Habertürk yazarından Davutoğlu-Erdoğan yazısı: Bu şartlarda nasıl normalleşeceğiz?
Nihal Bengisu Karaca son günlerde medyada yaşanan "Davutoğlu-Erdoğan" polemiklerine son noktayı koydu.
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, "Bu şartlarda nasıl
normalleşeceğiz" başlıklı yazısında son günlerde yaşanan "Davutoğlu
gidecek mi?" polemiklerine farklı bir açıdan yaklaşarak dikkatleri
çekti.
Nihal Bengisu Karaca, Türkiye'de son dönemde yaşanan olayların
üzerinden "normalleşme" vurgusu yapanların nasıl açığa düştüğünü
gösterirken, iktidara yakın bazı çevreleri de uyardı.
"Davutoğlu-Erdoğan" polemiğinin normalleşmeye katkı sağlamadığına
dikkat çeken Karaca, Nasuhi Güngör'ün "Davutoğlu ile yürümüyor"
sözlerine de gönderme yaparak "Her şey bir tarafa, bu tür tutumlar
Türkiye’yi, yeni Anayasa çalışmalarını, hatta başkanlık sistemiyle
ilgili talepleri bile maceraya sürükleyecek bir yolu açıyor"
dedi.
İŞTE NİHAL BENGİSU KARACA'NIN O YAZISI
Kime sorsan Türkiye’deki siyasi gerilimin son bulmasını,
iktidar-muhalefet ilişkilerinin belirli bir dengede stabil hale
gelmesini, terörün iç siyaset malzemesi yapılmaktan çıkmasını,
demokratik süreçlerin her alanda egemen olmasını istediğini
söylüyor. Ama bunu istediğini söyleyen herkes dürüst değil. Bırakın
dürüst olmayı, başlı başına engel olma mahiyeti taşıdıklarını bile
söyleyebiliriz. Peki kim bunlar?
Yakın geçmişe ve “şimdi”ye bakarak sayalım: Misal Savcı Selim
Kirazöldürüldüğünde savcıyla değil ölümüne neden olan DHKP-C’li
militanlarla özdeşleşme duygusu içine giren ve bunu da deklare
etmekten çekinmeyenler siyasetin normalleşmesini
istemiyorlardı.
Ankara patlamasından sonra bombacının taziyesine gidip tabutunu
omuzlayanTuğba Hezer’i doğru dürüst eleştirememiş bir Selahattin
Demirtaş da barış, özgürlük, dirlik düzen, kısaca normallik
taleplerinde ve temrinlerinde samimi değildir. Kadın siyasetçileri
doğru dürüst eleştirmek dururken “Önüne yatmışsın”diyen, sonra
konuyu “Reza’ların altına yatanlar” diye genişleterek daha
da“sertleşeceği” vurgusunu yapanlar ve şakşakçıları için
“normalleşme” züldür.
IŞİD, Kilis’e roket atarken ve Başika’da Türk askerlerine
saldırırken bile “Türkiye IŞİD’i destekledi” söylemlerinin peşine
takılanlar. Bu yalanları “Belgeledim” diye ortaya çıkıp gövde
gösterisi yapan, mahkemeye çıkınca da “Valla ben hiç ‘IŞİD’
demedim” diye yalan söyleyen Can Dündar’lar ve onu kahraman olarak
görenler bu ülkede normalleşme filan istemiyor, net.
Türkiye’nin aleyhinde olan her şeye istisnasız sevinen, lehine olan
her şeye istisnasız çamur atmaya çalışan PDY üyeleri...
Almanya’nın olağanüstü düşük, insanlıktan nasibini almamış
komedyeni,Erdoğan’a ve onun nezdinde Türklere içinden keçiler,
tecavüzler, cinsel organ isimleri geçen aşağılık bir şiirle hakaret
ettiğinde bile “İyi olmuş” diyenler... Kendi ülkelerinin
cumhurbaşkanına uğradığı korkunç haksızlık karşısında hak aramayı
çok görenler...
Kadına karşı şiddet, tecavüz, pedofili gibi evrensel suçları
“AaKaaPee’ye yakın”bir vakfın adına çengelleyip meseleyi “Bütün
Müslümanlar pedofilidir, tecavüzcüdür” noktasına taşıyan
vicdansızlar... Malum Ensar Vakfı meselesinde önce “Görün bakın
sapığı koruyacaklar” deyip sapık 508 yıl ceza alınca bu kez“Neden
muhakeme bu kadar çabuk tamamlandı?” diye yaygara yapanlar.
Valiliğe, il yönetimine, belediyelere ve vakfa karşı başlatılan
soruşturmaları görmezden gelenler...
Bu ülkede siyasetin de toplumsal yaşamın da normalleşmesini,
iktidar-toplum ilişkilerinin rayına oturmasını istemiyorlar.
Ancak yalnız da değiller ha...
Bir de iktidar blokuna yakın olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
teveccühünü mahalleye zabitlik yapma konusunda özel bir yetki devri
gibi filan anlamış olanların ürettiği tuhaf bir bölme, ayrıştırma
ve ortak duygudaşlığı örseleme faaliyeti var. Erdoğan’ın ve hatta
Türkiye’nin savaştığı cephelere yenilerini ekleme gayretinde
olanlar var, ki bu çabanın amacı giderek teşrihe muhtaç hale
geliyor.
Ülkenin düşmanlarını muhalif ve muarız ile aynı torbaya koyarak
sürekli antipati üretmek onların marifeti... PKK komutanları ile
Zühtü Arslan’a aynı muameleyi reva görebilmek mesela, onların
marifeti.
“Bölecekler paranoyasıyla yaptığınız her şey bölünmeye neden
oluyor. İçeride neden olduğunuz kamplaşma Türkiye düşmanlarına
yarıyor” dendiğinde “Olsun, Reis’in etrafında çürük elma istemezük”
diyerek Erdoğan adına ama Erdoğan’dan habersiz çevre tahkimi yapmak
onların marifeti. İşadamlarını, milletvekillerini, gazetecileri
“Reisçi-Hocacı” diye bölmek, sadıklar- hainler borsası düzenlemek
onların marifeti. Yapıcı eleştirileri ve önerileri bile “screen
shot”larını alıp bağlamından kopararak uygun makamlara iletip
ülkeye hizmet ettiğini sanmak onların marifeti. Öyle ki iş,
Erdoğan’ı ve Davutoğlu’nu aynı anda sevip takdir etmeyi dünyanın en
acınası ruh hali gibi göstermeye çalışma denemelerine kadar geldi.
Oysa Erdoğan’a karşı Davutoğlu’nun yanında mevzilenip bu mevziden
Erdoğan’a ateş etmeyi deneyenlerin tutumu nasıl
garabetse,“Davutoğlu ile yürümüyor” demenin Erdoğan’ın
kararlarındaki isabetliliği tartışmaya açmak olduğunu fark etmemek
de o kadar garip. Davutoğlu’nun kazandığı sevgi ve teveccühün
yarısı kişiliğinden kaynaklanıyorsa yarısı da o koltuk için en
başta Erdoğan tarafından tercih edilmesinden ileri geliyor
çünkü.
Her şey bir tarafa, bu tür tutumlar Türkiye’yi, yeni Anayasa
çalışmalarını, hatta başkanlık sistemiyle ilgili talepleri bile
maceraya sürükleyecek bir yolu açıyor. Başa dönersek şunu
rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu işler de Türkiye’nin normalleşmesine
katkıda bulunmuyor.