAZ GELİYOR
Daha 70 sene benden kurtulamayacak insanlar!
En önemli şey futbol mu sizin hayatınızda? Kadınlardan bile önemli anladığım kadarıyla...
- Öyle. Mesela ben gol atıldığında orgazm olmanın ötesinde başka bir şey yaşarım. Acayip keyiflidir. Müthiş, müthiş...
“Hovarda” sıfatını hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
- Yok ya. O kelime hoş değil...
Flörtöz?
- Bak, o başka. Bir kadınla sohbet etmek, dertleşmek, bir erkekle muhabetten çok daha iyidir. Kadınlar zekidir, duyarlıdır, seni anlar. Ben kadınlarla daha iyi anlaşırım. Ama hovarda değilim.
Ama ben sizin “Erkeğiz hovardayız tabii, çapkınlık da yapacağız” türünden laflarınızı duydum. Ne o? O eskiden miydi?
- E tabii. Her şeyin zamanı var.
Peki tek eşli yaşadığınız bir zaman oldu mu?
- Şimdi öyleyim.
Ama evlisiniz ve karınız Almanya’da, sevgiliniz burada ve hamile...
- Evet. Herkes gibi benim de ilişkiye, dokunmaya, sevgiye ihtiyacım vardı. Karım, yıllardır orada yaşıyordu. E ne olacaktı? Ama yanlış anlama, övündüğüm bir durum değil. Bu dünyada erkeğe verilmiş en büyük ceza, iki kadınla yaşamak...
Bunun için canını verecek erkekler vardır...
- Yok canım, Tanrı uğraşamamış, biz nasıl başa çıkalım? Kadınla uğraşılır mı? Zor yani. Gerçi şöyle de bir şey var: Benim kadınlarım, insani erdemleri çok yüksek kadınlar. Müthiş insanlar. İyi bir insan bulduğun zaman, kaybetmeyeceksin. Almanya’daki eşimle ilişkimiz 30 yıldır sürüyor, Seda’yla ilişkimiz 10 yıldır. Ayrıldığımız oldu ama her ayrılıkta daha güçlü bir şekilde devam ettik. Şimdi de bebek bekliyoruz...
Tebrik ediyorum. Genç, güzel bir sevgiliniz var. Kıskanç mısınız? Sevgilinizi kıskanıyor musunuz?
- Domuz değilsen kıskanacaksın tabii! Sahip olduğun bir şeyi herkesle paylaşacak halin yok ki.
Yeni bebeğinize isim buldunuz mu?
- Minik bir Yılmaz geliyor. Daha 70 sene benden kurtulamayacak insanlar!
Tereddüt etmediniz mi, sevgilinize, “İki tane üniversiteye giden evladım var, tekrar baba olmak istediğimden emin değilim” filan demediniz mi?
- Onun mutlu olması benim için önemli. Ben babalığı yaşadım, o da anneliği yaşamalıydı.
Büyük çocuklarınız hiç itiraz etmedi mi?
- Yok yok Seda’yı seviyorlar. Türkiye’de büyüselerdi farklı bakabilirlerdi ama Almanya’da yetiştiler, şimdi de İngiltere’de okuyorlar, beni yargılamıyorlar.
OYUNCULARA TAVSİYE: SEKSİ FAZLA UZATMAYIN
Futbolcularınıza seksi yasaklıyor musunuz?
- Futbol, fiziksel bir aktivite ve insanın çok güçlü olması gerekiyor. Çocuklara diyorum ki, “Maç sonrasında seks yok, çünkü her maçta kaybettiğiniz kalori aşağı yukarı 5-6 bin.” Bu ne demek biliyor musunuz? Günlük hayatta, 1800-2000 kaloriyle yaşıyoruz. 6000 kalori kaybedince, bir maçta iki buçuk üç kilo zayıflıyorlar, milyonlarca hücre kaybediyorlar, e bir de maçtan sonra cinsel ilişkiye girerlerse, milyonlarca hücre daha kaybedecekler. O zaman maç sonrası seks, saçmalık. Çünkü bu çocuklar sabah tekrar antrenmana gelecekler...
Taocu sevişme öğrensinler!
- Biz de diyoruz ki, “İlla yapacaksanız, uzatmayın, ön sevişmeyi filan boş verin, direkt ilişkiye girin...”
E bu da kadınlara ayıp değil mi?
- Haaa bu noktada ben kadınları değil, futbolcumu düşünmek zorundayım. Maç öncesi yapılırsa bir şey yok, kaybedilen enerji hızlı merdiven çıkmaya denk, maç sonrasını tavsiye etmiyoruz.
FUTBOLCU PEŞİNDE OLAN KADINLARIN HEPSİ AVCI
Niye güzel kadınlar futbolculara düşkün... Performansı mı?
- Yok canım. Sen de amma romantiksin. Tek sebep para. Büyük şehirlerde, sırf bu işle uğraşan kadınlar var. İyi futbolcuları kafeslemeye çalışıyorlar. Avcı kadınlar onlar, hunter, hunter!
RIDVAN TEKNİK ERMAN MAGAZİNSEL AHMET TAHRİKÇİ
Eski futbolcu mu daha iyi yorumcu oluyor eski antrenör mü?
- Bu yorumculuk, tamamıyla yapı meselesi. Mesela siz azıcık bilirsiniz ama çok biliyormuş gibi gösterirsiniz. Diğeri çok bilir ama kendini ifade edemez, bilgisini satamaz...
Rıdvan iyi bir yorumcu mu?
- Çooook. Net ve basit anlatıyor. Ben çok beğeniyorum. Bir de tatlıdır kerata.
Erman Toroğlu’nun yorumculuğunu beğeniyor musunuz?
- O daha çok işin magazinsel boyutunda, teknikle alakası yok.
Ahmet Çakar...
- O da farklı. Karşısındaki tahrik edici üslubu var. Rıdvan teknik analiz yapar, Erman işin oyunundadır, halk diliyle anlatır, tribün literatürü bilir, Ahmet de karşındakini delirtir. Üçünün de işlevi farklıdır.
Sizi en çok hangisi yakalıyor?
- Rıdvan. Ben de teknik adam olduğum için belki. Ama üçü de çok yakın arkadaşım. Ailecek görüşürüz. Dikkat edin, dördüncüsü yok. Yetişmiyor. Zaten bizim memlekette adam yetişmiyor.
İNTERNET İCAT OLDU FUTBOLDA MERTLİK BOZULDU
Ne bu ya, sabahlara kadar facebook ve twitter! “Getirmeyin laptoplarınızı” diyorum “Yasak!” Adam yatağa oturmuş, kambur çıkmış, sabaha kadar chatleşiyor. Olacak iş mi, ertesi gün 90 dakika maç oynayacak, 40 bin kişi ondan medet umacak, neymiş, kadının tekine twitter’da “Ben de seni seviyorum” yazıyor.