GÜLBEN'DEN ELİF ŞAFAK'A MEKTUP!.. PEKİ MEKTUPTA NELER YAZIYOR?
Gülben Ergen, Elif Şafak'ın "Aşk"ını okumaya başlayınca öyle bir dalmış ki, bakın neler yapmış...
Gülben Ergen, oğlu Atlas'ı alıp annesinin evine gidiyor. Önce anneden ev yemeği; yoğurtlu kıymalı ıspanak ve bol maydanozlu köfte...
Bu menü, çocukluk ve genç kızlık döneminden anne sıcaklığına çağrışım yapan simge...
Annesi sorar ; "Elif Şafak'ın son kitabı AŞK'ı okudun mu?"
"Hayır" cevabını alınca...
"Bir arkadaşım almış. O kadar sevmiş ki, bitmesin diye günlere yaymış okumayı" der.
Gülben zaten Elif Şafak ve kitaplarını, gönül galerisinde özel bir yere çoktan koymuş.
Yemek sonrası Atlas'ı da alıp anne-kız parka gideceklerdir. Ancak annesi Elif Şafak'ın bu pembe kapaklı yeni kitabını gösterince, program değişmiş, Gülben , park programını onlara bırakmış, açmış AŞK'ı, başlamış okumaya...
Sayfalar ilerledikçe "bu kitap bana bir mesaj" diye düşünmüş.
Öylesine bir okuma transına geçmiş ki, ne bitki çayı yapmak için mutfağa gidiyormuş, ne zaman zaman çalan telefona cevap veriyormuş.
Derviş yolculuğu
Elif Şafak'ın kitaplarının, hatta kişiliğinin dervişin ermişliğe yolculuğu bir süreci yansıttığını hissediyorum. Tüm kitaplarını okudum. Sanki Elif'e önceden yol haritası hazırlanmış bir yolculuk var...
O da, karşısına çıkan yeni yeni coğrafyalarla örtüşerek yol alıyor.
Kendisinin "bu kıvama gelmeden, daha önceki yıllarda böyle bir kitap yazamazdım. Zamanı gelmiş" söylemini, bu hissimi doğruluyor diye algıladım.
Boston'da Musevi bir kadınla, Konya'da Mevlana Celalettin Rumi ve onun can yoldaşı Şems arasında coğrafya ve zaman zikzakları yaparak ama aynı ruh frekanslarından hiç çıkmayarak örülmüş bir kitap.
Tasavvufun derinlerine iniyor.
Daha önceki kitaplarında da Elif Şafak tasavvufa girerdi ama ince damarlarla... Bu kitapta çok daha belirgin...
Beyin aşamasından başlayarak kalple okumak sürecine geçmiş.
Gülben'in de yaşamında böyle bir durulaşma süreci görüyoruz.
ŞEFFAF ODA'daki söyleşi, felsefeye dokunuşlarla ama bir pazar kahvesinin lezzetinde oldu.
Kadınlara anneliğin sunduğu mucize duygular kelimelere olduğu kadar gözlerdeki ışıltılara da yansıyordu.
Güneri Civaoğlu/ Milliyet