Güvenlik uzmanı Mete Yarar:“2,5 milyon insan Ankara'da yürümüş olsaydı, bu bombalar patlamazdı”
Güvenlik Uzmanı ve aynı zamanda Karar Gazetesi Yazarı olan Mete Yarar, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Ankara’daki kanlı saldırıyı değerlendiren Yarar, terörü nasıl durdurabileceğimizi anlattı ve halka da bir çağrıda bulundu. İşte o röportaj!
Sol yanımız acıyor, içimiz kan ağlıyor. Kelimelerin bütünüyle
anlamını yitirdiği, sözün yine bittiği yerdeyiz. 37 masum canın ve
37 ocağa düşen ateşin dışında hayatımızda değişen bir durum yok.
Kınıyoruz, lanetliyoruz! Zaten yapabildiğimiz ve elimizden gelen
tek şey de bu. Bu haftaki konuğum tam da bu konunun uzmanlarından
olan bir isim. Sağduyusu, konuya olan hâkimiyeti nedeniyle; bu
saldırının ardından hemen aradım onu. Güvenlik Uzmanı ve Karar
Gazetesi Yazarı Mete Yarar’dan bahsediyorum. Yarar ile hem bu
saldırıyı hem de her saldırı sonrası tartışılan güvenlik zafiyeti
konusunu konuştuk. Terör, nasıl önlenir? Bu hainlere nasıl dur
denir? Ve kandan beslenmeleri nasıl önlenir? Mete Yarar bunları
anlattı.
Kimilerinin son zamanda söylediği bir söz var; “Terörle yaşamaya
alışmalıyız” İşte bu açıklamaya Mete Yarar, tümden karşı çıkıyor ve
“Yürüyelim” diyor. Ama bin kişi on bin kişi ile değil,
“milyonlarla” diyor. Ve ekliyor: Terörle yaşamaya alışalım demek,
eşinden dayak yemeye alışan bir kadının acı durumundan başka bir
şeye benzemiyor…
Şimdi daha fazla uzatmadan ben aradan çekiliyor ve sizleri konunun
asıl uzmanı ile başbaşa bırakıyor, sizlere de her şeye rağmen umudu
kaybetmemenizi diliyorum, güneşli nice güzel günler sizlerin olsun.
Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
Mete Bey, ülke olarak başımız sağ olsun diyerek başlıyorum.
Şu süreçte belki de en zor olan güvenlik uzmanı olarak anılmak olsa
gerek?
Güvenlik uzmanı olarak geçiyorum ama benim başka bir alanda kendime
ait bir şirketim ve uğraştığım başka bir alan da var. Onlardan
sadece bir tanesi güvenlik… O da maalesef 2003’ten beri yaşanan
sürecin sonunda giderek zorlaşıyor. Irak’taki ikinci harekât ve
Saddam’ın devrilme süreci ve ondan sonra başlayan IŞİD belası,
artan terör olayları ve son geldiğimiz nokta bu. 13 yıl kafamızı
kaldıramadığımız bir dönemle geçti. Hep bunu konuşmak zorunda
kaldık ya da bırakıldık.
“KOMŞUNUZ AFGANİSTAN İSE PAKİSTAN GİBİ
OLAYLARA GEBE KALIRSINIZ”
Bir değil iki değil, üç… Belki dördüncüsü de uzak değil…
Neyi yaşıyor Türkiye. Nedir bu kara bulutların sebebi?
Bir de önlenip de bizim bilmediğimiz daha bir sürü olay var. Bu
olaylar başladığında bana hep şu soru yöneltiliyor: Türkiye’de bir
istihbarat zafiyeti var mı? Sorular hep bununla başlıyor.
Üçüncü kez tekrarlanmasının ardındaki sebep ne diye de devam
ediyorlar. Ben de diyorum ki; eğer kapı komşunuz Afganistan ise
maalesef Pakistan gibi olaylara gebe kalırsınız. O nedenle kapı
komşunuzu Afganistan yapmayacaksınız ve karşınızda oluşacak olan
riskleri bileceksiniz. Bugün yaşadığımız süreç aslında öncelikle
Irak’tan başlayan daha sonrada Suriye’ye sirayet eden bir olayın
bize etkileri. 1200 km’lik sorunlu bir sınır hattınız varsa ve
karşınızda artık devlet diyemeyeceğiniz devletçikler oluşmuşsa
maalesef bu sorunlar kaçınılmaz. Peki, bu sorunları Türkiye mi
yarattı? Yani 2003’te Irak’a müdahale eden Türkiye miydi? 2003’te
demokrasi adına gelip daha sonra bu kadar IŞİD’i yaratıp giden
coğrafyada sorunlu biz miydik? Hayır değildik ama komşu olunca
maalesef çok ağır bedelleri ödüyorsunuz. Hatırlayın 1991 yılında
ilk Körfez Harekâtı sırasında biz bu sürecin aynısını yaşamıştık.
300 bine yakın insan Türkiye’ye sığınmıştı, 1991’den 2003’e kadar
güvenli bölge adında iki tane bölge oluşturuldu ve insanlar orada
yaşamıştı. Biz ülkemizde yıllarca bunu yaptık ve o yaratılan yerde
bir Kandil yaratılmıştı ve Kandil’in aynısı Türkiye’de olmuştu. Yıl
1991 ve 2016 süreçler benziyor mu? Bence evet birebir aynı… Peki,
Türkiye savaşın içinde miydi? Hayır. 2003’te Irak savaşı
başladığında Türkiye’nin içerisinde olmasının istenildiği ve
Meclis’te reddedilen bir tezkere hatırlıyor musunuz? Peki, biz
Irak’a hiç girmedik ve uğraşmadık, hiç orada olmadığımız halde yine
Irak’tan yaratılan sorunların bedelini Türkiye ödemedi mi? Fazlası
ile ödedi. Bugün yaşadığımız sorunların temeli de maalesef bu.
“TÜRKİYE PAKİSTAN OLMASIN DİYE MÜCADELE
ETMELİYİZ”
Bu ne anlama geliyor?
Yani yanı başımızda bir yerlerde birileri yangın çıkartıyor ve bu
yangının etkilerini ve sıcaklıklarını ülke olarak istesek de
istemesek de, uzak dursak da durmasak da yaşıyoruz ve yaşayacağız.
Maalesef bizim ülke sınırlarımızın dibi bugün Afganistan oldu ve
bunu kabul edeceğiz ve ona göre de tedbirlerimizi alacağız.
Türkiye’nin Pakistan olmaması için elimizden geleni yapacağız.
“EĞER SİZ MİLYON OLUP SOKAKLARDA
YÜRÜMEZSENİZ…”
Ne yapacağız ya da ne yapabiliriz mesela?
Bana gelen sorulardan biri de şu: Türkiye’de olan bir olay için,
tüm dünya liderleri neden Avrupa’da olan bir olaya verdikleri o
sert tepkiyi vermiyorlar? Niye Türkiye’ye gelip, Türkiye’de
sokaklarda yürümüyorlar? Ben de diyorum ki; sizin yürümediğiniz
sokakta niye bir başkası gelsin de yürüsün. Bugüne kadar Ankara
saldırısı ve İstanbul’daki Sultanahmet saldırısı olmak üzere tüm
saldırıların ardından yürüyen insan sayısını toplayın kaç kişi
yapar Allah aşkına? İki milyonun yürüdüğü bir yerde dünya da gelir
sizinle beraber yürür ama siz yürümezseniz kimse de gelip size
eşlik etmez.
Yürümek neyi değiştirebilir ki, mesela biz yürüdük bu neye
çözüm olacak, Fransa’da da yürüdü milyonlar ve liderler ne değişti
ki? Yani biz yürüyünce o kanlı örgüt, “Bak bunlar yürüyor, artık
bomba patlatmayalım mı” diyecek?
Çok şey değişir ve çok şeyi değiştirir. Terör örgütü neden bir
eylem yapar? Bir amacı olmadan sadece psikopatlık olsun diye bir
eylem yapar mı? Amaç insanları korkutmak, tedirgin etmek, insanları
korkuttuğunuz anda ikinci bir eyleme de zemin hazırlarsınız.
İyi de insanlar zaten korkar hale geldi bile. Kalabalık
ortamlarda hep birbirlerine şüphe ile bakar oldu. Toplu taşıma
araçlarına binen her on kişiden beşinin kafasında “Ya burada da bir
saldırı olursa” korkusu eminim ki vardır!
O zaman tek tek mi öleceğiz? Bakın dünyada klasik anlamda
baktığınızda bu işi çözmek ve örgütleri vazgeçirmenin en kolay
yöntemlerinden bir tanesi halkın terör eylemleri ile arasına mesafe
bırakması ve bunu lanetlemesidir. Örnek; ETA’nın silah bırakma
süreci. Bu sürece baktığınızda ETA’nın eylemlerinden bunalan
ETA’nın en güçlü olduğu Katalan bölgesinde yürüyüşler yapılmıştır.
Türkiye’nin her yerinde bombalar patladı biliyorsunuz, her yerde
yüzlerce insanımız yaşamını yitirdi. Türkiye’nin bir terör
ülkesi haline dönüştürülmek istendiği bir süreci yaşıyoruz ve
“şurası daha güvenilir” deme şansına sahip değiliz. O nedenle size
karşı dayatılmak istenen neyse onun karşısına çıkmalıyız. Size
terörle yaşamayı dayatıyor mu bu teröristler. Evet dayatıyor. Siz
de işte buna karşı çıkacaksınız.
“TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞACAĞIZ DEMEK,
EŞİNDEN BİR KADININ DAYAK YEMEYİ KABUL ETMESİNE
BENZER”
Tam da bu noktada Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi'nin
'terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor' sözlerini hatırlatmak
istiyorum size. Epeyce tepkiye neden oldu o sözleri
çünkü.
Bu çok talihsiz bir bakış açısı. Belki başka bir şey söylemek
istedi ve yanlış anlaşıldı kendisi ama ben bu bakışa tümden ve
hepten karşıyım. Bu şuna benzer; eşinden dayak yiyen kadının dayağı
kabullenmesi gibi bir şey. Çünkü aslında terör, size yaşam
şartlarınızdan vazgeçmenizi ve korkmanızı bu korkuyla yaşamınızı ve
gelecekle ilgili planlarınızdan vazgeçmenizi ister. Aynen
eşinden dayak yiyen kadın gibi! Yani hem içine kapanır ve hiçbir
şey yapamaz hale gelirsiniz hem de hayat ıstıraba dönüşür.
Eşinin dayağından vazgeçen kadının tepkisi neyse siz de onu
yapmalısınız. Kafanızı kaldırmak zorundasınız ve şunu demelisiniz;
“Arkadaşım sen bana bu eylemi yaptığında ne siyasal bir amaca
ulaşabilirsin ne de beni korkutabilirsin” Bakın teröristler tek tek
yakalarlar. Bir grupla mücadele etme şansına sahip değillerdir. Ama
siz Türkiye’de baktığınızda şunu görüyorsunuz, maalesef Ankara’da
terör saldırısı yapan bir intihar bombacısının evine taziyeye
gidiyorsunuz, biz bunları yaşıyoruz. Bu talihsizliklerin yaşandığı
ortamın içinde ne tepkisi veriliyor, hiçbir tepki verilmiyor.
“TERÖRİSTİ ALLAYIP PULLAYAN YAPIDA
OLDUĞUMUZ SÜRECE BİRLEŞME ŞANSINIZ OLAMAZ”
Bugün Türkiye’nin terör konusundaki en büyük sorunu terör konusunda
insanların birbirinden farklı düşünmesi. Örnek vereyim ben size;
kiminin gerillası var, kiminin devrimci savaşçısı var, kiminin
cihatçısı var, kiminin de başka bir şeyi. Bu kadar teröristi
allayıp pullayan yapıda olduğumuz sürece birleşme şansımız yok.
Terörü silahla yapmaya çalışan bir gruba sempati duymanın vicdani
rahatsızlığını hissetmiyorsanız size hukuken de yapacak hiçbir şey
yok. Sosyal medyaya baktığınızda teröre bu kadar sempati duyan
insanları görünce kanımız donuyor. Bir tane bomba patlıyor ve
sosyal medyada yazılanları görünce on bin defa ölüyorsunuz.
İnsanlar önce vicdanlarında terörü bitirecek. 37 insanımızın
ölümünden kim ne beka sağlayabilir, bunu hiç vicdanen sorgulayan
bir gruba sahip miyiz? O zaman şunu söylüyorum normal hayatımız
içinde terör ya da teröriste bakışınız net olacak. Silahı elinden
alınmış olan bir kişiyi silahından vazgeçirmek değil, silahı almaya
gidecek adamı vazgeçirmek asıl önemli ve zor olan.
“ANKARA’YI SEÇİYORLAR
ÇÜNKÜ…”
Neden hep Ankara?
Siyasi. Biz sizin Başkentinizin tam ortasına gelip size bunu
yapabiliyoruz deyip gözdağı vermek. Dünyanın her tarafında
böyledir bu. Taliban gidip Kabil’i bombalar, Londra bombalanır,
Paris bombalanır, Pentagon bombalanır. Her eylemin bir siyasi
hedefi vardır.
Bu niye bu kadar kolay? Başkent göbeğine, tam kalbimizin
orta yerine ellerini kollarını sallayarak nasıl girebiliyorlar. Biz
bu kadar aciz miyiz? Demek ki bir yerde bir zafiyet
var.
Evet, zafiyet kısmına gelelim. Önce sorular sıralamak lazım, bu
soruya yanıt verebilmek için. Bu eylemlerin ana kaynağı neresi?
Türkiye’ye gelen bombalar nereden geçiyor ve eğitimler nerede
veriliyor? Bütün lojistiğin geçtiği yer neresi? Adres hep aynı yere
çıkıyor, Suriye. Peki, ben size şunu söyleyeyim, bir istihbarat
birimi tek başına filtre görevi yapabilir mi, tek başına bütün
önlemleri engelleyebilir mi? Her bir istihbarat birimini ele
aldığınızda araya bir filtre koyarsınız. Normalde sınırınızın
karşısında başka bir devlet olduğunda çift filtre vardır. Oranın
kaçırdığınızı siz, sizin kaçırdıklarınızı onlar yakalar ama
karşınızda bir devlet yok maalesef. Siz tek başınıza bunu yapmaya
çalışırsanız zaman zaman bunları yaşamak zorunda kalırsınız. Çünkü
Suriye’de şu an muhatap olabileceğiniz bir devlet yok. Halep’in
kontrolü, PYD’nin kontrolü kimde belli değil.
“MİT’İN GÖREV KAPSAMI BİLİNMEDİĞİ SÜRECE
DAHA BUNU ÇOK TARTIŞIRIZ”
Peki MİT’in, devletin güvenlik örgütlerinin burada hiç mi
bir zafiyeti yok, hiç mi eleştirilebilir bir nokta
yok?
İstihbarat birimlerinin görevini ve emniyet birimlerinin görevini
iyi bilmek lazım. İstihbarat birimlerinin görevi operasyonel
anlamda sahadaki her şeyi kontrol etmek midir? Yoksa bir olayın
istihbarat bilgisini paylaşmak mı? Türkiye’de bu karışıklık olduğu
sürece biz bu tartışmaları daha çok duyarız. Türkiye’de özellikle
MİT’in görev kapsamına baktığımızda istihbaratın sağlanması ve
bunun yerel emniyet birimlerine aktarılmasıyla sorumludur.
Operasyonel anlamda operasyonun bitirilmesi ile sorumlu değildir
MİT.
Ama bu 3 ayrı saldırıda gösteriyor ki; hiçbir istihbarat
sağlanamamış…
Hayır, hepsi verilmiş.
“SORGULADIĞINIZDA DİREKT
YAFTALANIYORSUNUZ”
Verilmiş de bu saldırı neden önlenememiş?
Bakın bunu bir örnekle anlatayım, daha rahat anlarsınız.
Mahallenizde bir tane adamın hırsızlık yapacağını biliyorsunuz ve
mahallenizde 1500 kişi oturuyor. Takip ediyorsunuz bunu ve
diyorsunuz ki hırsızlık yapacak kişi tek kişi. 1/70 boyunda, siyah
saçlı, erkek, sakallı ve mavi gözlü. Sizin verdiğiniz bilgi budur.
Sizin göreviniz artık bu adamı bulmak ve yakalamaktır. Bunu
yakalaması gereken MİT midir yoksa yerel emniyet birimleri mi?
Türkiye’de neyi tartışamıyoruz biliyor musunuz, süreçleri
sorgulamadığımız için süreçte kimlerin hata yaptığınız da
söylemiyoruz. Çünkü o kadar bölünmüşüz ki, süreçleri sorgulamaya
başladığımızda anında sana şu söyleniyor. Sen PKK yandaşı mısın? Ya
da aksi, “Sen zaten iktidar yalakasısın, hiç istihbaratı
suçlayamıyorsun” Anlayacağınız direkt saçma sapan
yaftalanıyorsun.
Suçlu kim ya da kimler?
Yanlış olan böyle bir süreçte suçlu aramak. Az önce de dediğim gibi
süreçleri sorgulayamıyoruz. Biz şunu yapıyoruz. Ya toptan hepimiz
iyiyiz ya da toptan kötüyüz. Hangisinin işini iyi yapıp yapmadığını
sorgulamadığınız sürece işini iyi yapan adamlar da arada kaynayıp
gidiyor. MİT görevini yaptı mı yapmadı mı ben bunu bilmiyorum ki!
Emniyet yapıp yapmadı mı? Bunu da bilmiyoruz. O nedenle suçlu da
arada kaynayıp gidiyor.
“BU TARTIŞILABİLİR”
Saldırının ertesi günü kameralar karşısına geçen CHP Lideri
Kılıçdaroğlu, "Aylardır Ankara'nın Emniyet Müdürü yok. Bu nasıl bir
hükümet? Tüm ülkelerin istihbarat örgütleri ülkemizde geziyor"
dedi. Ve sonrasında bir atama gerçekleşti. Emniyet müdürünün
saldırı sonrası atanması tartışılabilir bir durum olsa
gerek?
Vekâleten görevi yapmak, görevi daha az yapıyor, eksik yapıyor
anlamına gelmiyor. Aynı yetki ve sorumlulukta yapılır. Ancak şu
eleştiri de haklı; neden hala atanmamış bir emniyet müdürü
vardı? Ama vekâleten görev yapan adam ucundan tutar,
beceremez anlamına gelmiyor bu. Bir önceki emniyet müdürü de
Ankara’daki daha önceki patlamadan dolayı görevden alınmıştı. Bir
şeyin başına oturuyorsanız o şeyin de sorumluğunu almalısınız.
İçişleri Bakanı’nı da “Görevden al” diye seslendi Başbakan
Davutoğlu’na Kılıçdaroğlu. Bunu nasıl
değerlendirirsiniz?
O zaman gensoru verecekler. Ama sayısal çoğunluk olmadığı
için de reddedilecek.
Diyelim başka bir ülkede normal şartlarda birisinin
kafasına branda düşse bile istifa mekanizması işliyor. Bizim
ülkemizde niye böyle bir istifa mekanizması yok. Ya da niye hiç
özeleştiri yapılmaz. “Biz de burada hatalıyız arkadaşlar” demezler.
Siz hiç şahit oldunuz mu böyle bir şeye?
Oldum. Buna benzer olaylar olmuştur. Nasıl oldu, işte en son
Ankara’da patlamasından sonra emniyet müdürünü görevden aldılar.
Yani sıkıntı var dediler, şu konular da eksiklikler var dediler ve
bu konulardan sorumlu olan kişiyi görevden aldılar.
Kınamanın ötesine geçilemiyor her defasında. Sadece
kınıyoruz. Klasik her defasında Bakanlar Kurulu toplanıyor.
Liderler görüşüyor, birbirlerinden randevu istiyorlar. Bunun ötesi
yok. Peki, bir tık ilerisi ne olabilir?
Peki, siyasileri anladım. Siyasiler birleşemiyor. Toplum birleşiyor
mu?
“HALKIN KUTUPLAŞMASI SİYASETİ
CESARETLENDİRİYOR”
Toplumda da bir kutuplaşma var ama.
Siyasallaşma ya da siyasetin sağladığı kutuplaşmayı halk yapıyor,
halkın arasındaki kutuplaşma da siyaseti bu kadar
cesaretlendiriyor.
“BUGÜNKÜ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜN SEBEBİ SİYASET
DEĞİL, TOPLUM”
Siyasiler yapıyor o kutuplaşmayı bence…
Yok. Dünyanın her tarafında toplum asıl yönlendirici ve
yöneticidir. Oy veriyorsun oy verdiğinde birilerini iktidara
getiriyorsun veya getirmiyorsun. Eğer iktidara getireceğin adamın o
şekilde olmasını istemiyorsan vermezsin oyunu. Demek ki sen
cesaretlendiriyorsun. Bugünkü bölünmüşlüğün sebebi siyasetin
toplumu bölmesi değil, toplumun da siyasetin bölünmesine fırsat
vermesi. Bakın bu bir ülke meselesidir. Bu işin AK Parti’si,
CHP’si, MHP’si, HDP’si olmaz. Gelin her beraber birleşelim
diyebileceğiniz kaç tane örnek var Türkiye’de?
“ÖLÜMDE BİLE BİRLEŞEMİYORSAK NEREDE
BİRLEŞECEĞİZ?”
Şu tabloda maalesef yok gibi.
Eğer insanların ölümleri bizleri birleştiremiyorsa, acılar bizi
birleştiremiyorsa, nerde birleşeceğiz? Gördün bugün hayatını
kaybedenlerin çoğu da gençler. İşinden evine gidenler, gülen
çocuklar, maçtan çıkmış insanlar masum insanlar… Bu insanların
ölümünden sonra bile bir anlam katamıyorsanız, ne zaman
katacaksınız ya? Bakın o kadar güzel bir örnek ki bu birleşmek
için, akıllanmak için, bunu göremiyorsak bunu da yapamıyorsak ne
yapacağız? Bunun için bana siyasetçinin emir mi vermesi gerekiyor?
Bana herhangi bir parti lideri uzlaşın dediği için mi uzlaşacağım,
yoksa insanlığımı ben kendim mi hatırlayacağım.
Tamam gerçek bu da siyasilerin de bir önlem alması
gerekiyor, bizi yönetenlerin bu konuda bir inisiyatif alması
gerekmiyor mu? Halk ne yapabilir?
Bakın ben şunu söylemeye çalışıyorum, halk eline silah alsın gitsin
nöbet yeri filan beklesin demiyorum.
“2,5 MİLYON İNSAN ANKARA’DA YÜRÜMÜŞ
OLSAYDI, BU BOMBALAR PATLAMAZDI”
Yeni saldırılar bekliyor musunuz? Yine bombalar patlayacak
mı?
Patlamayacak. Bir sonraki eylem patlamayacak. Bir önceki patlamanın
tepkisini vermeyen toplum aslında bir sonraki patlamanın zeminini
sağlamış oluyor. Yani 2,5 milyon insan Ankara’da yürümüş olsaydı,
sizce bir örgüt cesaret bulup tekrar bomba patlatır mıydı? Yoksa
her saldırıdan sonra daha da bölündüğünüzü daha da parçalandığınızı
daha da korkak göründüğünüzde mi bir saldırı daha yapar? Bunu
mantıken düşünün. Bunu örgüt olarak değil hayatınıza adapte ederek
düşünün. Sokağınızda bir tane çete var, bu çeteyle mücadele etmek
için hepiniz evinize girdiğinizde mi kendini geri çeker yoksa o
çeteyle hep beraber o sokakta mücadele ettiğinizde mi geri
çekilir.
İnsanlar artık olası bir eylem yüzünden kalabalığa
giremiyor ki.
Korkuyorsanız o zaman yapacak bir şey yok. Bakın bu işin psikolojik
boyutunu önemsemediğiniz müddetçe yapamazsınız. Şu sorunun cevabını
hep birlikte bulalım, üniversite 2. sınıfa giden bir öğrenci
otobüse binmeye çalışan 37 insanı öldürerek ne katledeceğini ve
bundan ne bulacağını bilerek gider. Üniversite 2. sınıf öğrencisini
motive eden taraf nedir?
Her halde kendini kahraman olarak görmüştür, örgüt öyle
motive etmiştir… Yani demem o ki kandırılmıştır…
İşte dediğim yere geldik. İşin psikolojik boyutuna geldik. Önemli
olduğunu hissettiriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Bir öncesindekinde
adamın fotoğraflarını izlediniz. Gidip evinde taziye ziyaretleri
yaptınız. Adamı ölümsüzleştirdiniz. Bunu gören, bu tabloyu
değiştirmediğiniz müddetçe, psikolojik boyutla uğraşmadığınız
müddetçe yapacağınız çok da bir şey yok. Hep söylüyorum, terörün
önlenmesi için uygulayacağınız tüm yöntemlerin neredeyse tamamına
yakını psikolojiktir.
Türkiye şu anda sadece PKK ile değil IŞİD gibi daha birçok
kanlı örgütle mücadele eder durumda? Neden kirli elleri
üzerimizde?
Orda bir bataklık var. Bu bataklığın içerisinde siz hangisine
yetişebileceğinize karar verebiliyor musunuz?
Türkiye’nin izlediği dış politika bu noktada çok
tartışılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Peki, 2003’teki olaylar sırasında Türkiye Irak’tan uzak durdu. Ne
fark etti? Bir olaya girmemiş olmanız veya uzak durmuş olmanız sizi
korumuyor diyorum. Ben size onu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye
2003’teki operasyonlara katılmadı, ama Kandil’den dolayı çekmediği
ıstırap kalmadı. Bugün için Türkiye fiili anlamda girmemiş olsa
girmiş olması arasındaki fark nedir bana söyler misiniz? Yangını
Türkiye mi çıkardı? Bu karışıklığın sebebi Türkiye mi? Türkiye’nin
yanlış politikaları yok mu? Var ama ben de şunu söylemeye
çalışıyorum .Yanlış politikaların büyüklüğü Suriye’deki savaşı mı
başlattı? Onu söylemeye çalışıyorum. Yani Türkiye’deki iç savaşın
başlaması süreci, Arap Baharı sürecini başlatan denge Türkiye
miydi? Bu kadar güçlü müydü Türkiye? Başka bir örnek vereyim çok
uzağa gitmeyeyim, Libya’da şu an büyük bir bela var mı? Var. Ve
hala devam ediyor hatta fiili anlamda devam ediyor. Libya sürecin
böyle işlemesini istemedi .Türkiye, NATO dahil olmak üzere bir çok
şeyin planlanmasını engelledi. Türkiye, Libya’ya askeri müdahalenin
önlenmesi için her tarafta konuşma yaptı. Hani işte savaş
istemiyordu Türkiye… Önleyebildi mi Libya’yı?
“ESAD'I SİLME KARARI ÇOK ERKEN
ALINDI”
Suriye politikasının hiç mi eleştirilebilir yanları
yok?
Benim Suriye politikasında eleştirdiğim konular var. Net olarak
söylüyorum. Başlangıç itibarıyla eleştirdiğim en önemli konuyu
söyleyeyim, Türkiye iki tarafı da masada tutacak kadar tarafsız
kalabilirdi. Çünkü o dönemde Suriye devletiyle de iyiydi, oradaki
Müslüman Kardeşler grubuyla da iyiydi. Kenara çekilip ortada
kalabilseydi belki savaşın bu kadar genişlemesine zaman kalmazdı.
Bugün çünkü iki tarafı bir araya getirebilecek ve uzlaştırabilecek
kimse kalmadı. Türkiye bundan vazgeçmeyebilirdi. Çok erken Esad’ı
silme kararı aldı. Yani bu kadar erken Esad’ı silme kararı
almayabilirdi. Evet mazlumun yanında olabilirsiniz, mazlumun
yanında olma hakkınız var ama mazlumun yanında olmanız bazen sorunu
net olarak çözmüyor. Bazen kenara çekilip her iki tarafı da
uzlaştırmak çok daha makul ve mantıklı hareket olabiliyor.
“YAYIN YASAĞINA KIZAMIYORUM
ÇÜNKÜ…”
Her olaydan sonra derhal yayın yasağının gelmesini nasıl
değerlendirirsiniz?
Ben Fransa saldırısından sonra Paris’e gittim, gerçekten ne
yapıyorlar diye baktım. Hiçbir şey yapmıyorlar. Çünkü otokontrolü,
toplum zaten kendisi uyguluyor. Yayın yasağına filan gerek
kalmıyor. Hiçbir yerde parçalanmış ceset görüntüleri görmedim.
Büyük yangınlar, büyük patlamalar görmedim hiçbir gazetede veya
televizyonda. Evet, olayı çok iyi tartışıyorlar ama nasıl
tartışıyorlar biliyor musunuz? Makale makale… Fikri olarak
tartışıyorlar, görsellikten zevk almıyorlar. Biz görüntüyü verip
hiçbir şeyi tartışmıyoruz. Keşke tartışabilsek, süreci
tartışabilsek, sürecin içinde olan hataları tartışabilsek…
“SANSÜRDEN ÇOK İNSANLARIN VİCDANİ BİR
SÜZGECE İHTİYACI VAR”
Sokağın ortasında ben gittiğimde asker vardı mesela hala geziyor
Paris’te. Dörtlü bir kol halinde uzun namlulu silahlarıyla
geziyorlar. Bütün gazetelere, bütün televizyon programlarına baktım
bir tane kanlı görüntü görmedim. Türkiye kendi otokontrolünü
kurarsa zaten sorun kalmaz. Özellikle terörle mücadele konusunda
sansürden çok insanların vicdani bir süzgece ihtiyacı var. Bu
vicdani süzgeci biz çoktan kaybettik aramızda. Birisi öldüğünde
etnik ve mezhepsel kimliğine bakarak fikir söylemeye başladık.
“SİLAHLA ARALARINA MESAFE
KOYAMADILAR”
HDP’nin süreçteki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Ben başlangıç itibarıyla ikiye bölüyorum bu olayı. Birincisi çözüm
sürecinin bitmesi ve bitmemesi… Sizce HDP’nin silahlı bir örgüte
silahını bıraktırmak için zorlama kabiliyeti var mıdır? Yoktur.
Bununla ilgili çok da fazlasıyla baskı kuruldu. Yani siz HDP olarak
bunu beceremediniz diye çok üstlerine gittiler. Ben buna karşıyım.
Böyle bir güçleri yok. O süreçte mesela Gülten Kışanak vardı.
Kışanak gidip, örgüte siz silah bırakacaksınız deme şansına sahip
değil. Burada bir hata yok. Ama şurada hata var. Silahlı unsurla
teşvik edecek buluşmalara, konuşmalara girmemeleri lazım. Silah
bıraktıramayabilirsiniz ama en azından silahı teşvik etmezsiniz.
Ben ikiye ayırıyorum. Çok fazla şey istiyorsunuz, bu fazla şeylerin
onlar tarafından yapılması mümkün değildir. Ama yapabileceklerini
de yapmadılar. Ben orada eleştiriyorum. Silahla aralarına mesafe
koyamadılar.
“DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASINDAN
YANAYIM”
Dokunulmazlıklar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dünyanın her yerinde terörle alakası olduğu anlaşılan herkesin
dokunulmazlığı kaldırılıyor. Ben spesifik anlamda parti kapatmaktan
çok terörle bir şekilde alakalı teröre bulaşmış insan varsa
dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.
Akit Gazetesinin attığı manşet de çok tartışıldı. “Ya
başkanlık ya kaos” Bugünkü olayla ilgili okuyunca ne hissettiniz?
Türkiye’deki gazeteler de bu olaylara enteresan
bakıyor?
Öyle çok bölündük ki, o kadar paramparça olduk ki bu kadar
paramparça olayın içerisinden ben size 20 tane manşet sayarım. O
manşetlerin aslında nasıl bize zarar verdiğini fark etmiyoruz.
Terör konusunda attığımız manşetin nereye gidebileceğini bilecek
kadar keşke vicdani bir toplum olabilseydik. İnsanlar manşet
atabilir, ama o manşetler karşılık buluyor. Beni üzen tarafı o. Ben
de çıkarım şimdi televizyona her türlü atar tutarım ama bu kime ne
fayda sağlayacak? Dünyada şu anda radikalizm yükseliyor. ABD
seçimlerine bakın belki de en radikal adam şu seçimlerde başkan
olacak. Fransa ve Almanya seçimlerine de baktığınız da radikalizm,
ırkçılık karşıtlığı şu anda üst seviyeye gelmiş durumda. Ben çıksam
televizyona ağır bir şeyler söylesem herkes beni alkışlasa benim
söylediklerim mi daha tehlikeli? Yoksa o bütün alkışlayanların beni
cesaretlendirmesi mi daha tehlikeli?
Alkışlayanlar bence…
Bende onu söylüyorum. Manşet atabilirsiniz ama o manşeti
alkışlayanların sayısı çok gelmeye başladığında beni ürküten manşet
atan değil ona destek verenlerin sayısının çoğalmasıdır.
Bundan daha kötüsü ne olabilir, beklentiniz ne. Türkiye
nereye yürüyor ve bundan sonra bizi neler bekliyor? En kötü
senaryonuz ne?
Ben kötü senaryo söylemem. Çünkü kötü senaryo söylediğinizde bu
işin gideceği boyut farklı olur. Zaten insanlar ürkmüş bir durumda
ve farklı durumlara gitmiş durumdalar. Ben bu işin nasıl
çözülebileceğini söyleyebilirim. Önümüzde iki tane çok net bir
örnek var. Etnik ve mezhepsel anlamda ve ideolojik anlamda çok
bölünmüş ülkeleri görmek istiyorsanız dönün Irak’a bakın dönün
Suriye’ye bakın. Suriye’deki rakamları hatırlıyor musunuz? 450 bin
insan hayatını kaybediyor. 11 milyon insan mülteci durumuna düşmüş.
Ülkenin toplam nüfusu zaten 23-24 milyondu, yarısını kaybetmiş. Bu
örnekler önümüzdeyken bölünmenin faydası olmadığını göremiyorsak
daha bizi ne uyandırabilir ki? Ben Brezilya’dan Suriye’ye
bakmıyorum ki. Ben bir şekilde gittiğim gezdiğim akrabalık ilişkisi
olduğum bir ülkeye bakıyorum. Eğer onların acısı bana ders
vermiyorsa söyleyecek söz yok.
“İSTİFA ÇAĞRISI DEMOKRATİK BİR
HAKTIR”
Belli ki bizde istifa mekanizması diye bir şey yok. Peki,
her saldırı sonrası “Hükümet istifa” çağrılarını nasıl
buluyorsunuz? Özellikle sosyal medyada yapılan bu
çağrıları?
Söyleyebilirler, bu demokratik bir haktır. İnsanlar
beğenmediklerine istifa talebinde bulunabilirler bu doğal bir
haktır. Bunda hiçbir anormallik görmüyorum. Keşke her türlü
söylemimiz işte bu demokrasi içinde kalabilse. “Hükümet istifa et”
demenin ne anlamda kötü bir tarafı olabilir ki? Daha kötü
senaryoları görmeye gerek yok. Zaten önümüzde kötü senaryolar
var.
Siz olaylara diğer güvenlik uzmanlarından farklı
bakıyorsunuz? Sizde şu var: Hükümeti seviyorsunuz ya da
korkuyorsunuz?
Profil olarak ilginç bir şey söyleyeceğim. Ben güvenlik uzmanıyım.
Bu olaylara politika karıştırmam, duygularımı karıştırırım.
Ama bu olayda politik bir durum var?
Örnek vereyim. Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarı iken A Haber’de
danışmanlık görevini yürütüyordum. Ben bir durumdan hiç vazgeçmedim
ve vazgeçmeyeceğim. İnsanlar bana baktıklarında bu adam politik
düşünüyor, politikasını ona göre belirliyor demesinden
hoşlanmayacağım. Çünkü yazılarımı okursanız ben hükümeti de
eleştiriyorum, iktidarı da eleştiriyorum, siyasi partilerin
duruşlarını da eleştiriyorum. Bunları yaparken hiçbir zaman ben
iktidarla beraber çalışacağım ya da çalışmayacağım demiyorum. Şu
anda Karar gazetesinde yazıyorum. O zaman Karar gazetesinde
yazmazdım, herkes öyle konuşuyor ya sürekli. O zaman neden Karar'da
yazıyorum ben hükümetin yanında bir yazarsam. İnsanların bu kadar
yaftalamasını anlamadım.
Karar Gazetesi kime yakın?
Yazı yazdığım yerde veya konuştuğum yerde bana tek bir müdahale
olduğunda bırakırım.
“SUCU BUCU OLARAK ANILMAYI KABUL
ETMİYORUM”
Yandaş değilsiniz yani?
Yandaşlıkla falan alakası yok. Ben bildiğimi söylemeye çalışıyorum.
Bildiğimi söylemem o gün hükümete yaramış, yok o gün MHP’ye yaramış
beni ilgilendirmiyor ki. O zaman nasıl oldu da ben aynı zamanda
Cumhuriyet gazetesinde yazdım ve A Haber'de görev aldım. Çünkü
insanlar bu durumdan rahatsızlık duymadılar, bu durumda benim için
çok mutluluk verici bir durumdu. Kimseye batmadı bu durum. Bu
durumdan vaz mı geçeyim? İdeolojik anlamda her söylediğimin
birisine yaramasını mı isteyeyim? Ben şu durumdan hoşlanmıyorum. Ya
hep hükümet karşıtıyım, ya da hep hükümet yanlısıyım, ben bu
durumdan hoşlanmıyorum. Neden böyle bir seçenek yapmak zorunda
mıyım?
Ülke biraz kutuplaştı sanırım insanları o hale
getirdiler?
Ben bunun tarafı olmayacağım. Ben doktor gibi hastalığın teşhisi ve
tedavisi ile uğraşacağım. Gelen kişinin siyasi kimliği beni hiç
ilgilendirmeyecek. Benim karşıma gelen bir hasta yok. Benim karşıma
gelen olaylar var. Bende aynen bir doktorun titizliği ile teşhisimi
koyacağım, tedaviyi yapacağım, reçeteyi yazıp bırakacağım. Ben
siyasetçi değilim, herhangi bir siyasi partiye üye de değilim.
“BİR VEKÂLET SAVAŞI
YAŞANIYOR”
Terör örgütü ne istiyor?
Bugün yaşadıklarımız bir terör olayı değildir. Terörün ötesinde bir
vekâlet savaşıdır. Ortadoğu’da ve coğrafyamızda bir vekâlet savaşı
yaşıyoruz. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran
ve Suriye dâhil olmak üzere Afganistan hepsi.
Bir de değerli yalnızlığımız var? Dış politikada sıfır
komşu?
Olmayan var mı?
Diğerleri bizim kadar değil. Avrupa da bir kenetlenme
mevcut. Batı’daki o kenetlenmeyi görüyoruz. Ama
Türkiye?
Emin misin? O yüzden mi hep birbirlerine rest çekiyorlar. Bugün
Merkel’i göz önüne alın, özellikle mülteciler konusunda Avrupa’daki
bazı ülkeler rest çekiyor. Ama para onda olduğu için kimse itiraz
edemiyor. İngiltere’nin geçen gün ki açıklamalarını gördünüz. Bakın
ülkelerin fikir ayrılığı olabilir.
Çok teşekkür ediyorum size bu röportaj için…