LEVENT KIRCA MEDYARADAR'A KONUŞTU; FATİH ALTAYLI VE AHMET HAKAN İLE ÇOKA TEK KAPIŞIRIM!
Önceden “Olacak O Kadar” ile konuşulurdu, şimdi “Olmaz o kadar!” dedirtiyor. Peki o ne diyor son günlerdeki sert çıkışlarına ve gündeme geliş şekline? Alev Gürsoy Cimin tüm bu merak edilen soruları Levent Kırca'ya sordu...
Sanatçılar ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki yorumlarıyla büyük tepki toplayan Levent Kırca en son Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında oldukça dikkat çekti. Altaylı ile programda bir türlü anlaşamadılar.
Ben de son günlerde olup biteni konuşmak için Levent Kırca’yı aradım. Ulusal Kanal’da buluştuk. Epeyce bekletti beni, beklemeyi geçtim ama röportaj boyunca sürekli “Hadi bitirelim bu son soru olsun, Sen bu soruların cevabını benden daha iyi biliyorsun” şeklindeki çıkışları beni epey gerdi.
Samimi yanıtlar verdi; zaman zamanda kaçamak bir haldeydi. Son günlerde çok gergin görüyorum sizi dedim bu soruya da hayli kızdı, kabul etmedi. Gerçektende karşımda çok sakin bir adam vardı. Tüm sorularımı soramadım. İşin aslı garip bir röportajdı soruları bile nasıl sordum hâlâ bilmiyorum. Çünkü daha soruyu sormadan bana, “Sen de yandaş gazetecisin” dedi. Oysa ne yanlı, ne yandaş sorulardı.
Ha bir de röportaj sonunda “Sakın yalan yanlış şeyler yazma” dedi; neyse ki ses kaydı var. Benim gazeteciliğimi ve bu kurallara ne denli dikkat ettiğimi bilmiyor sanırım.
Neyse öğrenecektir.
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
Ulusal Kanal öncelikle hayırlı olsun. Hep televizyon dünyasında oldunuz ama yöneticilik farklı bir durum, bir tiyatrocunun bir televizyonun başına geçmesi ilginç. Nasıl oldu, teklif mi geldi size?
Teşekkür ediyorum. Farklı bir durum değil; sonuçta TV dünyasına yabancı bir isim değilim. Ben İşçi Partisi’ne girdiğim zaman bana Başkanım Doğu Perinçek dedi ki; “ Eğer kabul edersen kanalın başına geç, yumruğunu vur; kanalı güzelleştir.” Bu benim için bir emir, bir görevdi. Ben de bu görevi geri çevirmek olmayacağı; olamayacağı için kabul ettim. Çünkü partiye girerken “Bana ne görev verirlerse yaparım” dedim. Hatta buna “Tuvalet temizlemek” de dahil dedim. Ama bana ”Tuvalet temizleme, gel kanalın başına geç” dediler. Emirlerini kıramadım. Ancak yarın beni burada beğenmezler; tekrar tuvalete alırlarsa memnuniyetle tuvalet temizlemeye de geçerim.
“PARTİM İÇİN TUVALET BİLE TEMİZLERİM”
Ağır bir ifade değil mi bu “tuvalet” ifadesi yahu; yıllarını sanata adamış biri için?
Tuvalet temizlemek bu kadar kötü bir şey değil ki. Bizde insanlar iş beğenmez, “Ah iş mi var ki çalışalım” derler. Her iş yaparız ne var, nesi kötü yaparız. Ben kendi tuvaletimi temizlemiyor muyum? Ne var yani.
Neler yapmayı planlıyorsunuz Ulusal Kanal ile ilgili... “Çok iyi işler çıkaracağım” diyebiliyor musunuz?
Sence başarılı olabilir miyim?
Vallahi yöneticiliğinizi bilmiyorum. Sanatçı olarak sorsanız belki yorum yapardım ama şu an yapmam etik olmaz. Kanalda neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bu kanal şu anda zaten çok başarılı ve alternatifi yok. Türkiye’de doğruları söyleyen, gerçekleri dile getiren, ödün vermeden korkmadan yayın yapan bir kanal. Yöneticilerinin hapiste yattığı ve buna rağmen hükümetten korkmadan yola devam eden bir televizyon. Benim şansım başarılı bir kanalın başına geçmek oldu. Ben biraz daha bu kanalın çehresini düzelteceğim.
“YANDAŞ KANALLARIN YAPAMADIĞINI YAPACAĞIZ”
Ne yapacaksınız peki?
Bizim didaktik bir dilimiz ve anlatım biçimimiz var; bunu biraz yumuşatmayı düşünüyorum. Mesela çocuk programları başlayacak. Filmler yayımlacağız. Dizilerimiz olacak ama bizim dizilerimiz epey farklı olacak. Mesela tutuklu birisini ele alacağız. Silivri’de neden yatıyor. Ailesi ne yapıyor ? Böyle hikayeleri anlatacağız. Yandaş kanalların yapamadığı daha doğrusu yapmaya cesaret edemediği programlar yapacağız.
Bunlar için bütçe gerekiyor; var mı öyle bir para?
Evet gerekiyor. Şu an böyle bir bütçemiz yok ama bulmaya çalışacağız ve bulacağız da. Gönüllülerimiz sağ olsun. Bizi yaşatan, ayakta tutan gönüllülerimiz; onlar bize bu bütçeyi de sağlayacaktır.
Kanal çalışanlarının maaş alamadığı söyleniyor. Sizinle birlikte bu durum değişecek mi; yüzleri gülecek mi artık?
Çalışanların yüzü şimdide gülüyor. Çalışanlar hayatlarından memnun. Dünya görüşleri ve ideolojik inançları nedeniyle burada çalışıyorlar. Şu an benim gördüğüm tablo şu: Biz çalışanlarımıza “Gelin maaşınızı tam alın” dediğimiz zaman “Şu an sıkıntıdasınız biliyoruz; onun için biz şimdi bir kısmını alalım hepsini vermeyin. Acelemiz yok yavaş yavaş ödersiniz” diyorlar.
Aaa, ideoloji karınlarını doyuruyor mu peki?
Doyurur. Hem de çok daha iyi doyurur insanı. Yemekten bile iyi doyurur.
Ha kiralarını, faturalarını öder yani ideoloji?
Çalışanların evinin kirasını da sağlıyoruz, faturalarını da ödüyoruz. Burada 3 öğün de yemek yediriyoruz. Ayrıca hiç maaş alınmıyor diye bir şey yok. Ben örneğin maaş almıyorum ve gönüllü çalışıyorum.
Zor olmayacak mı sizin için?
Ben gönüllüyüm. Hiç de zor olmayacak. Ben böyle çalışmayı özellikle tercih ettim. Bilakis beni mutlu ediyor bu durum.
Yeni sloganınız : “Ulusal o kadar “ olsa gerek
Hayır; hiç beğenmedim bu sloganı.
“Uğur Dündar bizde olacak” dediniz. Çok iddialı bir isim. Görüştünüz mü kendisiyle? Kendisi de malum bir TV için kolları sıvadı?
“Uğur Dündar’a da teklif götüreceğim” dedim. Konuşacağım. Neden biz de olmasın? Kesinleşen arkadaşları söyleyeyim. Hulki Cevizoğlu, Nihat Genç... Nihat Genç; çene yapısından ameliyat olduğu için biraz süre istedi ama çok yakında bizde olacak.
Biraz kızdıracak sorulara geçeyim mi?
Niye kızdıracaksın, durup dururken burada çalışıyorum. Beni pıştıklamaya mı geldin buraya? Ben bu röportajı bunun için mi kabul ettim?
“BÜTÜN ÜLKE GERGİN DURUMDA ŞU ANDA”
Kimseyi pıştıklamak gibi bir derdim olamaz benim. İşim soru sormak. Gazeteciyim. Gündemdesiniz ve gündeme geliş şeklinizi konuşacağım. Levent Bey; Son günlerde sizi sanatınızdan daha çok polemikler ve sert çıkışlarınızla görüyoruz. Sanki biraz fazla mı agresifsiniz?
Şimdi Cumhuriyet tehdit altında; Türkiye Cumhuriyeti. Cumhuriyet sıkıştıkça, Cumhuriyet çıkmaza girdikçe; bütün yurtseverler geriliyor. Bütün ülke gergin durumda şu anda…
Sizin gerginliğiniz de buna mı bağlı?
Biraz buna bağlı ama ben genelde gergin bir insan değilim. Çok sakinimdir. Yılda bir ya da iki kez sinirlenirim o halime denk geldiniz.
Son günlerde epey sinirlisiniz ama?
Ne zaman gördün, kaç kere gördün, nerde gördün? Bir kere görmemişsindir. Ayrıca insanlar zaman zaman sinirlenebilir bundan daha doğal bir şey olamaz (çok kızıyor bu soruya)!
Bu aralar çok sık görüyorum, ekranlardan tanık oluyorum. Ve eleştiriliyorsunuz da?
Eleştirsinler. Ben eleştirildiğim sürece varım ve her türlü eleştiriye açığım. Siz benim şu anda üniversitelerde derste okutulduğumu biliyor musunuz? (Bir kağıt çıkarıp gösteriyor o sırada) bir öğretim görevlisi benim Fatih Altaylı ile olan programımı ders konusu haline getirmiş ve “Kırca hepimize medya dersi verdi” diyor. Nuran Yıldız isimli bir hoca; Ankara Üniversitesi’nde. Anladınız mı? Şimdi ülke çok bölünmüş bir durumda sadece harita olarak değil. İnsanlar da bölündü. Yandaşlar var, candaşlar var, ortayolcular ve yurtseverler var. Bizim gibi korkmayanlara, Cumhuriyetçilere saldırı olacaktır. Bu çok doğaldır.
“YİNE OLACAK O KADAR DİYORUM”
Önceden hep “Olacak o kadar” diyen bir Kırca vardı şimdi o Kırca gitti yerine “Olmaz o kadar” diyen başka bir Kırca mı geldi?
Yooo. Yine olacak o kadar diyorum. Ben çok sakin ve huzurlu bir insanım. Ara sıra sinirleniyorum o da medya önünde oluyor. Bizler her şeyi medya önünde yaşıyoruz. Medya önünde doğuyor, doğuruyor ve ölüyoruz.
Tutmasını biliriz de kemiği yok bunun, olacak olacak olacak o kadar... Diyorsunuz sanırım…
Şimdi tutmasını bilmeyen revaçta. Şimdi konuşan revaçta. Yandaştan, korkaktan ve tarafsızdan ziyade konuşabilen insana ihtiyaç var. Şimdi beni düşün hükümete de muhalefet eden, muhalefete de muhalefet eden bir sanatçıyım. Ben Atatürkçü ve Cumhuriyetçiyim. Bunu eleştirmek isteyen buyursun eleştirsin.
“CUMHURİYETÇİ OLMAK, ATATÜRKÇÜ OLMAK SUÇ MU”
Bu kadar sivri çıkışları olan sert yazanların başına neler geldiğiniz görüyoruz korkmuyor musunuz hiç, bir sabah benimde kapım çalınır, son durak Silivri olur diye?
Korkmuyorum. Neden korkmam gerekiyor? Bak ne güzel sana söylüyorum. Hiçbir şeyden korkmuyorum. Kimden korkmam gerekiyor; Cumhuriyet düşmanlarından mı? Silivri’de olan insanların da ben yanındayım. Buyursunlar çalsınlar kapımı. Eğer Silivri’de olan insanlar Atatürkçü oldukları için, Cumhuriyetçi oldukları için, irticanın üstüne gittikleri için hapis yatıyorsa ben de bu hapsi yatmaya hazırım. Eğer Cumhuriyetçi olmak, Atatürkçü olmak suçsa ben bu suçu işliyorum. Korkmadığımın farkındasın değil mi?
“FATİH ALTAYLI DÖNEK VE YANDAŞ OLDUĞU İÇİN ÖYLE DAVRANDI”
Farkına vardım epey korkusuzsunuz . Fatih Altaylı ile o çok tartışılan programınıza gelmek istiyorum. Yaşadığınız diyalog hepimizi şaşırttı. Güler misin ağlar mısın türünden bir program izledik. Şarkı söylediniz, arkanızı döndünüz, kızdınız. “Salak” dediniz. Neydi sizi bu tavırlara iten?
Bu ders oldu hepinize. Okuyun. İzleyin. Kaydedin. Derslik bir programdı o. Ben çok sakindim. Gergin olan Fatih’ti. Hatta hiç gergin değildim. Ben sakin olduğum için kazandım diyeyim. Onun öyle davranma sebebi “dönek” ve “yandaş” olması. Gizlemesi gereken şeyler var ve bu onu heyecanlandırdı. Oysaki benim kaybedecek bir şeyim yok. Ertesi gün köşe yazısında “Evet ben çok kötü bir pozisyona düştüm. Rezil oldum o gece. Levent Kırca beni mahvetti” dedi ve “Bir daha kaybedecek bir şeyi olmayanlarla program yapmam” dedi. Ha onun kaybedecek çok şeyi var. Cukkayı sağlamladı.
Aslında yazıda sizi çok da eleştirdi. Cümle şöyleydi. “Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanlarla tartışmamak lazım. Çünkü onlar asla kaybetmiyorlar” dedi Altaylı sizin için. Yok mu gerçekten kaybedecek bir şeyiniz?
Benim kaybedecek Cumhuriyetim var. Para pulun benim için hiçbir önemi yok. Onları kayıptan saymıyorum.
Fatih Bey’in dediği gibi 6 saat önceden gidip otoparkta beklediğiniz ve hatta TV çalışanlarının yemek, çay tekliflerinin reddettiğiniz doğru mu?
Yalan bunlar.
“BEN DİLENCİ MİYİM 6 SAAT ÖNCE GİDEYİM PROGRAMA”
Normal psikolojide olan bir insan bir TV’nin otoparkında araç içinde 6 saat oturup da program saatini beklemez diye düşünülmüştür değil mi?
Sence 6 saat önceden gidilir mi bir programa. Sabah saat 9’da kapıya dayanacağım ve akşama kadar onu bekleyeceğim. Böyle bir şey olması mümkün mü, ben dilenci miyim? Yalan söylüyor, böyle bir şey yok uyduruyor. Niye kapıda oturayım ben kardeşim. Bu nasıl bir uydurmadır.
“FATİH ALTAYLI BANA HOŞ GELDİN BİLE DEMEDİ”
İyi de neden böyle bir yalan söylesin. İşin aslı ne bir de sizden dinlesek?
Ben nerden bileyim böyle bir adam demek ki. Odasını falan açtırmadı, gelip bana bir “Hoş geldin” de demedi. Üstelik makyajcı da dedi ki: “Bugün burada makyajını yaptırmıyor, herhalde sizinle görüşmek istemiyor. Makyajını 10. katta odasında yapmamı istedi” dedi. Yani Fatih Altaylı benimle karşılaşmak istemedi. Bana bir hoş geldin demedi, bana bir güle güle demedi. Programda tam 5.. 4..3.. 2.. derken 2’de oturdu ve program başladı. Ne ben erken gittim, ne odasına davet edildim. Vakitli gittim, dinlenme odasında bekledim hatta çayımı içtim ve yayına girdim. Bakiyesi yalan.
Şaşkınım Levent Bey, yani Altaylı’nın o yazdıklarının hiçbiri olmadı mı?
Olmadı tabii ki. Ben zır deli miyim; Aralık’ın kaçı o soğukta ben manyak mıyım 6 saat araba içinde bekleyeyim. Donar yahu insan bir kez. Sence normal bir insan bunları yapabilir mi? Bak tekrar söylüyorum beni odasına falan da hiç davet etmedi kimse. Bu kadar yalanı nasıl beceriyor anlamış değilim.
“FATİH ALTAYLI TOSLADIĞI İÇİN GERİLDİ”
Programdan sonra neler yaşandı, hiç konuştunuz mu nasıl uğurladı sizi Altaylı?
Programdan sonra çok sinirliydi. Sağa sola küfürler ediyordu. Tosladığının, mağlup olduğunun farkındaydı ve bu onu çok üzdü. Dedim yahu “ Bu kadar ciddiye alma, ben hala sakinim, gel dedim öpüşelim. Boş ver başka açıdan bak. Yarın çok güzel reytingler alacaksın; ne üzülüyorsun” dedim. “Bilmem ne yapmışım reytingini” dedi. Küfürler diz boyu; barut gibiydi. “Karına selam söyle” dedim ve ben çıktım.
Sizi uğurladı mı sonra?
Hayır yerinden bile kıpırdamadı, üstelik program görevlisi Oya Hanım geldiğimde arabama kadar beni karşılaşmıştı ama giderken uğurlamadı. Burada mağlup duruma düşen o oldu. Düşün ki bir öğretim görevlisi “Bu programı ders konusu haline getiriyor ve Levent Kırca hepimize medya dersi verdi” diyor. Bak diyor ki Levent Kırca o akşam medyaya ders verdi. (Kağıdı gösteriyor, ben de kalkıp bakıyorum) Bakmana gerek yok yalan söylemiyorum.
Yok sadece merak ettim, inanmadığımdan değil. Fakültede ders olmuşsunuz neticede ne yazıyor orada diye baktım.
Tartışma programlarına eleştiri dersi var orada. Bak diyor ki; Altaylı ve Teke Tek bahanedir. Kırca; CHP liderine edep ve terbiye sınırlarını aşan bir bir konuşma yapmıştı, muhalif bir tiyatrocu olmasına rağmen Ulusal Kanal’ın da başına geçmişti. Kırca o program için kaymaklı konuktu. Hesap konuk hırpalanacak. Medya adına söz söyleyen steril kalmayacaktı. Öyle olmadı. Kırca o akşam medya üzerine ön kabulleri ters-düz etti. Medya dokunulmazlarına dokunulacağını gösterdi. Medyanın baskın, hoyrat, bilmiş ve acımasız dilini sorguladı. Tartışma programlarının Karagöz-Hacivat programlarına dönüştürüldüğünün altını çizdi. “Türkiye televizyonlarında böyle ciddi bir sorun var, insanlar konuşamıyorlar birbiriyle” sözüyle demek istediği buydu. Öz güvensizlik, silik konuk profilini yerle bir etti. Medya kavga çıkarmaktan hoşlanır, el ovuştururdu. Dayak yiyen kendisi olmadığı sürece hiç sorun olmazdı, yayına ger ve reyting al hesabıyla çıkınca da tartışılacak konuya hazırlanmaya gerek duyulmazdı, bak Fatih’i söylüyor. Ekran içinde yatıp kalkılıyorsanız zaten hazırlanmaya da vaktiniz olamazdı. Üstelik üsten bakan medya üslubunu da alt üst etti. “Adam diye söz ettiğin bir partinin lideri öyle denmez” dedi. Medyanın kendine biat ve secde etmeyeceğini vurguladı. Kafayı yemiş bir sarhoş diye bilinen biri bunları yaptı. Bunları okutmuşlar işte öğrencilere.
Pişman mısınız o programa katıldığınız için?
Asla! Neden pişman olayım. Ben bu konuda sizin aracılığınızla Fatih Altaylı’ya teşekkür ediyorum. Beni gündeme taşıdığı, haklılığımı dile getirttiği ve hapisteki insanları oraya taşıdığım için çok teşekkür ediyorum.
Sizin için de iyi reyting oldu.
Benim için çok iyi oldu, bana öyle yaradı ki o program sana anlatamam (gülüyor).
“FATİH BU AKŞAM GEL DESE YİNE GİDERİM”
O tavırdan ve ardından gelen yazıdan da rahatsız olmadınız yani.
Ben onu alt etmişim artık neden rahatsız olayım. Yazdığı yazı da çok zavallı ve basitti. Hiç pişman değilim. Ben yine çıkarım. Fatih şimdi istesin, beni bugün çağırsın yine giderim akşam. Fatih’le de Ahmet Hakan’la da çoka tek gider kapışırım. Onlar “Çoka tek” oluyor “Teke tek” değil. İstedikleri tezgahı kursunlar. İsteyenle karşılaşır kozlarımızı paylaşırız.
“FATİH’LE DE AHMET HAKAN’LA DA ÇOKA TEK GİDER KAPIŞIRIM”
“Nihansın Dideden” sizin için anlamlı galiba?
Fatih Altaylı için özel söyledim o gün. Güzel ve anlamlı bir eser.
Son günlerdeki bu tavırlarınızı reklam olarak niteleyenler de var. Var mı sizin buna ihtiyacınız?
Yahu insan hapse girme pahasına reklam yapar mı? Yarın gelip beni götürebilirler. Bu reklamın bana nasıl bir faydası olur. Reklam bu yönde yapılmaz ki. Ben böyle bir reklam yapacağıma yandaş olsam daha fazla faydası olmaz mı? Ben bugün hükümete de muhalefet yapıyorum, muhalefete de. Reklam böyle yapılmaz. Yandaş olarak yapılır. Ben şimdi Tayyip Erdoğan’a senin yanında bir telefon açsam “Ben de sizdenim” desem akşam inşaata başlarım, müteahhit olurum.
Var mı böyle müteahhit olanlar?
Yok mu? Sen benden çok daha iyi biliyorsun. Bildiğin şeyi sorma vaktimi alma.
Vaktiniz kıymetli biliyorum, sormak için buradayım.
Sor şekerim, canın sağ olsun sor.
Fatih Altaylı dedik de Ahmet Hakan da sanırım kara listenizde. Sizin “Ulusal’da kapışalım” teklifinize İçinde “karı” ve “düzmek” geçen bir kapışmanın ben neresinde olacağım?“Azılı yalaka” ile “azılı muhalif” dışında herhangi bir renge en küçük alan bile bırakmayan sığ bir soytarılıkla mı kapışacağım? dedi.
Sence ben o muyum?
“AHMET HAKAN BİR ASKER KAÇAĞI VE BİR DALAKSIZ”
Ben onun dediklerini soruyorum size. Mevzu Ahmet Hakan ve sizinle ilgili.
Köşeye sıkıştığı zaman yanıtlar sertleşir. Onun dedikleri ipe sapa gelmez şeyler. Yanlış ve yalan. Benim için anlam ifade etmiyor. Bir asker kaçağı ve bir dalaksız.
“ULTRASON ÇEKTİRİP İSPAT ETSİN DALAĞI VAR MI YOK MU”
Ahmet Hakan bildiğiniz üzere bu kaçak mevzuunu yalanladı, ağır da bir yazı yazdı.
Yalanlama öyle olmaz. Elinde bir rapor var ve o rapor sahte. Ancak şu şekilde yalanlayabilir. Beraber gideceğiz; yanımızda da bir gazeteci arkadaşımız gelecek. Bir yerden buna bir ultrason çektireceğiz, dalağı var mı yok mu göreceğiz. Elindeki rapor sahte; ben bunu söylüyorum. O da gerçek diyor.
“DALAKSIZ OLDUĞU İÇİN KÖŞEYE SIKIŞTI; SALDIRIYOR”
Siz bunu nerden biliyorsunuz peki?
Müsaade et kaynağımı da söylemeyeyim. Bunu bütün Türkiye biliyor. Ben iddia ediyorum. Benimle gelsin ultrasoncuya dalağı var mı yok mu bakalım. Onda dalak var fakat dalaksız raporu var. Kendisinde de dalak var. Dalaksız olduğu için köşeye sıkıştı; saldırıyor.
Bu ultrason teklifine sıcak bakacak mı dersiniz?
Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır.
Program teklifiniz geçerli mi?
Gelmedi yemedi maçası ama ben senin aracılığınla tekrar sesleniyorum: “Teklifim geçerli gel karşılıklı tartışalım, konuşalım, ben seni kapıda karşılar kapıya kadarda uğurlarım. Saygıyla. Hatta istediğin yerde tartışalım. Bırak ona buna saldırmayı”. Bir kez daha söylüyorum; gidip bir ultrason çektirsin dalağı var mı yok mu onu da göstersin.
Sanatçı Orhan Orhan Alkaya: "Kırca’nın öfke kontrolü problemi var. Tedavi olana kadar konuşmamayı seçmeli" dedi sizin için...
Kendisini tanımıyorum. Diyebilir. Bunların hepsinin ideolojik sorunları var. Söylediği de normal değil. Ona teşekkür ediyorum. İlk fırsaatta doktora gideceğim. Konuşmayı çok seviyorum. Bir sağlık raporu alıp konuşmaya devam edeceğim.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’na neden kızgınsınız? Özür dilediniz gerçi ama o ne yaptı size? İfadeler ağırdı epeyce....
Kılıçdaroğlu ile biz kendi aramızda da konuştuk. CHP Lideri benim bu konuda haklı olduğumu söyledi. “Sanatçısın eleştirebilirsin. Sevdiğim ve saygı duyduğum bir isimsin. Beni eleştirmen benim sana olan sevgimi azaltmaz” dedi. Ben de “Biraz serttim, kusura bakmayın” dedim. Sarıldık, öpüştük. Bu konu bitti.
Ne düşünüyorsunuz siz Kılıçdaroğlu ile ilgili peki?
Çok beyefendi olduğunu düşünüyorum ama politikasını beğenmiyorum, zaten beğenmek zorunda da değilim. Ama şahsına karşı hiçbir problemim yok. Sevdiğim saydığım bir isim.
Hiç yakın hissettiğiniz dönemler oldu mu CHP’yi kendinize?
Tabii olmaz olur mu? Kurultaylarını bile takip ettim. Hatta ilk Kılıçdaroğlu geldiğinde çok umutluydum da. Ama şu anda umutsuzum.
Neden?
Nedenini boş ver, çok uzun hikaye vaktini alır. Kişisel düşüncem zaten.
Sorun değil anlatırsanız akşama kadar dinlerim, işimiz bu. Peki CHP’den teklif gelmedi mi size?
CHP’den bana teklif gelmese de ben CHP’ye teklif götürürdüm. Oranın kapısı bana hep açıktı, hatta Baykal döneminde birçok kez teklif geldi.
Deniz Baykal’la ilgili daha mı olumluydu düşünceleriniz?
Benim için fark etmez; al birini vur ötekini.
Sanatçılara da kızgınsınız “vatan haini“ diyorsunuz bu da çok ağır bir ifade; yaralayıcı. Senelerce insanlar bu ülkede “vatan hainliği” ile suçlandı. Bugün sizin gibi düşünmeyen insanlara bu klişeyle yaklaşmak doğru mu?
Neden sebebini söyleyeyim. Ben Cumhuriyetçi ve Atatürkçüyüm. Ben Cumhuriyet’in çok sıkıntı altında olduğuna inanıyorum. Cumhuriyet’in bitmek ve yok olmak üzere olduğunu görüyorum. Onun için Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün düşmanı her kim ise benim de düşmanımdır. İster sanatçı olsun, ister marangoz olsun. İsterse yazar olsun.
Kendi fikriniz dışında düşünceleri hemen neden itibarsızlaştırıyorsunuz
Sizinle aynı düşünmek zorunda mı o sanatçı arkadaşlar?
Hayır isteyen istediği gibi düşünür. Onlar ben böyle düşünüyorum diye beni eleştirmiyor mu, benim de onları bırak eleştirme hakkım olsun. Bu da benim en doğal ve en demokratik hakkımdır.
Bir çok isim Bostancı Gösteri Merkezi’nde sarf ettiğiniz sözleri size yakıştıramıyor, pişman mısınız o ifadelerden?
Kadınlarla ilgili sözümden ötürü evet. O ağzımdan kaçan bir ifadeydi. Pişmanım ve defalarcada özür diledim. Şimdi senin için bir kez daha özür diliyorum. İkinci kez özür diliyorum. 5 kere daha diliyorum. İster misin on yapalım mı bunu. Hadi 10 kez dileyeyim.
Teşekkür ediyorum. Gerek yok onuncuya. Benim öyle bir derdim yok. Gerilin ya gereyim diye sormadım.
Beni niye geresin? Hem ben kolay kolay gerilmem. İşim var gücüm var. Sana kucağımı açtım, buyur ettim röportaj yapıyoruz.
Ben de öyle.
Sen bana kucağını açmadın. Ben sana açtım ve seni davet ettim.
Peki Levent Bey; vaktiniz yok, tartışma sürecek böyle giderse devam ediyorum sorularıma. Her insan, kaçınılmaz olarak politiktir. Sanatçı da tabii ki eleştirecek, muhalif olabilir ama daha çok yaptığı üretimle de insanları etkilemeli. Siz sanki şu sıralar daha çok bir siyasi gibi davranıyorsunuz?
Hayır ben hep böyleydim. Ben buyum. Ben sanatımla da politika yapan, sanatımla da siyaset yapan biriyim. Ben politik sanat -politik tiyatro yapan bir tiyatrocuyum. Bu başından beri böyleydi. Olacak O Kadar da öyleydi. Siyasi ve sosyal içerikli bir programdı. Zaten AKP hükümet tarafından yasaklanmasının nedeni de budur. Anladın mı?
Başbakan Erdoğan’ın Olacak O Kadar’ı kaldırdığını söylüyorsunuz, peki hiç görüşmek istemediniz mi? İşin aslı astarı nedir sormadınız mı bir bilene?
Neden görüşeyim? Ayrıca Başbakan benimle görüşür mü?
Neden görüşmesin?
Hadi al bir randevu görüşeyim.
Benim programımı kaldırırsa, röportajlarımı engellerse emin olun görüşürdüm, sorardım. Gazetecinin işi sormaktır zaten. Sanatçısınız siz alabilirsiniz.
Ben alamıyorum. Ben kimseyle görüşemiyorum. Bana cevap vermiyorlar.
Programı Başbakan’ın kaldırdığını nerden biliyorsunuz, sizin elinize böyle bir belge geldi mi?
Biliyorum evet geldi.
“PROGRAMIMI BAŞBAKAN KALDIRTTI YAYINDAN ELİMDE BELGE VAR”
Yöneticilerle mi görüşmüş ne yapmış Başbakan?
Evet görüşmüş, şimdi isim zikretmek doğru olmaz. Benim elime bir kağıt verdiler. Kağıtta benim dolabımda duruyor evde. Yoksa ben neden oturayım burada. Gider program yapar, işime bakarım.
Peki hangi buyrukla, hangi gerekçeyle?
Bu konuya daha fazla girmek istemiyorum.
Başbakan konusunda son bir soru daha soracağım.
Son soru olsun bitsin.
Hatır bitmesin çünkü sormak istediğim sorular var.
Vaktim yok. Sana o kadar uzun vakit ayıramam. Toplantıya gideceğim.
“BAŞBAKAN’A MUHALİF OLDUĞUM İÇİN PROGRAMI YAYINDAN KALDIRTTI”
Başbakan programınızı yayından kaldırdığı için mi muhalifsiniz, kaldırmasa devam mı edecektiniz. Bu kadar esip gürlemeyecek miydiniz?
Ben Başbakan’a muhalif olduğum için programı yayından kaldırttı. Ben program yayından kaldırıldığı için Başbakan’a muhalif olmadım. Benim tarzım bu, sanatım bu; ben muhalefet yaparım. Ben Süleyman Demirel’e de, Tansu Çiller’e de, Ecevit’e de bunu yaptım.
“TAYYİP ERDOĞAN YASAĞI KALDIRIRSA OLACAK O KADAR YENİDEN BAŞLAR”
Herkes Olacak O Kadar ile büyüdü. Yeniden başlama imkanı yok mu?
Tayyip Erdoğan, müsaade etmezse başlamaz. Bu programın yeniden başlaması için Erdoğan’ın bu yasağı kaldırması gerekir.
Ulusal Kanal’da yapamaz mısınız bunu. Bunu da engelleyemez sonuçta hiçbir siyasi erk?
Burada başlayabilir mi sence bu program? Maddi bir güç yok buna bir kez. O kadar oyuncunun, yönetmenin, montajcının parasını ben nasıl vereyim? En az 60 milyar para gerek her bölüm için, bedava çalışsak bile 50- 60 bin lira lazım.
Siyasi tercihinizden dolayı mı İşçi Partilisiniz yoksa AK Parti mağduru olduğunuz için mi? Düşmanımın düşmanı dostumdur hesabı...
Alakası yok. AKP beni mağdur edemez ki, AKP kimmiş ya?
“AK PARTİ’Yİ İKTİDARDAN İNDİRİRİM, ÖDEŞİRİZ”
Yasakladılar beni demiştiniz!
Yasaklar da bir mağduriyet ama bütünüyle “AKP beni mahvetti, öldürdü bitirdi” diyemem ki. AKP bugün beni mağdur eder ben de yarın AK Parti’yi iktidardan indiririm, ödeşiriz. Kısmet her şey... Kısmetten öte köy yok.
Küfretmeden muhalefet etmek diye Bir şey var, muhaliflik size göre nasıl bir şey?
Muhalif olmak demek, özgürlükten yana olmak demektir. Haktan hukuktan yana olmak demektir. Halktan ve doğrudan yana olmak demektir. Benim muhalefetim budur. Bugün hapishanelerde yatan onca gazeteci, onca paşa muhalif oldukları için orada; ben de onların yanındayım.
Siz kime ve neye muhalefetsiniz?
Az öncede söyledim. Ben Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına karşıyım, muhalefetim hepsine.
Herkes özgürce çıkabilir mi bu ekranda?
Herkese açık bu ekran. Ben bir genel müdür sözü veriyorum. Buyursun gelsinler. AKP’liler de gelsin. Ama gelmezler ki; burada benim arkadaşlarımla âşık atıp, tartışamazlar. Gelseler çok sevinirim, başımın üstünde de yerleri var.
Artık bir TV’nin genel müdürüsünüz. “Basın özgürlüğü anlamında en kötü dönemini yaşıyor Türkiye" deniliyor. Bu ürkütücü bir ifade gibi geldi bana, sizce var mı böyle bir problem?
Var. Kimse konuşamıyor. Doğru haberler veremiyor. Korku salmış dağları. Yandaş medya var bir kez. Çok ciddi bir şekilde Aydın Doğan ve Şahenk’in grubu ile bir takım gruplar yandaşlaştırıldı. Hatta Aydın Doğan düşünün ki köşe yazarlarına mektup yazıyor “Aman ha dikkat edin yazdıklarınıza” diyor. “Çünkü ben ticarethane de işletiyorum” diyor. Sen bunları benden daha iyi biliyorsun.
En beğendiniz köşe yazarları kimler?
Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun, Emin Çölaşan. Ve daha böyle birçok isim var. Bu isimler bana çok da destek oldular. Aynı dili konuşuyoruz, aynı dünya görüşüne sahibiz çünkü.
Yazılarından dolayı çok kızdığınız ve yahut nefret ettiğiniz isimler var mı peki?
Hiç yok. Çok severek okuyorum herkesi. Elbette beni de eleştirecekler. Benim de eleştirdiğim noktalar olacak.
Muhalif kanal kaldı mı size göre ya da muhalif bir medya?
Var ama birkaç küçük kanal ya da gazete. Ama büyük kanallar maalesef.
Siz geçmiş dönemlere de çok hakim bir isimsiniz “ Baskı “diyorsunuz “Programın yayından kaldırılması” diyorsunuz, geçmişte de hiç bunları yaşadınız mı?
Neler gördüm neler. Ben Türkiye’de çok şey yaşadım. Daha öncede çok yasaklandık, işten atıldık, görevden alındık. Hakkımızda soruşturmalar açıldı ve Mahkeme kapılarında süründük.
“TÜRKİYE’NİN VE SANATIN EN ÇOK ZORLANDIĞI DÖNEM TAYYİP ERDOĞAN DÖNEMİDİR”
Sizi en çok zorlayan kim ya da kimlerdi?
Beni hemen hemen Ecevit ve Süleyman Demirel hükümeti dışında bütün hükümetler zorlamıştır ama o dönemlerde de yasaklanmamışımdır. Mesela Turgut Özal zamanında Özal bizzat beni kendi oğlunun kanalına aldırmak için evimi aramıştı. “Hadi gel Levent olacak o kadarı bizim kanalda yap” demiştir. Böyle bir Cumhurbaşkanı’ydı Özal. Tabii Türkiye’nin ve sanatın en çok zorlandığı dönem Tayyip Erdoğan dönemidir. Çünkü Tayyip Erdoğan’dan önce yıkılan heykel yok, mizahçılara dava açılmamış, basılmayan kitaplara dava açılmamış, yazarlar tutuklanmamış ilk kez bu dönemde oluyor bunlar. Yasaklar kötü şeylerdir. Özgürlükleri kısıtlar, Türkiye’nin gelişmesine engel olur. Demokrasiye aykırıdır.
Özel bir soruya gireceğim. Yıllar süren bir beraberlik ve sonunda ayrılan yollar. Oya Hanım ile evliliğinizin bitmesi sizin için bir travmaya yol açtı mı, bir çöküş müydü, yeniden doğuş mu? Yakışıyordunuz da.
Olabilir dışarıdan yakışıyoruz, içeriden belki yakışmıyorduk belli mi olur. Yakışmıyorduk derken anlaşamıyorduk. Onunla ayrılış da benim için bir çöküş olmamıştır. Ben her zaman başarılara imza atan, her zaman ortada olan bir adamım. Herkes yoluna. Bir laf vardır sepeti koluna herkes yoluna. Şimdi benim bir sevgilim var, 8 yıldır beraberim çok da mutluyum. İyi ki onu tanımışım. Onu seviyorum. Ne mutlu bana. Ne güzel değil mi?
Piyasadan mı? (dilimin sürçtüğü soru maalesef).
Piyasan değil. Piyasa derken hangi piyasadan bahsediyorsun? Tarlabaşı piyasasını mı kastediyorsun, yoksa Yüksek Kaldırım piyasasını mı?
Yok meslekten mi yoksa medya dünyasından mı demek istedim.
(Gülüyor) Yazar kendisi. Çok aydın, çok iyi bir insan.
Evlenmeyi düşünüyor musunuz?
Yoo evlenmek gibi bir derdimiz yok. Zaten beraber yaşıyoruz.
Çocuklarınız ne diyor tüm bu olup bitenlere. Sizin bu sert çıkışlarınıza?
Ne demeli sence onlar. Bizim işimizde kimse kimseye “aman” demez. Sen inandığın bir davanın ardından gidiyorsun. Tıpkı Atatürk’ün kurtuluş savaşı sürecini yaşaması gibi bir şey bu. Ben bu uğurda gerekirse ölürüm. Hiçbir şey umrumda değil. Çocuklarımda bunu biliyor ve sonuna kadar arkamdalar. Destekliyorlar beni; çünkü onlar benim tohumlarım.
Daha çok soru var ama vaktim yok diyorsunuz, bitirmem için gözüme bakıyorsunuz. Teşekkür ediyorum.
Sağ ol. Bak yalan yanlış şeyler yazma ha bozuşuruz.
Bir gazeteci var karşınızda merak etmeyin. Teyp de var sıkıntı yok.
Yaşşa...
Siz de yaşayın...