GÜLTEN KAYA KENDİ AÇLIK GREVİNİ ANLATTI; ÇOK ÇARESİZ BIRAKILDIK!
Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, Söz Sende'de Balçicek İlter'e açlık grevleri ile ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.
12 Eylül döneminde kendisinin de açlık grevlerine katıldığını
belirten Kaya, “Bu ülkede insanlar oruç tutuyor, ordan yola çıkarak
bunun nasıl bir duygu oldugunu anlayabilirler. Akşam oldu, iftar
olmayacak, ertesi gün yine akşam oldu, yine iftar olmayacak, sahur
olmayacak, hiçbir şey olmayacak.” dedi.
İşte Gülten Kaya'nın o açıklamaları...
“O TALEPLER ANNE SÜTÜ GİBİ HAK TALEPLERDİR”
Son
yüzyıla baktığımızda demokratik bir cumhuriyet olarak
tanımlanıyoruz ama böyle tanımlanmak yetmiyor. Biz hep dikey dikey
yönetilmişiz, yatayda olması gereken demokratik süreçler işlememiş.
Eğitim tarzından tarih yazımına kadar yukardan aşağıya şırınga
edilen bir şey var. Topyekün bir zehirlenme hali gibi. Çok kötü
zehirlenmiş, çok kötü hastalanmışız. Yoksa 45-50 gündür açlık çeken
insanların karşısında bu ülke bayram kutlayabilir mi? İnsani olarak
baktığınızda da bu böyle. Onların taleplerini başkaları haklı
bulmayabilirler. Ancak bu talepler çok doğal, anne sütü gibi hak
taleplerse artık bu onları hak görmeyenlerin cahilliğine verilmek
zorunda. Ana dil böyle bir hak.
“AÇLIK GREVİ ORUÇ TUTMAK GİBİ”
12 Eylül
döneminde ben de siyasi bir tutukluydum ve açlık grevi yaptım. Bu
ülkede insanlar oruç tutuyor, ordan yola çıkarak bunun nasıl bir
duygu oldugunu anlayabilirler. Akşam oldu, iftar olmayacak, ertesi
gün yine akşam oldu, yine iftar olmayacak, sahur olmayacak, hiçbir
şey olmayacak. Siz mütemadiyen açsınız ve günler geçiyor. İnsanın
doğasına tamamen aykırı bir şey.
“BİZİMKİNİN ADI DAHA ÇOK ÖLÜM ORUCU İDİ”
Biz o dönem 35 kişi bir arada yaşıyorduk. Koğuşta çay için bulunan
çok az miktarda bir şeker vardı. Her gün sadece bir bardak çaya
yarım çay kaşığı şekeri karıştırıp içiyorduk. Askerler koğuşta
arama yapıyordu ve kapı üzerimize sürgülüydü. Bir yerden bir şey
alma, yeme gibi bir şansımız kesinlikle yoktu. Biz açlık grevinde
iken askerler koğusu yeniden arardı ve o bir avuç toz şekeri de
alırdı. Bu nedenle bizimkinin adı daha çok ölüm orucu idi. Çünkü
sadece su kullanabiliyorduk. Dolayısıyla ilk günden itibaren
enerjisiz kalmaya başlıyorsunuz. Bir de günün önemli bir kısmının
yemek düşünmek, kurmak, toplamak gibi eylemlerle geçtiğini
anlıyorsunuz.
“ÇOK ÇARESİZ BIRAKILDIK”
Açlık grevi
yapmanızın hiçbir önemi olmadığına inandığınız bir nokta oluyor,
çünkü çok çaresiz bırakılıyorsunuz. İnsanlar beyin hücrelerimi
kaybedeceğim, burdan sakatlanmış olarak çıkacağım , belki hayatımı
kaybedeceğim gibi şeyleri göze almışlarsa, biz duruma insani bir
yerden bakmak zorundayız. Kim kendi hayatını gözden çıkarabilir?
Bizim zamanımızda taleplerimiz insani, günlük, demokratik
taleplerdi. Havalandırmada 20 dakika değil de yarım saat kalalım,
bize gazete kitap verilsin gibi. Asıl talebimiz ise siyasi tutuklu
olduğumuzun kabulu idi. Çünkü cunta şartlarında bizler asker
statüsündeydik.
“28 GÜN AÇLIK GREVİNE KATILDIM”
Ben 28 gün
açlık grevine katıldım. 28 gün sonra bedenimin bambaşka olduğunu
gördüm. Mide spazmları, ağrılar, bağırsak problemleri, ülser en
basit sorunlar. Böbrekler hasar görüyor, konuşmada zorluk
çekiyorsunuz, enerjiniz sıfır, sürekli yatıyorsunuz. Bitince de
bedeni tekrar yemeye adapte etmek gerekiyor. Bebek gibi
besleniyorsunuz. Korkunç bir şey. Bunu göze alıyorsa insanlar,
hayatlarını ortaya koyuyorlarsa ve bunun karşısına koyduklar şey de
anne sütleri kadar hakları olan bir şeyse, ülkeyi yönetenler oraya
bakmak ve bu sorunu çözmek zorunda.