HAMMARBERG DİNK DAVASIYLA İLGİLİ KONUŞTU!
Avrupa Konseyi'nin İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, Milliyet yazarı Kadri Gürsel'le Dink davası hakkında konuştu...
Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, kitabı “Avrupa’da İnsan Hakları”nın tanıtımı için İstanbul’daydı. Önceki gün kendisiyle sohbet etme imkânı buldum.
Hrant Dink cinayeti davasında verilen skandal kararın, bu sohbetin ana konusu haline gelmesi haliyle kaçınılmazdı.
Ancak sohbeti nakletmeden önce Hammarberg’in, 10 Ocak’ta Strasbourg’da açıklanmış “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” başlıklı, taze bir raporun da müellifi olduğunu hatırlatmalıyım.
“Türk halkının adalet sisteminin etkinliği, bağımsızlığı ve tarafsızlığı algısı kadar insan haklarından yararlanılmasını da olumsuz yönde etkileyen” esaslı yargı sorunları, bu raporda adil ve nesnel bir bakış açısıyla irdeleniyor, çözüm önerileri sıralanıyor. Raporun Türkçesine şu adrese gidip, ülkeler dizininde “Turkey”nin üzerini tıklayarak ulaşabilirsiniz: http://www.coe.int/t/commissioner/Activities/countryreports_en.asp
Raporda, “hâkim ve savcıların devleti korumayı, insan haklarını korumanın üstünde tutan yerleşik tutumu”na, Türkiye’deki hukuk ve uygulamasının Avrupa normlarıyla uyumlu hale gelmesini engelleyen önemli faktörlerden biri olarak işaret edilmiş.
Bu bakımdan mahkemenin hükmü, Dink cinayeti örgütünün görülmek ve gösterilmek istenmemesindeki son halkadır yalnızca...
En başından itibaren cinayetin işleneceğini bildikleri halde, engellemeyerek ağır ihmal suçunu işledikleri için kendilerini cürümün ortağı haline getiren kamu görevlilerinin ve onların şahsında devletin korunması, bütün soruşturma ve dava sürecine egemen olmuş tutumdur.
Hammarberg raporunda sıralanan belli başlı Türk hukuk arızaları, Dink cinayeti soruşturma ve dava sürecinin bütün aşamalarında adeta resmigeçit yapıyor...
En başta tabii, ciddi insan hakları ihlalleri durumunda sorumluların cezasız kalmaları...
Sonra, adli kolluk sistemi noksanlığının, soruşturmalarda savcıları polisin delil toplamadaki rıza ve tercihleriyle yetinmeye mahkûm etmesi...
Ardından, hâkim ve savcıların bağımsızlığı ve tarafsızlığını güvence altına almayan yargı düzeni...
Ve nihayet, aşırı uzun yargılama süreçleri...
Hrant Dink kararıyla bir kez daha iyot gibi açığa çıkan bütün bu olumsuzluklara, siyasi açıdan da bakmadan olmaz. Çünkü konu Türkiye’nin nasıl yönetilmek istendiğiyle ilgilidir.
Dolayısıyla, Hrant Dink hükmü ile 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’nun sonucu arasında ilişki aramak, siyasi iktidarın hoşuna gitmeyebilir.
Burada iktidar açısından temenni edilecek olan, Dink kararı ile Anayasa Değişikliği Referandumu arasında hiçbir ilişkinin kurulamamasıdır. Böyle olsa bile iktidarın vaziyeti vahimdir. Demek ki bu referandumla kurulan yeni nizamda, bireyin hukukunu ve en temel insan haklarını devlet karşısında savunmaya muktedir bir bağımsız ve tarafsız yargıdan söz etmek mümkün olamıyor.
Bu bakımlardan Hammarberg’in görüşlerini merak ettim ve kendisine “12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan bu yana yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hususunda Türkiye’de olumlu bir değişiklik gözlemleyebiliyor musunuz?” diye sordum.
Şu cevabı verdi:
“Büyük bir değişiklik meydana geldiğini düşünmüyorum. Adalet sisteminde gördüğümüz ana sorunlar yerinde duruyor. Ve umudumuz odur ki Hrant Dink davası bu husustaki ciddi sorunlara dikkat çekebilsin. Burada ihtiyaç duyulan, bütün bir sistemin köklü bir revizyondan geçirilmesidir. Sadece belirli bir seviyeye kadar değil...”
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’ne, iktidar sözcülerinin Hrant Dink kararı karşısında dile getirdikleri vicdani rahatsızlıkları üzerinden sanki yargı bağımsızmış gibi bir algının yaratıldığını ya da yaratılmak istendiğini aktardım. Tepkisi şöyle oldu:
“Burada bir ikilem var çünkü hükümet tekil davalara, adalet sistemine ya da yargıya müdahale edemeyeceğini, çünkü yargının bağımsız olması gerektiğini söylüyor. Güzel... O halde (yargı) bağımsız olmalıdır. Ama aynı zamanda hükümet bütün adalet sisteminin dizaynından da sorumludur ve burada sistemik problemler varsa bunların çözümü için gerekli yasa değişikliklerini sunması gerekir.”
Bu kadar basit aslında...
Hammarberg, Dink davası kararı için sohbetimiz boyunca üç kez üzerine basa basa “emsal vaka” dedi.
Cevapsız kalan sorular, yani “soruşturmanın eksikliği” ve “delillere ulaşılmasının engellenmesi”yle, adalet sisteminin işlerliği açılarından, yakından izlemeyi gerektiren bir “emsal vaka”...
Yarın devam edeceğiz.