Gülen'den tükürüklü Ak Saray göndermesi
AK Saray tartışlmalarını Fethullah Gülen de es geçmedi. Gülen , "Böyle bir mülahazaya kendini tam salan bir insan, Boğaziçi’nde bir yalı değil, buradaki Beyaz Saray'ı da verseler, Fransa'daki bilmem hangi sarayı da verseler, bir tükürükle onlara mukabelede bulunur" dedi.
Fethullah Gülen son sohbetinde isim vermeden AK Parti'ye yönelik
sert eleştirilerde bulundu. Gülen "Din, siyasî ideolojinin güdümüne
girdi. Onlar ne diyorlarsa, din adına, ona 'doğru' dendi ve dinin
ruhuna hıyanet edildi!" İfadelerini kullandı.
Gülen açıklamalarına 'haramîler' ifadesini kullanarak şöyle
devam etti:
"Bir de meseleyi bu şekilde ele alan haramîler, 'Dinin ruhunu
başkaları çaldı' demek suretiyle, hırsızlığı kendileri yaptıkları
halde, onu başkalarına nispet etmek suretiyle, o töhmetten sıyrılma
gayreti, cehdi içine girdiler."
Dinin kendisini şey zanneden insanların eline kaldığını öne süren
Gülen, şöyle devam etti: "Din, ehl-i dünya, cakacı, alkıştan
hoşlanan, çalım çatan, Kur’ân-ı Kerim’in “temattî” sözüyle ifade
buyurduğu üzere kasıla kasıla gezen, kendini bir şey zanneden, bir
şey olduğuna inanan insanların elinde kaldı ve olan dine oldu."
Sohbetinde AK Saray'a da gördermede bulunan Fethullah Gülen, "Böyle
bir mülahazaya kendini tam salan bir insan, Boğaziçi’nde bir yalı
değil, buradaki Beyaz Saray’ı da verseler, Fransa’daki bilmem hangi
sarayı da verseler, bir tükürükle onlara mukabelede bulunur"
dedi.
Fethullah Gülen'in “Kalk Ey Yiğit Uykudan!..” başlılı herkul.org'da
yayımlanan söyleşisi şöyle:
DİNİN RUHUNA HIYANET EDİLDİ
*Bizim yitirdiğimiz şeyler, kaybettiğimiz şeyler… İstirdadına (geri
almaya, yeniden kazanmaya) ne zaman, kaç sene sonra muvaffak
oluruz, bilemeyeceğim, bir şey söyleyemeyeceğim. Ama biz bize ait
değerleri asırlarca evvel yitirdik! Onun yerini şekiller aldı!
Vesayette dini idare edenler aldı! “Börekçi”ler, börekçilerden
sonra çörekçiler, çörekçilerden sonra tatar börekçileri, onlardan
sonra pilavcılar, pilavcılardan sonra da kadayıfçılar.. ve böyle
gitti. Vesayette dinin canına okundu. Din, siyasî ideolojinin
güdümüne girdi. Onlar ne diyorlarsa, din adına, ona “doğru” dendi
ve dinin ruhuna hıyanet edildi! Asırlardır böyle!
HIRSIZLIĞI KENDİLERİ YAPTIKLARI HALDE...
*Bir de meseleyi bu şekilde ele alan haramîler, “Dinin ruhunu
başkaları çaldı” demek suretiyle, hırsızlığı kendileri yaptıkları
halde, onu başkalarına nispet etmek suretiyle, o töhmetten sıyrılma
gayreti, cehdi içine girdiler. Ve dine yazık ettiler! Din bir
muhakeme işiydi, tefekkür işiydi; din bir kalb işiydi; din bir
vicdan işiydi; din Allah ile sımsıkı bir irtibat işiydi; din bir
muamele işiydi, tavır ve davranışlarında milimi milimine doğru
olma; bir sadakat işi, bir istikamet işi, bir hak işi, bir adalet
işiydi! Kaçı var günümüzün insanında? Din, ehl-i dünya, cakacı,
alkıştan hoşlanan, çalım çatan, Kur’ân-ı Kerim’in “temattî” sözüyle
ifade buyurduğu üzere kasıla kasıla gezen, kendini bir şey
zanneden, bir şey olduğuna inanan insanların elinde kaldı ve olan
dine oldu. Avam halk, yığınlar, kitleler de zannettiler ki, din
bunların dediği gibi. Onların dediği gibi değildi! Din, Kur’ân’ın
dediği gibiydi! İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi
ve sellem) yaşadığı gibiydi!
NAMAZLARI YORAR, ORUÇLARI AÇ BIRAKIR, HACLARI TURİSİK
GEZİ...
*Din, selef-i sâlihîn tarafından arızasız, kusursuz temsil edildiği
şekliyle dindir! İnsanların hevâ ve hevesinin, belli idarî
sistemlerin vesayetindeki şekline din denmez. Şayet din ona göre
idare ediliyorsa, ona “din gibi bir şey” denir. Bunlar da din gibi
bir şey yapıyorlar galiba. Namaz kılıyor gibi yapabilirler, oruç
tutuyor gibi, hacca gidiyor gibi yapabilirler. Ama namazlar onlar
için sadece bir yorgunluk hasıl eder, oruçları da açlığa vesile
olur gider, hacları ise turistik şekilde cereyan eder. Ama onun
arkasında onlardan kazanan da kazanır. Hac kervanları teşkil
ederler, meseleyi ticarî, turistik bir organizasyon haline
getirirler ve vurgun vurgun üstüne yaparlar; dinin sırtından da
geçinirler böyle.. ve bu, din gibi bir şeydir, din değildir.
BEYAZ SARAYI DA VERSELER...
*Yaşamaya gerçek derinlik kazandıran, onun yüksek bir mefkûreye
bağlanmasıdır. Öyle yüksek bir mefkûreye.. yıkılmış bize ait
değerlerin ikamesine.. kaybettiğimiz şeyleri bulmaya.. başkaları
tarafından elimizden alınan, gasp edilenleri istirdat etmeye matuf
yaşanıyorsa, yüksek bir mefkûre uğrunda yaşıyoruz demektir. Ama
bunun tabiata mâl edilmesi lazım. Böyle bir mülahazaya kendini tam
salan bir insan, Boğaziçi’nde bir yalı değil, buradaki Beyaz
Saray’ı da verseler, Fransa’daki bilmem hangi sarayı da verseler,
bir tükürükle onlara mukabelede bulunur, “Bana Seni gerek Seni” der
Yunus Emre gibi; bir kenara çekilir, elinin tersiyle iter yitilecek
şeyleri. Ama ne acıdır ki, bu duyguyu, bu düşünceyi bugün söndürmek
isteyen sistematik şeyler var. Bütün sistem adeta o ışığı söndürme
gayreti, çabası içinde. Fakat antrparantez diyeyim: O hiçbir zaman
söndürülemedi, söndürülemeyecek ve kimsenin söndürmeye de gücü
yetmeyecektir Allah’ın izni ve inâyetiyle.