Hanefi Avcı: MİT'in sırları bile cemaatin elinde!
Emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden tutuklanan Hanefi Avcı cezaevinde Yeni Şafak'a konuştu
Emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden
tutuklanan Hanefi Avcı cezaevinde Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu'na
çarpıcı açıklamalarda bulundu. Avcı, "Cemaat tüm bilgilere hakim.
MİT'in, Emniyet'in, Maliye'nin bilgileri ellerinde. Polisle
adliyeyi cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor." dedi.
Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı
salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla
getirdi.
Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına
girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek
çok mağduru var.
Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da
yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat'
başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı
onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı.
Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet
teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok
yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah
insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' diyordu.
Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil
oldu.
Avcı tutuklandığı zaman bu köşede şunları söylemiştim:
'Bir emniyet müdürü 'teşkilat içinde, özellikle istihbaratta cemaat
örgütlenmesi var, beni bile dinliyorlar' diyen bir kitap yazmakta,
bir süre sonra, 'bir kadınla ilişkisi olduğuna ve bu yüzden
izlendiğine dair bilgiler gazetelere servis edilmekte', ardından
'silahlı bir sol örgütle dolaylı teması olduğu iddiasıyla
tutuklanmakta'... Avcı'nın tutuklanması her yönüyle izaha
muhtaçtır…'
Kimi basın organlarında uğradığı itibarsızlaştırma ve kişilik katli
girişimlerine, 'solculara işkence yaptığı günlerle özdeş kılınma'
çalışmalarına rağmen Avcı, bu tarihten itibaren cemaatin adli
imkanları kendi hesabına kullanmasını ve bunun mağduriyetini
simgelemeye başladı.
Susurluk döneminde çeteler düzenini ifşa eden, TBMM Araştırma
Komisyonu'nda, PKK'nın ve destekçilerinin imhası için yasadışı
operasyon birimlerinin Emniyet, MİT ve ordu içerisinde aynı
kollardan kurulduğunu ortaya koyan adam, emniyet içinde yeni kuşak
için idol haline gelmiş, doğruculuğuyla bilenen muhafazakar bir
polis, Hanefi Avcı, 2013 Temmuz'unda Devrimci Karargah davasından,
solculuktan 15 yıla mahkum edildi.
O ceza bana şu satırları yazdırmıştı:
'Susurluk devletinin egemen olduğu o dönemde bile bugün olduğu gibi
'ödüllendirilme'ye yeltenilmedi Avcı. Kendi ifadesiyle 'devlet
dönemi'nde dahi bu türlü cezalandırılmadı. Devletle cemaat
arasındaki usül ve güç farkı mı diyelim?'
Geçen hafta salı günü, Adalet Bakanı'nın verdiği izinle, Silivri'ye
Hanefi Avcı'yı görmeye gittim. Konuşmak, son olayları
değerlendirmek, duygu ve kanaatlarını aktarmak için… Aşağıda
okuyacağınız satırlar onunla yaptığım görüşme ve daha sonra onun
bana yolladığı kimi notlarla ortaya çıktı.
Açık görüş yaptık Avcı'yla. İki ayrı koridorda iki ayrı kapısı
olan, dar camekanlı bir odada, odayı ikiye kesecek şekilde monte
edilmiş ince bir masaya benzeyen sabit bir rafta karşı karşıya
oturduk. Kapılar üzerimize kitlendikten sonra 1 saatimiz vardı.
Benim geldiğimi 10 dakika önce öğrenmişti, kaptığı kimi dosyalarla
gelmişti görüşe. Anlatacağı, anlatmak istediği çok şey vardı doğal
olarak, kendi davası üzerinden haksızlık ve hukuksuzluklar görülsün
istiyordu. Anlatıyor, anlatıyordu. Olaylar, kişiler, dosyalar,
kanun maddeleri…
Bir ara durdurdum Hanefi Avcı'yı... 'Şu an yaşananlar karşısında ne
hissediyorsunuz, haklı çıktınız, haklı çıktığınızı hükümet de
gördü' dedim. Şöyle cevapladı beni:
Haklı çıktım diye gram kadar sevindiğim yok. Bilinen, görünen bir
şeydi. Bugün yaşananlar ülke için, insanlar için sıkıntılı bir
durum. Bundan herkes zarar görecek. Hükümet de cemaat de, özellikle
cemaat. Ama olumlu düşünecek olursak, bunun sayesinde belki bazı
şeyler yerli yerine oturur. İnsanlar zamanla başka gerçekleri
görüyor. Eskiden ben ve çevrem cemaatin verdiği eğitim hizmetini
her şeyden değerli, her şeyden önemli görürdük.. İstihbarat için,
telefon dinlemeler için de aynı şey oldu. Ben bunları suç takip
için çok önemli görürdüm. Ancak yeri geldiği zaman bunun ne kadar
sorun yaratabileceğini, nasıl kötüye kullanabileceğini, nasıl
haksızlığa yol açabileceğini de gördüm...
HİÇ KİMSE MÜSAADE ETMEZ
Yaşanan büyük gerilimi nasıl değerlendirdiğini sordum Avcı'ya.
Yanıtı şu oldu:
Bu olayın adı ne, nasıl tanımlamak lazım ve kim haklı? Bu sorulara
cevap vermek için önce şu anki durum ne, onu bir tam tespit etmek
gerek. Geçmişime bakıldığında her iki tarafa da en yakın kişiyim,
samimi, içten, onlarla gönül bağı olan, aynı değerlere inanan, özel
dünyamda aynı yaşam biçimini arzulayan biriyim. Bu yetiştiğim
çevremden, özel yaşamımdan, yakınlarımdan bilinen, anlaşılan bir
halimdir. Bugün ise her ikisinden de ağır cezalar gördüm. Cemaat
uydurma iddialar, iftiralar ile bana ceza davaları açılmasında
etkin oldu, hükümet ise haksız yere birkaç defa meslekten,
memuriyetten ihraç ve onlarca disiplin cezası verdi. Ama bugün
durum şu: Hiçbir ülkede hiçbir iktidar kendi kurumlarının dışarıdan
birilerince yönetilmesine ve kendi menfaatleri için kullanmasına
müsaade edemez. Hatta cemaatin kendi elemanlarının kurduğu bir
iktidar bile olsa, kendi kurumlarını ve memurlarını kendisi
yönetmek ister. Dışarıdan kendi cemaatinden birilerinin karışmasına
razı olmaz. Hangi iktidar olursa olsun bu mücadeleyi yapmak
zorunda.
YORUM FARKI YOK HEPSİ DE AYNI
Bugünkü noktaya gelineceğini bekliyor muydu Hanefi Avcı?
Üç yıldır hapisteyim. Uzaktan bakmak bazen iyi olabiliyor. Az
bilgiyi iyi kullanabiliyorsunuz mesela. Bazı gelişmeleri baştan
gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin buraya kadar geleceğini
görüyordum. 2012'ye kadar tüm önemli soruşturmaların tüm tutuklama
kararları aynı mahkemenin nöbetçi olduğu gün veriliyor. O gün
başlıyor süreç. Hep aynı mahkeme, 10. Ağır Ceza Mahkemesi. Böyle
bir tesadüf olabilir mi? Bunu görüyordum. Mahkeme heyetlerinde
yargıçlar arası yorum farkları olur. Ama Özel Mahkemelere
bakıyorsun, hiç yok. Hep aynı görüş, hepsi aynı fikirde. Böyle bir
şey olamaz. Bunu görüyordum. Her soruşturmaya gizlilik kararı
veriyor ve sonuna kadar kaldırılmıyor. Örneğin bir kez kaldırılması
için başvurdum. Bir hakim, 'mevzuatta yoktur, gizlilik kararı
kaldırılamaz' kararı verdi. Daha sonra itiraz edince mahkeme
heyeti, bu kararın yanlış olduğunu söyledi ama, o kararı veren
hakim, Ömer Diken, 10. Ağır Ceza Reisi yapıldı...
İPLERİ TUTAN EL DIŞARIDA
Bu 'organizasyon', bu 'mekanizma' nasıl işliyor? 'Polisle adliye
birlikte çalışmıyor. Her ikisini de dışarıda cemaatin yönetici
kadroları koordine ediyor, her ikisi de dışarıda cemaat
yöneticilerinin emir ve talimatıyla iş yapıyor' diyor Avcı. Şöyle
devam ediyor:
Kamu kurumunda çalışan her kişi kendi elde ettiği bilgileri,
cemaate aktarıyor. Bu yukarıda birleştiriliyor. Büyük bir havuz
oluşturuyorlar. Sonra kime dava açılacak, kim tutuklanacak yukarıda
karar veriyorlar. Önce olayı kendileri yakın medya üzerinden
sızdırıyorlar. Sonra polis savcının işini yapıyor. Tespit tutanağı
fezlekeye geçiyor. Fezleke iddianayeme dönüyor. Örneğin bir dilekçe
veriyorsun ya da soruşturma başlıyor. Öne arkaya kaydırarak belli
kişi ve makama denk getiriliyor. Savcılar şikayet dilekçilerini
dikkate almıyor. Tanık üretiliyor. Bu adamların çalışma biçiminin
gösterilmesi lazım. Binlerce insan dinlenmiş kimsenin haberi
yok.
HSYK'DA İŞLEM YOK!
Şu örnekle bugün tartışılan HSYK'da gönderme yapıyordu:
Ben bir şikayetimi HSYK'ya gönderdim. Gülersin, cevap iki sene
sonra geldi. Bir yargıca havale etmişler, o da reddetmiş başvurumu.
Ama vahim olan şu: Yargıcın verdiği dosya numarası benimki değil,
bir başka numara. Dosyaya bile bakmadan reddetmiş talebi...
Polis-savcının ve hakimin yaptığı hukuka aykırılıklar HSYK'ya
şikayet ediliyor ama aylar yıllar geçiyor hiçbir işlem yapılmıyor.
Suç olduğu sabit belgeli hususlarda bile iki yıldan önce HSYK cevap
vermiyor.
ONLARI BEN YETİŞTİRDİM GÖRÜR GÖRMEZ ANLARIM
Aslında nereden nereye gelindi. Silivri'ye gitmeden önce fikrini
almak istediğim Ruşen Çakır, 'Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanlığı
zamanında Avcı'nın Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılacağı
söyleniyordu' diye bir hatırlatma yaptı. Sordum bunu Avcı'ya.
Bakan Eskişehir'den beni Ankara'ya almak istedi. Daire başkanlığı
önerdiler ama o zaman bu uygun olmazdı. Bakanın yanında olmam için
bir formül aranıyordu. Bulunamadı. Ama o esnada cemaat haber
gönderdi. Ankara dışına çıksın da nereye giderse gitsin diye...
Bakanla konuşmalarını anlatırken aslında cemaatle ilgili derinlik
meselesini de anlatıyordu.
Bakana anlattım o zaman, 'cemaat yapılanması sizin tahmininizden
çok derin' diye. Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in,
Maliyenin bilgileri ellerinde. Bu, büyük bir güçtür dedim. Bunun
üzerine gidilmesini, denetim yapılmasını, yoksa büyük sorunlar
doğabileceğini söyledim. Temelde istihbarat dairesi vardır. Sizin
haberiniz olmadan, dinleyen kim adına dinliyor. Buna kim karar
vermiş. Şube müdürü olabilir mi? Olmaz. Dışarıdan birileri talimat
veriyor. İşte bunlardan birisi Kozanlı Ömer...
Hükümetin sorumluluğunu her fırsatta hissettiriyordu Avcı...
Bir hüsn-ü niyet var bunlara karşı. O yüzden 'her şeyi yapabiliriz'
havasına girdiler. Hükümetin hoşgörüsüyle, görmezden gelmesiyle,
bir iki ihlale göz yummasıyla iyi cesaretlendiler, ciddi
hukuksuzluklar üretmeye kadar gittiler. Sahte delil üretmeye
başladılar.
En iyi bildiği konuyu emniyet istihbaratın altını özellikle
çiziyordu:
İşin çapı büyük. Cemaat kendi parasıyla dinleme cihazı alıp bunları
Emniyet İstihbarat'ta tutup kullanıyor, TİB'de kendi kanallarıyla
dinleme yapıyorlar. Sahtecilik operasyonunu onlar yapıyor. İzmir
(casusluk) süreci bir rezilliktir. Cemaatin istihbarattaki
adamları, istihbaratın kendi fişleri, kendileri için hazırladıkları
fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar. Bir istihbaratçı
olarak, bu adamları yetiştirmiş biri olarak, bunu görür görmez
anlarım.
Ne yapmalı?Siz dışarıda olsanız ve işin başına
getirilseniz, nasıl temizlerdiniz bu işi?
İşin yüzde 90'lık kısmı tehlikeyi görmektir. Hükümet zamanında bunu
görmedi ve büyük hata yaptı. Epey süredir Türkiye, resmi kurumları
dışarıdan yönlendirilerek yapılan vahim olaylar yaşıyor.
Polis-yargı bu sahada en hayati kurumlar. Kasıtlı hukuk ihlalleri
yapıyorlar; insanlar, bu anormalliği normalleştirmeye, kanıksamaya,
kabullenmeye itiliyor. Sanki polisi-yargıyı dışarıdan yönetmek,
sahte deliller uydurmak, keyfi kararlar normalleştiriliyor. Bugün
en önemli safha, olayın boyutunun yönetimce iyi algılanmasıdır;
bunun da gerçekleştiği kanaatindeyim. Keşke kitabı yazdığım zaman
müdahil olunsa idi, o zamandan bu yana bu yapı çok genişledi,
emniyette tüm istihbaratta, KOM'da (Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele) nerdeyse 'ful' denecek hale geldi, hemen hemen tüm
istihbarat ve KOM şubelerinde cemaat kadroları hakim oldu, tahribat
arttı, cemaatin tayin terfi vs etkisini gören çok kişi de menfaati
için o tarafa kaydı...
GÖRMESEM İNANMAZDIM
Tehlikenin görüldüğü artık açık, şimdi ne
yapmalı?
Evet, şimdi olayın halka anlatılması gerekir. Ben yaşamasam
inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak
suçlayacağına... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya
çalışan bir polis-yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve
devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan
çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi
ve yapı var. Gerçek yaşanan hukuksuzlukları halk tam bilmiyor, onun
için öncelikle bu konuda yapılan hukuksuzlukların ortaya konması
gerekiyor. Bunu özellikle cemaatin tabanının görmesini sağlamak
lazım. Cemaat polisleri, savcıları yaptıklarını devlet için
yapmıyorlarsa, 'kimin için yapıyorlar', 'neden yapıyorlar'
sorusuyla anlatmak çok önemli. Özellikle cemaat tabanının bunları
görmesi, soru sorması sağlanmalı.
TEŞHİR EDİLMELİLER
Yöntemi ne olacak bunun?
Bence yöntem, sahtecileri ve sahtekarlıkları ortaya çıkarmaktır.
Onları kendi evraklarıyla, işlemleriyle kıstırmaktır ve teşhir
etmektir. Bu mümkün. Oda TV davası bende olsa, davayı ters
çevirsek, ben bizi suçlayanların hepsinin sahtekar olduklarını
ispat ederim, mahkum olmalarını sağlarım. İzmir soruşturması,
casusluk davası bir rezilliktir. Cemaat polisi kendi topladığı
istihbarat bilgilerini almış, askerlerin bilgisayarlarına koymuş...
Bunu teşhir etmek lazım...
Temizlemem
'Bu sorunu çözmek için işin başına getirilseniz' dediğim zaman
Avcı'nın girizgahı ruh halini göstermesi bakımından önemliydi.
Bunca ağır siyasi mesele içinde bir ayrıntı gibi görünse de, bu ruh
hali, haklılığı tescil edilmiş bir kamu görevlisinin iç dünyasına
ve beklentilerine işaret ediyordu. Avcı böyle bir görevi neden
almayacağını anlatırken, hapisteki bir tutukluyla değil, görev
başındaki ya da göreve kısa ara vermiş bir emniyet müdürüyle
koşuyor gibi hissediyordunuz kendinizi...
Böyle bir olayda birkaç sebepten görev almak istemem. Birincisi ben
açıktan bu işe karşı biliniyorum, her yaptığım önyargıyla taraflı
anlaşılır halbuki bu mücadele herkesçe adil kabul edilecek şekilde
olmalı. İkincisi bu işte karşıya çıkacak insanların çoğunu
tanıyorum bir kısmı yanımda çalışmış kişilerdir ben eskide bir
kişiyi dost kabul etmiş isem bu gün o bana kötülük de yapsa ben ona
karşı hiçbir zaman zarar verecek işte bulunmak istemem. Üçüncüsü
benim birikimim, görev anlayışım hep devleti açıkça hedef alan
terör gruplarına karşı olmuş; bu tür gruplara karşı personel
tahkikatları konusunda uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç vardır.