15 Mar 2016 13:17
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:24
Güvenlik uzmanı Mete Yarar:“2,5 milyon insan Ankara'da yürümüş olsaydı, bu bombalar patlamazdı”
Güvenlik Uzmanı ve aynı zamanda Karar Gazetesi Yazarı olan Mete Yarar, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Ankara’daki kanlı saldırıyı değerlendiren Yarar, terörü nasıl durdurabileceğimizi anlattı ve halka da bir çağrıda bulundu. İşte o röportaj!
Sol yanımız acıyor, içimiz kan ağlıyor. Kelimelerin bütünüyle
anlamını yitirdiği, sözün yine bittiği yerdeyiz. 37 masum canın ve
37 ocağa düşen ateşin dışında hayatımızda değişen bir durum yok.
Kınıyoruz, lanetliyoruz! Zaten yapabildiğimiz ve elimizden gelen
tek şey de bu. Bu haftaki konuğum tam da bu konunun uzmanlarından
olan bir isim. Sağduyusu, konuya olan hâkimiyeti nedeniyle; bu
saldırının ardından hemen aradım onu. Güvenlik Uzmanı ve Karar
Gazetesi Yazarı Mete Yarar’dan bahsediyorum. Yarar ile hem bu
saldırıyı hem de her saldırı sonrası tartışılan güvenlik zafiyeti
konusunu konuştuk. Terör, nasıl önlenir? Bu hainlere nasıl dur
denir? Ve kandan beslenmeleri nasıl önlenir? Mete Yarar bunları
anlattı.
Kimilerinin son zamanda söylediği bir söz var; “Terörle yaşamaya alışmalıyız” İşte bu açıklamaya Mete Yarar, tümden karşı çıkıyor ve “Yürüyelim” diyor. Ama bin kişi on bin kişi ile değil, “milyonlarla” diyor. Ve ekliyor: Terörle yaşamaya alışalım demek, eşinden dayak yemeye alışan bir kadının acı durumundan başka bir şeye benzemiyor…
Şimdi daha fazla uzatmadan ben aradan çekiliyor ve sizleri konunun asıl uzmanı ile başbaşa bırakıyor, sizlere de her şeye rağmen umudu kaybetmemenizi diliyorum, güneşli nice güzel günler sizlerin olsun. Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
Mete Bey, ülke olarak başımız sağ olsun diyerek başlıyorum. Şu süreçte belki de en zor olan güvenlik uzmanı olarak anılmak olsa gerek?
Güvenlik uzmanı olarak geçiyorum ama benim başka bir alanda kendime ait bir şirketim ve uğraştığım başka bir alan da var. Onlardan sadece bir tanesi güvenlik… O da maalesef 2003’ten beri yaşanan sürecin sonunda giderek zorlaşıyor. Irak’taki ikinci harekât ve Saddam’ın devrilme süreci ve ondan sonra başlayan IŞİD belası, artan terör olayları ve son geldiğimiz nokta bu. 13 yıl kafamızı kaldıramadığımız bir dönemle geçti. Hep bunu konuşmak zorunda kaldık ya da bırakıldık.
“KOMŞUNUZ AFGANİSTAN İSE PAKİSTAN GİBİ OLAYLARA GEBE KALIRSINIZ”
Bir değil iki değil, üç… Belki dördüncüsü de uzak değil… Neyi yaşıyor Türkiye. Nedir bu kara bulutların sebebi?
Bir de önlenip de bizim bilmediğimiz daha bir sürü olay var. Bu olaylar başladığında bana hep şu soru yöneltiliyor: Türkiye’de bir istihbarat zafiyeti var mı? Sorular hep bununla başlıyor. Üçüncü kez tekrarlanmasının ardındaki sebep ne diye de devam ediyorlar. Ben de diyorum ki; eğer kapı komşunuz Afganistan ise maalesef Pakistan gibi olaylara gebe kalırsınız. O nedenle kapı komşunuzu Afganistan yapmayacaksınız ve karşınızda oluşacak olan riskleri bileceksiniz. Bugün yaşadığımız süreç aslında öncelikle Irak’tan başlayan daha sonrada Suriye’ye sirayet eden bir olayın bize etkileri. 1200 km’lik sorunlu bir sınır hattınız varsa ve karşınızda artık devlet diyemeyeceğiniz devletçikler oluşmuşsa maalesef bu sorunlar kaçınılmaz. Peki, bu sorunları Türkiye mi yarattı? Yani 2003’te Irak’a müdahale eden Türkiye miydi? 2003’te demokrasi adına gelip daha sonra bu kadar IŞİD’i yaratıp giden coğrafyada sorunlu biz miydik? Hayır değildik ama komşu olunca maalesef çok ağır bedelleri ödüyorsunuz. Hatırlayın 1991 yılında ilk Körfez Harekâtı sırasında biz bu sürecin aynısını yaşamıştık. 300 bine yakın insan Türkiye’ye sığınmıştı, 1991’den 2003’e kadar güvenli bölge adında iki tane bölge oluşturuldu ve insanlar orada yaşamıştı. Biz ülkemizde yıllarca bunu yaptık ve o yaratılan yerde bir Kandil yaratılmıştı ve Kandil’in aynısı Türkiye’de olmuştu. Yıl 1991 ve 2016 süreçler benziyor mu? Bence evet birebir aynı… Peki, Türkiye savaşın içinde miydi? Hayır. 2003’te Irak savaşı başladığında Türkiye’nin içerisinde olmasının istenildiği ve Meclis’te reddedilen bir tezkere hatırlıyor musunuz? Peki, biz Irak’a hiç girmedik ve uğraşmadık, hiç orada olmadığımız halde yine Irak’tan yaratılan sorunların bedelini Türkiye ödemedi mi? Fazlası ile ödedi. Bugün yaşadığımız sorunların temeli de maalesef bu.
“TÜRKİYE PAKİSTAN OLMASIN DİYE MÜCADELE ETMELİYİZ”
Bu ne anlama geliyor?
Yani yanı başımızda bir yerlerde birileri yangın çıkartıyor ve bu yangının etkilerini ve sıcaklıklarını ülke olarak istesek de istemesek de, uzak dursak da durmasak da yaşıyoruz ve yaşayacağız. Maalesef bizim ülke sınırlarımızın dibi bugün Afganistan oldu ve bunu kabul edeceğiz ve ona göre de tedbirlerimizi alacağız. Türkiye’nin Pakistan olmaması için elimizden geleni yapacağız.
“EĞER SİZ MİLYON OLUP SOKAKLARDA YÜRÜMEZSENİZ…”
Ne yapacağız ya da ne yapabiliriz mesela?
Bana gelen sorulardan biri de şu: Türkiye’de olan bir olay için, tüm dünya liderleri neden Avrupa’da olan bir olaya verdikleri o sert tepkiyi vermiyorlar? Niye Türkiye’ye gelip, Türkiye’de sokaklarda yürümüyorlar? Ben de diyorum ki; sizin yürümediğiniz sokakta niye bir başkası gelsin de yürüsün. Bugüne kadar Ankara saldırısı ve İstanbul’daki Sultanahmet saldırısı olmak üzere tüm saldırıların ardından yürüyen insan sayısını toplayın kaç kişi yapar Allah aşkına? İki milyonun yürüdüğü bir yerde dünya da gelir sizinle beraber yürür ama siz yürümezseniz kimse de gelip size eşlik etmez.
Yürümek neyi değiştirebilir ki, mesela biz yürüdük bu neye çözüm olacak, Fransa’da da yürüdü milyonlar ve liderler ne değişti ki? Yani biz yürüyünce o kanlı örgüt, “Bak bunlar yürüyor, artık bomba patlatmayalım mı” diyecek?
Çok şey değişir ve çok şeyi değiştirir. Terör örgütü neden bir eylem yapar? Bir amacı olmadan sadece psikopatlık olsun diye bir eylem yapar mı? Amaç insanları korkutmak, tedirgin etmek, insanları korkuttuğunuz anda ikinci bir eyleme de zemin hazırlarsınız.
İyi de insanlar zaten korkar hale geldi bile. Kalabalık ortamlarda hep birbirlerine şüphe ile bakar oldu. Toplu taşıma araçlarına binen her on kişiden beşinin kafasında “Ya burada da bir saldırı olursa” korkusu eminim ki vardır!
O zaman tek tek mi öleceğiz? Bakın dünyada klasik anlamda baktığınızda bu işi çözmek ve örgütleri vazgeçirmenin en kolay yöntemlerinden bir tanesi halkın terör eylemleri ile arasına mesafe bırakması ve bunu lanetlemesidir. Örnek; ETA’nın silah bırakma süreci. Bu sürece baktığınızda ETA’nın eylemlerinden bunalan ETA’nın en güçlü olduğu Katalan bölgesinde yürüyüşler yapılmıştır. Türkiye’nin her yerinde bombalar patladı biliyorsunuz, her yerde yüzlerce insanımız yaşamını yitirdi. Türkiye’nin bir terör ülkesi haline dönüştürülmek istendiği bir süreci yaşıyoruz ve “şurası daha güvenilir” deme şansına sahip değiliz. O nedenle size karşı dayatılmak istenen neyse onun karşısına çıkmalıyız. Size terörle yaşamayı dayatıyor mu bu teröristler. Evet dayatıyor. Siz de işte buna karşı çıkacaksınız.
“TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞACAĞIZ DEMEK, EŞİNDEN BİR KADININ DAYAK YEMEYİ KABUL ETMESİNE BENZER”
Tam da bu noktada Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi'nin 'terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor' sözlerini hatırlatmak istiyorum size. Epeyce tepkiye neden oldu o sözleri çünkü.
Bu çok talihsiz bir bakış açısı. Belki başka bir şey söylemek istedi ve yanlış anlaşıldı kendisi ama ben bu bakışa tümden ve hepten karşıyım. Bu şuna benzer; eşinden dayak yiyen kadının dayağı kabullenmesi gibi bir şey. Çünkü aslında terör, size yaşam şartlarınızdan vazgeçmenizi ve korkmanızı bu korkuyla yaşamınızı ve gelecekle ilgili planlarınızdan vazgeçmenizi ister. Aynen eşinden dayak yiyen kadın gibi! Yani hem içine kapanır ve hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz hem de hayat ıstıraba dönüşür. Eşinin dayağından vazgeçen kadının tepkisi neyse siz de onu yapmalısınız. Kafanızı kaldırmak zorundasınız ve şunu demelisiniz; “Arkadaşım sen bana bu eylemi yaptığında ne siyasal bir amaca ulaşabilirsin ne de beni korkutabilirsin” Bakın teröristler tek tek yakalarlar. Bir grupla mücadele etme şansına sahip değillerdir. Ama siz Türkiye’de baktığınızda şunu görüyorsunuz, maalesef Ankara’da terör saldırısı yapan bir intihar bombacısının evine taziyeye gidiyorsunuz, biz bunları yaşıyoruz. Bu talihsizliklerin yaşandığı ortamın içinde ne tepkisi veriliyor, hiçbir tepki verilmiyor.
“TERÖRİSTİ ALLAYIP PULLAYAN YAPIDA OLDUĞUMUZ SÜRECE BİRLEŞME ŞANSINIZ OLAMAZ”
Bugün Türkiye’nin terör konusundaki en büyük sorunu terör konusunda insanların birbirinden farklı düşünmesi. Örnek vereyim ben size; kiminin gerillası var, kiminin devrimci savaşçısı var, kiminin cihatçısı var, kiminin de başka bir şeyi. Bu kadar teröristi allayıp pullayan yapıda olduğumuz sürece birleşme şansımız yok. Terörü silahla yapmaya çalışan bir gruba sempati duymanın vicdani rahatsızlığını hissetmiyorsanız size hukuken de yapacak hiçbir şey yok. Sosyal medyaya baktığınızda teröre bu kadar sempati duyan insanları görünce kanımız donuyor. Bir tane bomba patlıyor ve sosyal medyada yazılanları görünce on bin defa ölüyorsunuz. İnsanlar önce vicdanlarında terörü bitirecek. 37 insanımızın ölümünden kim ne beka sağlayabilir, bunu hiç vicdanen sorgulayan bir gruba sahip miyiz? O zaman şunu söylüyorum normal hayatımız içinde terör ya da teröriste bakışınız net olacak. Silahı elinden alınmış olan bir kişiyi silahından vazgeçirmek değil, silahı almaya gidecek adamı vazgeçirmek asıl önemli ve zor olan.
“ANKARA’YI SEÇİYORLAR ÇÜNKÜ…”
Neden hep Ankara?
Siyasi. Biz sizin Başkentinizin tam ortasına gelip size bunu yapabiliyoruz deyip gözdağı vermek. Dünyanın her tarafında böyledir bu. Taliban gidip Kabil’i bombalar, Londra bombalanır, Paris bombalanır, Pentagon bombalanır. Her eylemin bir siyasi hedefi vardır.
Bu niye bu kadar kolay? Başkent göbeğine, tam kalbimizin orta yerine ellerini kollarını sallayarak nasıl girebiliyorlar. Biz bu kadar aciz miyiz? Demek ki bir yerde bir zafiyet var.
Evet, zafiyet kısmına gelelim. Önce sorular sıralamak lazım, bu soruya yanıt verebilmek için. Bu eylemlerin ana kaynağı neresi? Türkiye’ye gelen bombalar nereden geçiyor ve eğitimler nerede veriliyor? Bütün lojistiğin geçtiği yer neresi? Adres hep aynı yere çıkıyor, Suriye. Peki, ben size şunu söyleyeyim, bir istihbarat birimi tek başına filtre görevi yapabilir mi, tek başına bütün önlemleri engelleyebilir mi? Her bir istihbarat birimini ele aldığınızda araya bir filtre koyarsınız. Normalde sınırınızın karşısında başka bir devlet olduğunda çift filtre vardır. Oranın kaçırdığınızı siz, sizin kaçırdıklarınızı onlar yakalar ama karşınızda bir devlet yok maalesef. Siz tek başınıza bunu yapmaya çalışırsanız zaman zaman bunları yaşamak zorunda kalırsınız. Çünkü Suriye’de şu an muhatap olabileceğiniz bir devlet yok. Halep’in kontrolü, PYD’nin kontrolü kimde belli değil.
“MİT’İN GÖREV KAPSAMI BİLİNMEDİĞİ SÜRECE DAHA BUNU ÇOK TARTIŞIRIZ”
Peki MİT’in, devletin güvenlik örgütlerinin burada hiç mi bir zafiyeti yok, hiç mi eleştirilebilir bir nokta yok?
İstihbarat birimlerinin görevini ve emniyet birimlerinin görevini iyi bilmek lazım. İstihbarat birimlerinin görevi operasyonel anlamda sahadaki her şeyi kontrol etmek midir? Yoksa bir olayın istihbarat bilgisini paylaşmak mı? Türkiye’de bu karışıklık olduğu sürece biz bu tartışmaları daha çok duyarız. Türkiye’de özellikle MİT’in görev kapsamına baktığımızda istihbaratın sağlanması ve bunun yerel emniyet birimlerine aktarılmasıyla sorumludur. Operasyonel anlamda operasyonun bitirilmesi ile sorumlu değildir MİT.
Ama bu 3 ayrı saldırıda gösteriyor ki; hiçbir istihbarat sağlanamamış…
Hayır, hepsi verilmiş.
“SORGULADIĞINIZDA DİREKT YAFTALANIYORSUNUZ”
Verilmiş de bu saldırı neden önlenememiş?
Bakın bunu bir örnekle anlatayım, daha rahat anlarsınız. Mahallenizde bir tane adamın hırsızlık yapacağını biliyorsunuz ve mahallenizde 1500 kişi oturuyor. Takip ediyorsunuz bunu ve diyorsunuz ki hırsızlık yapacak kişi tek kişi. 1/70 boyunda, siyah saçlı, erkek, sakallı ve mavi gözlü. Sizin verdiğiniz bilgi budur. Sizin göreviniz artık bu adamı bulmak ve yakalamaktır. Bunu yakalaması gereken MİT midir yoksa yerel emniyet birimleri mi? Türkiye’de neyi tartışamıyoruz biliyor musunuz, süreçleri sorgulamadığımız için süreçte kimlerin hata yaptığınız da söylemiyoruz. Çünkü o kadar bölünmüşüz ki, süreçleri sorgulamaya başladığımızda anında sana şu söyleniyor. Sen PKK yandaşı mısın? Ya da aksi, “Sen zaten iktidar yalakasısın, hiç istihbaratı suçlayamıyorsun” Anlayacağınız direkt saçma sapan yaftalanıyorsun.
Suçlu kim ya da kimler?
Yanlış olan böyle bir süreçte suçlu aramak. Az önce de dediğim gibi süreçleri sorgulayamıyoruz. Biz şunu yapıyoruz. Ya toptan hepimiz iyiyiz ya da toptan kötüyüz. Hangisinin işini iyi yapıp yapmadığını sorgulamadığınız sürece işini iyi yapan adamlar da arada kaynayıp gidiyor. MİT görevini yaptı mı yapmadı mı ben bunu bilmiyorum ki! Emniyet yapıp yapmadı mı? Bunu da bilmiyoruz. O nedenle suçlu da arada kaynayıp gidiyor.
“BU TARTIŞILABİLİR”
Saldırının ertesi günü kameralar karşısına geçen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, "Aylardır Ankara'nın Emniyet Müdürü yok. Bu nasıl bir hükümet? Tüm ülkelerin istihbarat örgütleri ülkemizde geziyor" dedi. Ve sonrasında bir atama gerçekleşti. Emniyet müdürünün saldırı sonrası atanması tartışılabilir bir durum olsa gerek?
Vekâleten görevi yapmak, görevi daha az yapıyor, eksik yapıyor anlamına gelmiyor. Aynı yetki ve sorumlulukta yapılır. Ancak şu eleştiri de haklı; neden hala atanmamış bir emniyet müdürü vardı? Ama vekâleten görev yapan adam ucundan tutar, beceremez anlamına gelmiyor bu. Bir önceki emniyet müdürü de Ankara’daki daha önceki patlamadan dolayı görevden alınmıştı. Bir şeyin başına oturuyorsanız o şeyin de sorumluğunu almalısınız.
İçişleri Bakanı’nı da “Görevden al” diye seslendi Başbakan Davutoğlu’na Kılıçdaroğlu. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
O zaman gensoru verecekler. Ama sayısal çoğunluk olmadığı için de reddedilecek.
Diyelim başka bir ülkede normal şartlarda birisinin kafasına branda düşse bile istifa mekanizması işliyor. Bizim ülkemizde niye böyle bir istifa mekanizması yok. Ya da niye hiç özeleştiri yapılmaz. “Biz de burada hatalıyız arkadaşlar” demezler. Siz hiç şahit oldunuz mu böyle bir şeye?
Oldum. Buna benzer olaylar olmuştur. Nasıl oldu, işte en son Ankara’da patlamasından sonra emniyet müdürünü görevden aldılar. Yani sıkıntı var dediler, şu konular da eksiklikler var dediler ve bu konulardan sorumlu olan kişiyi görevden aldılar.
Kınamanın ötesine geçilemiyor her defasında. Sadece kınıyoruz. Klasik her defasında Bakanlar Kurulu toplanıyor. Liderler görüşüyor, birbirlerinden randevu istiyorlar. Bunun ötesi yok. Peki, bir tık ilerisi ne olabilir?
Peki, siyasileri anladım. Siyasiler birleşemiyor. Toplum birleşiyor mu?
“HALKIN KUTUPLAŞMASI SİYASETİ CESARETLENDİRİYOR”
Toplumda da bir kutuplaşma var ama.
Siyasallaşma ya da siyasetin sağladığı kutuplaşmayı halk yapıyor, halkın arasındaki kutuplaşma da siyaseti bu kadar cesaretlendiriyor.
“BUGÜNKÜ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜN SEBEBİ SİYASET DEĞİL, TOPLUM”
Siyasiler yapıyor o kutuplaşmayı bence…
Yok. Dünyanın her tarafında toplum asıl yönlendirici ve yöneticidir. Oy veriyorsun oy verdiğinde birilerini iktidara getiriyorsun veya getirmiyorsun. Eğer iktidara getireceğin adamın o şekilde olmasını istemiyorsan vermezsin oyunu. Demek ki sen cesaretlendiriyorsun. Bugünkü bölünmüşlüğün sebebi siyasetin toplumu bölmesi değil, toplumun da siyasetin bölünmesine fırsat vermesi. Bakın bu bir ülke meselesidir. Bu işin AK Parti’si, CHP’si, MHP’si, HDP’si olmaz. Gelin her beraber birleşelim diyebileceğiniz kaç tane örnek var Türkiye’de?
“ÖLÜMDE BİLE BİRLEŞEMİYORSAK NEREDE BİRLEŞECEĞİZ?”
Şu tabloda maalesef yok gibi.
Eğer insanların ölümleri bizleri birleştiremiyorsa, acılar bizi birleştiremiyorsa, nerde birleşeceğiz? Gördün bugün hayatını kaybedenlerin çoğu da gençler. İşinden evine gidenler, gülen çocuklar, maçtan çıkmış insanlar masum insanlar… Bu insanların ölümünden sonra bile bir anlam katamıyorsanız, ne zaman katacaksınız ya? Bakın o kadar güzel bir örnek ki bu birleşmek için, akıllanmak için, bunu göremiyorsak bunu da yapamıyorsak ne yapacağız? Bunun için bana siyasetçinin emir mi vermesi gerekiyor? Bana herhangi bir parti lideri uzlaşın dediği için mi uzlaşacağım, yoksa insanlığımı ben kendim mi hatırlayacağım.
Tamam gerçek bu da siyasilerin de bir önlem alması gerekiyor, bizi yönetenlerin bu konuda bir inisiyatif alması gerekmiyor mu? Halk ne yapabilir?
Bakın ben şunu söylemeye çalışıyorum, halk eline silah alsın gitsin nöbet yeri filan beklesin demiyorum.
“2,5 MİLYON İNSAN ANKARA’DA YÜRÜMÜŞ OLSAYDI, BU BOMBALAR PATLAMAZDI”
Yeni saldırılar bekliyor musunuz? Yine bombalar patlayacak mı?
Patlamayacak. Bir sonraki eylem patlamayacak. Bir önceki patlamanın tepkisini vermeyen toplum aslında bir sonraki patlamanın zeminini sağlamış oluyor. Yani 2,5 milyon insan Ankara’da yürümüş olsaydı, sizce bir örgüt cesaret bulup tekrar bomba patlatır mıydı? Yoksa her saldırıdan sonra daha da bölündüğünüzü daha da parçalandığınızı daha da korkak göründüğünüzde mi bir saldırı daha yapar? Bunu mantıken düşünün. Bunu örgüt olarak değil hayatınıza adapte ederek düşünün. Sokağınızda bir tane çete var, bu çeteyle mücadele etmek için hepiniz evinize girdiğinizde mi kendini geri çeker yoksa o çeteyle hep beraber o sokakta mücadele ettiğinizde mi geri çekilir.
İnsanlar artık olası bir eylem yüzünden kalabalığa giremiyor ki.
Korkuyorsanız o zaman yapacak bir şey yok. Bakın bu işin psikolojik boyutunu önemsemediğiniz müddetçe yapamazsınız. Şu sorunun cevabını hep birlikte bulalım, üniversite 2. sınıfa giden bir öğrenci otobüse binmeye çalışan 37 insanı öldürerek ne katledeceğini ve bundan ne bulacağını bilerek gider. Üniversite 2. sınıf öğrencisini motive eden taraf nedir?
Her halde kendini kahraman olarak görmüştür, örgüt öyle motive etmiştir… Yani demem o ki kandırılmıştır…
İşte dediğim yere geldik. İşin psikolojik boyutuna geldik. Önemli olduğunu hissettiriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Bir öncesindekinde adamın fotoğraflarını izlediniz. Gidip evinde taziye ziyaretleri yaptınız. Adamı ölümsüzleştirdiniz. Bunu gören, bu tabloyu değiştirmediğiniz müddetçe, psikolojik boyutla uğraşmadığınız müddetçe yapacağınız çok da bir şey yok. Hep söylüyorum, terörün önlenmesi için uygulayacağınız tüm yöntemlerin neredeyse tamamına yakını psikolojiktir.
Türkiye şu anda sadece PKK ile değil IŞİD gibi daha birçok kanlı örgütle mücadele eder durumda? Neden kirli elleri üzerimizde?
Orda bir bataklık var. Bu bataklığın içerisinde siz hangisine yetişebileceğinize karar verebiliyor musunuz?
Türkiye’nin izlediği dış politika bu noktada çok tartışılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Peki, 2003’teki olaylar sırasında Türkiye Irak’tan uzak durdu. Ne fark etti? Bir olaya girmemiş olmanız veya uzak durmuş olmanız sizi korumuyor diyorum. Ben size onu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye 2003’teki operasyonlara katılmadı, ama Kandil’den dolayı çekmediği ıstırap kalmadı. Bugün için Türkiye fiili anlamda girmemiş olsa girmiş olması arasındaki fark nedir bana söyler misiniz? Yangını Türkiye mi çıkardı? Bu karışıklığın sebebi Türkiye mi? Türkiye’nin yanlış politikaları yok mu? Var ama ben de şunu söylemeye çalışıyorum .Yanlış politikaların büyüklüğü Suriye’deki savaşı mı başlattı? Onu söylemeye çalışıyorum. Yani Türkiye’deki iç savaşın başlaması süreci, Arap Baharı sürecini başlatan denge Türkiye miydi? Bu kadar güçlü müydü Türkiye? Başka bir örnek vereyim çok uzağa gitmeyeyim, Libya’da şu an büyük bir bela var mı? Var. Ve hala devam ediyor hatta fiili anlamda devam ediyor. Libya sürecin böyle işlemesini istemedi .Türkiye, NATO dahil olmak üzere bir çok şeyin planlanmasını engelledi. Türkiye, Libya’ya askeri müdahalenin önlenmesi için her tarafta konuşma yaptı. Hani işte savaş istemiyordu Türkiye… Önleyebildi mi Libya’yı?
“ESAD'I SİLME KARARI ÇOK ERKEN ALINDI”
Suriye politikasının hiç mi eleştirilebilir yanları yok?
Benim Suriye politikasında eleştirdiğim konular var. Net olarak söylüyorum. Başlangıç itibarıyla eleştirdiğim en önemli konuyu söyleyeyim, Türkiye iki tarafı da masada tutacak kadar tarafsız kalabilirdi. Çünkü o dönemde Suriye devletiyle de iyiydi, oradaki Müslüman Kardeşler grubuyla da iyiydi. Kenara çekilip ortada kalabilseydi belki savaşın bu kadar genişlemesine zaman kalmazdı. Bugün çünkü iki tarafı bir araya getirebilecek ve uzlaştırabilecek kimse kalmadı. Türkiye bundan vazgeçmeyebilirdi. Çok erken Esad’ı silme kararı aldı. Yani bu kadar erken Esad’ı silme kararı almayabilirdi. Evet mazlumun yanında olabilirsiniz, mazlumun yanında olma hakkınız var ama mazlumun yanında olmanız bazen sorunu net olarak çözmüyor. Bazen kenara çekilip her iki tarafı da uzlaştırmak çok daha makul ve mantıklı hareket olabiliyor.
“YAYIN YASAĞINA KIZAMIYORUM ÇÜNKÜ…”
Her olaydan sonra derhal yayın yasağının gelmesini nasıl değerlendirirsiniz?
Ben Fransa saldırısından sonra Paris’e gittim, gerçekten ne yapıyorlar diye baktım. Hiçbir şey yapmıyorlar. Çünkü otokontrolü, toplum zaten kendisi uyguluyor. Yayın yasağına filan gerek kalmıyor. Hiçbir yerde parçalanmış ceset görüntüleri görmedim. Büyük yangınlar, büyük patlamalar görmedim hiçbir gazetede veya televizyonda. Evet, olayı çok iyi tartışıyorlar ama nasıl tartışıyorlar biliyor musunuz? Makale makale… Fikri olarak tartışıyorlar, görsellikten zevk almıyorlar. Biz görüntüyü verip hiçbir şeyi tartışmıyoruz. Keşke tartışabilsek, süreci tartışabilsek, sürecin içinde olan hataları tartışabilsek…
“SANSÜRDEN ÇOK İNSANLARIN VİCDANİ BİR SÜZGECE İHTİYACI VAR”
Sokağın ortasında ben gittiğimde asker vardı mesela hala geziyor Paris’te. Dörtlü bir kol halinde uzun namlulu silahlarıyla geziyorlar. Bütün gazetelere, bütün televizyon programlarına baktım bir tane kanlı görüntü görmedim. Türkiye kendi otokontrolünü kurarsa zaten sorun kalmaz. Özellikle terörle mücadele konusunda sansürden çok insanların vicdani bir süzgece ihtiyacı var. Bu vicdani süzgeci biz çoktan kaybettik aramızda. Birisi öldüğünde etnik ve mezhepsel kimliğine bakarak fikir söylemeye başladık.
“SİLAHLA ARALARINA MESAFE KOYAMADILAR”
HDP’nin süreçteki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Ben başlangıç itibarıyla ikiye bölüyorum bu olayı. Birincisi çözüm sürecinin bitmesi ve bitmemesi… Sizce HDP’nin silahlı bir örgüte silahını bıraktırmak için zorlama kabiliyeti var mıdır? Yoktur. Bununla ilgili çok da fazlasıyla baskı kuruldu. Yani siz HDP olarak bunu beceremediniz diye çok üstlerine gittiler. Ben buna karşıyım. Böyle bir güçleri yok. O süreçte mesela Gülten Kışanak vardı. Kışanak gidip, örgüte siz silah bırakacaksınız deme şansına sahip değil. Burada bir hata yok. Ama şurada hata var. Silahlı unsurla teşvik edecek buluşmalara, konuşmalara girmemeleri lazım. Silah bıraktıramayabilirsiniz ama en azından silahı teşvik etmezsiniz. Ben ikiye ayırıyorum. Çok fazla şey istiyorsunuz, bu fazla şeylerin onlar tarafından yapılması mümkün değildir. Ama yapabileceklerini de yapmadılar. Ben orada eleştiriyorum. Silahla aralarına mesafe koyamadılar.
“DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASINDAN YANAYIM”
Dokunulmazlıklar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dünyanın her yerinde terörle alakası olduğu anlaşılan herkesin dokunulmazlığı kaldırılıyor. Ben spesifik anlamda parti kapatmaktan çok terörle bir şekilde alakalı teröre bulaşmış insan varsa dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.
Akit Gazetesinin attığı manşet de çok tartışıldı. “Ya başkanlık ya kaos” Bugünkü olayla ilgili okuyunca ne hissettiniz? Türkiye’deki gazeteler de bu olaylara enteresan bakıyor?
Öyle çok bölündük ki, o kadar paramparça olduk ki bu kadar paramparça olayın içerisinden ben size 20 tane manşet sayarım. O manşetlerin aslında nasıl bize zarar verdiğini fark etmiyoruz. Terör konusunda attığımız manşetin nereye gidebileceğini bilecek kadar keşke vicdani bir toplum olabilseydik. İnsanlar manşet atabilir, ama o manşetler karşılık buluyor. Beni üzen tarafı o. Ben de çıkarım şimdi televizyona her türlü atar tutarım ama bu kime ne fayda sağlayacak? Dünyada şu anda radikalizm yükseliyor. ABD seçimlerine bakın belki de en radikal adam şu seçimlerde başkan olacak. Fransa ve Almanya seçimlerine de baktığınız da radikalizm, ırkçılık karşıtlığı şu anda üst seviyeye gelmiş durumda. Ben çıksam televizyona ağır bir şeyler söylesem herkes beni alkışlasa benim söylediklerim mi daha tehlikeli? Yoksa o bütün alkışlayanların beni cesaretlendirmesi mi daha tehlikeli?
Alkışlayanlar bence…
Bende onu söylüyorum. Manşet atabilirsiniz ama o manşeti alkışlayanların sayısı çok gelmeye başladığında beni ürküten manşet atan değil ona destek verenlerin sayısının çoğalmasıdır.
Bundan daha kötüsü ne olabilir, beklentiniz ne. Türkiye nereye yürüyor ve bundan sonra bizi neler bekliyor? En kötü senaryonuz ne?
Ben kötü senaryo söylemem. Çünkü kötü senaryo söylediğinizde bu işin gideceği boyut farklı olur. Zaten insanlar ürkmüş bir durumda ve farklı durumlara gitmiş durumdalar. Ben bu işin nasıl çözülebileceğini söyleyebilirim. Önümüzde iki tane çok net bir örnek var. Etnik ve mezhepsel anlamda ve ideolojik anlamda çok bölünmüş ülkeleri görmek istiyorsanız dönün Irak’a bakın dönün Suriye’ye bakın. Suriye’deki rakamları hatırlıyor musunuz? 450 bin insan hayatını kaybediyor. 11 milyon insan mülteci durumuna düşmüş. Ülkenin toplam nüfusu zaten 23-24 milyondu, yarısını kaybetmiş. Bu örnekler önümüzdeyken bölünmenin faydası olmadığını göremiyorsak daha bizi ne uyandırabilir ki? Ben Brezilya’dan Suriye’ye bakmıyorum ki. Ben bir şekilde gittiğim gezdiğim akrabalık ilişkisi olduğum bir ülkeye bakıyorum. Eğer onların acısı bana ders vermiyorsa söyleyecek söz yok.
“İSTİFA ÇAĞRISI DEMOKRATİK BİR HAKTIR”
Belli ki bizde istifa mekanizması diye bir şey yok. Peki, her saldırı sonrası “Hükümet istifa” çağrılarını nasıl buluyorsunuz? Özellikle sosyal medyada yapılan bu çağrıları?
Söyleyebilirler, bu demokratik bir haktır. İnsanlar beğenmediklerine istifa talebinde bulunabilirler bu doğal bir haktır. Bunda hiçbir anormallik görmüyorum. Keşke her türlü söylemimiz işte bu demokrasi içinde kalabilse. “Hükümet istifa et” demenin ne anlamda kötü bir tarafı olabilir ki? Daha kötü senaryoları görmeye gerek yok. Zaten önümüzde kötü senaryolar var.
Siz olaylara diğer güvenlik uzmanlarından farklı bakıyorsunuz? Sizde şu var: Hükümeti seviyorsunuz ya da korkuyorsunuz?
Profil olarak ilginç bir şey söyleyeceğim. Ben güvenlik uzmanıyım. Bu olaylara politika karıştırmam, duygularımı karıştırırım.
Ama bu olayda politik bir durum var?
Örnek vereyim. Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarı iken A Haber’de danışmanlık görevini yürütüyordum. Ben bir durumdan hiç vazgeçmedim ve vazgeçmeyeceğim. İnsanlar bana baktıklarında bu adam politik düşünüyor, politikasını ona göre belirliyor demesinden hoşlanmayacağım. Çünkü yazılarımı okursanız ben hükümeti de eleştiriyorum, iktidarı da eleştiriyorum, siyasi partilerin duruşlarını da eleştiriyorum. Bunları yaparken hiçbir zaman ben iktidarla beraber çalışacağım ya da çalışmayacağım demiyorum. Şu anda Karar gazetesinde yazıyorum. O zaman Karar gazetesinde yazmazdım, herkes öyle konuşuyor ya sürekli. O zaman neden Karar'da yazıyorum ben hükümetin yanında bir yazarsam. İnsanların bu kadar yaftalamasını anlamadım.
Karar Gazetesi kime yakın?
Yazı yazdığım yerde veya konuştuğum yerde bana tek bir müdahale olduğunda bırakırım.
“SUCU BUCU OLARAK ANILMAYI KABUL ETMİYORUM”
Yandaş değilsiniz yani?
Yandaşlıkla falan alakası yok. Ben bildiğimi söylemeye çalışıyorum. Bildiğimi söylemem o gün hükümete yaramış, yok o gün MHP’ye yaramış beni ilgilendirmiyor ki. O zaman nasıl oldu da ben aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinde yazdım ve A Haber'de görev aldım. Çünkü insanlar bu durumdan rahatsızlık duymadılar, bu durumda benim için çok mutluluk verici bir durumdu. Kimseye batmadı bu durum. Bu durumdan vaz mı geçeyim? İdeolojik anlamda her söylediğimin birisine yaramasını mı isteyeyim? Ben şu durumdan hoşlanmıyorum. Ya hep hükümet karşıtıyım, ya da hep hükümet yanlısıyım, ben bu durumdan hoşlanmıyorum. Neden böyle bir seçenek yapmak zorunda mıyım?
Ülke biraz kutuplaştı sanırım insanları o hale getirdiler?
Ben bunun tarafı olmayacağım. Ben doktor gibi hastalığın teşhisi ve tedavisi ile uğraşacağım. Gelen kişinin siyasi kimliği beni hiç ilgilendirmeyecek. Benim karşıma gelen bir hasta yok. Benim karşıma gelen olaylar var. Bende aynen bir doktorun titizliği ile teşhisimi koyacağım, tedaviyi yapacağım, reçeteyi yazıp bırakacağım. Ben siyasetçi değilim, herhangi bir siyasi partiye üye de değilim.
“BİR VEKÂLET SAVAŞI YAŞANIYOR”
Terör örgütü ne istiyor?
Bugün yaşadıklarımız bir terör olayı değildir. Terörün ötesinde bir vekâlet savaşıdır. Ortadoğu’da ve coğrafyamızda bir vekâlet savaşı yaşıyoruz. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran ve Suriye dâhil olmak üzere Afganistan hepsi.
Bir de değerli yalnızlığımız var? Dış politikada sıfır komşu?
Olmayan var mı?
Diğerleri bizim kadar değil. Avrupa da bir kenetlenme mevcut. Batı’daki o kenetlenmeyi görüyoruz. Ama Türkiye?
Emin misin? O yüzden mi hep birbirlerine rest çekiyorlar. Bugün Merkel’i göz önüne alın, özellikle mülteciler konusunda Avrupa’daki bazı ülkeler rest çekiyor. Ama para onda olduğu için kimse itiraz edemiyor. İngiltere’nin geçen gün ki açıklamalarını gördünüz. Bakın ülkelerin fikir ayrılığı olabilir.
Çok teşekkür ediyorum size bu röportaj için…
Kimilerinin son zamanda söylediği bir söz var; “Terörle yaşamaya alışmalıyız” İşte bu açıklamaya Mete Yarar, tümden karşı çıkıyor ve “Yürüyelim” diyor. Ama bin kişi on bin kişi ile değil, “milyonlarla” diyor. Ve ekliyor: Terörle yaşamaya alışalım demek, eşinden dayak yemeye alışan bir kadının acı durumundan başka bir şeye benzemiyor…
Şimdi daha fazla uzatmadan ben aradan çekiliyor ve sizleri konunun asıl uzmanı ile başbaşa bırakıyor, sizlere de her şeye rağmen umudu kaybetmemenizi diliyorum, güneşli nice güzel günler sizlerin olsun. Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
Mete Bey, ülke olarak başımız sağ olsun diyerek başlıyorum. Şu süreçte belki de en zor olan güvenlik uzmanı olarak anılmak olsa gerek?
Güvenlik uzmanı olarak geçiyorum ama benim başka bir alanda kendime ait bir şirketim ve uğraştığım başka bir alan da var. Onlardan sadece bir tanesi güvenlik… O da maalesef 2003’ten beri yaşanan sürecin sonunda giderek zorlaşıyor. Irak’taki ikinci harekât ve Saddam’ın devrilme süreci ve ondan sonra başlayan IŞİD belası, artan terör olayları ve son geldiğimiz nokta bu. 13 yıl kafamızı kaldıramadığımız bir dönemle geçti. Hep bunu konuşmak zorunda kaldık ya da bırakıldık.
“KOMŞUNUZ AFGANİSTAN İSE PAKİSTAN GİBİ OLAYLARA GEBE KALIRSINIZ”
Bir değil iki değil, üç… Belki dördüncüsü de uzak değil… Neyi yaşıyor Türkiye. Nedir bu kara bulutların sebebi?
Bir de önlenip de bizim bilmediğimiz daha bir sürü olay var. Bu olaylar başladığında bana hep şu soru yöneltiliyor: Türkiye’de bir istihbarat zafiyeti var mı? Sorular hep bununla başlıyor. Üçüncü kez tekrarlanmasının ardındaki sebep ne diye de devam ediyorlar. Ben de diyorum ki; eğer kapı komşunuz Afganistan ise maalesef Pakistan gibi olaylara gebe kalırsınız. O nedenle kapı komşunuzu Afganistan yapmayacaksınız ve karşınızda oluşacak olan riskleri bileceksiniz. Bugün yaşadığımız süreç aslında öncelikle Irak’tan başlayan daha sonrada Suriye’ye sirayet eden bir olayın bize etkileri. 1200 km’lik sorunlu bir sınır hattınız varsa ve karşınızda artık devlet diyemeyeceğiniz devletçikler oluşmuşsa maalesef bu sorunlar kaçınılmaz. Peki, bu sorunları Türkiye mi yarattı? Yani 2003’te Irak’a müdahale eden Türkiye miydi? 2003’te demokrasi adına gelip daha sonra bu kadar IŞİD’i yaratıp giden coğrafyada sorunlu biz miydik? Hayır değildik ama komşu olunca maalesef çok ağır bedelleri ödüyorsunuz. Hatırlayın 1991 yılında ilk Körfez Harekâtı sırasında biz bu sürecin aynısını yaşamıştık. 300 bine yakın insan Türkiye’ye sığınmıştı, 1991’den 2003’e kadar güvenli bölge adında iki tane bölge oluşturuldu ve insanlar orada yaşamıştı. Biz ülkemizde yıllarca bunu yaptık ve o yaratılan yerde bir Kandil yaratılmıştı ve Kandil’in aynısı Türkiye’de olmuştu. Yıl 1991 ve 2016 süreçler benziyor mu? Bence evet birebir aynı… Peki, Türkiye savaşın içinde miydi? Hayır. 2003’te Irak savaşı başladığında Türkiye’nin içerisinde olmasının istenildiği ve Meclis’te reddedilen bir tezkere hatırlıyor musunuz? Peki, biz Irak’a hiç girmedik ve uğraşmadık, hiç orada olmadığımız halde yine Irak’tan yaratılan sorunların bedelini Türkiye ödemedi mi? Fazlası ile ödedi. Bugün yaşadığımız sorunların temeli de maalesef bu.
“TÜRKİYE PAKİSTAN OLMASIN DİYE MÜCADELE ETMELİYİZ”
Bu ne anlama geliyor?
Yani yanı başımızda bir yerlerde birileri yangın çıkartıyor ve bu yangının etkilerini ve sıcaklıklarını ülke olarak istesek de istemesek de, uzak dursak da durmasak da yaşıyoruz ve yaşayacağız. Maalesef bizim ülke sınırlarımızın dibi bugün Afganistan oldu ve bunu kabul edeceğiz ve ona göre de tedbirlerimizi alacağız. Türkiye’nin Pakistan olmaması için elimizden geleni yapacağız.
“EĞER SİZ MİLYON OLUP SOKAKLARDA YÜRÜMEZSENİZ…”
Ne yapacağız ya da ne yapabiliriz mesela?
Bana gelen sorulardan biri de şu: Türkiye’de olan bir olay için, tüm dünya liderleri neden Avrupa’da olan bir olaya verdikleri o sert tepkiyi vermiyorlar? Niye Türkiye’ye gelip, Türkiye’de sokaklarda yürümüyorlar? Ben de diyorum ki; sizin yürümediğiniz sokakta niye bir başkası gelsin de yürüsün. Bugüne kadar Ankara saldırısı ve İstanbul’daki Sultanahmet saldırısı olmak üzere tüm saldırıların ardından yürüyen insan sayısını toplayın kaç kişi yapar Allah aşkına? İki milyonun yürüdüğü bir yerde dünya da gelir sizinle beraber yürür ama siz yürümezseniz kimse de gelip size eşlik etmez.
Yürümek neyi değiştirebilir ki, mesela biz yürüdük bu neye çözüm olacak, Fransa’da da yürüdü milyonlar ve liderler ne değişti ki? Yani biz yürüyünce o kanlı örgüt, “Bak bunlar yürüyor, artık bomba patlatmayalım mı” diyecek?
Çok şey değişir ve çok şeyi değiştirir. Terör örgütü neden bir eylem yapar? Bir amacı olmadan sadece psikopatlık olsun diye bir eylem yapar mı? Amaç insanları korkutmak, tedirgin etmek, insanları korkuttuğunuz anda ikinci bir eyleme de zemin hazırlarsınız.
İyi de insanlar zaten korkar hale geldi bile. Kalabalık ortamlarda hep birbirlerine şüphe ile bakar oldu. Toplu taşıma araçlarına binen her on kişiden beşinin kafasında “Ya burada da bir saldırı olursa” korkusu eminim ki vardır!
O zaman tek tek mi öleceğiz? Bakın dünyada klasik anlamda baktığınızda bu işi çözmek ve örgütleri vazgeçirmenin en kolay yöntemlerinden bir tanesi halkın terör eylemleri ile arasına mesafe bırakması ve bunu lanetlemesidir. Örnek; ETA’nın silah bırakma süreci. Bu sürece baktığınızda ETA’nın eylemlerinden bunalan ETA’nın en güçlü olduğu Katalan bölgesinde yürüyüşler yapılmıştır. Türkiye’nin her yerinde bombalar patladı biliyorsunuz, her yerde yüzlerce insanımız yaşamını yitirdi. Türkiye’nin bir terör ülkesi haline dönüştürülmek istendiği bir süreci yaşıyoruz ve “şurası daha güvenilir” deme şansına sahip değiliz. O nedenle size karşı dayatılmak istenen neyse onun karşısına çıkmalıyız. Size terörle yaşamayı dayatıyor mu bu teröristler. Evet dayatıyor. Siz de işte buna karşı çıkacaksınız.
“TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞACAĞIZ DEMEK, EŞİNDEN BİR KADININ DAYAK YEMEYİ KABUL ETMESİNE BENZER”
Tam da bu noktada Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi'nin 'terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor' sözlerini hatırlatmak istiyorum size. Epeyce tepkiye neden oldu o sözleri çünkü.
Bu çok talihsiz bir bakış açısı. Belki başka bir şey söylemek istedi ve yanlış anlaşıldı kendisi ama ben bu bakışa tümden ve hepten karşıyım. Bu şuna benzer; eşinden dayak yiyen kadının dayağı kabullenmesi gibi bir şey. Çünkü aslında terör, size yaşam şartlarınızdan vazgeçmenizi ve korkmanızı bu korkuyla yaşamınızı ve gelecekle ilgili planlarınızdan vazgeçmenizi ister. Aynen eşinden dayak yiyen kadın gibi! Yani hem içine kapanır ve hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz hem de hayat ıstıraba dönüşür. Eşinin dayağından vazgeçen kadının tepkisi neyse siz de onu yapmalısınız. Kafanızı kaldırmak zorundasınız ve şunu demelisiniz; “Arkadaşım sen bana bu eylemi yaptığında ne siyasal bir amaca ulaşabilirsin ne de beni korkutabilirsin” Bakın teröristler tek tek yakalarlar. Bir grupla mücadele etme şansına sahip değillerdir. Ama siz Türkiye’de baktığınızda şunu görüyorsunuz, maalesef Ankara’da terör saldırısı yapan bir intihar bombacısının evine taziyeye gidiyorsunuz, biz bunları yaşıyoruz. Bu talihsizliklerin yaşandığı ortamın içinde ne tepkisi veriliyor, hiçbir tepki verilmiyor.
“TERÖRİSTİ ALLAYIP PULLAYAN YAPIDA OLDUĞUMUZ SÜRECE BİRLEŞME ŞANSINIZ OLAMAZ”
Bugün Türkiye’nin terör konusundaki en büyük sorunu terör konusunda insanların birbirinden farklı düşünmesi. Örnek vereyim ben size; kiminin gerillası var, kiminin devrimci savaşçısı var, kiminin cihatçısı var, kiminin de başka bir şeyi. Bu kadar teröristi allayıp pullayan yapıda olduğumuz sürece birleşme şansımız yok. Terörü silahla yapmaya çalışan bir gruba sempati duymanın vicdani rahatsızlığını hissetmiyorsanız size hukuken de yapacak hiçbir şey yok. Sosyal medyaya baktığınızda teröre bu kadar sempati duyan insanları görünce kanımız donuyor. Bir tane bomba patlıyor ve sosyal medyada yazılanları görünce on bin defa ölüyorsunuz. İnsanlar önce vicdanlarında terörü bitirecek. 37 insanımızın ölümünden kim ne beka sağlayabilir, bunu hiç vicdanen sorgulayan bir gruba sahip miyiz? O zaman şunu söylüyorum normal hayatımız içinde terör ya da teröriste bakışınız net olacak. Silahı elinden alınmış olan bir kişiyi silahından vazgeçirmek değil, silahı almaya gidecek adamı vazgeçirmek asıl önemli ve zor olan.
“ANKARA’YI SEÇİYORLAR ÇÜNKÜ…”
Neden hep Ankara?
Siyasi. Biz sizin Başkentinizin tam ortasına gelip size bunu yapabiliyoruz deyip gözdağı vermek. Dünyanın her tarafında böyledir bu. Taliban gidip Kabil’i bombalar, Londra bombalanır, Paris bombalanır, Pentagon bombalanır. Her eylemin bir siyasi hedefi vardır.
Bu niye bu kadar kolay? Başkent göbeğine, tam kalbimizin orta yerine ellerini kollarını sallayarak nasıl girebiliyorlar. Biz bu kadar aciz miyiz? Demek ki bir yerde bir zafiyet var.
Evet, zafiyet kısmına gelelim. Önce sorular sıralamak lazım, bu soruya yanıt verebilmek için. Bu eylemlerin ana kaynağı neresi? Türkiye’ye gelen bombalar nereden geçiyor ve eğitimler nerede veriliyor? Bütün lojistiğin geçtiği yer neresi? Adres hep aynı yere çıkıyor, Suriye. Peki, ben size şunu söyleyeyim, bir istihbarat birimi tek başına filtre görevi yapabilir mi, tek başına bütün önlemleri engelleyebilir mi? Her bir istihbarat birimini ele aldığınızda araya bir filtre koyarsınız. Normalde sınırınızın karşısında başka bir devlet olduğunda çift filtre vardır. Oranın kaçırdığınızı siz, sizin kaçırdıklarınızı onlar yakalar ama karşınızda bir devlet yok maalesef. Siz tek başınıza bunu yapmaya çalışırsanız zaman zaman bunları yaşamak zorunda kalırsınız. Çünkü Suriye’de şu an muhatap olabileceğiniz bir devlet yok. Halep’in kontrolü, PYD’nin kontrolü kimde belli değil.
“MİT’İN GÖREV KAPSAMI BİLİNMEDİĞİ SÜRECE DAHA BUNU ÇOK TARTIŞIRIZ”
Peki MİT’in, devletin güvenlik örgütlerinin burada hiç mi bir zafiyeti yok, hiç mi eleştirilebilir bir nokta yok?
İstihbarat birimlerinin görevini ve emniyet birimlerinin görevini iyi bilmek lazım. İstihbarat birimlerinin görevi operasyonel anlamda sahadaki her şeyi kontrol etmek midir? Yoksa bir olayın istihbarat bilgisini paylaşmak mı? Türkiye’de bu karışıklık olduğu sürece biz bu tartışmaları daha çok duyarız. Türkiye’de özellikle MİT’in görev kapsamına baktığımızda istihbaratın sağlanması ve bunun yerel emniyet birimlerine aktarılmasıyla sorumludur. Operasyonel anlamda operasyonun bitirilmesi ile sorumlu değildir MİT.
Ama bu 3 ayrı saldırıda gösteriyor ki; hiçbir istihbarat sağlanamamış…
Hayır, hepsi verilmiş.
“SORGULADIĞINIZDA DİREKT YAFTALANIYORSUNUZ”
Verilmiş de bu saldırı neden önlenememiş?
Bakın bunu bir örnekle anlatayım, daha rahat anlarsınız. Mahallenizde bir tane adamın hırsızlık yapacağını biliyorsunuz ve mahallenizde 1500 kişi oturuyor. Takip ediyorsunuz bunu ve diyorsunuz ki hırsızlık yapacak kişi tek kişi. 1/70 boyunda, siyah saçlı, erkek, sakallı ve mavi gözlü. Sizin verdiğiniz bilgi budur. Sizin göreviniz artık bu adamı bulmak ve yakalamaktır. Bunu yakalaması gereken MİT midir yoksa yerel emniyet birimleri mi? Türkiye’de neyi tartışamıyoruz biliyor musunuz, süreçleri sorgulamadığımız için süreçte kimlerin hata yaptığınız da söylemiyoruz. Çünkü o kadar bölünmüşüz ki, süreçleri sorgulamaya başladığımızda anında sana şu söyleniyor. Sen PKK yandaşı mısın? Ya da aksi, “Sen zaten iktidar yalakasısın, hiç istihbaratı suçlayamıyorsun” Anlayacağınız direkt saçma sapan yaftalanıyorsun.
Suçlu kim ya da kimler?
Yanlış olan böyle bir süreçte suçlu aramak. Az önce de dediğim gibi süreçleri sorgulayamıyoruz. Biz şunu yapıyoruz. Ya toptan hepimiz iyiyiz ya da toptan kötüyüz. Hangisinin işini iyi yapıp yapmadığını sorgulamadığınız sürece işini iyi yapan adamlar da arada kaynayıp gidiyor. MİT görevini yaptı mı yapmadı mı ben bunu bilmiyorum ki! Emniyet yapıp yapmadı mı? Bunu da bilmiyoruz. O nedenle suçlu da arada kaynayıp gidiyor.
“BU TARTIŞILABİLİR”
Saldırının ertesi günü kameralar karşısına geçen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, "Aylardır Ankara'nın Emniyet Müdürü yok. Bu nasıl bir hükümet? Tüm ülkelerin istihbarat örgütleri ülkemizde geziyor" dedi. Ve sonrasında bir atama gerçekleşti. Emniyet müdürünün saldırı sonrası atanması tartışılabilir bir durum olsa gerek?
Vekâleten görevi yapmak, görevi daha az yapıyor, eksik yapıyor anlamına gelmiyor. Aynı yetki ve sorumlulukta yapılır. Ancak şu eleştiri de haklı; neden hala atanmamış bir emniyet müdürü vardı? Ama vekâleten görev yapan adam ucundan tutar, beceremez anlamına gelmiyor bu. Bir önceki emniyet müdürü de Ankara’daki daha önceki patlamadan dolayı görevden alınmıştı. Bir şeyin başına oturuyorsanız o şeyin de sorumluğunu almalısınız.
İçişleri Bakanı’nı da “Görevden al” diye seslendi Başbakan Davutoğlu’na Kılıçdaroğlu. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
O zaman gensoru verecekler. Ama sayısal çoğunluk olmadığı için de reddedilecek.
Diyelim başka bir ülkede normal şartlarda birisinin kafasına branda düşse bile istifa mekanizması işliyor. Bizim ülkemizde niye böyle bir istifa mekanizması yok. Ya da niye hiç özeleştiri yapılmaz. “Biz de burada hatalıyız arkadaşlar” demezler. Siz hiç şahit oldunuz mu böyle bir şeye?
Oldum. Buna benzer olaylar olmuştur. Nasıl oldu, işte en son Ankara’da patlamasından sonra emniyet müdürünü görevden aldılar. Yani sıkıntı var dediler, şu konular da eksiklikler var dediler ve bu konulardan sorumlu olan kişiyi görevden aldılar.
Kınamanın ötesine geçilemiyor her defasında. Sadece kınıyoruz. Klasik her defasında Bakanlar Kurulu toplanıyor. Liderler görüşüyor, birbirlerinden randevu istiyorlar. Bunun ötesi yok. Peki, bir tık ilerisi ne olabilir?
Peki, siyasileri anladım. Siyasiler birleşemiyor. Toplum birleşiyor mu?
“HALKIN KUTUPLAŞMASI SİYASETİ CESARETLENDİRİYOR”
Toplumda da bir kutuplaşma var ama.
Siyasallaşma ya da siyasetin sağladığı kutuplaşmayı halk yapıyor, halkın arasındaki kutuplaşma da siyaseti bu kadar cesaretlendiriyor.
“BUGÜNKÜ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜN SEBEBİ SİYASET DEĞİL, TOPLUM”
Siyasiler yapıyor o kutuplaşmayı bence…
Yok. Dünyanın her tarafında toplum asıl yönlendirici ve yöneticidir. Oy veriyorsun oy verdiğinde birilerini iktidara getiriyorsun veya getirmiyorsun. Eğer iktidara getireceğin adamın o şekilde olmasını istemiyorsan vermezsin oyunu. Demek ki sen cesaretlendiriyorsun. Bugünkü bölünmüşlüğün sebebi siyasetin toplumu bölmesi değil, toplumun da siyasetin bölünmesine fırsat vermesi. Bakın bu bir ülke meselesidir. Bu işin AK Parti’si, CHP’si, MHP’si, HDP’si olmaz. Gelin her beraber birleşelim diyebileceğiniz kaç tane örnek var Türkiye’de?
“ÖLÜMDE BİLE BİRLEŞEMİYORSAK NEREDE BİRLEŞECEĞİZ?”
Şu tabloda maalesef yok gibi.
Eğer insanların ölümleri bizleri birleştiremiyorsa, acılar bizi birleştiremiyorsa, nerde birleşeceğiz? Gördün bugün hayatını kaybedenlerin çoğu da gençler. İşinden evine gidenler, gülen çocuklar, maçtan çıkmış insanlar masum insanlar… Bu insanların ölümünden sonra bile bir anlam katamıyorsanız, ne zaman katacaksınız ya? Bakın o kadar güzel bir örnek ki bu birleşmek için, akıllanmak için, bunu göremiyorsak bunu da yapamıyorsak ne yapacağız? Bunun için bana siyasetçinin emir mi vermesi gerekiyor? Bana herhangi bir parti lideri uzlaşın dediği için mi uzlaşacağım, yoksa insanlığımı ben kendim mi hatırlayacağım.
Tamam gerçek bu da siyasilerin de bir önlem alması gerekiyor, bizi yönetenlerin bu konuda bir inisiyatif alması gerekmiyor mu? Halk ne yapabilir?
Bakın ben şunu söylemeye çalışıyorum, halk eline silah alsın gitsin nöbet yeri filan beklesin demiyorum.
“2,5 MİLYON İNSAN ANKARA’DA YÜRÜMÜŞ OLSAYDI, BU BOMBALAR PATLAMAZDI”
Yeni saldırılar bekliyor musunuz? Yine bombalar patlayacak mı?
Patlamayacak. Bir sonraki eylem patlamayacak. Bir önceki patlamanın tepkisini vermeyen toplum aslında bir sonraki patlamanın zeminini sağlamış oluyor. Yani 2,5 milyon insan Ankara’da yürümüş olsaydı, sizce bir örgüt cesaret bulup tekrar bomba patlatır mıydı? Yoksa her saldırıdan sonra daha da bölündüğünüzü daha da parçalandığınızı daha da korkak göründüğünüzde mi bir saldırı daha yapar? Bunu mantıken düşünün. Bunu örgüt olarak değil hayatınıza adapte ederek düşünün. Sokağınızda bir tane çete var, bu çeteyle mücadele etmek için hepiniz evinize girdiğinizde mi kendini geri çeker yoksa o çeteyle hep beraber o sokakta mücadele ettiğinizde mi geri çekilir.
İnsanlar artık olası bir eylem yüzünden kalabalığa giremiyor ki.
Korkuyorsanız o zaman yapacak bir şey yok. Bakın bu işin psikolojik boyutunu önemsemediğiniz müddetçe yapamazsınız. Şu sorunun cevabını hep birlikte bulalım, üniversite 2. sınıfa giden bir öğrenci otobüse binmeye çalışan 37 insanı öldürerek ne katledeceğini ve bundan ne bulacağını bilerek gider. Üniversite 2. sınıf öğrencisini motive eden taraf nedir?
Her halde kendini kahraman olarak görmüştür, örgüt öyle motive etmiştir… Yani demem o ki kandırılmıştır…
İşte dediğim yere geldik. İşin psikolojik boyutuna geldik. Önemli olduğunu hissettiriyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Bir öncesindekinde adamın fotoğraflarını izlediniz. Gidip evinde taziye ziyaretleri yaptınız. Adamı ölümsüzleştirdiniz. Bunu gören, bu tabloyu değiştirmediğiniz müddetçe, psikolojik boyutla uğraşmadığınız müddetçe yapacağınız çok da bir şey yok. Hep söylüyorum, terörün önlenmesi için uygulayacağınız tüm yöntemlerin neredeyse tamamına yakını psikolojiktir.
Türkiye şu anda sadece PKK ile değil IŞİD gibi daha birçok kanlı örgütle mücadele eder durumda? Neden kirli elleri üzerimizde?
Orda bir bataklık var. Bu bataklığın içerisinde siz hangisine yetişebileceğinize karar verebiliyor musunuz?
Türkiye’nin izlediği dış politika bu noktada çok tartışılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Peki, 2003’teki olaylar sırasında Türkiye Irak’tan uzak durdu. Ne fark etti? Bir olaya girmemiş olmanız veya uzak durmuş olmanız sizi korumuyor diyorum. Ben size onu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye 2003’teki operasyonlara katılmadı, ama Kandil’den dolayı çekmediği ıstırap kalmadı. Bugün için Türkiye fiili anlamda girmemiş olsa girmiş olması arasındaki fark nedir bana söyler misiniz? Yangını Türkiye mi çıkardı? Bu karışıklığın sebebi Türkiye mi? Türkiye’nin yanlış politikaları yok mu? Var ama ben de şunu söylemeye çalışıyorum .Yanlış politikaların büyüklüğü Suriye’deki savaşı mı başlattı? Onu söylemeye çalışıyorum. Yani Türkiye’deki iç savaşın başlaması süreci, Arap Baharı sürecini başlatan denge Türkiye miydi? Bu kadar güçlü müydü Türkiye? Başka bir örnek vereyim çok uzağa gitmeyeyim, Libya’da şu an büyük bir bela var mı? Var. Ve hala devam ediyor hatta fiili anlamda devam ediyor. Libya sürecin böyle işlemesini istemedi .Türkiye, NATO dahil olmak üzere bir çok şeyin planlanmasını engelledi. Türkiye, Libya’ya askeri müdahalenin önlenmesi için her tarafta konuşma yaptı. Hani işte savaş istemiyordu Türkiye… Önleyebildi mi Libya’yı?
“ESAD'I SİLME KARARI ÇOK ERKEN ALINDI”
Suriye politikasının hiç mi eleştirilebilir yanları yok?
Benim Suriye politikasında eleştirdiğim konular var. Net olarak söylüyorum. Başlangıç itibarıyla eleştirdiğim en önemli konuyu söyleyeyim, Türkiye iki tarafı da masada tutacak kadar tarafsız kalabilirdi. Çünkü o dönemde Suriye devletiyle de iyiydi, oradaki Müslüman Kardeşler grubuyla da iyiydi. Kenara çekilip ortada kalabilseydi belki savaşın bu kadar genişlemesine zaman kalmazdı. Bugün çünkü iki tarafı bir araya getirebilecek ve uzlaştırabilecek kimse kalmadı. Türkiye bundan vazgeçmeyebilirdi. Çok erken Esad’ı silme kararı aldı. Yani bu kadar erken Esad’ı silme kararı almayabilirdi. Evet mazlumun yanında olabilirsiniz, mazlumun yanında olma hakkınız var ama mazlumun yanında olmanız bazen sorunu net olarak çözmüyor. Bazen kenara çekilip her iki tarafı da uzlaştırmak çok daha makul ve mantıklı hareket olabiliyor.
“YAYIN YASAĞINA KIZAMIYORUM ÇÜNKÜ…”
Her olaydan sonra derhal yayın yasağının gelmesini nasıl değerlendirirsiniz?
Ben Fransa saldırısından sonra Paris’e gittim, gerçekten ne yapıyorlar diye baktım. Hiçbir şey yapmıyorlar. Çünkü otokontrolü, toplum zaten kendisi uyguluyor. Yayın yasağına filan gerek kalmıyor. Hiçbir yerde parçalanmış ceset görüntüleri görmedim. Büyük yangınlar, büyük patlamalar görmedim hiçbir gazetede veya televizyonda. Evet, olayı çok iyi tartışıyorlar ama nasıl tartışıyorlar biliyor musunuz? Makale makale… Fikri olarak tartışıyorlar, görsellikten zevk almıyorlar. Biz görüntüyü verip hiçbir şeyi tartışmıyoruz. Keşke tartışabilsek, süreci tartışabilsek, sürecin içinde olan hataları tartışabilsek…
“SANSÜRDEN ÇOK İNSANLARIN VİCDANİ BİR SÜZGECE İHTİYACI VAR”
Sokağın ortasında ben gittiğimde asker vardı mesela hala geziyor Paris’te. Dörtlü bir kol halinde uzun namlulu silahlarıyla geziyorlar. Bütün gazetelere, bütün televizyon programlarına baktım bir tane kanlı görüntü görmedim. Türkiye kendi otokontrolünü kurarsa zaten sorun kalmaz. Özellikle terörle mücadele konusunda sansürden çok insanların vicdani bir süzgece ihtiyacı var. Bu vicdani süzgeci biz çoktan kaybettik aramızda. Birisi öldüğünde etnik ve mezhepsel kimliğine bakarak fikir söylemeye başladık.
“SİLAHLA ARALARINA MESAFE KOYAMADILAR”
HDP’nin süreçteki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Ben başlangıç itibarıyla ikiye bölüyorum bu olayı. Birincisi çözüm sürecinin bitmesi ve bitmemesi… Sizce HDP’nin silahlı bir örgüte silahını bıraktırmak için zorlama kabiliyeti var mıdır? Yoktur. Bununla ilgili çok da fazlasıyla baskı kuruldu. Yani siz HDP olarak bunu beceremediniz diye çok üstlerine gittiler. Ben buna karşıyım. Böyle bir güçleri yok. O süreçte mesela Gülten Kışanak vardı. Kışanak gidip, örgüte siz silah bırakacaksınız deme şansına sahip değil. Burada bir hata yok. Ama şurada hata var. Silahlı unsurla teşvik edecek buluşmalara, konuşmalara girmemeleri lazım. Silah bıraktıramayabilirsiniz ama en azından silahı teşvik etmezsiniz. Ben ikiye ayırıyorum. Çok fazla şey istiyorsunuz, bu fazla şeylerin onlar tarafından yapılması mümkün değildir. Ama yapabileceklerini de yapmadılar. Ben orada eleştiriyorum. Silahla aralarına mesafe koyamadılar.
“DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASINDAN YANAYIM”
Dokunulmazlıklar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dünyanın her yerinde terörle alakası olduğu anlaşılan herkesin dokunulmazlığı kaldırılıyor. Ben spesifik anlamda parti kapatmaktan çok terörle bir şekilde alakalı teröre bulaşmış insan varsa dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.
Akit Gazetesinin attığı manşet de çok tartışıldı. “Ya başkanlık ya kaos” Bugünkü olayla ilgili okuyunca ne hissettiniz? Türkiye’deki gazeteler de bu olaylara enteresan bakıyor?
Öyle çok bölündük ki, o kadar paramparça olduk ki bu kadar paramparça olayın içerisinden ben size 20 tane manşet sayarım. O manşetlerin aslında nasıl bize zarar verdiğini fark etmiyoruz. Terör konusunda attığımız manşetin nereye gidebileceğini bilecek kadar keşke vicdani bir toplum olabilseydik. İnsanlar manşet atabilir, ama o manşetler karşılık buluyor. Beni üzen tarafı o. Ben de çıkarım şimdi televizyona her türlü atar tutarım ama bu kime ne fayda sağlayacak? Dünyada şu anda radikalizm yükseliyor. ABD seçimlerine bakın belki de en radikal adam şu seçimlerde başkan olacak. Fransa ve Almanya seçimlerine de baktığınız da radikalizm, ırkçılık karşıtlığı şu anda üst seviyeye gelmiş durumda. Ben çıksam televizyona ağır bir şeyler söylesem herkes beni alkışlasa benim söylediklerim mi daha tehlikeli? Yoksa o bütün alkışlayanların beni cesaretlendirmesi mi daha tehlikeli?
Alkışlayanlar bence…
Bende onu söylüyorum. Manşet atabilirsiniz ama o manşeti alkışlayanların sayısı çok gelmeye başladığında beni ürküten manşet atan değil ona destek verenlerin sayısının çoğalmasıdır.
Bundan daha kötüsü ne olabilir, beklentiniz ne. Türkiye nereye yürüyor ve bundan sonra bizi neler bekliyor? En kötü senaryonuz ne?
Ben kötü senaryo söylemem. Çünkü kötü senaryo söylediğinizde bu işin gideceği boyut farklı olur. Zaten insanlar ürkmüş bir durumda ve farklı durumlara gitmiş durumdalar. Ben bu işin nasıl çözülebileceğini söyleyebilirim. Önümüzde iki tane çok net bir örnek var. Etnik ve mezhepsel anlamda ve ideolojik anlamda çok bölünmüş ülkeleri görmek istiyorsanız dönün Irak’a bakın dönün Suriye’ye bakın. Suriye’deki rakamları hatırlıyor musunuz? 450 bin insan hayatını kaybediyor. 11 milyon insan mülteci durumuna düşmüş. Ülkenin toplam nüfusu zaten 23-24 milyondu, yarısını kaybetmiş. Bu örnekler önümüzdeyken bölünmenin faydası olmadığını göremiyorsak daha bizi ne uyandırabilir ki? Ben Brezilya’dan Suriye’ye bakmıyorum ki. Ben bir şekilde gittiğim gezdiğim akrabalık ilişkisi olduğum bir ülkeye bakıyorum. Eğer onların acısı bana ders vermiyorsa söyleyecek söz yok.
“İSTİFA ÇAĞRISI DEMOKRATİK BİR HAKTIR”
Belli ki bizde istifa mekanizması diye bir şey yok. Peki, her saldırı sonrası “Hükümet istifa” çağrılarını nasıl buluyorsunuz? Özellikle sosyal medyada yapılan bu çağrıları?
Söyleyebilirler, bu demokratik bir haktır. İnsanlar beğenmediklerine istifa talebinde bulunabilirler bu doğal bir haktır. Bunda hiçbir anormallik görmüyorum. Keşke her türlü söylemimiz işte bu demokrasi içinde kalabilse. “Hükümet istifa et” demenin ne anlamda kötü bir tarafı olabilir ki? Daha kötü senaryoları görmeye gerek yok. Zaten önümüzde kötü senaryolar var.
Siz olaylara diğer güvenlik uzmanlarından farklı bakıyorsunuz? Sizde şu var: Hükümeti seviyorsunuz ya da korkuyorsunuz?
Profil olarak ilginç bir şey söyleyeceğim. Ben güvenlik uzmanıyım. Bu olaylara politika karıştırmam, duygularımı karıştırırım.
Ama bu olayda politik bir durum var?
Örnek vereyim. Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarı iken A Haber’de danışmanlık görevini yürütüyordum. Ben bir durumdan hiç vazgeçmedim ve vazgeçmeyeceğim. İnsanlar bana baktıklarında bu adam politik düşünüyor, politikasını ona göre belirliyor demesinden hoşlanmayacağım. Çünkü yazılarımı okursanız ben hükümeti de eleştiriyorum, iktidarı da eleştiriyorum, siyasi partilerin duruşlarını da eleştiriyorum. Bunları yaparken hiçbir zaman ben iktidarla beraber çalışacağım ya da çalışmayacağım demiyorum. Şu anda Karar gazetesinde yazıyorum. O zaman Karar gazetesinde yazmazdım, herkes öyle konuşuyor ya sürekli. O zaman neden Karar'da yazıyorum ben hükümetin yanında bir yazarsam. İnsanların bu kadar yaftalamasını anlamadım.
Karar Gazetesi kime yakın?
Yazı yazdığım yerde veya konuştuğum yerde bana tek bir müdahale olduğunda bırakırım.
“SUCU BUCU OLARAK ANILMAYI KABUL ETMİYORUM”
Yandaş değilsiniz yani?
Yandaşlıkla falan alakası yok. Ben bildiğimi söylemeye çalışıyorum. Bildiğimi söylemem o gün hükümete yaramış, yok o gün MHP’ye yaramış beni ilgilendirmiyor ki. O zaman nasıl oldu da ben aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinde yazdım ve A Haber'de görev aldım. Çünkü insanlar bu durumdan rahatsızlık duymadılar, bu durumda benim için çok mutluluk verici bir durumdu. Kimseye batmadı bu durum. Bu durumdan vaz mı geçeyim? İdeolojik anlamda her söylediğimin birisine yaramasını mı isteyeyim? Ben şu durumdan hoşlanmıyorum. Ya hep hükümet karşıtıyım, ya da hep hükümet yanlısıyım, ben bu durumdan hoşlanmıyorum. Neden böyle bir seçenek yapmak zorunda mıyım?
Ülke biraz kutuplaştı sanırım insanları o hale getirdiler?
Ben bunun tarafı olmayacağım. Ben doktor gibi hastalığın teşhisi ve tedavisi ile uğraşacağım. Gelen kişinin siyasi kimliği beni hiç ilgilendirmeyecek. Benim karşıma gelen bir hasta yok. Benim karşıma gelen olaylar var. Bende aynen bir doktorun titizliği ile teşhisimi koyacağım, tedaviyi yapacağım, reçeteyi yazıp bırakacağım. Ben siyasetçi değilim, herhangi bir siyasi partiye üye de değilim.
“BİR VEKÂLET SAVAŞI YAŞANIYOR”
Terör örgütü ne istiyor?
Bugün yaşadıklarımız bir terör olayı değildir. Terörün ötesinde bir vekâlet savaşıdır. Ortadoğu’da ve coğrafyamızda bir vekâlet savaşı yaşıyoruz. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran ve Suriye dâhil olmak üzere Afganistan hepsi.
Bir de değerli yalnızlığımız var? Dış politikada sıfır komşu?
Olmayan var mı?
Diğerleri bizim kadar değil. Avrupa da bir kenetlenme mevcut. Batı’daki o kenetlenmeyi görüyoruz. Ama Türkiye?
Emin misin? O yüzden mi hep birbirlerine rest çekiyorlar. Bugün Merkel’i göz önüne alın, özellikle mülteciler konusunda Avrupa’daki bazı ülkeler rest çekiyor. Ama para onda olduğu için kimse itiraz edemiyor. İngiltere’nin geçen gün ki açıklamalarını gördünüz. Bakın ülkelerin fikir ayrılığı olabilir.
Çok teşekkür ediyorum size bu röportaj için…