HABERTÜRK'ÜN GÖZDE SPİKERİ SİMGE FISTIKOĞLU MEDYARADAR'A KONUŞTU: ''YILDA 1 GÜN İSYAN EDEREK MESLEĞİ BIRAKMAYI DÜŞÜNÜYORUM''
Spordan habere, magazinden söyleşiye her dalda var. Hepsini heybesine sığdırıyor. Habertürk'ün en beğenilen yüzlerinden biri Simge Fıstıkoğlu... Hep o konuklarını alıyordu ekrana; bu kez de biz onu Medyaradar'a konuk ettik.
Haklı olduğunu düşünüyorsa asla pes etmez o... Hakkını arar. İyi
bir hak savunucusu... Bir programda mevzubahis kadınlar ise hele
bir de o programda kadın aşağılanıyor veya küçümseniyor ise mutlaka
stüdyoya davet edilesi bir isim... Cinsiyet ayrımı yapanın sonu
stüdyoyu terk etmek olabilir. Çünkü karşında Simge var, kolay
değil. Bana göre müthiş bir kadın.
Başarılı, sıcak, güzel olduğu kadar doğal... Soyadı ile bu kadar
özdeşleşen çok az isim tanıyorum. Gerçekten “Fıstık”. Her TV
kanalının ekranında görmek istediği, seyircinin izlemekten büyük
keyif duyduğu bir isim… 3 saati aşkın bir süre konuştuk. Beni öyle
sıcak karşıladı ki; zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadım.
Konuşurken, anlatırken gözlerinde öyle güzel bir ifade beliriyor ki
görmeye değer. Onunla olmak çok keyifliydi; iş, kadınlar, medya
sektörü gibi birçok konu vardı ajandamızda.
Dilerim siz de benimle bu keyfe ortak olursunuz…
RÖPORTAJ : ALEV GÜRSOY CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
“Simge” deyince güzellik, başarı ve ekranların aranan bir yüzü
geliyor akıllara… Simge Fıstıkoğlu nasıl oldu da bu kadar sevilen,
aranan bir yüz oldu. Bu başarıyı neye borçlusun?
- (O güzel kahkahasını patlatarak başladı) İnsanın hayatta
alabileceği en büyük ödül yaptığı işin birileri tarafından bu
şekilde takdir edilmesi. Bu başarıyı çok çalışmama ve samimiyetime
borçluyum. Ben hayatta benden çok çalışan çok az insan tanıdım. Çok
çalışıyorum ama şikâyetçi değilim; çalışmayı da çok seviyorum.
Ekranda doğallık ve samimiyete inanıyorum. Onun fark edildiğini
biliyorum ve benimle ilgili de o samimiyet algısının yerleşmiş
olmasından çok mutluyum.
Deneme çekimi bile yapılmadan kendini ekranda bulan bir
isimsin. Nasıl oldu bu? Şans mı sadece? Ya da başka nasıl bir
açıklaması olabilir?
- Ben şansa inanmıyorum hayatta; kadere inanıyorum. Kaderin
benim karşıma çıkardığı çok önemli bir fırsattı bu. Bana verilmiş,
lütfedilmiş, bahşedilmiş bir fırsat (O anları sanki tekrar yaşıyor
anlatırken... Heyecanlı, gözlerinin içi ışıl ışıl) ve hakkını
vermeliydim. Çok çalışmalıydım. Hakkını da çalışarak verdim.
Düşünün sadece “Ne yapabilirim” diye görüşmeye gittiğiniz bir yerde
işe başlıyorsunuz hiçbir tecrübenizin olmamasına rağmen...
Nasıl oldu bu peki? Çok zor aslında bu sektörde iş
bulmak... İşinde çok deneyimli yüzlerce isim işsizken hele
de?
- Televizyona geçme kararını bir günde almış olmam gibi,
başlamam da aynı süratte oldu. “Bu mesleği öğrenmek istiyorum”
diyerek kapısını çaldığım dönemin Habertürk Televizyonu Genel Yayın
Yönetmeni Yardımcısı Murat Ongun’dan “Hemen bugün başla” yanıtını
aldım. Sonrası mı? Deneme çekimi bile yapmadan kendimi kameranın
karşısında buldum. Tarih 16 Ekim 2006 idi. Hiç bir deneyimi olmayan
birini ekrana çıkardığı için Murat Ongun’u zaman zaman fazla cesur
bulsam da bana güvenmesi ve fırsat vermesini minnetle anar, bunun
hayatımda aldığım en iyi karar olduğunu söyleyebilirim.
Peki, mutlu musun? Hiç keşke olmasaymış demedin
mi?
- Hayatımın en cesur kararını verdim, şimdi olsa
herhalde bunu yapamazdım. İyi ki olmuş diyorum. Benim hayatımda
keşkelere yer yok.
Medyada olmak zordur… Hele de bir kadın için, tutunmak
kalıcı olmak… Parlayan ama çok çabuk kaybolan bugün ismi bile
hatırlanmayan o kadar çok kişi var ki, neden böyle
sence?
- Sistem böyle, çünkü hepimiz içinde
yaşadığımız dünyanın parçalarıyız. Sistem bize yeni şeyler bulmayı,
yeni şeylere yönelmeyi öneriyor. Sistemin şekli bu, böyle işliyor.
Televizyon da bu sistemin parçası… Hem de en renkli parçası. Birçok
insanın parçası olmak istediği bir parça... Bu sistem birilerini
parlatıyor. Bir süre biz onları hayranlıkla izliyor, seviyor,
beğeniyor, alkışlıyoruz. Sonra sistem diyor ki hayır bu eskidi
şimdi bunu izle, bunu dinle, bunu oku, bunu tüket ve biz de buna
yöneliyoruz, bu tüm dünyada böyle. Diyorum ya sistem.
Peki, sence bu sektörde olmayı hak etmeyen isimler var mı
ve bunların o ekranlarda olması seni yaralıyor mu?
-Yaralamıyor; çünkü sadece televizyonda değil dünyanın her yerinde
hak etmedikleri pozisyonları işgal edenler var. Tabii bizim
meslekte de ağırlıklı… Ben izleyiciye güveniyorum. Onlar kimin neyi
hak ettiğine karar veriyor. Kısa vadede bir şey diyemem ama uzun
vadede gerçekten seyirci hakkını veriyor.
A Haber’de Son Durak’ta gördük bir süre seni, sonra tekrar
eski yuvana Habertürk’e döndün, ne oldu da yollar ayrıldı A
Haber’le?
- (Gülüyor) Habertürk “Geri dönmek ister misin” diye sordu ve
döndüm. Düşünmedim.
Peki, neden? Mutsuz muydun? İyi bir marka açmışlardı, sana
özel bir programdı?
- Hayır, mutsuz değildim, Çalışma arkadaşlarımı da çok
seviyordum, hepsi saygıdeğer isimler, özlemle de hatırlıyorum.
Orada bulunduğum hiçbir gün mutsuz değildim. Habertürk’ten
“Dön” dediler döndüm. Fazlada düşünmedim. Başka bir neden gerçekten
yok. Benim hayatımda, kariyerimde böylesine beklenmedik dönüşler
vardır.
Büyük bir haber kanalının en beğenilen yüzlerinden biri
olmak şüphesiz hiç de kolay değil. Simge, haberden, spora ve hatta
magazine kadar birçok dalda oldu ve altından da kalktı. Çok mu
azimlisin?
- Evet, bu tabir daha doğru… Hırslı değil azimliyim… Yaptığım
işi en iyi şekilde yapmak… Benim tek derdim bu.
Büyük bir özgüven var sende yanılmıyorsam?
- Özgüven olmazsa başarı olmaz ki... Kendime inanıyorum demek
belki de en doğru cümle olur.
Çok yoğun çalıştığını biliyorum, kendine ve ailene vakit
ayırabiliyor musun? Onlar ne diyor bu
koşuşturmaya?
-Çok çalışıyorum ama asla çevremi ihmal etmiyorum.
Aileme ve dostlarıma mutlaka zaman ayırırım. Beni ailem de
arkadaşlarım da takdir ediyor. Onlara illa ki vakit ayırıyorum. Çok
yoğun olsam bile formüller buluyorum. Bazen uykumdan feragat
ediyorum. Ya da onların bana uymasını sağlıyorum. Hafta sonlarım
var mesela; yani yoğun tempoya rağmen kendime vakit ayırmam aslında
çok da zor olmuyor.
İş dışında neler yapıyorsun peki? Neyle meşgul olmaktan
keyif alıyorsun?
- İşimden bana kalan
vakitlerde en büyük tutkum müzik…. Bir sabah işe giderken “Ben bu
şarkıyı çalmak istiyorum” diyerek başladığım piyano derslerim de
hızlıca alınmış, iyi kararlardan biri... Müzik gibi edebiyat da
sevdiklerim arasında; bir gün kitap yazmak hayallerim arasında…
Yoğunluk, aile derken biraz terletecek bir konuya
giriyorum; özel hayat ne durumda? Böyle güzel bir kadının yalnız
olması çok da mümkün değil. Aşk var mı aşk?
- (Çok düşündü bu soruyu.) Evet, var; özel hayatımda çok özel
biri...
Peki, biz tanıyor muyuz, yani sektörden mi
eniştemiz?
- Hayır, sektörden değil ama mutluyuz bunu
söyleyebilirim.
Evlilik düşünüyor musun?
- Bir aile kurmak ve çocuk sahibi olmak istiyorum, ama bu işlerin
planlaması olmaz bence. Hayırlısı demek lazım. (gülüyor)
Madem aşk var. Özel biri de var. O halde bana aşkın tanımın
yap dersem kırmazsın değil mi: )?
- Yok, seni kırmam. Aşk bence insanın asla yapmam dediği
şeyleri yapması ve bundan hiç pişmanlık duymamasıdır. Onsuz
olamayacağına inanmasıdır. Sabah kalkarken ve akşam yatarken onu
hayal etmesidir. Bana göre aşk böyle bir şey!
Simge; ekran önünde gerçekten çok iyi... Peki ya ekran
arkası, ekip arkadaşlarınla nasıl aran, iş girince işin içine asabi
bir Simge olabiliyor musun?
-Ben hayatta sesimi çok az yükseltmişimdir, çok zor
sinirlenirim. İş yetişmeyeceği zaman biraz panik olurum. Bir de
işin kötü olma ihtimali beni çok endişelendirir. Çünkü gerçekten
yaptığım işin iyi olmasına dair muazzam bir isteğim vardır, kendime
haksızlık edebileceğim kadar… Bugüne kadar yaptığım hiçbir yayından
sonra iyiydi demedim. 6 yıldır ekranlardayım, daha bugüne kadar hiç
iyi bir yayın oldu, iyi bir program yaptım demedim. Hatta bir
defterim vardır, yazı yazmayı çok severim; orada ilk sayfada şu
yazar “En iyisini henüz yapmadım.” O yüzden ekibe değil hep kendime
kızarım…
Sen yöneticilik de yaptın. Spor deyince akla kuşkusuz ki
ilk gelen kadınlardansın. Bir kadın olarak spor yönetici olmak zor
muydu?
-Elimden gelenin en iyisini yaptım. Her işin bir
zorluğu var, zor olması da onu daha çekici kılıyor, sevdiriyor. İyi
bir ekip, iyi çalışma arkadaşları ve işini sevmek belki de
başarının anahtarı bunlar. Kadın ve spor deyince bunun üzerinde
biraz durmak gerek. Türkiye’de ben inanıyorum ki uzun vadede
“kadınlar ve spor” önyargısı daha da kırılacak, kırılmasında benim
en ufak bir katkım olduysa ne mutlu bana.
Bir program vardı; “Kim demiş kadınlar spordan anlamaz“
diye gürlediğin… Sanki bu cümleyi sen o programda kalıplaştırdın ve
kadınların da sesi oldun. Çok konuşuldu, sana soruldu ama yine de
sormak isterim. Neydi o gün Ümit Özat’la yaşananlar ve onun
stüdyoyu terk etmesine kadar varan olay?
-Ben orada üsluba ve bir önyargıya karşı
çıktım. Saygı sınırlarını aşmadım ama isyan ettim. Öyle bir üslup
benim kabul edebileceğim bir şey değildi. Benim isyanım karşımdaki
insanda rahatsızlık yarattı. Ama ben kendi düşüncemi söyledim ve
söylemek zorundaydım, söylemesem olmaz (gülüyor).
Spordan kadınların anladığını da göstermeye çalıştın yani o
programda bir nevi. Peki, ben sana kadınlar ve spor dersem; ne
dersin?
- Bunu aslında uzun zamandır başka kadınlar da gösteriyor,
haksızlık etmemek lazım. Bir Feryal Pere dediğimiz zaman durup
düşünmek lazım. Kadınlar spordan, futboldan anlamaz demeden bir
durup düşünmek lazım. Birilerine haksızlık ediyor muyum demek
lazım. Ebru Kılıçoğlu ile 3 yıl program yaptım, çok iyi bir spor
yazarı. Keza ablası yine öyle... Yani örnekler bitmez. Bu kadar da
birilerinin emeğini görmezden gelmek kolay olmamalı...
Seni en çok kızdıran konular ne mesleğe
dair?
- Bazen bana değil de televizyonculuğa yapılan haksızlıklara
kızıyorum. Mesela “Kadın futboldan anlamaz” ve ya “Sadece güzel
olduğu için kadınları ekrana çıkarıyorlar.” Bu kadar basit mi bu
ya? Böyle yapılarak bir sektöre, bir mesleğe haksızlık edildiğini
düşünüyorum.
Peki, buna yakın bir örnek anlatabilir misin bana yaşanmış?
Seni üzen, çok şaşırtan…
- Hem de ne şaşırma! Trabzon’un bir maçı vardı,
Trabzon’a maçı takibe gittim. Spor müdürüyüm ve hiçbir habercilik
deneyimim yok. Statlara gittim. Maçlara katıldım ama aktif
habercilik farklı sonuçta. Rize’de o gün sel oldu ve biz maç
sonrası hemen merkezden gelen telefonla oraya geçtik. Yaz havası
gibi, ben babetler ve beyaz bir pantolonla gitmişim düşünün.
Rize’ye geçtik ve ben hayatımda ilk kez o gün ölü gördüm,
dizlerimize kadar çamurdayız. Hayatımın en büyük travmalarından
biriydi, bir ilçede birçok apartman çökmüştü, bir aile
apartmanından gözlerimin önünde 4 kişinin cesedi çamurdan çıktı ve
ben ilk habercilik yayınımı yapıyorum. Sürekli bağlantılar. Ağlamak
istedim. İsyan etmek istedim. O cesetleri görünce insan hayatı bu
kadar ucuz mu diye sormak istedim.
Çok zor ilk yayına böyle başlamak, insan habercilikten
korkar böylesine bir ilkle. Peki ya sonra ne oldu?
- Düşünün çamur içinden cesetler
çıkıyor. Onlarca ölü var. Saatlerce o gün 3G bağlantısı yapmışım.
Yorgun düştük. 24 saatin sonuna yaklaşmışım sadece gördüklerimi
anlatıyorum ve o deneyimsizliğe rağmen. Sonra bilgisayarımı açtım,
haber yazıp merkeze göndereceğim. Maillerime bakarken bir
izleyicinin mailini gördüm. Düşünün ilk habercilik deneyim zaten
sarsılmışım, orada insanlar ölmüş. Saatlerce ekranda kalmışım.
Benim yüzümde makyaj yok,daha doğrusu kalmamış. İzleyici
mailinde bana şunu yazmış: “Makyajsız bir “halta”
benzemiyorsun.” O sahneye bakıp benim makyajsız halimi gören
bir beyin yapısına çok acıdım. Orada insanlar hayatını kaybetmiş,
yüzlerce insan evsiz kaldı. Sen o sahneye bakıp ha bu da makyajsız
güzel değilmiş diyorsan burada hastalıklı bir ruh hali var.
Bayağı vahim ve son derece ilginç bir olay... Ama habere
çok yakıştın ve artık sporla değil haberci olarak anıyoruz
seni.
- Haberi çok seviyorum. Soru
sormayı. Konukları konuşturmayı. Sanırım soru sormadan yaşayamam,
hayatımın bir parçası oldu.
Medyada kadın olmak zordur, bunu en iyi bu sektördeki biz
kadınlar biliriz… Hırslar. Çekişmeler. Rekabetler. Simge Fıstıkoğlu
hiç böyle hırslı kişilere denk geldi ve onlarla mücadele etmek
zorunda kaldı mı? Ve hiç bu yüzden pes ettiği oldu
mu?
- Spor servisinde çalışırken bu anlamda çok rahattım, çünkü
tek kadın üyeydim orada. Ama şunu söyleyeyim. Ben ayrımlara
inanmıyorum. Benim için hırslı kadın, hırslı adam yok. Hırslı insan
var, ihtiraslı ve dikkat edilmesi gereken insan var. Bir de işini
iyi yapmayan ve işini iyi yapamayan insanlar var. Ben erkek sunucu
kadın sunucu ayrımını da reddediyorum. İyi sunucu ve kötü sunucu
vardır. Ben böyle bir kadın hırsı ile hiç karşılaşmadım. Karşılasam
da böyle bir hırs yüzünden asla mesleğimi bırakmazdım.
-
Bence de bırakma mesleği, çünkü seviliyorsun bu
sektörde.
-Biliyor musun “Senede bir kere böyle avuçlarımı sıkıp ben
bırakacağım bu işi bir balıkçı kasabasına yerleşeceğim, organik
tarım yapacağım“ dediğim oluyor.
Niye çok mu patlıyorsun, neye kızıyorsun bu
kadar?
- (Gülüyor) Evet bu işin stresi, bu ülkedeki gündemin
yoruculuğu, yoğunluğu. Senede bir kez ağlayarak gerçekten gitmek
istiyorum. Sonra sabah utandığımda işe gidiyorum hem de koşa
koşa (kahkaha atıyor).
Buralara kadar geldim, ne güzel de vakit geçirdik,
sormazsam olmaz. Peki son olarak şunu sorayım; Medyaradar’la ilgili
ne düşünüyorsun?
- Önce seninle başlamak istiyorum. Benden çalışkan olduğuna
inandığım birisin. “Twitter’ın haberci divası” diyorum sana. İşine
duyduğum saygıyı takdir ediyorum. Medyaradar ise medyada olup
bitenlerin doğrusunu öğrenmek için çok doğru bir adres. Ben her
siteye itibar etmem, biraz mesafeliyim ama Medyaradar takdirlik bir
site…
Beni çok utandırdın Simge, ne güzel sözler bunlar… Bir de
senden duymak... Gerçekten hem çok güzel, hem başarılı hem de
mütevazılığı bir araya getirmek zor, hepsi sende birleşmiş. Seninle
olmak çok güzel; özel bir gündü. Teşekkür ediyorum bu büyük
samimiyet ve güzel yürek için…