Gülseren Budayıcıoğlu'ndan dikkat çeken yazı! "Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize..."
Hürriyet gazetesinde yazılarına başlayan ünlü yazar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu ilk yazısında dikkat çeken konulara değindi...
Hürriyet gazetesinde yazılarına başlayan ünlü yazar Dr. Gülseren Budayıcıoğlu ilk yazısında dikkat çeken konulara değindi.
“Kime aşık oluruz” başlıklı yazısında insanların kendilerine çocukluk acılarını yaşatacak kişilere aşık olduğunu dile getiren Budayıcıoğlu, “Tesadüf deyip geçtiğimiz pek çok şey aslında tesadüf değildir. Bize çocukluk acılarımızın bir benzerini yaşatacak kişileri gözünden tanır ve gider ona âşık oluruz” ifadelerini kullandı.
“Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize” diyen Budayıcıoğlu şunları kaleme aldı:
“Yıllardır her gün akşama kadar birbirinden çok farklı insanların hayat hikâyelerini dinlerken, kimselere göstermedikleri iç dünyalarının rengârenk dehlizlerinde gezinirken insan eğer çok ister, çok dikkat eder ve kulak kesilirse, bir zaman sonra çok uzaktan da olsa hayatın sesini duymaya, onun kendine has bir dili ve matematiği olduğunu görmeye başlıyor.
Doğduğumuz evlerin, yaşadığımız geçmişin, yakın ilişkilerimizin geleceğimizi nasıl şekillendirdiğini, doğduğumuz evlerde bize öğretilen katı çocukluk inançlarımızın, o evlerde aldığımız yaraların eline kalemi alıp kaderimizi nasıl bir bir yazdığını bir anda görüveriyor insan.
Kendi irademizle aldığımızı sandığımız kararların, yaptığımız seçimlerin pek de öyle olmadığını, hiç istemediğimiz, kendimizi çaresiz hissettiğimizde kurulan tuzakların aslında bizim eserimiz olduğunu, kader dediğimiz şeyin alnımıza o evlerde, anne babalarımız ve beraber yaşadığımız en yakınlarımız tarafından yazıldığını zaman içinde görüvermek nasıl bir duygu acaba, hiç düşündünüz mü?
OLAMAZ, O CANİ İÇİMİZDEN BİRİ
Pek çok kişiyi hunharca öldüren bir caninin aslında bize ne kadar benzediğini görünce içine düştüğünüz dehşeti hayal edebildiniz mi?
Ya da tersini söylesem, dünyanın en merhametli insanının bir anda tam bir caniye nasıl dönüşebildiğini görmeye ne dersiniz?
Hayatın bana arada bir gösterip çokça kaçırdığı gerçekleri bir an önce yazmayı, söylemeyi, göstermeyi neden bu kadar çok istediğimi umarım anlatabilmişimdir.
İnsan bunları görmeye ve anlamaya başlayınca istiyor ki hayatın bu yüzünü herkes görsün ve anlasın. Anlasın ki, çocuklarımızın kaderi güzel olsun.
BİZİ HEP YARALAR ŞEKİLLENDİRİYOR
Bizim toplumumuz çok farklı sosyokültürel ve sosyoekonomik seviyelerdeki insanlardan oluşuyor. Aynı ülkenin temelde hem birbirine çok benzeyen hem de birbirinden çok farklı doğruları, farklı yaşam alışkanlıkları, farklı dünya görüşleri olan insanlarıyız biz.
Her gün klinikte bu birbirinden çok farklı insanları dinlerken gördüm ki, hayatın kendine has bir adaleti var. İlahi adalet... Bunu, hızla akan hayatın içinde oradan oraya koştururken göremiyor insan. Adaleti hemen, o anda görmek istiyoruz ama hayat bizim kadar aceleci değil. O neyi, ne zaman yapacağını çok daha iyi biliyor.
Ödül de ceza da, duygularımız aracılığıyla geliyor bize. Her ne kadar tüm kararlarımızı aklımızı kullanarak aldığımızı sansak da, bu kararları bile çoğu zaman, duygularımız aracılığıyla bilinçdışımız aldırıyor bize. Hal böyle olunca da, bizleri cezaya da, ödüle de götüren bizzat kendimiziz.
Aslında bizim kaderimiz biz daha dünyaya gelmeden önce yazılmaya başlıyor. Bizi kucağına almaya hazırlanan ya da hazırlanmayan, bizi dört gözle bekleyen ya da beklemeyen evlerde açıyoruz gözlerimizi. O evde büyüyor, şekilleniyor ve bize doğru diye tanıtılan her şeye inanıyoruz. Sonradan bir türlü değiştiremediğimiz, kaderimize yön veren katı çocukluk inançlarımız işte o evlerde böyle kazınıyor zihnimize. Yeni yeni filizlenmeye başlayan duygularımız ise o evlerde şekilleniyor, besleniyor ya da budanıyor, yaralanıyor.
Kaderimizi de en çok o yaralar belirliyor. Bizi diktatör, lider, kahraman yapan da, ressam, müzisyen, besteci, edebiyatçı, şair yapan da, bir caniye, katile dönüştüren de, ezilen, hep reddedilen, sevilmeyen, hep terk edilen, aşağılanan ya da isyan ettiren de işte hep bu yaralar...
DUYGULARIMIZ BİR VİRÜS GİBİ
O ilk çocukluk yıllarında üzerimize yapışan olumlu ya da olumsuz enerjiyi daha sonra biz de etrafımıza yaymaya başlıyoruz.
Duygularımız tıpkı bir virüs gibi salgın yapar. Biz gülüyorsak, insanların içine huzur yayılır. Eğer çevreye yaydığımız duygu öfkeyse, şiddetse, öyle dönemlerde şiddet kol gezer dünyamızda.
Bir bebek sevilmediği, istenmediği, değer verilmediği, güvenebileceği bir sahibinin olmadığı bir dünyaya gözlerini açarsa, sonradan bu dünyaya güvenmesini, huzurla, keyifle, etrafa sevgi ve şefkat saçarak yaşamasını bekleyemeyiz. Hele bir de evinde şiddet gördüyse, aşağılandıysa, ya da şiddete tanıklık ettiyse, şiddet artık onun vazgeçilmez doğrularından ve alışkanlıklarından biri haline gelir.
Her şeyi varsa bile anne babası tarafından ihtiyaç duyduğu sevgiyi, ilgiyi, değeri göremeyenler yani ihmal edilen çocuklar ise duygusal ihtiyaçlarını bazen gereksiz alışveriş yapıp dolapları doldurarak, bazen durmadan yemek yiyerek, bazen de madde kullanarak doyurmaya çalışırlar.
Doğduğumuz günden itibaren pek çok birbirinden farklı duygu biriktiririz içimizde. Bu duygular, geçmişte her ne yaşadıysak onlardan tüten dumanlar gibidir. Sonraki hayatımızda bu dumanların kokusu hiç gitmez burnumuzdan. Sonunda geçmişte en sık yaşadığımız duygularla örülü bir hayat kurarız kendimize.
GEÇMİŞİNİ BİLEN GELECEĞİ GÖRÜR
Bize çocukluk acılarımızın bir benzerini yaşatacak kişileri gözünden tanır ve gider ona âşık oluruz. Tesadüf deyip geçtiğimiz pek çok şey aslında tesadüf değildir. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.
Hayatı iyi yaşamak, mutlu ve sevilen olmak her zaman bir umut, bir ışık arar kendine. İnsanların kendine olan güvenini arttırmak, onlara umut vermek, kendilerini iyi hissettirmek dünyanın en kolay işidir. Sıcak bir gülümseme, sevgi dolu bir dokunuş, onu beğendiğimizi, ona değer verdiğimizi gösteren ufak tefek jestler bile insanın ruh halini bir anda değiştirebilir.
Yıllardır hayatın sesinin bana söylediklerini sizlere aktarmayı neredeyse misyon haline getirmemin en önemli nedeni, bazı konuları eğer sizlere iyi aktarabilirsem geleceğimiz üzerinde etkili olabileceğimize hem kendimizi, hem de yaşantımızı yeniden inşa edebileceğimize olan inancımdır. Geçmişimizi iyi tanır, nereden, hangi koşullarda, hangi acılarla ve yaralarla bu günlere geldiğimizi görebilirsek zaten bu yolun bizi nereye götüreceğini bir falcı gibi bilebiliriz. Yaşam koşullarımız değişse de hayatımıza egemen olan duygunun hangisi olduğunu bulabilmekse hakikate ermek kadar önemlidir.
Kendi gerçeklerimize erişebilmek, öncelikle başkalarının ne yaşadığını, bu noktaya nerelerden geldiğini, neler hissettiğini anlayabilmekten yani onlarla empati yapmaktan geçer. Sadece kendimizi değil, başkalarının dertlerini, sorunlarını, acılarını anlamaya çalışmak bile bu hakikate biraz daha yaklaştırır bizi. Başkalarını hoş gördükçe, neyi, neden yaptığını anladıkça kendi sorunlarımıza da başka bir gözle bakmayı öğrenir, gelişir, olgunlaşır, kendimize de daha sevecen ve hoşgörüyle bakmayı öğreniriz. Bir başkasını anlamak, bizi kendimize bir adım daha yaklaştırır, çoğu zaman kızdığımız, çabucak eleştiriverdiğimiz, bir türlü tam beğenemediğimiz kendimize.
Benim kitaplarımdan televizyonlara uyarlanan dizilerin amacı tam da bu zaten. Başkalarını anlarken, oralarda bir yerlerde kendimizle karşılaşıvermek...
Sağlıklı ve güzel günlerde tekrar görüşmek umuduyla...
Hoşça kalın...
Sevgiyle kalın.”