12 Şub 2012 10:16 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:19

HANGİ ÜNLÜ SANATÇI AYŞE ARMAN'IN KILIĞINA GİRDİ?

Hürriyet yazarı Ayşe Arman, bu kez kendi kılığına giren ünlü bir sanatçı ile röportaj yaptı..

Demet Akbağ Ayşe Arman oldu, ben Firuzan

Resmen çatladık gülmekten!

Dünyanın en komik, en eğlenceli işiydi.

Ben evvel eski Demet Akbağ ile röportaj yapmak istedim. Ama ne zaman kalkıştıysam olmadı, vakitsizlik, çekimler, bir türlü denk düşmedi. İstedim çünkü onu beğeniyorum. Kadınların kadınları beğenmesi zordur. Biz gıcığızdır. İnce eler, sık dokuruz. Ama Demet Akbağ’ın yeteneğine, oyunculuğuna hep hayran oldum. Tipten tipe girebilmesine, gözlem gücüne, taklit kabiliyetine, canlandırdığı tipleri çok iyi taşımasına ama hiç birinin üzerine yapışmamasına, sezgisel oyunculuğuna...

Ama bu kadar değil!

Kadınlığına ve anneliğine de...

Yani sadece mesleki olarak değil, onun hayat karşısındaki duruşunu da seviyorum. Hep aklı başında, hiçbir şekilde saçmalamıyor, abuk sabuk konuşmuyor. Okuduğum her röportajında, “Al benden de o kadar” diyeceğim şeyler söylüyor. Sonra geç anne olması, oğlu Ali hakkında anlattıkları, kocası Zafer Çika hakkında söyledikleri bana hep çok yakın geliyor.

O, bizi özel hayatıyla değil, işiyle şaşırtıyor; oyunculuğuyla, tiplemeleriyle. Bir Lütfiye oluyor, bir Feriştah, bir Firuzan. Her seferinde bizi kendine hayran bırakıyor. İstikrarlı bir özel hayatı var. Demek ki, ben güvenmek istiyorum 'star'larıma. İnişleri, çıkışları, tutarsızlıkları sevmiyorum galiba. Belki 20’lerimde, 30’larımda ilginç geliyordu ama şimdi biliyorum ki, bir ilişkiyi sürdürebilmek de zeka istiyor, emek istiyor...

MEĞER O DA BENİ SEVERMİŞ

Tüm bunları konuşmak istiyordum.

Ve tabii Demet Akbağ olmasının öyküsünü.

Bir de son yaşadıkları korkunç tecrübeyi...

Biliyorsunuz eşi, yanında kalp krizi geçirdi. Ne oldu o arabada? Nasıl yetiştiler? Aklından neler geçti? Ben artık 40’larımdayım. “Kalp krizi mi? İşim olmaz!” diyemeyeceğim yaşlar, Allah korusun başımıza gelirse ne yapmak lazım, mutlaka onun bu deneyimden süzdüğü tecrübeler vardır.

İşte bütün bunlar kafamda, BKM’nin iletişim danışmanı ve Demet’in menajeri Selma Semiz’i arıyorum.

“Yapar mı Demet Akbağ, röportaj verir mi bir sorsana” diyorum.

Birkaç dakika sonra geri dönüyor, “Evet, evet istiyor” diyor.

O da beni severmiş meğer. Ve demiş ki, “Röportaj tamam da, çekimi de eğlenceli yapalım. Ben Ayşe Arman olayım, o da 'Eyvah Eyyvah’taki Firuzan...”

Bundan iyisi Şam’da kayısı!

Hemen üzerine atlıyorum tabii.

BKM’da buluşuyoruz.

Bir bavul kıyafetle geliyorum.

Suzan Kardeş beni Firuzan, Demet’i de Ayşe Arman yapıyor.

Benden daha taş olduğunu itiraf etmeliyim!

Bacakları şahane!

Ve fotoğraflar çekilirken bakıyorum ki, kolunu sürekli boynuna, ensesine götürüyor. “Ben seni inceledim. Bu, senin klasik hareketin” diyor. “Gülerken de gözlerini kısıyorsun, hatta gözlerin kayboluyor, burnunda da çizgiler oluşuyor. Bezen de yanındakiyle aynı boya gelebilmek için kendini küçültüyorsun, öne doğru eğiliyorsun. Boynun gövdene yaklaşıyor.”

Aman Allah’ım gerçekten benim farkında olmadan yaptığım hareketler!

“Hem bir dişilik hem bir erkeksilik var sende” diyor.

“Ama esas olarak, benim böyle marjinal ve cool durduğuma aldanmayın, içimde bir çocuk gizli mesajı veriyorsun.”

Ağzım açık dinliyorum ve onu izliyorum.

'HAZIRIM GEL AL' DURUŞU

Çok da eğleniyorum.

Onun tipini ben ne kadar becerebildim bilmiyorum. Ama Firuzan’ın Funda Büyüktunalıoğlu’nun elinde çıkan filmdeki kıyafetleri giyiyorum, Suzan da abartılı bir göz ve dudak makyajı yapıyor.

Demet “Bak” diyor, “Firuzan, tam avam bir tip değil. Sınırda, avama bir gıdım var bir tip. Ne çok rüküş ne şık. Verimkar bir duruşu var onu mutlaka yap...”

“O nasıl bir şeydir?” diyorum, “Bacaklar birbirinden ayrık duracak, biraz önce cat walk yapmış da son anda poz vermek için durmuş gibi. Hazırım gel al beni duruşu...”

Deniyorum.

Sonra bir ayrıntı daha veriyor bana: “Dilini görünmeyecek şekilde dişlerinin altına koy ve öyle poz ver. Beden kadınsı, yüz çocuksu. Sibel Can’ın vardır öyle pozları. Bu çok makbul, bir sürü kadın oyuncu yapıyor!”

Onu da deniyorum.

Biz çok eğlendik, inşallah siz de eğlenirsiniz.

Tabii röportajının tamamının bu sayfalara sığması mümkün değil, salı-çarşamba devam edeceğiz...

Şu an hayatının hangi dönemindesin?

- Mutlu ve rahatlamış bir dönemindeyim. “Gelin bakın ben bunu yapacağım” demediğim bir dönemde. “Bu işi de yapayım çünkü ihtiyacım var”ı da geçtiğim bir dönem. İyiyim yani...

Kadın olarak…

- Ayıptır söylemesi, kadın olarak da iyi hissettiğim bir dönemdeyim. Kendime iyi baktım…

Nasıl baktın?

- Son iki yıldır spor yapıyorum. Eskiden çekimden çekime koşturuyordum, vakit olmuyordu. Şimdi, hafta üç gün bir spor hocasıyla çalışıyorum, çok da memnunum. Bir de tabii genetik diye bir şey var. Bize aileden han-hamam kalmadı ama genetik kodlarımız iyiymiş.

Oyunculuk için bu kadar 'yaşsız' görünmek bir avantaj olsa gerek…

- Tam tersine. Kadın olarak seviniyorum bu duruma ama oyunculuk söz konusu olunca, işler değişiyor. “Acaba fazla mı güzelleştim?” diyorum.

Nasıl yani?

- Oyuncu açgözlülüğüyle daha fazla şey oynamak istiyorum. Ama şu anda bana ne yaşlı anne rollerini uygun görüyorlar ne de çok genç rollerini. Ya “Demet bu role genç kalır” ya da “Bu rol için fazla yaşlı!” diyorlar. Yani normal hayatta yaşsız görünmek, oyunculuk açısından bir dezavantaj aslında. Şu halimle beni hafif tombiş, anaç rollere uygun bulmuyorlar. Bizde derler ki, “Komedyensin aman zayıflama!” Bu tür algılar var. Ben biraz daha Batılı kaldım. Meryl Streep ya de Glenn Close’a diyorlar mı: “Sen komik oynuyorsun! Aman kilo verme!” Demiyorlar. Bizde işler farklı.

Erkek oyuncular yaş aldıklarında hala seksi ve karizmatik olabiliyorlar. Sadece kadınlar için mi yaşlanmak dezavantaj?

- 50-60 yaşlarında bir aktörün yanında 30 yaşında bir kadın görünce şaşırmıyorsun. Ama tersi olunca, haber oluyor. Ataerkil düzenin getirdiği bir şey, zaten kadına gençken rol az, orta yaşlı ya da yaşlı olunca iyice zor… Bu da bizim kaderimiz!

Peki şu anda kendini daha mı çok beğeniyorsun…

- Kesinlikle. 20’lerimde 30’larımda hiç beğenmezdim. Çok daha güvensizdim. Zaman içinde kendini daha iyi tanıyorsun, bedenini daha iyi tanıyorsun. Giydiğini de daha çok yakıştırıyorsun. Terbiyeli bir gözün oluyor.

İnsanlar sana ne kadar güzel olduğunu söyledi mi?

- Abartmayalım. Ama, “Güzelsin” dediler. Ne var ki, ortaya çıkacağım bir galam hiç olmadı, bir de hep kırsal kadını oynayınca, Demet Akbağ olarak kafalarında farklı bir kadın imajı çizildi. Benim bulmacalardaki resimlerim bile oynadığım tiplemelerden, kendim gibi bir tane bile fotoğrafım yok. E o zaman ne oluyor? Bir yerlerde benim gerçek halimi görünce şaşırıyorlar, “Aaaa bacakları filan güzelmiş!” diyorlar. İyi de bacağım aynı bacak. Değişmedi ki. Bacağımdan ameliyat olmadım! Ama bak, yüzümden oldum. Gizlemiyorum da…

Ne zaman oldun?

- İki sene önce.

YÜZÜMÜ TOPTAN GERDİRDİM

Sende hiç anlaşılmıyor…

- Ben çünkü genel yaptım. Oraya burayı botoslakmak, dolgu şişirmek değil. Toptan gerdirdim.

Kim yaptı?

- Serdar Eren.

Nasıl bu kadar doğal duruyor?

- Doktorunla kurduğun ilişki ve ona kendini nasıl ifade ettiğin önemli. Neticede ne istediğini, sen söylüyorsun. Ben ona, “Vücudumdan memnunum ama lütfen yüzümü de vücudumla uyumla hale getirin” dedim. Anladığım kadarıyla insanlar, “Elmacık kemiğimi çıkaralım, burnumu bilmem ne yapalım, çenem de geride onu da düzeltelim diyor, e o zaman başka bir insana dönüyorsun. Oysa benim yüzüm biraz gevşemişti, boynum da bir miktar sarkmıştı. O bana dedi ki, “Sen hiç merak etme, ben seni 10 sene öncene götüreceğim, o kadar.” Gerçekten de yaptı.

Korkacak bir şey değil mi?

- Değil ama doktora güvenmek önemli…

Peki “Ya ifadem değişirse diye korkmadın mı?

- E bir miktar endişe ettim. Ama Serdar Eren beni ikna etti, pek çok örnek fotoğraf gösterdi. Bir de, “Bu iş için ideal yaştasınız” dedi.

Kaçmış ideal yaş…

- 50’ler. Daha sonraya kalırsanız anlaşılıyormuş. Oysa şimdi, “İyi mi uyudun? Güzel mi dinlendin? Bakım mı yaptırdın" diyorlar. Ama ben zaten elimde borazan herkese söyledim, gizleme gibi bir derdim yoktu. İyi ki yaptırmışım, var olanı geri aldım.

Kocan peki, kocan ne dedi?

- Korktu önce. Ama bu işten en çok benim korkmam gerektiğini ve korkmadığımı görünce, “Sen bilirsin” dedi.

Artık senin için hayattaki en önemli şey ne…

- Oğlum Ali ve onun geleceği. Şu an 12 yaşında. O ve Zafer hayatımdaki en değerli şeyler. Her seferinde diyorum, bu hayatta yaptığım en iyi şey.

O nasıl değerlendiriyor annesinin oyuncu olmasını?

- Ali komik bir çocuk. Utanmasını bilen bir çocuk. Ve duygusal zekası yüksek. Nasıl bazı çocukların annesi doktorsa, terziyse, mağaza sahibiyse ve bu gerçek onlara son derece normal geliyorsa, Ali’nin annesi de oyuncu. Çok özel anlamlar yüklemiyor, kabul ediyor.

EŞİMLE AYNI FAMİLYADANIZ

Aşka bakışın değişti mi?

- Şu var: Tabii ki aşk zamanla sevgiye dönüşüyor. Hatta kardeş bile oluyorsun. Zafer benim abim, kocam, sevgilim, aşkım ama en önemlisi en yakın arkadaşım. Benim için gerçekten vazgeçilmez. Biz kaşımızla gözümüzle anlaşırız. İnsanlar, sıra dışı insanlara ilgi duyuyor ama sonra başlarda çok tatlı gelen şeyler onlara batmaya başlıyor. Oysa biz Zafer’le biraz da aynı familyadanız. Ailelerimiz de denk. Eğlenceli, komik ve zeki bir adam. Olmasa çoktan sıkılmıştım.

Evliliğiniz sarsılmayacak kadar sağlam mı?

- Büyük konuşmamak lazım ama bence öyle. Çünkü ben 35’imde tanıştım Zafer’le ve 39’umda evlendim. Ben erken evliliğe inanmıyorum. Biraz da lüzumsuz buluyorum. 25 yaşında bir çocuk doğurup anneme “Al bak” demek de istemezdim, o zaman o çocuk senin olmuyor ki…

Fırsatın olsa ikincisi yapar mıydın?

- Ha başta olsa yapardım. Ali çok kardeş istedi. Erkek-kız fark etmez dedi. Ama ilkini 39’da doğurunca, ikinciye vakit kalmadı. Zaten Zafer de diyor ki, “Ben sana demiştim iyi adamım diye, tanır tanımaz yapacaktın çocuğu.” Dinlemedim böyle oldu!

Sen çok aklı başında birisin. Hiçbir röportajında abuk sabuk konuşmuyorsun…

- Aslında bu kadar aklı başında olmak da sıkıcı. Herkes beni sevecek diye bir şey yok. Belki de ona uğraşıyorum…

Gıcık değilsin, kibirli değilsin, aksine alçak gönüllüsün. Bunları bünyede toplayabilmek için ne yaptın?

- Şöhret çok aldatıcı bir şey. Ben Allah’tan erken yaşta bunun yalan olduğunu anladım. Bir gün varsın, ertesi gün yok.

Çok mu zekisin?

- Değilim. Kontrollüyüm. Kolay kolay seyirci karşısında olduğumu unutmam. Başım dönmez. Söyleyeceğim abuk sabuk bir lafın mesleğimi unutturmasına izin vermem. Çünkü adım geçtiğinde insanların aklına bir meslek gelsin istiyorum. Beni var eden meslek. Kimliğimi bu işle buldum. Seyircinin bilet alıp beni seyretmesini istiyorum, yapacağım bir hata yüzünden bana küsmesini değil. Belki de bu çocukluğumdan gelen bir sevgi açlığı. Herkes beni sevsin. İsteğim bu. Kesin psikolojik bir bozukluk. İnsanlar beni sevsin diye sahneye çıkıyorum. O yüzden de beni sevmelerinden alıkoyacak bir şey yapmaya çekiniyorum. O yüzden de fazla politik oluyorum ve kendimden hoşlanmıyorum. Soruyorlar: “Bu oyuncuyu seviyor musun?” Sevmiyorum desene, diyemiyorum işte…

DOKTORLAR BANA SÖYLEMEDİ ZAFER'İN HASTANEDE KALBİ DURMUŞ

Bir süre önce eşin, gözünün önünde kalp krizi geçirdi. Aklıma geldikçe ürperiyorum, nasıl yaşadın o olayı…

- Ata’nın evinden çıkmışız, 'Berlin Kaplanı’nın kaba montajını izlemişiz. Arabadayız eve dönüyoruz. Yolda polis durdurdu, alkol kontrolü. Zafer üflüyor, polis memuru, “Tam üflemiyorsunuz!” diyor. Biraz alkol var tabii bizimki hafiflik bir hinlik yapıyor. En az 20 kere üfletti memur. “Olmadı, bir daha… Olmadı bir daha…” 20 kere nefes verdi. Ben oyunculuktan da bilirim, diyaframa yüklenmek insanın başını döndürür. Üfledi üfledi, sonunda “Tamam” dedi memur, “Bir şey çıkmadı. Güle güle.” 100 metre gittik, gitmedik Zafer, “Ben fenayım” dedi. Baktım, boncuk boncuk terliyor, “Ben süremeyeceğim, sen geç direksiyona”... Geçtim, biraz ilerledik, tıkandı ve bayıldı. Bende nasıl bir panik anlatamam. Oraları çok az hatırlıyorum. Allah’tan Mecidiyeköy’deyiz, çok da geç bir saat değil, hareketlilik var, Simit Sarayı'nın önü gibi bir yerlerdeyiz. İndim arabadan, koştum, yardım istedim, kendimden geçmiş bir haldeydim, birkaç delikanlı geldi, kapıyı açtılar. Zafer’in suratı bembeyaz ve baygın. Öyle korkunç bir şey oluyor ki, her şeyi unutuyorsunuz o anda. Nabız mı sayılır, suni teneffüs mu yapılır, eliniz ayağınız boşalıyor…

Tabii o zaman insan vakit de kaybediyor…

- Tabii tabii. Arabanın kapısını açınca, Allah’tan temiz hava geldi, baygınlığı geçti, bir an gözünü açtı ve “Demet” dedi. O ana kadar dibe vurmuştum, birden çıktım. Dedim ki kendi kendime “Yaşıyor!” Hep aklımda kalp krizi bu yaşta gelirse götürür var. Demek ki bilinci yerinde. Gençler hemen ambulans çağırdılar. 15-20 dakikada geldi. Konuşuyordu, “Göğsümde acı var” diyordu. Sonra hastaneye götürdük. Hastanede kalbi durmuş. Nabız 30’a inmiş…

Ambulansta yanında mıydın?

- Evet. Zafer “Bana dil altı filan verin, ben kalp krizi geçiriyorum" diyordu, “Sanki binlerce ton ağırlık var göğsümde…”

Hangi hastane...

- Amerikan.

Aklından neler geçiyor?

- Her şey. Hepsi bir anda. “Zafer iyileşecek… Ya ona bir şey olursa… Ali’ye ne diyeceğim… Kalp mi başka bir şey olabilir mi? Ne zaman varırız? Bu yol hiç bu kadar uzun olmamıştı…” Hastanede bana kalbinin durduğunu söylemediler, oysa iki kere elektro şok yapmışlar. Meğer arabada, “Kalp krizi geçiriyorum” dediğinde, gerçekten geçiriyormuş. Bir-iki saat bir şey söylemediler, sonra yoğun bakıma aldılar. Ömrümden ömür gitti, ne zamanki iyi olduğunu söylediler rahatladım.

Bu tür şeylerin ön hazırlığı oluyor mu? Senden öğrenebileceğimiz bir hayat dersi var mı? Ne yapmak lazım?

- Hızlı olmak lazım, seri hareket etmek gerekiyor. Paniklemeyeceksin, telaşa kapılmayacaksın. Ve yapılması gerekenleri hızlı bir şekilde yapacaksın. Sonra mutlaka herkesin telefonunda en güvendiği ambulansın birinci sırada kayıtlı olması lazım. O sokaktaki çocuklar sağolsun ambulansı aradı ama geç geldi. Sonra bir de şunu öğrendim, kalp krizi geçirirken öksürmek çok önemliymiş Zafer yapmış…

Ya Mecidiyeköy’de olmasaydınız…

- O da Allah’ın işi. Daha o gün Çeşme’den gelmişti, iki gece orada evde tek başına televizyonda maçları seyretmiş. Çeşme’de kimse yok, kışın oturan tanıdığımız da yok. Orada başına gelseydi vay halimize.

Tekrar sigara içmeye başladığı doğru mu?

- Evet, ama çok azalttı. Ne yazık ki içiyor!


Ayşe ARMAN / HÜRRİYET