HABERTÜRK VE FATİH ALTAYLI'YA BİR “MEDYA LİNÇİ” Mİ UYGULANIYOR?
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, Habertürk'te yeralan fotoğraf üzerine süren tartışmanın tam aksine, egemen kanaatleri sarsacak bir yazı kaleme aldı&...
Biliyorum, “esen rüzgâra karşı” laf söylemek kolay değildir. “Akıntıya karşı” kürek çekmek yorucu ve risklidir. Hele de belli bir “camia”da kanaatler tam aksi istikameti gösteriyorsa. Maazallah adamı ipe çekerler.. Çeksinler! Çarmıha gererler… Gersinler! Umurumda değil… Eğer ben doğru bildiğimi söyleyemeyeceksem “varlık gerekçem” nedir? Bir tür “mahalle baskısı” etkisi ile konuşacaksam benim “kimliğim” nerede kalır? Doğru veya yanlış, aykırı veya makul herkesin bir kanaati vardır ve herkesin kanaati –konu ne olursa olsun- “aynı yönde” olmak zorunda değildir. Bunu da hamasi laflarla, psikolojik baskıyla, “aman ne derler sonra” korkusunu yayarak zapturapt altına alamazsınız!
Bu yüzden HABERTÜRK Gazetesi’nin dünkü sürmanşetindeki fotoğrafa ilişkin tartışma ve yazılanları merak ve ilgi ile takip etmeye çalışıyorum. Hiç şüphesiz fotoğraf çok sarsıcı, hatta korkunç. Manisalı 2 çocuk annesi bir kadının eşini terk edip sığınma evine yerleştiği için adına “koca” denen bir canavar tarafından bıçaklanmasının fotoğrafı bu. İnsanın hakikaten dili tutuluyor. Tarifi zor. Toplumun ne hale geldiğinin ya da getirildiğinin “ibretlik” vesikası gibi adeta…
Ancak ve maalesef ki son zamanlarda artık ayyuka çıkan “kadın cinayetleri” olgusunun bundan net bir “fotoğrafı” olamaz herhalde. Artık “görmezden gelinemez” bir “katliam”ın bundan net “delili” olabilir mi? Bu fotoğraftan sonra kim bu konuyu “kulak arkası” edebilir, “yokmuş” gibi davranabilir? Söyleyin bana… O yüzden ilk anda bize “medya ilkeleri” açısından çok “rahatsız edici” gibi gelen bu durum bir başka açıdan bakıldığında “radikal” şekilde bir takkeyi öne koyup düşünme imkânı tanımamış mıdır? Yoksa başımızı devekuşu gibi kuma gömüp bu “gerçekle” bir şekilde yüzleşmekten kaçınacak mıydık?
BAZEN TEK KARE FOTOĞRAF BİNLERCE HABER VE YAZIDAN ETKİLİDİR!
Peki bu konuda bazı meslektaşlara sormak lazım; kadın cinayetleri konusunda binlerce haber, yüzlerce yazı yazdınız, onlarca program yaptınız ve bir o kadar “buzlanmış resim” bastınızda (Veya hiç basmadınız) ne oldu? Ne değişti? Gözlerden uzak bir yerlerde onlarcası en vahşi biçimlerde işlenmeye devam etmedi mi? Bu fotoğraflar basılmıyor diye devlet mi harekete geçti, bu konuda bir şeyler yaptı? Artık bir “cangıl”a dönüşen toplumdaki hastalıklı saplantılar mı kayboldu?
Özelliklede cani takımı “vay be meğer ne hatalı imişiz, en iyisi biz bu şiddetten vazgeçelim”,”kadınlar el üstünde tutmamız gereken varlıklar” mıdır dediler? Bu konuda “çok duyarlı” bir kamuoyu mu oluştu? Hukuki, toplumsal önlemler mi alındı? Zavallı kadınlar kimi cadde ortasında alenen kimi bir köşede sessizce psikopata bağlamış “erkek terörü” tarafından katledilmeye devam etmediler mi? Hangisi şu tek kare fotoğraf kadar durumun “vehametini” ortaya koyup, sergileyebildi? Şu tek kare fotoğrafta özetlenen “gerçeği” daha net hangisi gösterebildi? Çok mu “acımasız” oldu, elbette! Ama hangi fotoğraf o cinayetin kendisinden, bizzat işlenmesinden daha “acımasız” olabilir ki? Bana “teorik” ya da “klişe” cevaplar vermeyin. Samimi duygunuzu söyleyin!..
Hadi önce kendimize itiraf edelim; bu haber fotoğrafsız veya buzlanmış şekilde verilseydi “işte gene sıradan bir kadın cinayeti” demeyecek miydik? Daha dakikasına unutulmayacak mıydı? “Aman sende”ler, “ne yapalım toplumsal gerçeğimiz bu”lar “cari hissiyat”ımız olmayacak mıydı? Oysa şimdi en “vurdumduymaz” insan bile “neler oluyor, neden bir şeyler yapılamıyor” demeyecek midir? Halbuki şu an elimizde her kadın cinayeti duyduğumuzda dehşetle irkileceğimiz, belki “bir şeyler yapmak için” bizi harekete geçirecek bir “imaj”ımız var. Hele de devlet ve yetkililer bu saatten sonra nasıl “yokmuş gibi” davranabilirler? Artık acilen bir “çözüm” üretmek zorunda değiller mi? O fotoğraf gözlerimizin içine baka baka bağıracak “ben buradayım, işte bu haldeyim” diye…
Maalesef gerçekler acı vericidir. Masa başında oturup onları tel’in etmek kolaydır. Ancak bazı şeyleri toplumun kafasına sokmanın başka yolu yoktur. Bu durum her ne kadar “iğrenç”, “sevimsiz”, “ürkütücü”, vb gelse dahi kimi kez kaçınılmazdır. Bazen “uyuşuk” zihinlerimizi “dumur” olmuş vicdanlarımızı harekete geçirmek için “şok edici”, “sarsıcı”, hatta bir miktar “yaralayıcı” diyebileceğimiz “uyarılar”a ihtiyacımız vardır. Son fotoğraf olayı da biraz öyle bence...
Kimilerine çok “abes” ve “ilintisiz” bir örnek gibi gelebilir. Ama medya tarihi bazen “tek kare” fotoğrafın tüm meseleye bakışı değiştirebileceğini göstermiştir. Örneğin ilk olarak aklıma Vietnam savaşı geliyor. Bazı fotoğraflar yayınlanana kadar fazla kimsenin umurunda olmayan bir savaştı bu aslında. Ancak hatırlayacak olursak bir Budist rahibin kendini yakması, Bir Güney Vietnamlı’nın bir Vietkong’luyu kafasına tabanca dayayıp infaz etmesi hele de My Lai Katliamı’nda napalm yanığı vücudu ile kaçan çocuk fotoğrafı bir anda Vietnam savaşına dair kanaatleri tersine çevirdi. Yakın zamanda Irak’taki Ebu Gureyb hapishanesindeki Amerikalı askerlerin işkence yapma fotoğraflarını da unutmayalım. Ki, bunların hiçbiri daha az “rahatsız edici”, “itici” değildi.
Burada ise daha “karmaşık” ve “kültürel” bir durumla karşı karşıyayız. Umarız bu feci manzara aynı konudaki aymazlıklara karşı, bir “kültürel ve sosyal devrim”e vesile olur. Her biri kendi başına kıymetli kadınların kurbanlık kesilir gibi öldürülmesinin önüne geçilebilir. Bunun için –en sert ve acımasızı dahil- her tür “tedbir”in alınmasından yanayım. Bunları konuşmalı bence asıl şimdi…
HABERTÜRK VE FATİH ALTAYLI’YI ÇARMIHA MI GERMELİ?
Ne olacak peki? HABERTÜRK Gazetesi ve onun Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı çarmıha mı gerilecek? Bu konuda bir “medya engizisyonu” mu kurulacak? Kimi meslektaşlara kalırsa öyle olmalı. (Şu an bu yazıyı yazarken bile bir kanalda süren oturumda Fatih Altaylı’nın ne “şiddet manyaklığı” ne de “porno sapıklığı” kalmış bulunuyor.) Niçin? Bir “tabu”yu yıktığı için mi? (Altaylı’yı tanımam etmem, bir çay içmişliğim dahi yoktur. Ama doğruya doğru, eğriye eğri! Hissettiğim kadarıyla bir “tiraj kaygısı”ndan çok yaşananlara öfkeli ve biraz “provokatif” bir “tepki” var burada.) Kimi neredeyse cinayeti onun işlediğini bile öne sürecek, kimi “çocukların ruh sağlığını bozacağını” iddia ediyor. (En çok da bu iddiaya gülüyorum. Demek ki böylesi bir toplumdan, böylesi bir aile ve ebeveyn ilişkilerinden halen “ruh sağlığı yerinde” çocuklar çıkabileceğini ümit edebiliyorlar!) Hatta bazıları fotoğrafın “cinayetleri teşvik edeceğini” bile ileri sürebiliyor. (Zaten o katiller o tip fotoğraflara bakıp cinayet işliyorlardı!) Kimi “mozaiklemediği” için kızgın, kimi “gazetecilik etiği”nden dem vuruyor. Gazeteyi boykot çağrıları da yükseliyor bir yandan. Velhasıl “yaklaşım” ve “tepki” çok!
Olabilir,dedim ya herkes “aynı bakmak” zorunda değil. Hatta kimi kaygıları da hak verebilir ve saygı duyarım. (Özellikle de kadın meslektaşlarımızın düşüncelerine. Çünkü biz erkekler ne kadar istesek onların refleksleri ve hissiyatıyla aynı düşünemeyiz.) Ancak baskın kanaatlerin adeta bir “kanaat faşizmi”ne, bir “medyatik linç” çağrısına dönüştürülmesi de bir o kadar rahatsız edicidir.
Hiç şüphesiz bu mesleğin kendine özgü sorumlulukları, ahlakı, bazı davranış ilkeleri vardır ve olmalıdır. Bu açıdan “zor” bir durumu tartışıyoruz aslında. (Ben yayın yönetmeni olsaydım bu fotoğrafı basar mıydım? Bilemiyorum! Kolay değil böyle bir kararı vermek. Üzerinde çok düşünürdüm herhalde. Belki önce yakın çalışma arkadaşlarıma danışırdım. Ama bu benim “tarzım” olurdu öncelikle. Eğer çok tepkici ve “deli” bir anıma da denk gelmişse “basın gitsin” derdim herhalde.) İtirazlara, kaygılara, tepkilere ise tümüyle “haksız”, “gereksiz” ya da “saçma” diyemem. Ancak o kadar kolay damgalayamam da sanırım.
Bu olayda bir yayın yönetmeni “kişisel inisiyatif”ini kullanmışa benzemektedir. İstisnai bir refleks gibi duruyor. Bu yüzden onu “vicdansız”, “sapık”, “porno düşkünü”, “katil” gibi ilan edemem. Ancak genel bir “tarz” haline getirilmesini, tekrarlanmasını, “huy” edinilmesini de öneremem, savunamam. Çünkü arada çok “ince çizgiler” var. Dikkatli olunmasında hemfikirim. Bu konuda herkesin kendi sınırını çizmesini ve “olgun” davranmasını temenni ve tavsiye edebilirim.
Özellikle de Fatih Altaylı’nın niçin böyle davrandığını açıklamadan, bir anlamda kendi “savunması”nı yapmadan hemen darağaçları kurulmasını, kementler atılmasını, linç edilmesini de doğru bulmuyorum. O zaman hangi saiklerle hareket ettiği sanırım daha net anlaşılacaktır. O vakte kadar herkesin daha “sakin”, daha az “yargılayıcı” düşünüp, davranmasında yarar var gibi…
Ve asıl kızmamız, rahatsız olmamız gereken noktayı asla unutmayalım. Çünkü gerçekte “İğrenç” olan o fotoğraf değil kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin kendisidir!
Not: Bu yazı gece 02:37’de siteye yollandı. Sabah Altaylı’nın açıklaması gelmiş. Açıklama onun zihnini ve davranış gerekçesini doğru okuduğumu gösteriyor. Bu yüzden yazıyı hiç değiştirmedim.
Atilla AKAR
[email protected]