Gülen Medyası'na el konulabilir mi? Fehmi Koru'dan o soruya çarpıcı yanıt!
Habertürk yazarı Fehmi Koru Devlet yayın araçlarına el koyabilir mi? sorusuna yanıt aradı.
"Artık nereden çıktıysa, bir süredir, belli bir çevreye ait gazeteler ile televizyon kanallarının devlet tarafından kapatılacağı konuşuluyor. Türkiye’de ağzı olan konuştuğu için, eh bu da konuşulsun diyelim; ancak kapatılma tehdidi altına düşen yayın organları bu ihtimali ciddiye almış görünüyor..." diyerek başladığı yazısında Habertürk yazarı Fehmi Koru Devlet yayın araçlarına el koyabilir mi? sorusuna yanıt aradı.
Koru, "Olabilir mi böyle bir şey gerçekten? Devlet yayın araçlarına el koyabilir mi?" sorusuna "Anayasa yürürlükte olduğu sürece el koyamaz" yanıtını verdi ve şöyle gerekçelendirdi:
"İsterseniz Anayasa’nın ilgili maddesini (m. 30) birlikte okuyalım: “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç âleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.”
Milli güvenliğin söz konusu olduğu hallerde yasaların “suç” kabul ettiği türden yayınları yapanlar, yazı yazanlar hakkında dava açılabilir; mahkeme kararıyla yayınlar toplatılabilir; ancak, yayın organları “müsadere” edilemez (m. 28).
“Basın özgürlüğü” ile ilgili maddeler Meclis’te görüşülürken, neden devlete yayın araçlarına “müsadere” hakkının tanınmadığının gerekçesi şöyle tanımlanmıştı: “Pek istisnai hallerde kendisini gösterecek mahzurlar, bu yolun (müsadere) açık olması halinde, basın âleminin duyacağı huzursuzluğun yaratacağı mahzurlar yanında daha zayıf kalacaktır.”
Müsadere (el koyma) konusundaki Anayasa maddesine, bu gerekçenin, 12 Eylül (1980) darbesi sonrası Anayasa yazımı için askerlerin oluşturduğu Danışma Meclisi tarafından konulduğunu da not düşeyim.
Demokrasilerde, gerekçe ne kadar sağlam olursa olsun, herhangi bir gerekçeyle yayın organlarına devletçe el konulması mümkün değildir.
Telaşa sebep ne peki?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TÜRKSAT Genel Müdürlüğü’ne yazı göndererek, silahlı bir terör örgütünün propagandasını yapan televizyon kanalları yayınlarının devlete ait uydulardan topluma ulaştırılmasının durdurulmasını talep etmiş...
Olmayacak duaya “Amin” demek gibi bir şey bu. TÜRKSAT yönetimi savcıya uysa ve uydularını kullandırmasa bile, bugünün teknolojisiyle istenen sonucun alınması mümkün değildir; engellenmek istenen kanalların, yayınlarını ülkeye ulaştırmak için kullanacakları o kadar seçenek var ki...
Savcının talebi ise, aslında, Anayasa’nın halen yürürlükte olan “basın özgürlüğü” ile ilgili maddeleriyle çelişiyor...
Kaldı ki, AK Parti çevrelerinin destek verdiği yeni Anayasa çalışmalarında öngörülen “basın özgürlüğü”, mevcut Anayasa’daki maddelerden daha ileride...
İşin bir de “paralel yapı” adı verilen, kolları devletin hassas birimlerine uzanmış yanlış örgütlenmeyi, Cemaat’le irtibatlı bilinen bazı yayın organlarının, onlarla devlet adına verilen mücadelede yargının devreye girmesi sebebiyle, “Cemaat” yapılanmasının bütününe teşmil edileceğine dair köpürtmeleri yönü de var. Müsadere bu yüzden isteniyor zaten.
Yanlış bir yaklaşım bu.
Doğru olan, hatalı davrananların, suç işleyenlerin üzerine gitmek, günahsız insanlar ile onların desteklediği hayırlı hizmetlerin önünü kesmekten uzak durmaktır.
Zor olmasına zordur böyle bir yaklaşım, ancak “demokratik hukuk devleti” olma iddiası taşıyan ülkeler böyle davranır.
Başbakan teminat verdi, ama hükümetin seçimlere giderken beliren “Yayın organlarına el konulacak” bulutunu dağıtmak için daha fazla çaba göstermesi gerekiyor.
Böyle bir bulut ülke üzerinde sabit kalırsa her yayın organı bir gün tehdit altına düşebilir; bugün yanlış yaklaşımı alkışlayanlar bile...