12 Kas 2013 15:16
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:45
Gülen'den AKP'ye "yolsuzluk" ve "rahata düşkünlük'' uyarısı!
Fethullah Gülen, AKP'ye yolsuzluk ve rahata düşkünlük uyarısı yaptı.
İşte o açıklamalar:
- İnsanın kendi konumunu belirlemesi ve Hak karşısında ona
göre bir duruşa geçmesi çok önemlidir. Kendi konumunu
belirleyememiş olanlar için iktidar, servet ve makam gibi nimetler
yanıltıcı birer unsura ve öldürücü birer virüse dönüşebilir.
- Bazen insanın güçlü olması onu yanıltabilir. Cenâb-ı Hakk’ın
kudretini ifade eden isimlerinden biri her şeye gücü yeten manasına
“Kâdir”, bir diğeri ise kâdir kelimesinin mübalağalı şekli olup çok
güçlü, istediğini istediği gibi eksiksiz, kusursuz ve tam yapan,
nâmütenahi kudret sahibi manasına “Kadîr”dir. Cenâb-ı Hak bir
iktidar verdiği zaman bazen insan o konuda yanılabilir ve
hafizanallah Zât-ı Ulûhiyete ait hususiyetleri hiç farkına varmadan
-doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı yoldan- sahiplenebilir.
“CEHENNEME ATARIM” VE HİTLER ÖRNEĞİ
- “Kibriya, benim ridâm, azamet ise benim izârımdır. Kim
benimle bu mevzuda yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya
yeltenirse, onu Cehennem’e atarım.” buyurmaktadır. Demek ki,
kendini büyük görüp kibirlenen bir insan, bu ilâhî sıfatlarda
Allah’a şerik olmaya kalkışmış sayıldığından Cenâb-ı Hak, böyle bir
insanı derdest edip Cehennem’e atacağı ikaz ve uyarısında
bulunmaktadır.
- Farkına varmadan büyüklük çağlayanına kendini salan insanlar
çok defa hem kendilerini mahvetmişler hem de çok insanın kanına
girmişlerdir. Sezar, Roma mefkûresini kendi heva ve hevesine
çiğnetmiş; Napolyon, Büyük Fransa idealini hırslarının ağına
hapsetmiş ve öldürmüş; Hitler, Büyük Almanya gaye-i hayalini
maceralı çılgınlıklarıyla yiyip bitirmiştir. Gönlünü Kur’an’a
vermiş, adanmışlık mülahazası içinde meseleyi götüren insanlar
kibre karşı hep mesafeli durmalılar; akıllarına azıcık “Ben bir
şeyim!..” diye geldiği zaman günah-ı kebâir işlemiş gibi tevbe
etmeliler.
BULUNDUĞU KONUMU ŞAHSİ ÇIKARLARI
HESABINA…
- Bir taraftan kendini büyük görmeye sebebiyet vermesi bir
taraftan da insandaki hırs duygusunu beslemesi ve “kazanma..
kazanma.. ille de kazanma..” düşüncesini büyütmesi açısından servet
ve imkan da bazen öldürücü bir virüse dönüşebilir.
- Bin kazandığımız zaman, şayet içinde bir tane haram varsa,
onun içine bir tane haksızlık girmişse, geri kalan dokuz yüz doksan
dokuzu da kirletmiş oluruz ve Allah hepsinin hesabını sorar. Zaten,
hadis-i şerifin ifadesiyle, zekatı verilmemiş bir mal bütünüyle
kirlidir.
- “Derken Kârun, ihtişam ve debdebe ile kavminin karşısına
çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, ‘Keşke Kârun’a verilenin
benzeri bize de verilseydi, doğrusu o çok şanslı’ dediler.” (Kasas
Sûresi, 28/79) âyetinin ifadelerine göre Kârun, hayatı itibarıyla
büyük bir kibir, çalım, gösteriş ve debdebe içindeydi. O servet ve
imkanın altında kalıp ezildiği gibi başkalarına da kötü örnek
oluyordu. Bugün de bulunduğu konumu şahsî çıkarları hesabına
değerlendirmeye kalkışanlar, aynı zamanda başkalarına kötü örnek
olduklarından onların veballerini de yüklenmiş sayılırlar.
- Cenâb-ı Hak, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) kavminden olan
Kârun’a, hazinelerinin anahtarlarını bile güçlü, kuvvetli bir
topluluğun zorla taşıdığı büyüklükte bir servet vermiş, fakat o, bu
serveti kendi becerisiyle kazandığını iddia etmişti. Hakk’ın
kendisine yaptığı iyilik ve ihsanlara bir şükür ve teşekkür ifadesi
olarak insanlara iyilik yapacağı yerde, iyiliğin arkasındaki iyilik
sahibini unutmuş, kendini bencilliğin gayyalarına salıvermiş ve
sahip olduğu servet u sâmânla şımarmış, böbürlenmiş, ferîh fahûr
yaşamaya ve ifsada başlamıştı. Tabiî Cenâb-ı Allah da yaptıklarının
karşılığı olarak onu bütün varlığıyla beraber yerle bir etmişti.
Böylece Kârun, ulü’l-azm bir peygambere yakınlığın hakkını
veremeyip kazanma kuşağında kaybeden ibret vesilesi, tâli’siz bir
servet sahibi olarak tarih defterinin yaprakları arasında yerini
almıştı. Evet, Karun, kendisine lütfedilen nimetler karşısında
tavır ayarlaması yapamaması, inkâra sapması yüzünden neticede sahip
olduğu her şeyle beraber yerin dibine geçirilmekle cezalandırıldı
ki Kur’ân bunu şöyle resmeder:
“Nihayet Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Zaten
onun ne Allah’a karşı kendisine yardım edecek avenesi vardı ne de
kendini savunup kurtulabilecek durumdaydı.” (Kasas Sûresi, 28/81)
(13:04)
- Bir hadis-i şerifte “Dünya bir cîfedir (leştir, pisliktir);
onun talipleri ise köpeklerdir!” buyurulmaktadır. Bir başka hadis-i
şerifte ise, “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır!”
denmektedir.
İKTİDAR, SERVET VE RAHATA DÜŞKÜNLÜK
- Rahata düşkünlük de bünyeye musallat olmuş öldürücü bir
virüstür. Tenperverlik kanserden daha tehlikeli bir
hastalıktır.
- İktidar, servet ve rahata düşkünlük virüsleri birbirlerini
de destekler durur. Bazen servetten büyüklük doğar, bazen büyüklük
servet hesabına kullanılır ve bazen de o büyüklük o servet insanda
rehavet hissi hâsıl eder. Bu marazlara düşmüş kimseler, bir de
kalkıp “Bunca zaman koştuk, hizmet ettik; “humus” (ganimetin beşte
biri) kullanmak da bizim hakkımız!” demek gibi şeytanî mırıltılarla
gayr-ı meşru tavırlarına meşruiyet bahanesi aramaya
çalışırlar.
- Beklentiye düşme ve takdir görmeyi isteme de bir öldürücü
virüstür. Halbuki mümin, övülmeyi sövülme gibi görmeli ve her işini
sadece Allah’ın rızasına bina etmelidir.
- Hizmetleri karşısında Allah rızasından başka beklentilere
girenler, “Bütün zevklerinizi dünya hayatınızda kullanıp
tükettiniz, onlarla safa sürdünüz. Allah’ın verdiği o güzel ve hoş
nimetleri israf edip bitirdiniz. Hakkınızı dünyada kullanıp ahirete
bir şey bırakmadınız” (Ahkâf Sûresi, 46/20) âyetinin tokadına maruz
kalırlar.
HER TÜRLÜ MAKAM KARŞISINDA…
- Bizim en büyük kredimiz istiğnadır; her türlü makam ve
mansıp karşısında müstağnî davranmamız lazımdır. Makama bağlı
vazifeler istenmemeli; talepsiz verildiğinde ise, ancak kerhen
kabul edilmelidir. Bu meselenin tek istisnası vardır: Şayet bir
vazifeyi sizin ölçünüzde yapabilecek başka bir müstakim mü’min
yoksa, Hazreti Yusuf’un “Beni ülkenin hazinelerinin başına tayin
et; çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” (Yusuf
Sûresi, 12/55) diyerek Kıptîler içinde vazifeye talip olduğu gibi,
o vazifeyi talep etmekte mahzur olmayabilir. Hazreti Yusuf
(aleyhisselam), bu sözü hiçbir müslümanın olmadığı, peygamberlik
esintilerinin bulunmadığı, Allah’ın bilinmediği bir yerde vazifeyi
talep sadedinde söylemiştir.
- Cevdet Paşa’nın, “Kısas-ı Enbiyâ”da temas ettiği üzere,
riyâsete talip olmamak ve belli bir vazifeye tayin istememek
gerektiği yönündeki nebevî uyarıları duyup dinleyen Hazreti Ebû
Bekir (Allah’ın rıza ve rıdvanı onun üzerine olsun), Hazreti Ali’ye
(radiyallahu anh) gönderdiği bir mektupta bu mevzuyla alâkalı şu
ölçüyü dile getirmiştir: “Vazife onundur ki, o ‘benim değildir’
der. Onun değildir ki, o, vazifeye ehil olduğunu iddia eder.”