12 Tem 2011 15:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:34

HAFIZALARDAN SİLİNMEYECEK BİR YAZI! ÖZKÖK, NEDEN SİYASET YAZMIYOR?

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, Tarkan'ı örnek göstererek Ankara, Diyarbakır ve İmralı'ya da mesaj verdi.

Hürriyet Gazetesi'nin eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, bugünkü köşesinde hafızalardan kolay kolay çıkmayacak bir yazı kaleme aldı. Niçin siyaset yazmadığını anlatan Özkök, Tarkan'ı örnek göstererek Ankara, Diyarbakır ve İmralı'ya da mesaj verdi.

İşte Ertuğrul Özkök'ün bugünkü köşe yazısı

Neden siyaset yazmıyorum

ARKADAŞLARIM, okurlarım soruyor.

Daha doğrusu sormuyor, söylüyor:
“Artık siyaset yazmıyorsun”.
Evet yazmıyorum.
Gizli bir şey değil, zaten kendim de söylüyorum.

Belki, “ima yoluyla” bazı şeyler söylemek istediğimi sanıyorsunuz. Hayır, “Siyaseti hiçbir zaman sevmedim”.
Yazmayı da sevmedim.
Siyasetin, içimdeki gazeteciliği, asıl ruhumu fukaralaştırdığına inanıyorum.
Türkiye’de siyaset yazmadan yazar olunabilir mi diye sorarsanız, bu meslekteki en büyük hüsranlarımdan birini söyleyeyim.
Maalesef bazı insanlar hâlâ böyle bir şeye inanıyor.
Oysa, iç dünyamda siyasetten çok ama çok daha önemli şeyler var.
İkincisi; siyaseti sevmediğim ve pek de kafa yormadığım için, anlamıyorum da...
O yüzden, “işime geldiğinde iyi olan bir şeyi, işime gelmediğinde kötü” diye nitelemeyi de beceremiyorum.
Ergenekon davasında mağdur olan bir insan, eskiden çok kızdığım, bana çok kötülük etmiş biri olsa da, adaletsizliğe karşı öfkemi sansürleyemiyorum.
Bunları anlamadığım için de, siyaset yazmayı beceremiyorum.
Yine de yazmamamın asıl nedeni o değil.
Çocukluğumdan beri itiraz kültürü ile büyüdüm ve içimde, münafıklıkla muhaliflik çizgisi arasında serserilik yapan, haylaz ve afacan biri var.
Bugüne kadar onu alt edebilen tek insan rahmetli Turgut Özal oldu. Beni solcu muhaliflikten alıp, serbest piyasa ve hür düşünce yanlısı bir insana çevirdi.
Adım “Özköşk”e, “yalaka”ya, “dönek”e çıkarılmıştı, hiç umurumda değildi.
Çünkü “övmek” kadar, “yermek” hakkına da sonuna kadar sahiptim. İşte bu duyguyla, Özal’ın oğlunun Florida’daki evlerini haber yapabildim. Semra Hanım’ın İstanbul il başkanlığına çıkışını eleştirebildim; siyasi yasakların referandumla kaldırılmasının Türk demokrasisinin ayıbı olduğunu, bunu Meclis’te bizzat Özal’ın kaldırması gerektiğini savundum.
Ben bunları yazdım ve Turgut Bey bana küsmedi. Öldüğü güne kadar onu içimden geldiğince bol bol övdüm, bugün de aynı şeyi yapmaya devam ediyorum.
Bu ülkenin “zihniyet haritasını” değiştiren, hepimize, küresel bir dünyada yaşadığımız gerçeğini öğreten insandır.

Siyaset yazmak için, insanın “övme hakkına”, yapılan güzel işleri göğsünü gere gere övebileceği bir duyguya sahip olması gerekir. Yani övmeyi hak etmesi gerekir.
Bu duyguya sahip olduğum zaman ne yalakalık, ne döneklik, ne şuculuk ne buculuk...
Hiçbir etiket, aşağılayıcı sıfat umurumda bile olmaz.
Yapılan iyi işleri görünce; ülkemin dışarıda inanılmaz bir imaja sahip olduğuna tanık oldukça; ülkemi benzer ülkelerle karşılaştırma imkânına kavuştukça, içimdeki bu duygu bir esarete dönüşüyor.
“Ne hakkınız var benim elimden ülkemin başarılarını övme hakkımı almaya” diye haykırmak geliyor içimden.
Evet. Bugün özlediğim duygu işte bu özgürlük.
Göğsümü gere gere ülkemi ve bu başarılara imza atanları övme özgürlüğü.
“Yasak mı” diyeceksiniz? Değil elbet ama “övmeyi hak etmek” diye bir şey var.
O da ancak “muhalif olabilme” duygusuyla tamamlanıyor. O duyguyu sırf bunun için çok istiyorum.
Siyaset yazabilmek, kendi gözümde işte o zaman meşru bir duygu olabilecek...

Yanlış da anlamayın; hükümeti destekleyen yazarlara samimi olarak tek kelime etmiyorum.
İçlerinden gelen duyguyu yazmak sonuna kadar haklarıdır.
Benimki tamamen şahsi bir ruh hali. Kimseye dilekçe veriyor falan da değilim; tek muhatabım, şu veya bu nedenle yaratılmış bir iklim.
Bana bu duyguları veren ve Türkiye’ye hiç yakışmayan iklime iadesiz taahhütlü bir mektup yazıyorum.
Neticede vicdanım, yapılan güzel, hatta çok güzel işleri göremeyecek kadar körleşmedi.
Özlediğim tek şey; bu duyguyu azat edecek bir meşruiyet hissidir.

Bu ülkede Tarkan varsa

Eğer bu ülkenin bir Tarkan’ı varsa:
O Tarkan’ı Diyarbakır’da, Bon Jovi’nin İstanbul’da topladığının beş katı kalabalığı topluyorsa;
O muazzam genç enerjisi, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıyorsa;
Arkadaş, Türkiye diye bir ülke var demektir.
Eğer bu ülkenin bir “Grup Yorum’u varsa;
Bu Grup Yorum İstanbul’da’ U2’dan büyük bir kalabalığı topluyorsa;
Arkadaş Türkiye diye ülke var demektir.
Bu ülkenin bir İbrahim Tatlıses’i varsa;
Bu İbrahim Tatlıses’i saldırıya uğradığında ülkenin doğusu da batısı da; güneyi de kuzeyi de sağlığı için dua ediyorsa;
Arkadaş, Türkiye diye bir ülke vardır.
Kime mi diyorum;
Ankara’daki sizlere;
Diyarbakır’daki sizlere;
Bir de İmralı’daki sana...