11 Eki 2010 08:57
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:42
HANEFİ AVCI'YI SAVUNAN GAZETECİLERE YÖNELİK LİNÇ KAMPANYASI BİTTİ Mİ?
Aslı Aydıntaşbaş, Hanefi Avcı'nın tutuklanmasından sonra çığrından çıkan karalama kampanyasını yazdı
Hanefi Avcı’nın kitabı çıkalı beri Avcı’yı savunan, gazeteci arkadaşlarımıza yönelik uyduruk mazeretlerle mide bulandırıcı bir ‘karalama kampanyası’ vardı..
Neyse ki Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce Pensilvanya ’ya gidip doğrudan Fethullah Gülen ’den medyaya bir mesaj getirdi de, bizim mahalledeki çığrından çıkmış karalama kampanyası bir nebze duruldu.
Allah ’tan! Hanefi Avcı ’nın kitabı çıkalı beri Avcı’yı savunan, kimsenin ikna olmadığı uyduruk bir mazeretle terörist diye hapse atılmasına itiraz en gazeteci arkadaşlarımıza yönelik mide bulandırıcı bir ‘karalama kampanyası ’ vardı. Fısıltı kampanyasında ‘falanca seks kasedi olduğu için, filanca derin devletin adamı olduğu için ya da Alevi olduğu için Hanefi Avcı ’nın iddialarını gündeme getiriyormuş ’ deniyor.
Geçtiğimiz haftalarda sadece düşüncelerinin gücüyle ayakta kalmaya çalışan meslektaşlarımıza yönelik ipe sapa gelmez iddiaların ardı arkası gelmedi. Medyanın kendisini siyasetteki kirli kavgalardan bir türlü arındıramaması, her türlü insani değere ihanet etmek pahasına gazetecilerin sürekli birbirleriyle uğraşması insanı kahrediyor.
Avcı ’yı savunanları itibarsızlaştırmaya kararlı olanlar, ‘Haliç’teki Simonlar’ın Nedim Şener, Ruşen Çakır, Belma Akçura gibi saygın bazı gazeteciler tarafından yazıldığını iddia edecek kadar ileri gitti. İşin üzücü tarafı, yandaş medyadaki bazı meslektaşlar, alıp bu zırvaları gazetelerinde bastılar. (Nedim’in gazetedeki masası benim oturduğum yerin biraz ilerisinde. Kitabın varlığını piyasa çıktıktan sonra öğrendiğinin bizzat tanığıyım. Keza, Avcı ’yı yayına çıkardığı için olmadık hakaretlere maruz kalan Ruşen de çıktıktan sonra görmüş.) Ben bile Avcı’yı ‘cesur’ bulduğumu, iddiaların ciddiye alınması gerektiğini, cemaat adına hareket Simonların bizzat cemaatin saygın faaliyetlerine gölge düşürdüğünü yazdığım için itibarsızlaştırma ’ çabalarından nasibimi aldım.
Adını sanını duymadığım internet sitelerinde Avcı ’nın haber kaynağım olduğu, CASA uçakları ihalesi ve Deniz Kuvvetleri ’nde yolsuzluk haberlerini bana sızdıran kaynağın o olduğu, bu yüzden kitabı savunduğu yazıldı. Düğmeye basılmış gibi bir merkezden yapılan haberler. Avcı’yla belki toplam 4-5 defa yüzyüze gelmişimdir; ancak sohbet dışında hiçbir haberde bana kaynak olmadı. Zaten asıl komedi şu: Ben ne CASA uçakları ne de Deniz Kuvvetleri’nde yolsuzlukla ilgili haber yaptım! Maalesef medyamız, cilalı teknolojik altyapısına karşın bazen Orta Doğu ’nun en kavgacı, en yüzeysel, en sığ dördüncü kuvveti gibi davranıyor. Bırakın Avrupalı olmayı, kendi coğrafyamızda bile en saldırgan biziz. Fikirleri çarpıştırmak, araştırmak, deliller üzerinden konuşmak çok zor geliyor. Sürekli itiş kakış, bel altı vurma.
Son günlerde bir de kaset meselesi var. Savcılar, Fatih Altaylı, Mehmet Ali Birand gibi gazetecileri çağırıp, Avcı ’nın evinde bulunduğu iddia edilen kendilerine ait ses kasetlerini dinletiyor, ‘Bu adamdan davacı mısınız? ’ diyor. Hanefi Avcı ısrarla bu kasetlerin kendi evinden çıkmadığını, kendisine karşı bir medya rüzgârı yaratmak için yerleştirildiğini iddia ediyor. Mümkün.
Ancak asıl mesele şu: Bu kasetler gerçekten Avcı ’nın evinde mi bulundu yoksa gazetecileri tedirgin etmek, ‘ayağını denk al’ mesajı vermek için mi dinletiliyor? Birand kasetlerin gerçekten Avcı ’dan çıktığı konusunda kuşkulu olmalı ki dava açmayı reddetti. Ve dünkü yazısının sonunda ciddi bir soru sordu:
‘Göreceksiniz, emniyet içindeki bu garip hesaplaşma uğruna ve sırf Hanefi Avcı ’yı vurmak için emniyet teşkilatından bazıları harekete geçeceklerdir. Yakında, bu konuşmalar internete düşecektir. Bakalım bu bantları kim sızdıracak? ’
Hazin bir soru. 2010 yılında Türkiye ’de fikir beyan etmek isteyen gazetecilerin sağlı sollu nasıl çapraz ateş altında olduklarının özeti işte. Bir yandan kendi meslekdaşlarının, bir yandan da yüzünü gizleyen karanlık güçlerin baskısı altında yazarlar.
İşte bu yüzden umarım Fethullah Gülen ’in mesajı hem kendi camiasında, hem bizim medya camiasında yankı bulur. Neydi Gülen ’in medyaya mesajı? “Keşke yazarlar, yayın yöneticileri, televizyonlarda program yaparlar, nazımızın geçtiği arkadaşlar ses tonlarını yükseltmeseler. Denen her şeye bir laf yetiştirme yerine, dövene elsiz, sövene dilsiz olsak.... Biz bu güzelliği 90’lı yıllardaki diyalog sürecinde yaşadık. Yine buna ihtiyacımız var.”
Tartışalım, kavga edelim, görüş ayrılıklarımız olsun. Ama bu çirkinlikte, bu yalanlarla yapılan mücadeleden kimseye hayır gelmez.
Aslı Aydıntaşbaş / Milliyet
Neyse ki Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce Pensilvanya ’ya gidip doğrudan Fethullah Gülen ’den medyaya bir mesaj getirdi de, bizim mahalledeki çığrından çıkmış karalama kampanyası bir nebze duruldu.
Allah ’tan! Hanefi Avcı ’nın kitabı çıkalı beri Avcı’yı savunan, kimsenin ikna olmadığı uyduruk bir mazeretle terörist diye hapse atılmasına itiraz en gazeteci arkadaşlarımıza yönelik mide bulandırıcı bir ‘karalama kampanyası ’ vardı. Fısıltı kampanyasında ‘falanca seks kasedi olduğu için, filanca derin devletin adamı olduğu için ya da Alevi olduğu için Hanefi Avcı ’nın iddialarını gündeme getiriyormuş ’ deniyor.
Geçtiğimiz haftalarda sadece düşüncelerinin gücüyle ayakta kalmaya çalışan meslektaşlarımıza yönelik ipe sapa gelmez iddiaların ardı arkası gelmedi. Medyanın kendisini siyasetteki kirli kavgalardan bir türlü arındıramaması, her türlü insani değere ihanet etmek pahasına gazetecilerin sürekli birbirleriyle uğraşması insanı kahrediyor.
Avcı ’yı savunanları itibarsızlaştırmaya kararlı olanlar, ‘Haliç’teki Simonlar’ın Nedim Şener, Ruşen Çakır, Belma Akçura gibi saygın bazı gazeteciler tarafından yazıldığını iddia edecek kadar ileri gitti. İşin üzücü tarafı, yandaş medyadaki bazı meslektaşlar, alıp bu zırvaları gazetelerinde bastılar. (Nedim’in gazetedeki masası benim oturduğum yerin biraz ilerisinde. Kitabın varlığını piyasa çıktıktan sonra öğrendiğinin bizzat tanığıyım. Keza, Avcı ’yı yayına çıkardığı için olmadık hakaretlere maruz kalan Ruşen de çıktıktan sonra görmüş.) Ben bile Avcı’yı ‘cesur’ bulduğumu, iddiaların ciddiye alınması gerektiğini, cemaat adına hareket Simonların bizzat cemaatin saygın faaliyetlerine gölge düşürdüğünü yazdığım için itibarsızlaştırma ’ çabalarından nasibimi aldım.
Adını sanını duymadığım internet sitelerinde Avcı ’nın haber kaynağım olduğu, CASA uçakları ihalesi ve Deniz Kuvvetleri ’nde yolsuzluk haberlerini bana sızdıran kaynağın o olduğu, bu yüzden kitabı savunduğu yazıldı. Düğmeye basılmış gibi bir merkezden yapılan haberler. Avcı’yla belki toplam 4-5 defa yüzyüze gelmişimdir; ancak sohbet dışında hiçbir haberde bana kaynak olmadı. Zaten asıl komedi şu: Ben ne CASA uçakları ne de Deniz Kuvvetleri’nde yolsuzlukla ilgili haber yaptım! Maalesef medyamız, cilalı teknolojik altyapısına karşın bazen Orta Doğu ’nun en kavgacı, en yüzeysel, en sığ dördüncü kuvveti gibi davranıyor. Bırakın Avrupalı olmayı, kendi coğrafyamızda bile en saldırgan biziz. Fikirleri çarpıştırmak, araştırmak, deliller üzerinden konuşmak çok zor geliyor. Sürekli itiş kakış, bel altı vurma.
Son günlerde bir de kaset meselesi var. Savcılar, Fatih Altaylı, Mehmet Ali Birand gibi gazetecileri çağırıp, Avcı ’nın evinde bulunduğu iddia edilen kendilerine ait ses kasetlerini dinletiyor, ‘Bu adamdan davacı mısınız? ’ diyor. Hanefi Avcı ısrarla bu kasetlerin kendi evinden çıkmadığını, kendisine karşı bir medya rüzgârı yaratmak için yerleştirildiğini iddia ediyor. Mümkün.
Ancak asıl mesele şu: Bu kasetler gerçekten Avcı ’nın evinde mi bulundu yoksa gazetecileri tedirgin etmek, ‘ayağını denk al’ mesajı vermek için mi dinletiliyor? Birand kasetlerin gerçekten Avcı ’dan çıktığı konusunda kuşkulu olmalı ki dava açmayı reddetti. Ve dünkü yazısının sonunda ciddi bir soru sordu:
‘Göreceksiniz, emniyet içindeki bu garip hesaplaşma uğruna ve sırf Hanefi Avcı ’yı vurmak için emniyet teşkilatından bazıları harekete geçeceklerdir. Yakında, bu konuşmalar internete düşecektir. Bakalım bu bantları kim sızdıracak? ’
Hazin bir soru. 2010 yılında Türkiye ’de fikir beyan etmek isteyen gazetecilerin sağlı sollu nasıl çapraz ateş altında olduklarının özeti işte. Bir yandan kendi meslekdaşlarının, bir yandan da yüzünü gizleyen karanlık güçlerin baskısı altında yazarlar.
İşte bu yüzden umarım Fethullah Gülen ’in mesajı hem kendi camiasında, hem bizim medya camiasında yankı bulur. Neydi Gülen ’in medyaya mesajı? “Keşke yazarlar, yayın yöneticileri, televizyonlarda program yaparlar, nazımızın geçtiği arkadaşlar ses tonlarını yükseltmeseler. Denen her şeye bir laf yetiştirme yerine, dövene elsiz, sövene dilsiz olsak.... Biz bu güzelliği 90’lı yıllardaki diyalog sürecinde yaşadık. Yine buna ihtiyacımız var.”
Tartışalım, kavga edelim, görüş ayrılıklarımız olsun. Ama bu çirkinlikte, bu yalanlarla yapılan mücadeleden kimseye hayır gelmez.
Aslı Aydıntaşbaş / Milliyet