Gül'ün eski başdanışmanı Ahmet Sever: Medyada Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen kişiler gazeteci değil paralı asker!
Ahmet Sever'in Cumhuriyet'e verdiği söyleşinin ikinci bölümü yayımlandı
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski başdanışmanı Ahmet Sever’in,
Cumhuriyet gazetesinden Selin Ongun’la yaptığı söyleşinin ikinci
bölümü bugün yayımlandı. Sever, medyada Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen kişilere gazeteci diyemeyeceğini
belirterek, “Ben bunlara gazeteci diyemiyorum. Bunlar paralı asker.
Neyi nasıl yazacakları belli olan, talimatları harfiyen yerine
getirenler. 28 Şubat sürecinde bile basın bu durumda değildi. Aydın
Doğan’a Çevik Bir bir liste götürüp “Bunları işten atın” demişti.
Aydın Doğan hiçbirini atmadı. Basın askere bile direnebiliyordu.”
değerlendirmesini yaptı.
Kulislerde konuşulan ‘erken seçim’ ihtimaline değinen Sever, “Bana
biraz zor geliyor. Bir yılda üçüncü bir seçim nasıl izah edilecek?
Son seçimde yüzde 49.5 gibi ezici bir çoğunluk elde eden bir parti
neden tekrar seçime gider? Kaldı ki ülkede ciddi sorunlar var.
Patlayan bombalar, Kilis’teki roketler, Güneydoğu’da yaşananlar,
turizmdeki durum. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak
var. Ayrıca 7 Haziran seçimleri Erdoğan’ın başkanlığı üzerine
kurulmuştu. 1 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın başkanlığı kampanyada
neredeyse dile getirilmedi. Meydanlara da inmedi, sonuç yüzde 49.5
oldu.” dedi.
Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık’tan
‘azledilmesi’ne ilişkin yorumlarda bulunan Sever, 11. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün bugün gelinen noktaya şaşırmadığına dikkat çekerek,
“İşin bu noktaya geleceğini o da biliyordu. Siyasete girse benzer
sıkıntıları kendisinin de yaşayacağını ve ciddi bir çatışma
çıkacağını öngörüyordu.” ifadelerini kullandı.
Ahmet Sever’in Selin Ongun’a verdiği yanıtların ikinci
bölümünün tamamı şöyle:
-“Kongre, yeni genel başkan, yeni başbakan, yeniden seçim, MHP’nin
baraj altında kaldığı, HDP’lilerin bağımsız, AK Parti’li ve CHP’li
üç partili bir Meclis sonucu ile başkanlığı referanduma götürmeden
parlamentoda çözmek.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olası planı bu,
diyenlere itibar ediyor musunuz?
Bana biraz zor geliyor. Bir yılda üçüncü bir seçim nasıl izah
edilecek? Son seçimde yüzde 49.5 gibi ezici bir çoğunluk elde eden
bir parti neden tekrar seçime gider? Kaldı ki ülkede ciddi sorunlar
var. Patlayan bombalar, Kilis’teki roketler, Güneydoğu’da
yaşananlar, turizmdeki durum. Dimyata pirince giderken evdeki
bulgurdan olmak var. Ayrıca 7 Haziran seçimleri Erdoğan’ın
başkanlığı üzerine kurulmuştu. 1 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın
başkanlığı kampanyada neredeyse dile getirilmedi. Meydanlara da
inmedi, sonuç yüzde 49.5 oldu. Halkın başkanlık sistemine bakışı
çok olumlu gözükmüyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olup
olmamasına endeksli bir seçim riskli gözüküyor.
-Ahmet Davutoğlu’nun akıbetinin böyle sonuçlanması hakkında
Gül ne düşünüyor?
Artık Abdullah Gül’ün sözcüsü değilim. Ama işin bu noktaya
geleceğini o da biliyordu. Biraz da bu nedenle çekilme kararı aldı
zaten. Görevi devretmeden birkaç ay önce Kütahya’da “Mevcut
şartlarda siyaset planım yok” derken aslında bunu kastediyordu.
Siyasete girse benzer sıkıntıları kendisinin de yaşayacağını ve
ciddi bir çatışma çıkacağını öngörüyordu. Dolayısıyla bugün gelinen
noktaya şaşırmış görmedim kendisini.
AKP'ye küsenlerin öyküsü
-Buradan nasıl bir AK Parti çıkacağı konusundaki öngörüsü
nedir?
O konuda konuşmuyor. İleriye dönük bir görüş beyan etmedi.
-Sizce sahiden reisçiler ile hocacılar diye bir ayrım var
mı? Var ise reisçiler ve hocacılar arasında politik konularda
farklı bir yaklaşım var mı?
Ayrıştıkları yerler daha tali konular ama o tali başlıklar bile
Recep Tayyip Erdoğan’ın öfkesini kabartmaya yetiyor. Mesela
Can’ların davasında ve akademisyenlerinkinde “tutuksuz yargılama”
dedi Davutoğlu.
-Saraycıların “Hoca, reise kılıç çekti, onu devirmek
istedi” çıkışları?
Nerede çekmiş kılıcını, nasıl devirecekmiş? MKYK’de tek başına bir
Davutoğlu, Erdoğan’a bağlı çalışan bakanların olduğu bir kabinede
görev yapan bir Davutoğlu, Recep Tayyip Erdoğan’ın gözünün içine
bakan bir teşkilat, Cumhurbaşkanı ne derse onu yapan bir medya,
nerede çekmiş o kılıcı? Bunun ciddiye alınır bir tarafı yok.
-AK Parti’ye küsenler, AK Parti’yi desteklemeyi bırakan
liberaller ile AK Parti arasındaki ilişkiyi anlatan en iyi hikâye
sizce nedir?
Bu durumu çok iyi anlatan bir hikâye var. Adamın biri atına binmiş
bir köyden başka bir köye gidiyor. Yolda bir garibana rastlıyor.
“Ne olur beni de atın terkisine al, köye kadar götür” diyor. At
sırtındaki “Hadi gel” diyor. Bir süre sonra adam onu atına alana
bıçağını çekiyor. Parasını, ceketini alıyor, attan indiriyor ve atı
sürmeye başlıyor. Adam da arkadan bağırıyor: “Sen benden sadece
paramı, ceketimi, atımı almadın, benim merhamet duygumu da aldın
götürüyorsun onlarla birlikte.” Aynı duyguyu bugün AK Parti
iktidarının anlayışına da bağlayabiliriz. Sadece liberaller değil,
parti içinden de gerçek mütedeyyin insanlar, hepsi tasfiye
edildiler. Bu insanlar geçmişte haksızlıklara karşı direndiler,
onların yanında oldular ve bugün uğradıkları tavır karşısında bence
onlar da, “Siz sadece beni işimden etmediniz benim adalet duygumu,
demokrasiye olan bağlılığımı da sorgulatır hale getirdiniz”
duygusundalar. Pek çok insan “filmi geriye sarsak o döneme gitsek
tekrar sizin yanınızda olur muyum acaba?” diye düşünüyor.
-Sadece şahsınız için sormayalım, AK Parti sizlerden en çok
neyinizi aldı; birlikte yaşama umudunu mu, adalet duygusunu
mu?
Birlikte barış ve hoşgörü içinde yaşama duygusunu, gerçek anlamda
demokratik bir ülke olma arzusunu... Ve bu kayıplar sadece
liberaller ya da içeride AK Parti’yi destekleyenlere özgü değil.
Hatırlayın, dünya basını da Türkiye’yi yere göğe koyamıyordu. Batı
basını, Türkiye sessiz devrim geçiriyor, diyordu. Avrupa’da
politikacılar da, sosyal demokratlar, özellikle Yeşiller,
Türkiye’ye övgü yağdırıyordu. Şimdi onlarda da hayal kırıklığı var.
Kendini kandırılmış hissetme hali hem içeride hem dışarıda
mevcut.
İki taraftan dayak yiyenler
-Bu, Erdoğan ve ekibinin söylemi; “Kandırılmışız.”
Sadece kanmıyor, kandırabiliyorlar da demek ki. Kendilerini
kullanılmış, kandırılmış hissedenler hiç az değil.
-Bu duyguyu liberallerden duyuyoruz da böyle hisseden AK
Parti’liler de var mı?
Olduğunu sanıyorum.
-Hasan Cemal’ler Altan kardeşler gibi Abdullah Gül ile 12
yıl kitabınızdan sonra siz de ulusalcısından AK Parti’lisine her
grubun nefret objesi haline geldiniz.
Çok doğru. Sadece AK Parti çevrelerinden değil, ulusalcılardan da
çok yoğun tepki gördüm. Kitabın sonunda da belirttiğim gibi Türkiye
öyle bir kutuplaştı ki mahallelere ayrıldı. İnsanlar taraf seçmeye
zorlanıyor. “Ya bendensin ya karşımdasın” anlayışı egemen olunca
arada kalanlar iki tarafın da nefretini çekiyor. Ben ona
“mahallesizler” dedim. “Senin mahallen yok farkında mısın” diyerek
bunu Turgut Kazan söylemişti bana. İki tarafa da yüzde yüz biat
etmeyen, iki tarafın da hatalarını hâlâ söylemeye çalışan,
eleştiren bir kesim var. Bu grup iki taraftan da dayak yiyor.
Medyanın paralı askerleri
-“Sadece Ahmet Davutoğlu değil, Davutoğlu’nun basını da tasfiye
edilecek” kabadayılıklarına ne diyorsunuz?
Belki Davutoğlu’ndan yana konumlanan bazı yazarlar olabilir ama bir
Davutoğlu medyasından bahsetmek abartılı. O cenahta tek medya var;
o da Erdoğan medyası. Ben bunlara gazeteci diyemiyorum. Bunlar
paralı asker. Neyi nasıl yazacakları belli olan, talimatları
harfiyen yerine getirenler. 28 Şubat sürecinde bile basın bu
durumda değildi. Aydın Doğan’a Çevik Bir bir liste götürüp “Bunları
işten atın” demişti. Aydın Doğan hiçbirini atmadı. Basın askere
bile direnebiliyordu. Bugün gelinen noktaya bakar mısınız?
Cumhurbaşkanı devletin tüm imkânlarını sindirme ve susturma aracı
olarak kullanıyor. Medya da öyle, yargı da öyle, maliye bile öyle.
Mutlak otoriterliğini kurabilmek için devletin tüm mekanizmalarını
araç olarak kullanıyor.
Gül'ün Suriye uyarısı
-Bütün bunlar olurken sadece iktidar partisinin genel başkanı değil
ülkenin başbakanı da değişecekken, Suriye’den roketler atılıyor
Kilis’e...
Dış politika başlığında Suriye, Cumhuriyet tarihinin en büyük
fiyaskosu. Böyle bir fiyasko yaşamadı bu ülke daha önce. Güya biz
Suriye’ye girecektik. Suriye, milyonlarca mültecisi, roketleri ve
canlı bombalarıyla Türkiye’ye girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyaya
meydan okuyor ama Kilis’e hemen hemen her gün atılan roketleri
engelleyemiyor. Bir ülkenin iç işlerine elinizi bu kadar sokarsanız
onun size sıçramaması mümkün değil. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken
defalarca uyardı. Hem Mısır hem Suriye konularında çok ileri
gittiklerini Davutoğlu’nun yüzüne söyledi.
-Kitabınızdan “Sen Suriye ve Mısır’ın dışişleri bakanı
mısın” dediğini öğrenmiştik.
Evet, Başbakan da Suriye’nin, Mısır’ın başbakanı mı, neden öyle
davranıyor? Bu politikanız ülkenin menfaatlerine zarar veriyor,
diye daha o zaman uyarmıştı. Şimdi gelinen noktada ülkemize
roketler yağıyor, sizin uçağınız kalkıp oraları bombalayamıyor
bile. Niye? Çünkü siz Rus uçağını düşürdünüz ve o sınırı
geçemiyorsunuz. Geçtiğiniz anda uçağınız düşürülecek. Bu kadar
vahim bir tabloyla karşı karşıyayız ve bunu bile başarı olarak
sunan bir parti ve kişi ile karşı karşıyayız. Dehşet verici!
‘Erdoğan ve Erdoğan, başka biri yok
-Davutoğlu’nun gidişi Suriye politikasında anlamlı bir değişikliğe
neden olur mu?
Sanmıyorum, o sadece Davutoğlu endeksli bir politika değildi.
Birlikte oluşturdukları ve uyguladıkları bir politikaydı. Oradan
dönüş biraz zor görünüyor. Bugünlerde Suriye’ye girmekten
bahsediliyor. Bu nasıl olacak? Suriye’deki tüm taraflarla düşman
bir Türkiye var. IŞİD ile düşman, PYD ile düşman, Esad ile düşman.
Oraya girer ise Türkmenler dışında bir müttefiki yok. Bunlara ilave
dış faktörler var. Rusya var, İran var, Çin var. Onlar da size
karşı. Dolayısıyla tek başına Suriye’ye girmesi bana imkânsız
gözüküyor.
-Rusya demişken Putin-Medvedev yakıştırması Gül ve Erdoğan
için yapılıyordu. Geçen zaman bize Erdoğan’ın Putin gibi sabit bir
“yol arkadaşı” olmadığını kanıtladı.
Putin-Medvedev benzetmesine Abdullah Gül o dönemde karşı çıkmıştı.
Hiçbir benzerlik olmadığını dile getirmişti. Geçen zaman da onu
haklı çıkardı. Erdoğan dışında başka biri yok. Erdoğan ve
Erdoğan!
-Ve son olarak “sen yoluna biz yolumuza” diyerek AB’ye de
rest çekti Erdoğan.
Avrupa Birliği de size dönüp, “uğurlar olsun” derse ne
yapacaksınız? Ayrıca, Türkiye tek başına hangi yolda yürüyecek? Bu
yol Türkiye’yi nereye götürecek? Bu rest çekme, meydan okuma ve
tehdit etme yöntemiyle istenilen sonuç elde edilemez. Mülteci
tehdidiyle AB’den para alabilirsiniz, Türkiye’deki insan hakları
ihlallerine bazen göz yummasını sağlayabilirsiniz. Ancak üyelik
yolunda bir adım mesafe alamazsınız.
-Can Dündar’a saldırı...
Siz bu ülkede bu kadar nefret tohumu ekerseniz, şiddet biçmemeniz
mümkün mü? Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve ona bağlı yandaş
kalemlerin kullandıkları öfke ve nefret dili, Can’ı zaten hedef
haline getirmişti. Yaratılan bu ortamda, birileri durumdan vazife
çıkarıyor işte.