27 Ara 2013 14:33
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:50
Gülen'den bir açıklama daha; Söz baştan ayağa düştü!
Fethullah Gülen'den yaşanan son olaylara ilişkin bir açıklama daha geldi..
Fethullah Gülen, himmet ve gayret
çağlayanlarının hiçbir engebeye takılmadan, karşılarına çıkan
maniaların bazılarının üzerinden aşarak, bazılarının da
kenarından-köşesinden dolaşarak kaderi programların kendilerine
yüklediği misyonu temsile çalıştıklarını belirtti.
Fethullah Gülen’in sohbetlerinden derlenerek oluşturulan,
yoğun sembolizmle örülü ve “Tarihî tekerrürler ve bir uzun temenni”
başlığı taşıyan yazısı, fgulen.com.tr sitesine konuldu.
“DERKEN SÖZ BAŞTAN AYAĞA
DÜŞTÜ...”
Gülen yazısına “İnsanoğlu yaratıldığı günden bu yana,
gündüzlerin yanında geceler, ışığın yanında da karanlıklar hiç
eksik olmadı. Yerküre üzerinde nur ve zulmetin münavebesi gibi her
zaman aydınlıkları kapkara günler takip etti ve ferahfeza devirler
gidip buhranlı yıllarla noktalandı. Zaman zaman hemen her bucak
ilhad ve nifak zulmetleriyle sarıldı. Yollar bütün bütün ışıksız
kaldı. İnsanlık karanlığa yenik düştü. Her tarafı, bir kısım
başıboş ve düşüncelerinin önü-arkası olmayan kimseler tuttu. Dünya
onların meş’um uğultularıyla inlemeye başladı. Zaman zaman mâşerî
vicdan bunların çıkardığı gürültülerle nefesini tuttu ve sessizlik
murakabesine daldı. Derken söz, baştan ayağa düştü. Ferman, kapı
kullarının eline geçti. Yığınlar demagojinin oyuncağı oldu:
İstendiğinde bütün kitleler uyutuldu, istendiğinde ayağa
kaldırıldı. Olmayacak kimseler yıldız ilân edildi ve tabiî pek çok
istidadın da yıldızı söndürüldü. Şarlatanlık ve diyalektik, mantık
ve muhakemenin önünü kesti. Kirli düşünceler nezih fikirlerin
yerini aldı. Toplumun şefkat ve merhamet beklediği müesseseler
kine, nefrete kilitlenmiş kaba ruhların eline geçti: Bunlar
vasıtasıyla insanlar arasına sürekli iftirak tohumları saçıldı ve
herkes birbirinin kurdu hâline getirildi. Diyanetin ruhunda,
kapanması çok zor yarıklar açıldı. Şerbet kâselerinin yerini zehir
kadehleri ve bal-kaymak tabaklarının yerini de levsiyat çanakları
aldı” satırlarıyla başladı.
“SIKINTILI ZAMANLAR”
Fethullah Gülen, “Bu kâbuslu ve meş’um dönemlerde efkâr o
denli bulandı ki, artık insanlar en temiz ve nezih şeylere dahi
irkilmeden el uzatamıyor, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye güven
duyamıyor; duyamıyor ve herkes birbirini vahşilerle aynı çizgide
mütalâa ediyordu” diye sürdürdüğü yazısında özetle şu konulara
değindi:
“-Varsa şayet bir kısım din, diyanet ve vicdan erbabı onlar da
horlanıyor, hakir görülüyor ve dillerine kilit vuruluyordu.
Karanlığın kulları esirip duruyor; ışığa teşne gönüller ise,
gözleri hep harikulâde lütuflar ufkunda inayet eli bekliyor,
doğacak güneş rüyalarıyla oturup kalkıyor ve merhametle tüllenecek
günlerin hülyalarıyla yaşıyordu. Bazen bu mülâhazalara, bazen de
daha başka sâiklere bağlı yer yer dudaklarda bir tebessüm belirdiği
de oluyordu. Ama arkadan üst üste esen tasa fırtınaları hemen her
şeyi alıp götürüyor ve birkaç dakikalık muvakkat sevinç, yerini
aylar ve yıllar sürecek yeni kederlere bırakıyordu.
UFUKLARI BİRDENBİRE DUMAN BÜRÜYOR
Tarihî tekerrürler devr-i dâimi esprisine bağlı olarak
günümüzde de aynı şeylerden söz etmek mümkündür. Bakıyorsun pırıl
pırıl güneşli ufukları birdenbire duman bürüyor; derken göz gözü
görmez oluyor, her yanı ürperten bir kasvet sarıyor, neş’eyle tüten
günler bütünüyle sararıyor, düşünceler kararıyor, iradeler
çatırdıyor, ümitler bir bir devriliyor; bazen güneş bir daha
doğmayacak, gündüz de gelmeyecek gibi oluyor ve mihrabını bulamamış
ruhlar, iç içe yeislerle, üst üste inkisarlarla
sarsılıyor...
-Bize gelince, biz bugüne kadar olduğumuz gibi levsiyatla
köpürüp duran hercümerclerin çok yakın bir gelecekte musallaya
yatırılacağından emin bulunuyor ve kaderin milletimizin yürüdüğü
yollara su serpeceği mübarek günlerin çok uzak olmadığını
düşünüyoruz... Gerçi kalbî ve ruhî hayatımız itibarıyla oldukça
tozlu-dumanlı bir dönemden geçiyoruz; zaman zaman poyraz biraz
serince esiyor ve her yanda hazan uğultuları duyuluyor. Hatta
ümidin, sevincin köpürdüğü yerleri bile zaman zaman bir tasa ve
yeis kaplıyor... ne var ki artık hepimiz, gamın da, tasanın da
tutunamayacağını çok iyi biliyoruz.
Şimdilerde az dahi olsa, eller gönül ipine uzanmış gibi ve her
yanda ruhun solukları duyuluyor. Akıl kalble omuz omuza. Düşünce, o
baş döndüren enginlikleriyle ilhamla sarmaş-dolaş. Mantık vahyin
önünde bir çömez gibi iki büklüm. İlim dine dellâllık yapıyor.
Bilgi mârifetin dümen suyunda. Lâboratuvar mâbede çırak
yetiştiriyor. İradeler, imanın sunduğu âb-ı hayatla dipdiri ve
çelik gibi. Gözler, basiretin dolaştığı aynı ufuklarda dolaşıyor ve
her yanda fiziğe rağmen metafizik baharlar tülleniyor. Öyle
anlaşılıyor ki artık, kar-buz ne kadar şiddetli de olsa ruhlarda
tutuşturulmuş bulunan sonsuzun harareti karşısında çok fazla
tutunamayacak ve fırtınalar ne kadar sertçe de esse, beşerî
fıtratların tabiî temayüller fanusu içinde parıldayan meşaleleri
-Hak müsaade etmezse- asla söndüremeyecektir. Gerçi, pek çoğumuz
itibarıyla hâlâ bazen kan kırmızı bir renge bürünerek değişik
endişelerle tir tir titrediğimiz, bazen de şiddetli rüzgârlar
karşısında telâşa kapıldığımız da oluyor. Ama, buna mukabil,
filizinden dışarı fırlayan güller gibi her tarafa sımsıcak
gülücükler saldığımız ve daldan dala sıçrayan bülbüller gibi bahar
türküleriyle coştuğumuz da bir gerçek...
ADETA BİR NEVRUZ SEVİNCİ YAŞANIYOR
Evet, bugün olup-biten hâdiseleri, kalb ve ruh
rasathanelerinden temaşa edebilenler, âdeta bir nevruz sevinci
yaşıyormuşçasına gönüllerinde sürekli bir toy-düğün neşvesi ve
yüzlerinde de nevbahar çisentisi, ufuklarında farklı bir edayla
pırıl pırıl güneş ve ayaklarının dibinde her tonuyla yemyeşil bir
zemin. Himmet ve gayret çağlayanları, ilâhi lütuflar mecrasında ve
ummana doğru gürül gürül çağıldamakta, hem de hiçbir engebeye
takılmadan; karşılarına çıkan maniaların bazılarının üstünden
aşarak, bazılarının da kenarından-köşesinden dolaşarak arkalarında
bıraktıkları en güzel hendesî çizgilerle kaderî programların
kendilerine yüklediği misyonu bütün teferruatıyla temsile
çalışmaktalar...
Hakk’ın inayetlerine güvenebildiğin kadar güven; ama iradenin
hakkını yerine getirmede de asla kusur etme; etme ve tâli’
rüzgârlarıyla bir yere geleceğini bekleme; bugün rüzgârlarla
havalanıp yüksek bir noktaya yerleşenlerin yarın daha şiddetli bir
fırtına ile içinden çıkamayacakları çukurlara
sürüklenebileceklerini düşün ve realitelere uygun yaşamaya
bak!..
Diyaneti Allah’a yakınlığın yolu bil ve bütün samimiyetinle
dinin eteklerine sarıl. Başını imanın o eminlerden emin sığınağına
sok, Yaradan’a teslim olmaya çalış! O’na tevekkülde asla kusur etme
ve O’nunla muameleni derin bir edep dairesi içinde sürdürerek,
gösterişsiz ve gürültüsüz bir mü’min olmaya bak!
Dolu gönüller, dopdolu cevher kutuları gibi dışarıya ses
sızdırmazlar. Doymamış ruhlardır ki, içinde bir-iki yalancı inci
bulunan kumbaralar gibi sürekli kulak zarı çatlatırlar. Sen, her an
bilmem kaç defa kalbine nazar edildiğini düşün, gönlünü her zaman
pak tut ve sadece o ebedî mihrabına yönel! Bugüne kadar o kıbleye
yönelenlerden kaybeden, başka kapılardan vefa arayanlardan da
kazanan hiç olmamıştır. Aksine o kapıya yönelenler hep diri kalmış
ve ebediyete mazhar olmuş ve onun eşiğine baş koyduklarından dolayı
da başkalarına kul olma zilletinden kurtulmuşlardır.”