HANEFİ AVCI RESTİ ÇEKTİ! ''ÜZERİME GELİRLERSE İKİNCİ KİTABI DA YAZARIM!''
"Tahkikatı yapan kişilere söyledim. Bana adaletsiz işlem yaparsanız ikinci kitabı da yazarım.."
Hanefi Avcı’nın “Haliç’te yaşayan Simonlar. Dün Devlet, Bugün Cemaat” isimli kitabı satış rekorları kırarken, kendisiyle Ankara’da, Arkadaş Yayınevi’nin binasında buluştum, merak ettiğim şeyleri sordum. Karşınızda eski üst düzey emniyet mensubu, yeni yazar Hanefi Avcı!
* Böyle bir satış rakamı bekliyor muydunuz?
Devletin resmi camiasında belli bir oranda talep bekliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Acaba 50 bin satar mı, çok abartsam 100 bini görür mü diye düşünüyordum. 470 bin satmış. Geçen hafta İstanbul’da önemli kitabevlerinde imzaya gittim. Dediler ki “30 yıllık kitapçıyız. Böyle bir ilgi ilk kez görüyoruz.”
* Bu rekor satışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası çok önemli bir başarı olarak görmüyorum. Orhan Pamuk Nobel konuşmasından sonra demişti ki: “Biz cemiyetin bildiği şeyleri yazdığımız için okunuruz.” Ben de aslında herkesin bildiği şeyleri yazdım. Çok açık, çok legal konular... Kendi mesleğimle ilgili bildiğim, karıştığım olayları bugün yazamam. Onları yazsam, çok ilgi çekebilir, insanlar macera romanı gibi okuyabilir. Belki 20 yıl sonra...
* Kitabın gelirini ne yapacaksınız?
Kitabın geliriyle ilgili yazılıp çizilenler çok abartılı rakamlar. 20 trilyon deniyor ama ben 1 trilyonu bile bulacağını zannetmiyorum. Bunun çok cüzi bir kısmı bana kalacak. Kardeşlerime, çocuklarıma ayıracağım bu parayı. Bana kendimi geçindirecek kadarı yeter. Ama çocuklarımın geleceğini düşünmek zorundayım. Çok varlıklı biri değilim.
Başkaları da benim kadar risk almalıdır
* Merkeze alındıktan sonra ne oldu? İfade verdiniz mi?
Şu anda sekiz ayrı soruşturmayla muhattabım. Devam ettiği için içeriği hakkında bilgi veremem.
* Dilekçenize bir cevap alabildiniz mi?
Benim şansıma mı bilmiyorum ama karşılaştığım olaylar anormalin üzerinde anormal olaylar. Ülkede bir sistem var. Herhangi bir konuda rahatsızsanız, devletin her mevkiine ulaşıp derdinizi anlatırsınız. Ve mutlaka devlet size 15 gün içinde cevap verir. Kim olursanız olun... Yani “meteoroloji hava durumunu doğru vermedi” diye şikayet ettiğiniz zaman bile mutlaka size resmi kurumlardan cevap gelir. Böyle bir ortamda, bu kadar aleni bir şekilde, bizzat ilgililerle görüşerek dilekçe verdiğim halde sistem çalışmıyor. Bunun izahı mümkün değil. Eninde sonunda birinin cevap vermesi gerekecektir. Bu sorumluluktan kaçılamaz. Anlattıklarımın araştırılması, doğruysa kanuni gereğinin yapılması, yanlışsa bana dönülmesi lazım. Bunlara bakılmadan konunun bana dönmesi anormaldir.
* Peki, soruşturma usulüne uygun yürüyor mu?
Bu tahkikatı yapan insanlara da söyledim: “Bana adaletsiz işlem yaparsanız -ki emareler öyle gösteriyor- yaptıklarınızı, sorduklarınızı, uygulamalarınızı ikinci bir kitap olarak yazar yayınlarım.” Toplumdaki insanlar onurlu ve dik durmazsa, herkes rüzgar karşısında eğilirse, kural düzen kalmaz. Susurluk oldu, ben tavır koydum, 28 Şubat dönemindeki anormalliklere ben sesimi çıkarttım, cemaatle ilgili soruna ben karşı çıktım. Ama bu kişi hep ben olmamalıyım. Devletin içinden başkaları da benim kadar risk üstlenmelidir.
Devletin arka planda yönetilmesi kabul edilemez
* Fethullah Hoca ile ilk karşılaşmanız kitapta biraz üstü kapalı olarak yer alıyor. Anlatır mısınız?
1976 yılıydı. Sağ muhafazakâr kesime hitap eden kongrelere katılma eğilimindeydik. İki kez Necip Fazıl’ı dinlemiştik. Daha sonra “Yaradılış ve Darvinizm” üzerine Fethullah Hoca’nın bir konferans vereceğini duyduk. Maltepe’de bir evde buluşuldu önce... Sonra Arı Sineması’nda kendisini dinledik. Çok ilmi temelleri olan, dünyaca ünlü bilimsel eserlerden faydalanarak derlenmiş, evrim teorisinin değil de yaradılışın olduğunu açıklayan bir konferanstı bu. Fark bunu bir din bilgini gibi değil, bir bilimadamı veya antropolog gibi sunmasıydı. Çok etkilenmiştim, bende çok müspet bir tesir bırakmıştı.
* Peki yüz yüze karşılaşmanız nasıl oldu?
28 Şubat döneminde... Suçlanmıştı, devlet onun üzerinde bir baskı uyguluyordu. O dönem kısa bir sohbetimiz olmuştu. “Doğru bildiğinizi yapmaya devam edin, işin ilim irfan tarafıyla uğraşın, diğer mevzuları çok dikkate almayın, birtakım tahkikatlar, mahkemeler olacaktır ama hak-adalet eninde sonunda yerini bulacaktır” der gibi bir havada konuşmuştuk. Bu konuşma daha ziyade aynı olay karşısında mağdur olmuş iki insanın dayanışması gibiydi. Benim hakkımda da tahkikat yapılıyordu o dönem.
* İlerleyen zamanda bir yakınlığınız oluştu mu?
Hayır, öyle bir şey olmadı.
* Kitapta “PKK bir örgütse, Cemaat de bir örgüt” türünde yaklaşımınız var. Buradan cemaati de yasadışı bir örgüt olarak konumlandırdığınızı anlıyorum. Öyle mi?
Belirli bir amaç uğruna bir araya gelmiş insanların sayısı üçü bulduysa bunlara örgüt denir. Temel ölçü şudur. Bir, bu örgütler gizli saklı olmamalıdır. İki, kullandıkları yol ve yöntemler meşru ve yasaya uygun olmalıdır. Üç devlet kurumları içinde bir fonksiyon üstlenmemelidir. Karşı çıktığımız nokta budur. Devlete sızan kişilerin görevleri nedeniyle elde ettikleri belge ve bilgilerin cemaat tarafından kullanılması, hatta bunların arka planda yönetilmesi devlet için kabul edilemez bir olaydır. Ciddi tehlikeleri vardır.
Cemaate mensup kişiler deşifre olmalı...
* Nedir bu tehlikeler?
Devlet çalışanlarının görevleri ve kurumlar arasındaki tüm ilişkiler devletin koyduğu yönetmelikler, kanunlar çerçevesinde belirlenmiştir. Her şey çok şeffaftır. Polis, jandarma, adliye gibi insanların özgürlüklerini kanun adına engelleme, ceza verme gibi yetkileri olan kurumlarda, kurallar çok daha önemli hale dönüşür. Mahkeme der ki: “Mecliste soru sorulamaz. Görüşme yapılamaz. Cumhurbaşkanı dahil hiç kimse talimat verip meclisi etkileyemez.” Biz milli iradeyi temsil eden mecliste devletin en kutsal konumundaki kişilerin bile en ufak müdahelesini kabul etmezken, cemaatin arka planda, adliye içerisindeki, polis içerisindeki insanlar vasıtasıyla, bir adli tahkikatı yönetmesinin tasavvuru bile mümkün olmamalıdır. Bu devletin devlet olma, hukukun hukuk olma, sistemin demokrasi olma özelliğini yok eder.
* Peki böyle giderse yakın gelecekte ne olur?
Yakın gelecekten öte şu anki varlığı yeterince zararlıdır. Bugün burada kârlı gibi gözüken, bu işi yöneten gibi gözüken insanlar da bu işten zararlı çıkacaktır. Sistem yanlış çalışıyorsa eninde sonunda sistemi yöneteni de bulacaktır. Ha geçmişte çok mu iyiydi? Evet her zaman aksıyordu. Geçmişte militarist bir anlayışın, askeri hegemonyanın baskısına aydınlar, demokratlar karşı çıkıyordu. O gün askeri anlayıştı, bugün cemaat. Cemaatin insanları dini bütün, namuslu, vicdanlı insanlar olabilir. Bu bizi ilgilendirmez, inançları Allah’la onlar arasındadır. Devlet işlerine karışmaları kabul edilemez. Bir de cemaatin mağdur ettiği insanlar yavaş yavaş örgütlenmeya başladı. Bu da tehlikelidir, ülkeye inanılmaz zarar verir. Türkiye’de diyalogsuzluk var. En sivri uçlar bile karşılıklı konuşsalar, birçok ortak nokta bulabilirler, birbirlerinin tahmin ettikleri kadar kötü olmadıklarını görürler.
* İyi ama muhattap kim? Görev gereği bu cemaate mensup kişileri siz biliyorsunuz ama onlar kendilerini toplum nezdinde afişe etmiyor.
Bu kitabı yazmamdaki en büyük amaçlardan biri de budur. Cemaate mensup kişiler kendi mesleklerinde deşifre olmalı. Mesela polis teşkilatı içindekiler artık “Ben tarafsız bir polisim” deme lüksünü bıraksın, biz onu “Hayır sen farklı davranan birisin” diyerek bilelim. Bu kişileri bilmiyormuş rolünü oynamayı bırakalım.
Okullarından mezun olanların çok azı cemaate girer
* “Cemaat üzerine düşeni yapmalı” diyorsunuz. Nedir üzerine düşen?
Büyük şehirde yaşayan insanlar yalnızları oynuyor. Bu insanların dayanaşabileceği birçok sivil toplum örgütüne ihtiyaç var. Cemaatin böyle bir fonksiyonu var. Kendini muhafazakâr olarak tanıtan, aynı düşüncelere sahip olan insanlara bir dayanışma sağlıyor. Zaman zaman bir araya geliyor, kişinin sorunlarını dinliyor, çözümü için destek oluyor, hastalandığında tedavi ediyor. Bu bir dini cemaat olduğu gibi bir sosyal kulüp, bir hemşehri derneği de olabilir. Önemli olan bu kişilere bir insan sıcaklığı sunmaktır. Yurt içi ve yurt dışı okullarında da yakaladığı bir standart vardır. Türki Cumhuriyetleri’ne, Balkanlar’a, Orta Asya’ya taşıdığı bir okul kültürü var. Oraların en kalburüstü insanlarını yetiştiren okulları var. Bunlar öyle yabana atılacak şeyler değildir.
* O okullarda okuyan çocuklar cemaatin dünya görüşü doğrultusunda yetişmiyor mu?
Radikal laik kesimler o okullardan mezun olan herkesin cemaatin emrine girdiğini zannediyor. Değil. Bir kısmı belli bir oranda etkileniyor, cemaate yakın değerler kazanıyor, belki sonrasında cemaate de giriyor olabilir. Ama büyük bir kısmı da çıkıp kendi hayatını yaşıyor. Bir de bu okullar asla bedava değildir, öyle fakirlerin okutulduğu yerler değildir. Ciddi para veriyorsunuz. Bazı aileler de, bu tip okullarda çocuklarının uyuşturucu vs... gibi tehlikelere karşı, daha korunaklı yetiştiğini düşünüyor. O yüzden tercih ediyor, cemaat mensubu olsun diye değil. Cemaat okullarında okuyan öğrenci sayısı, genel öğrenci kitlesinin içinde çok büyük bir rakam değildir. Türkiye’de 15 milyon öğrenci varsa, farklı cemaatlerin okullarını da eklesek bu oran yüzde 1’i bulmaz. Bu yüzde 1’in içinde cemaate katılanların oranı ise yüzde 20’yi geçmez.
* Nasıl bir önlem almalı?
Böyle büyük yapıların kendi alışkanlıkları, kültürleri, yazılı olmayan kuralları vardır. Burada bir radikal değişiklik kolay kolay beklenemez, devlet içindeki örgütlenmeleri öyle kendiliğinden, biz söyledik diye bitmez. “Şunu şunu yaparsanız, bu düzelir” gibi bir reçete de yoktur. Herkesin, devlet içindekilerin, kamuda olup bu tür örgütlenmeleri görenlerin, sıradan kişilerin bu sorumluluğu üstünde hissetmesiyle, konuya ciddiyetle eğilmesiyle zararlı tesirleri en aza indirilebilir. Cemaatin içindekiler de durup düşünmelidir. Doğru yaptıklarını zannetikleri şeylerin yeniden muhasebesini yapmalıdır.
* Şerif Mardin “Yapılarını çözemedim” diyor.
Programın sonuna yetiştim ama Şerif Hoca kendi diplomatik lisanıyla epeyi ipuçları verdi. Zaten böyle kapalı yapıları kimse tam anlamıyla çözemez, ancak içindeki lideri çözebilir. Bu kapalı yapının bir an önce şeffaflaşması, kimin ne yaptığının belli olması gerekir. Şimdi Amerika’nın cemaat üzerinde etkin olduğu söyleniyor. Bana göre cemaat Amerika’ya bir sır vermez, Amerika’ya karşı benden daha çok tavırlıdır. Ama... Aması var. Amerika’nın onlarla ilgili ayrı planları vardır. Kapalı bir toplumu kimin ne kadar kullanacağını kimse bilemez.
10 yıl geçse de unutmazlar saldırmak için uygun zamanı beklerler
* Cemaatin hayatınızı zehir edeceğini yazmışsınız. Nasıl zehir edebilir?
Geçmişte yaşanan bazı örneklere bakarak, anlayabiliriz bunu. Sürekli sizin hakkınızda bir açık arama, ilişkilerinizi farklı şekilde manalandırma, sosyal çevrenizdeki herkesi size karşı kullanma gibi gelenekleri vardır. Bana da bu geleneği uygulayacaklardır. Hatta biraz sert biçimde uygulayacaklardır. Arkadaşlarım, ailem üzerinden bana vurmaya çalışacaklardır. Basın bu konuyu bugün gündeme taşır ama 10 yıl sonra unutur. Onlar 10 yıl sonra unutmazlar. Saldırmak için uygun zamanı beklerler.
* Meslek hayatınızın sonsuza kadar bittiğini söyleyebilir miyiz? (Kitaptan: Cemaatin emniyet içerisinde örgütlenmesine karşı çıkan hiçbir polis teşkilatta tutunamaz.)
Kendimce meslek hayatımı bitirmemeye çalışıyorum. Birileri üstüme gelirse, ben de inatla direnirim. Ama şu bir gerçek ki yakın zamanda meslek içinde bir görev alma ihtimalim yok. Aslına bakarsanız ben de biraz kenara çekilmeyi, okumayı, yazmayı, görev verilirse en fazla teşkilatın eğitim bölümünde görev almayı isterim. Aktif sahada koşturmak artık gençlerin işi...
* Cemaat kitapta anlattıklarınızın araştırılma ihtimaline karşı önlem alıyor mudur sizce?
Mutlaka... Bu zamana kadar bu insanlar böyle deşifre olmadı. Ayrıca orada yazılanlar haricinde yazılmayan insanlar da var. Onlar da bunu biliyor. İllegal yapıyı tamamiyle bildiğimizi ve bunu diğerleriyle paylaşacağımı biliyorlar.
* Polis hâlâ kitapta anlatıldığı gibi dinleme yapmaya devam ediyor mu?
İki aksayan nokta var. Birincisi Türkiye’de resmi kurumlar denetlenmiyor. İnsanlar ya korkuyor, ya çekiniyor. Denetlemediğiniz her kurum, mükemmel de çalışsa yanlıştır. Küçük bir azınlık grubun zaman zaman hukuk dışına çıkması, toplum için büyük zarardır. İkinci sorun bu hatalar zafiyet kabul edilip, üstü kapatılıyor, hesap verilmiyor. Kanunsuz dinlemeyle ilgili binlerce şikayet var. Ama sistem çalışmıyor. Sistemin çalışması için savcının hakimin çabası yetmez. Bunu idarenin ayıklayıp, yanlış kısmını savcının önüne sunması gerekmektedir. Temennimiz bunun düzelmesidir. Toplumdaki herkes “Ben ne yaparsam başıma ne gelir?” sorusunun cevabından yüzde yüz emin olmalıdır. Bundan emin olduğunuz gün dünyanın en güzel ülkesi olursunuz.
Polis Akademisi öğrencilerine PKK öğretilmiyor
* Arkadaşınız Recep’le başka bir ortak okul kazansaydınız, şimdi kimbilir nasıl bir hayatınız olurdu. Hiç düşündünüz mü bunu?
Bir açıdan bakarsanız kader, bir açıdan bakarsanız filmdeki gibi kelebek etkisi... Bazen bir toz bulutu bile kaderinizi değiştirebiliyor. Aslında liselerarası yarışmada Türkiye birincisi olan Gaziantep Lisesi’nin yatılı bölümünü kazanmıştım. Bu lise çok prestijliydi o zaman. Oradan mezun olsam tıbbı veya mühendisliği kazanabilirdim. Ama kader bizi buraya getirdi.
* Polis Akademisi’ndeki eğitim sistemi ile ilgili ciddi eleştirileriniz var. Mücadele etmeniz gereken örgütler hakkında hiçbir şey öğretilmemiş. Şimdi öğretiliyor mu?
Okulu dereceyle bitirmiştim ama mezun olduğumda ifade almayı bilmiyordum. Bugün de sokağa çıkan insanların birebir karşılaşacağı konularla ilgili çok fazla bir şey bildiğini sanmıyorum. PKK’yı filan öğrettiklerini tahmin etmiyorum. Ama daha kaliteli, dil bilen, bilgisayar bilen, dünyadaki gelişmeleri takip eden eleman yetişiyor.
* Rahatlama yöntemleriniz, hobileriniz var mıdır?
Ben çalışırken çok rahatlarım, sonuç aldığımda çok mutlu olurum. İstanbul İstihbarat Müdürlüğü’nde çok kısa sürede bir ömre yetmeyecek kadar iş yaptık. Filmi çekilse nefes nefese izlenir. Ama hiç yorulmadığım zamanlardı. Son zamanlarda spora yöneldim. Bu yaştan sonra tenis oynamaya, at binmeye, motora binmeye başladım. Hepsinden büyük keyif alıyorum. Teknolojiye meraklıyım, teknik alet edevatla uğraşmayı da çok sevirim.
Ayşe Aydın / Vatan