Gürkan Zengin Al Jazeera Türk'ü anlattı! 'Yandaş demeleri rahatsız etmez çünkü...'
Geçtiğimiz günlerde online olarak yayına giren ve bir yıl sonra da televizyonu devreye girecek olan Al Jazeera Türk'ün haber koordinatörü Gürkan Zengin Radikal'e konuştu.
40 ülke ve 70'in üzerinde noktada haber büroları bulunan medya devi
Al Jazeera, markasını Türkiye'ye taşıdı. Şimdilik online olarak
yayına giren, bir yıl sonra da televizyonu devreye girecek Al
Jazeera Türk'ü, Radikal'den İpek İzci haber koordinatörü Gürkan
Zengin'le konuştu.Bir yıl sonra televizyon kanalı açılacak olan Al
Jazeera Türk’ün haber portalı, mobil uygulamaları ve dijital
dergisi geçen günlerde yayına girdi. 23 yıllık gazeteci Gürkan
Zengin’le, haber koordinatörlüğünü üstlendiği Al Jazeera Türk’ü
konuşmak için bir araya geldik, haberlerde Esad yerine Esed ismini
kullanmalarına ve henüz yayına bile girmeden yapılan tensikatlara
da değindik...
Al Jazeera Türk, kaç yıllık bir emeğin ürünü?
Üç yıl denilebilir ama ortaya çıkan şu son ürünün yani internet
sitemizin geçmişi 3.5-4 aylık. TV için yola çıkıldı fakat bina
bulunamadı, bulunan binalar oldu ama sonra vazgeçildi. Doha ve
İstanbul’da üst yönetim değişiklikleri oldu vs… Bütün bunlardan
sonra bir bina bulundu ve TV yayını için hazırlıklar başladı.
Baktık, inşaat faaliyetleri bir yıl daha sürecek. Bir karar
vermemiz gerekti: Bu ekiple bir yıl daha televizyonu beklemek mi
online olarak başlamak mı?
İkincisini tercih ettiniz.
Evet, çünkü bunun bizi yeniden hayata döndüreceğini düşündük. Bu üç
yılda meslekten uzak kalmıştık, haber kaynaklarıyla irtibatlarımız
kesilmişti; bütün devrimler olurken, bütün bu olaylar yaşanırken
biz dışarıda kalmıştık. Buna bir yıl daha katlanmayalım dedik. Dört
ay boyunca birtakım eğitim ve dönüşüm çabalarından sonra online
dünyaya geçiş yaptık.
O üç yılın son dört ayına gelene kadar bu kadar gazeteci ne
yaptı?
Çok ciddi televizyonculuk eğitimleri aldılar, saha tecrübeleri
yaşadılar. Belli bir dönemde 10 muhabirimizi, kameraman ve
prodüktörümüzü dünyanın 10 ayrı bölgesine gönderdik, bir ay boyunca
haber göndermelerini istedik. Suriye olayı patladıktan sonra
biliyorsunuz, İstanbul uluslararası trafiğin merkezlerinden birine
dönüştü. Hatay’dan başlayarak bütün Suriye hattında önemli
gelişmeler oldu ve bizim ekipler network’ün yayında olan
kanallarına sahada destek verdi. Son iki yıl içinde bu bizi hem
diri tuttu hem de ciddi bir know how transferi oldu. Ayrıca
arkadaşlarımızın önemli bir bölümünü 3-4 aylık periyodlar için
Doha’ya gönderdik. Doha’da Al Jazeera America’nın kuruluş sürecinde
Amerika’ya pek çok Al Jazeera English çalışanı gönderilmiş, bir
açık doğmuştu. Bu açığı bizim haber merkezinden ve teknik servisten
insanlar kapattı. Belli dönemlerde iyice bunalıma girdiğimiz oldu
tabii. Ama sadece kendimiz izleyebilmiş olsak da her gün en az bir
ya da birkaç bülten hazırladık. Haber paketleri, konuklar,
söyleşiler, aklınıza gelebilecek her şeyi yaptık. Ama şurası kesin,
bu üç yıl boyunca gerçek yayında olmamanın ıstırabını hepimiz
iliklerimize kadar hissettik.
23 yıllık bir haberci geçmişiniz var. Sizin için nerede
duruyor bu çalışmalar?
Türkiye’nin içine girdiği bu dönemde medyamızın Al Jazeera
üzerinden ikinci tarihi fırsatı yakaladığını düşünüyorum.
İlki neydi?
CNN’di... CNN International 1999’da Türkiye’ye geldiğinde, o fırsat
değerlendirilmesi gerektiği kadar değerlendirmedi. Ben 10 yıl orada
da çalıştım, biliyorsunuz. Dünyanın en önemli network’lerinden
biridir CNN International ama imkânlarını CNN TÜRK’e yansıtmadı.
CNN International’ın ne bürolarını kullanabildik, ne
muhabirlerini... Al Jazeera ise tam tersi; Al Jazeera Türk’e bütün
bürolarını ve muhabirlerini açıyor, muazzam bir training, know how
transferi var. Dahası marka kıskançlığı da üst düzeyde.
Marka kıskançlığı derken?
Al Jazeera network, Türk projesiyle yeni bir pazara giriyor.
Logo’yu basar gideriz, bir daha arkamıza bakmayız diye bakmıyorlar.
Markanın korunmasına, bu yeni piyasada yıpratılmamasına çok önem
veriyorlar. Biz de geçmiş tecrübelerimizden bunun kıymetini biliyor
ve buna göre davranıyoruz. Benim için böyle bir anlamı var Al
Jazeera Türk’ün. Çok da büyük konuşmak istemiyorum ama düzgün bir
habercilik yapacağız.
Kanal ne zaman yayına girecek?
Bir yıl sonra diye ümit ediyoruz. İnşaat devam ediyor Topkapı’da,
onu bekliyoruz.
Al Jazeera Türk’ün nasıl bir duruşu olacak?
Asla taviz vermeyeceğimiz üç prensibimiz var: Doğruluk, tarafsızlık
ve insan odaklı olmak. Bunlar gazetecilik ilkeleri olarak söylenir
hep ama hayata ya geçmez ya da tatminkâr şekilde geçmez. Biz burada
iddialıyız. Haberi hızlı verelim, ‘en önce’ verelim diye bir
hırsımız yok ama ‘doğru verelim’ diye bir derdimiz var. Haber geç
verilebilir, ‘yanlış’ verilemez. Amacımız, “Al Jazeera Türk
verdiyse, doğrudur” dedirtmek.
Program servisi ne üretecek?
Program servisimizin çıkartacağı işlerde haberden bile daha
iddialıyız. Türk kamuoyu ilk kez bu kalitede haber belgeselleriyle
tanışacak. Ve sadece haber belgeselleri olacak, endişeye mahal
yok...
Hükümetin medyaya baskısı ortadayken, bağımsız kalacağınızı
garantileyebilir misiniz peki?
Hükümetle, muhalefetle, öteki güç merkezleriyle herhangi bir
ticari, siyasi, organik ilişkimiz yok. Bu imkânınız varsa ve eğer
siyasi mülahazalardan, ideolojik önyargılardan uzak bir habercilik
yapıyorsanız, gazeteciliği gazeteci gibi yapıyorsanız Türkiye’de
haber yapmanın önünde ciddi bir sıkıntı görmüyorum ben.
Türkiye’deki olumsuz etkiler, Al Jazeera Türk’e yansımaz
mı?
Bazı siyasilerin basın algısının sorunlu olduğu ortada. Geldiğimiz
noktada herkes kendi basınını istiyor. Biz gazeteciler kendi meslek
ilkelerimizde sağlam durur, doğru ve tarafsız bir dil
tutturabilirsek herkes için faydalı olur. Biz Al Jazeera olarak
öyle yapacağız.
Al Jazeera Türk için kimi yandaş diyor kimi hükümet
karşıtı. Yorumunuz?
Bu bizi rahatsız etmez çünkü Al Jazeera Türk’ün çizgisine uygun bir
algı oluşuyor; doğru iş yapıyoruz demektir, zira hayat da haber de
sadece siyah ve beyaz değil.
Yandaş demeleri rahatsız etmez mi yani?
Eğer bir kesim de “Bunlar hükümet karşıtı” diyorsa etmez. Hükümet
karşıtı demeleri, hükümet yanlısı da diyorlarsa, rahatsız etmez.
Kürtçü demeleri Türkçü de diyorlarsa rahatsız etmez. Hayatın akışı
içinde haber yapmaya çalışıyoruz, algıları kontrol edemeyiz. O
haber kimi zaman şu grubun, kimi zaman bu grubun işine geliyor;
kimi zaman şu grubu kimi zaman bu grubu rahatsız ediyor. Anlık
tepkilerle sizinle ilgili değerlendirmeler yapılıyor. Yapılsın. Bir
süre sonra herhangi bir gruba yakın olduğumuz için haber
yapmadığımızı kamuoyu anlayacak.
Haberlerde Esad yerine Esed’i kullanıyorsunuz…
Ben iki kitap yazdım, birincisinde Esad, ikincisinde Esed
dedim.
Neden değişti?
Adamın adının Esed olduğunu, ayıptır söylemesi Türkiye’nin büyük
bir bölümü yeni yeni öğreniyor. 80 yıldır Ortadoğu’dan uzaktık, üç
liderin ismini bilirdik, onlardan birinin ismini de yanlış
biliyormuşuz. Adamın adı gerçekten de Esad değil, Esed’miş ve
Arapçada ‘aslan’ anlamına geliyormuş. Beşşar Esed, ‘müjdeleyen
aslan’ demekmiş.
Ama Türk medyasında Esad’ın Esed’e dönüşmesi siyasi bir
mesajdı.
Bizde maalesef böyle algılar var, ama Allahaşkına böyle siyasi
mesaj mı olur? Adamın adı bu.
Ne zaman öğrendiniz Esed olduğunu?
İlk kitabı yazmadan önce duymuştum ama kimisi öyle kimisi böyle
diyordu. 2005’te adamla Şam’da röportaj yaptım, “Esed misiniz Esad
mısınız?” diye sormak aklıma gelmedi valla. Kötü gazetecilik!...
Sonra Al Jazeera’da Ortadoğu alanına biraz daha fazla girip
bölgeden insanlar, yazar çizerlerle konuştukça durum iyice vuzûha
kavuştu.
Al Jazeera Türk’e dönersek... Demişsiniz ki “Buradaki
örgütlenme, Türkiye’deki diğer haber merkezlerinden farklı bir
örgütlenmeye sahip.” Bu tam olarak ne demek?
Burada şaşırarak öğrendiğimiz yeni bir haber merkezi organizasyon
şeması var.
Nedir farkı?
Haber müdürümüzün unvanı input manager. Bir de output manager’ımız
var. İki müdür var yani: Biri, sahadaki muhabirlerimiz, kameraman
ve prodüktörlerle ve onların getirdiği içerikle; ötekisi içeriden,
haber merkezinden üretilen haberlerle ve ekrana yansıyan alanlarla
ilgileniyor. Adını Türkiye’deki belki de hiçbir televizyoncunun
duymadığı pozisyonlar var. Girmeyeyim ayrıntılara.
Al Jazeera Türk’te bir tensikat sırasında “Siyasetçi
değiliz, STK değiliz. Taraf olduğunuz yerde başınıza iş
alacaksınız. Daha beter dalgalar yaratacak kararlılıktayım. Bütün
tweetleri kapatırım...” dediniz mi?
Evet, dedim. Dünya çapında bir organizasyonunun bir parçası olmak,
finansal bağımsızlık, buradaki üst yönetimin doğru mesleki
parametrelerde olması vs. Bu kadar değerli bir imkânı, durumu
kavrayamamış bazı çalışanların heyecanına kurban edemeyiz. Doğruluk
ve tarafsızlıktan taviz veremeyiz. Ülkede harareti yüksek siyasi
tartışmalara, onların bir tarafı olarak katılan Al Jazeera
çalışanına bizim haber merkezinde yer yok. Gazetecilerin politik
perspektifleri olur, olmalıdır. Ama bunlar haber içeriğini
etkileyemez. Haber bize ait bir şey değildir, halkındır.
Taraflı haber yazmak mı yani işten çıkarılma
gerekçeleri?
Her haber merkezinde kurumun prensiplerini ve hassasiyetlerini
içselleştirememiş personel olur. Bizde de oldu.
Ve hemen kovuldular mı?
Tabii ki hayır, birkaç kez uyarıldılar.
‘Topluma haberin ulaşmaması söz konusu değil’
"Türkiye’de herhangi bir şeyin saklanabileceğini düşünmüyorum. 'Bir
haber var ve bu, hükümet baskısı yüzünden verilemiyor' gibi şeylere
inanmıyorum. Burada verilemiyorsa, orada verilir. A gazetesi
hükümet yanlısıysa, B gazeteci hükümet karşıtı çünkü! Getirin
belgeyi, bakalım söylenebiliyor mu, söylenemiyor mu? Kısacası
topluma haberin ulaşmaması diyen bir şey söz konusu değil, tek
mesele nasıl ulaştığı... Doğruluk önemli. Al Jazeera Türk de burada
önemli bir yere oturacak. Çok sürmez, televizyona kadar bu kimlik
ve algı meseleleri oturmuş olur kamuoyunun gözünde."