01 Ağu 2014 09:57
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:31
Gülay Göktürk Cemaati yine topa tuttu: Herkesi ahmak sanıyorlar!
Cemaate yapılan operasyonu destekleyerek cemaat cephesinden eleştiri alan Gülay Göktürk nerede durduğunu yazdı....
Cemaate yakınlığı ile bilinen Bugün Gazetesi'nin yazarlarından Gülay Göktürk, cemaatin emniyet örgütlenmesine yapılan operasyona verdiği destek sonrası Zaman'ın hedefi olmuştu. Zaman yazarı Bülent Korucu "Gülay Göktürk nerede yaşıyor” başlıklı bir yazıyla 17 Aralık’tan bu yana Göktürk'ün Türkiye’de yaşamayan biri gibi yazılar yazdığını savunmuştu. Bugünkü yazısında eleştirilere yanıt veren Göktürk nerede durduğunu, nerede yaşadığını anlattı.
İşte Göktürk'ün yazısındaki ilgili bölüm:
CEMAAT HERKESİN AHMAK OLDUĞUNU VARSAYIYOR!
Çocuk masalları kadar naif bir hikâye bu...
Dinden-imandan ve eğitimden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir dini grubun siyaset yapmakla suçlandığı; temiz toplum yaratmaktan başka hiçbir hesabı olmayan kahraman polis şeflerinin, bu temiz niyetlerinden dolayı inim inim inletildiği; sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz yargıçların ve savcıların MİT’i ele geçirmiş İran ajanlarını yakalamak için kelle koltukta milli bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ülke hikâyesi anlatıyor; herkesin de bu hikâyeyi “satın alacak” kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar.
CEMAATİ 1999 YILINDAKİ ZOR ŞATLARDA SAVUNDUM
17 Aralık’tan bu yana nerede yaşadığım ve nerede durduğum konusuna elbette cevap vereceğim.
Ama önce, bugün durduğum yeri daha iyi kavramak isteyenler için; geçmişte durduğum yer hakkında da bazı hatırlatmalar yapmam lazım.
Yasaklılık şartlarında gizli örgütlenme haklarını bile savundum
Benim Gülen Cemaati ile ilgili ilk net tutum alışım 1999 yılının Haziran ayına rastlar...
Hani o, Gülen kasetlerinin ortalığa döküldüğü, Fethullah Gülen’in devleti ele geçirmekle suçlandığı, bütün medyada linç çağrılarının yükseldiği; cemaatin kasetleri tümüyle inkâr noktasında bir savunma hattı kurmaya çalıştığı ve bir Allah’ın kulunun da Gülen’i açıktan savunmaya cesaret edemediği günlere...
Ben o günlerde “Hiçbir şey yok, bütün kasetler düzmece, her şey komplo” sözleriyle yürütülen inkâr politikasına prim vermek yerine, gerçeklere dayanan bir savunma çizgisini seçtim.
ESKİDEN GİZLİ ÖRGÜTLENME BİR HAKTI
İşte o günlerde yazdığım “Devleti ele geçirememek” başlıklı yazıdan bir bölüm:
“... Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde devlet katlarına taşıma hakları vardır.
Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi?
Gülen Cemaati’nin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin önce şu soruya cevap vermeleri gerekir: Türkiye’de bir yargıç, bir vali ya da bir general göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaati’ne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu?
Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçı’yı Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükselmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olmaz.” (24 Haziran 1999, Sabah Gazetesi)
Görüldüğü gibi, ben 28 Şubat’ın en azgın yıllarında cemaat mensuplarının devletin her kademesinde, kendi kimlikleriyle görev alma hakkını -kimliklerini açıklayamadıkları koşullarda gizli örgütlenme hakkı da dahil- savundum.
AK PARTİ İLE CEMAATÇİLERİN GİZLENMESİNE GEREK KALMADI
Peki sonra ne oldu? AK Parti iktidara geldi ve olması gereken oldu: Devletin kapıları herkes gibi cemaat mensuplarına da ardına kadar açıldı. Artık onları kimliklerinden dolayı ne yasaklayan ne de yargılayan vardı. Kendilerini gizlemeleri için de bir sebep yoktu.
DEVLET İÇİNDE GİZLİ AJANDASI OLAN GİZLİ BİR YAPI OLDULAR
Ama onların bir kısmı bu özgürlüğü kötüye kullandı. Kendilerine açılan kapılardan girdiler, özellikle bazı stratejik noktalarda yoğunlaştılar ve devlet içinde kendi iç hiyerarşisi ve gizli bir ajandası olan gizli bir yapı oluşturdular.
İşte Göktürk'ün yazısındaki ilgili bölüm:
CEMAAT HERKESİN AHMAK OLDUĞUNU VARSAYIYOR!
Çocuk masalları kadar naif bir hikâye bu...
Dinden-imandan ve eğitimden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir dini grubun siyaset yapmakla suçlandığı; temiz toplum yaratmaktan başka hiçbir hesabı olmayan kahraman polis şeflerinin, bu temiz niyetlerinden dolayı inim inim inletildiği; sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz yargıçların ve savcıların MİT’i ele geçirmiş İran ajanlarını yakalamak için kelle koltukta milli bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ülke hikâyesi anlatıyor; herkesin de bu hikâyeyi “satın alacak” kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar.
CEMAATİ 1999 YILINDAKİ ZOR ŞATLARDA SAVUNDUM
17 Aralık’tan bu yana nerede yaşadığım ve nerede durduğum konusuna elbette cevap vereceğim.
Ama önce, bugün durduğum yeri daha iyi kavramak isteyenler için; geçmişte durduğum yer hakkında da bazı hatırlatmalar yapmam lazım.
Yasaklılık şartlarında gizli örgütlenme haklarını bile savundum
Benim Gülen Cemaati ile ilgili ilk net tutum alışım 1999 yılının Haziran ayına rastlar...
Hani o, Gülen kasetlerinin ortalığa döküldüğü, Fethullah Gülen’in devleti ele geçirmekle suçlandığı, bütün medyada linç çağrılarının yükseldiği; cemaatin kasetleri tümüyle inkâr noktasında bir savunma hattı kurmaya çalıştığı ve bir Allah’ın kulunun da Gülen’i açıktan savunmaya cesaret edemediği günlere...
Ben o günlerde “Hiçbir şey yok, bütün kasetler düzmece, her şey komplo” sözleriyle yürütülen inkâr politikasına prim vermek yerine, gerçeklere dayanan bir savunma çizgisini seçtim.
ESKİDEN GİZLİ ÖRGÜTLENME BİR HAKTI
İşte o günlerde yazdığım “Devleti ele geçirememek” başlıklı yazıdan bir bölüm:
“... Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde devlet katlarına taşıma hakları vardır.
Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi?
Gülen Cemaati’nin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin önce şu soruya cevap vermeleri gerekir: Türkiye’de bir yargıç, bir vali ya da bir general göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaati’ne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu?
Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçı’yı Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükselmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olmaz.” (24 Haziran 1999, Sabah Gazetesi)
Görüldüğü gibi, ben 28 Şubat’ın en azgın yıllarında cemaat mensuplarının devletin her kademesinde, kendi kimlikleriyle görev alma hakkını -kimliklerini açıklayamadıkları koşullarda gizli örgütlenme hakkı da dahil- savundum.
AK PARTİ İLE CEMAATÇİLERİN GİZLENMESİNE GEREK KALMADI
Peki sonra ne oldu? AK Parti iktidara geldi ve olması gereken oldu: Devletin kapıları herkes gibi cemaat mensuplarına da ardına kadar açıldı. Artık onları kimliklerinden dolayı ne yasaklayan ne de yargılayan vardı. Kendilerini gizlemeleri için de bir sebep yoktu.
DEVLET İÇİNDE GİZLİ AJANDASI OLAN GİZLİ BİR YAPI OLDULAR
Ama onların bir kısmı bu özgürlüğü kötüye kullandı. Kendilerine açılan kapılardan girdiler, özellikle bazı stratejik noktalarda yoğunlaştılar ve devlet içinde kendi iç hiyerarşisi ve gizli bir ajandası olan gizli bir yapı oluşturdular.